İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

DEVLET-İ EBED MÜDDET: YAŞASIN CUMHURİYET!

HAYATİ TEK –

Kimi başarılarımızı daha değerli göstermek uğruna nice değerlerimizi küçültme çabamızın ileride başımıza ne gibi gaileler açabileceğinden habersiz görünüyoruz.

Son günlerde yeniden revaç bulan “300 çadırdan 600 yıllık dev imparatorluğa…” cümlesinden söz ediyorum.

Zor şartlar altında kurulmasına rağmen hızla azametli bir devlete dönüşen Osmanlı’nın büyük başarısını vurgulamak isterken, nüvesini oluşturan Kayı boyunu “birkaç yüz çadır ahalisi” olarak takdim etmek, Türk’ün asli karakter ve meziyetlerini görmezden gelmek demektir.

Türkler Söğüt’e gelmeden çok önce teşkilatçılık ve medeniyet inşa kabiliyeti bakımından ne kadar eşsiz bir millet olduklarını ispatlamışlardır. Tarihin gördüğü en medeni şehirleri İpekyolu güzergâhına göz alıcı birer mücevher gibi serpiştirmişlerdir. Yetiştirdikleri büyük devlet adamları, bilim insanları ve kahramanlar sayesinde dünya tarihinde silinmez izler bırakmışlardır.

Doğu Roma sınırına dayanan insanlar kıl çadırda yatan, tek derdi geçim olan maceraperest koyun çobanları değil; “Güneş tuğumuz gökyüzü çadırımız olsun” diyerek Türk’ün ezeli ve ebedi Kızılelma’sını tarif eden Oğuz Kağan’ın vasiyetini yerine getirmek üzere yollara düşmüş, ne yaptığını bilen bilge alperenlerdir.

Atalarımız Söğüt’e geldiklerinde başlarında börk, sadaklarında ok, ellerinde kılıç yoktur sadece… Yüreklerinde cesaret, akıllarında kadim devlet tecrübesi, ruhlarında yeryüzüne adaletle hükmetmek ülküsü vardır.

Altı asır ayakta kalan Osmanlı üç yüz çadırda eğleşen birkaç yüz gözü pek alp sayesinde değil, o liyakatli kadronun biyolojik ve kültürel genetiğini oluşturan Türk kanı, Türk kimliği ve Türk devlet geleneği sayesinde hayat bulmuştur.

Benzer bir yaklaşım Cumhuriyet’imizin kuruluşuna yönelik değerlendirmelerde de karşımıza çıkmaktadır.

Asil bir milletin asil bir evladı olarak değil değersiz bir millete değer katan büyük bir lider olarak takdim edilmek Atatürk’ü daha büyük yapmamaktadır. Üstelik bu büyük liderin, “Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir” şeklindeki sözlerini değersizleştirmektedir.

Aziz milletimizin tarih boyunca yetiştirdiği büyük evlatlarından biri olan Atatürk’ün mensup olduğu milletin asaletine asalet kattığı doğrudur; ancak Türklüğün asaleti Atatürk’le başlıyor değildir. Türk’ün bu asil evladı “Atatürk” soyadını almakla, milletine duyduğu ulvi his ve hayranlığı en açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, “Türk’ün cumhuriyeti” olmakla şereflerin en büyüğüne zaten mazhar olmuştur. Türk’ün son eseri için ayrıca bir şeref kaynağı aramaya lüzum yoktur.

Son Kutup Yıldızı’mızın “Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır” sözüyle mühürlediği vasiyetine uygun şekilde sonsuza kadar yaşatmaya yemin ettiğimiz Cumhuriyet’imizi dar bir kadronun hatta tek bir kişinin eseri olarak görmek Türk’ün şanlı tarihine haksızlıktır.

Türk, mesleği teşkilatçılık ve medeniyet inşa etmek olan aziz ve asil bir milletin adıdır.

Cumhuriyetimizin doksan yedi yıllık tarihini binlerce yıllık milli tarihimiz içerisinde konumlandırmadıkça ne Atatürk’ü tam anlayabilir ne de Cumhuriyetimizi gerçek değerine yükseltebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti’ni Milli Mücadele yahut Çanakkale ile başlayan bir var olma savaşının kazanımı olarak görmek ve göstermek onu yüceltmek anlamına gelmemektedir.

Bir yandan yarım asırlık şirketlerimizle övünürken öte yandan binlerce yıllık devlet geleneğimizi görmezden gelmek, Cumhuriyet’imizi yüceltmekten ziyade milli şuurdan ne kadar yoksun olduğumuzu itiraf etmektir.

Bağımsızlığımızın sembolü ve kutsallarımızın koruyucusu olan, bu nedenle canımız pahasına korumamız gereken Cumhuriyet’imiz tıpkı Osmanlılar, Selçuklular, Karahanlılar, Uygurlar, Göktürkler ve Hunlar gibi milli tarihimizin şanlı bir merhalesinden ibarettir.

Bu yaklaşım Cumhuriyetimizi değersizleştirmemekte, bilakis kadim köklerine dikkat çekerek hiçbir devletin sahip olamayacağı emsalsiz bir hazineye kavuşmasını sağlamaktadır.

Cumhuriyetimizin kurucusunun da işaret ettiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Ancak bu, 29 Ekim 1923’te kurulduğu için değil binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin üzerinde yükseldiği için olacaktır.

Cumhuriyetimizin doksan yedinci yaşını yürekten kutluyor, Gökalp’in tanımlamasıyla “ahlâkın dehasını temsil eden” aziz milletimin üstün vasıfları ve şanlı tarihiyle iftihar ediyorum.