HAYATİ TEK –
Bölücü Kürtçülerin tepesine indirdiğimiz her yumruğun, Washington, Londra ve Paris gibi merkezlerden ses vermesi sebepsiz değildir.
Çünkü “Bölücü Kürtçülük” ve onunla at başı giden “Ermeni Meselesi”nin derin kökleri, 1815 Viyana Kongresi’ne kadar uzanır.
“Şark Meselesi” tezinin ortaya atıldığı Viyana Kongresi ile başlayıp Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam eden dönemin en önemli sonuçlarından biri olan “Ermeni Meselesi”, tehcir kararımız sayesinde akamete uğratılmıştır.
Musul merkezli Irak petrollerine göz koyan ancak Kût’ül-Amâre’de ummadığı bir tokat yiyen İngilizler, bu ağır mağlubiyetin acısını Mondros Mütarekesi sonrasında Yunanlıları cepheye sürerek çıkarmaya çalışmışlardır.
Milli Mücadele sonunda elde ettiğimi büyük zafer, “sözde Ermeni iddialarını” bir süreliğine rafa kaldırmış olsa da İngilizler başımıza yeni bir gaile açmakta gecikmemiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimize “bölücü Kürtçülük” tohumlarını ekmişlerdir.
TARİHİ ARKA PLAN VE SULTAN II. ABDÜLHAMİD
Ermeni meselesine uluslararası bir kimlik kazandıran Ayastefanos ve Berlin anlaşmaları imzalandığında henüz iki yıldır görevde ulunan II. Abdülhamid, bizi yaklaşık yüz elli yıl uğraştıracak olan meselenin kaynağını isabetle şöyle tespit etmiştir:
“Ermeni meselesi, Ermenilerin meselesi değildir.
Ermenilerin bizden hiçbir şikâyetleri yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki emellerine ulaşınca, Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeni bir parça daha koparmak için, Ermenileri parmaklarına doladılar.
Ruslar, gönderdikleri ajanlarla, önce papazları, öğretmenleri ele geçirdiler, sonra da buldukları macera düşkünü Ermenileri bizim aleyhimize çevirdiler.
Türk kılığına giren Ermeniler, kendilerine yardım etmek isteyen kendi vatandaşlarını öldürüp sonra da ‘Görmüyor musunuz, sizi Türkler kesiyor, siz hala bizimle birlik olmuyorsunuz.’ demeye başladılar.
Ermeni tahrikçileri özellikle Sason bölgesinde tahriklerini sürdürüyorlardı. Bu Ermeni-Müslüman kavgasını sona erdirmek için, Müşir Zeki Paşa emrindeki orduyu, bu sahaya sevk ettim ve ayaklanmayı bastırdım. Büyük devletler elçileri, birbiri peşinden Saraya koştular.
İngilizler, Ermeni meselesini ayakta tutmak için ellerinden geleni yaptı. Çükü bu suretle Mısır’da giriştiği işleri örtmüş oluyor, dünyanın dikkatini Türkiye üzerinde uyanık olarak tutuyordu.” (Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri; s. 56-58.)
“İNGİLİZ’İN ASIL GAYESİ BÜYÜK ERMENİSTAN İDEALİDİR.”
İstiklal Savaşı’nı yöneten Birinci TBMM’de Erzurum Milletvekili olarak görev yapan Hüseyin Avni Ulaş’ın, bir asır önce İngilizler tarafından Musul’da başlatılan “bölücü Kürtçülük” serüveninin arka planına dair tespitleri de hayati önemi haizdir.
İngilizlerin asıl gayesinin, Lozan’da Misak-ı Milli dışında bıraktığımız Musul‘da önce bir “Kürt hükümeti kurarak Türkiye’yi bölmek, ardından da Ermenistan’ın kurulmasına zemin hazırlamak” olduğunu bildiren Ulaş’ın şu sözleri, yaklaşık yüz yıl öncesinden yapılan önemli bir uyarıdır:
“Kürdistan hükümeti yapamaz. Kürdün lisanı yoktur. Yazısı yoktur. Kürt’ün harfi yoktur. Yarın oralara Ermeniler hâkim olacaktır. Ermeni harsı hâkim olacaktır. Yarın orada Ermeniler hükümet kuracaktır. Netice itibariyle Ermenistan meydana çıkar. Ben Ermeni idealinden korkarım.”
ERMENİ-BÖLÜCÜ TERÖR İŞBİRLİĞİ
1890’dan itibaren her fırsatta isyan çıkaran Ermenilerin Türk devlet adamlarına yönelik ilk terör saldırısı, 1905’te II. Abdülhamit‘e yönelik bombalı suikasttır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslarla işbirliği yaparak milletimizi arkadan vuran Ermeniler, Mondros Mütarekesi’nin ardından Rus ve Fransız işgal bölgelerinde terör estirmeye devam etmişlerdir.
Milli Mücadelemiz sürerken, milletimizi bugünlere ulaştıran Tehcir (Yer Değiştirme) uygulamasının mimarı olan Talat Paşa’yı 15 Mart 1921 günü Berlin’de, Çukurova’daki Ermeni ayaklanmasını bastıran Cemal Paşa’yı ise 21 Temmuz 1922’de Tiflis’te şehit etmişlerdir.
İngiliz destekli Kürt ayaklanmalarına şahitlik ettiğimiz cumhuriyetin ilk yıllarında sessiz kalmayı tercih eden Ermeniler, 1965’te yeniden harekete geçmişlerdir.
Terör örgütü ASALA eliyle diplomatımızı, elçilik ve konsolosluk görevlilerimizi katletmişlerdir.
1980’li yıllarda ise bölücü terör örgütü PKK ile sıkı işbirliğine girmişlerdir.
Bu bağlamda;
- 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan eden PKK, 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anmaya başlamıştır.
- 8 Nisan 1980’de Lübnan’ın Sidon kentinde PKK ve ASALA ortak deklarasyon yayınlamıştır.
- 19 Kasım 1980’de THY Roma bürosuna yönelik saldırıyı PKK ve ASALA birlikte üstlenmiştir.
- Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmiştir.
- Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
- Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü üyeleri, 4 Haziran 1993’te Batı Beyrut’taki PKK kampında ortak toplantı yapmışlardır.
- 6 ve 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut’taki iki ayrı Ermeni kilisesinde düzenlenen toplantılarda; Türkiye’nin bölüneceği ve bir Kürt devleti kurulacağı iddia edilerek, Ermenilerden Kürtlerin mücadelesini desteklemeleri istenmiştir.
Bu bilgilerin teyidi noktasında, “Üretim Koordinatörü” olarak görev aldığım, dört dilde yayınlanan Ermeni Sorunu CD-ROM’u önemli bir kaynaktır.
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun danışmanlığında hazırladığımız CD-ROM, Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.
BÖLÜCÜ KÜRTÇÜLÜK VE MARKSİZM
ASALA’nın Türk diplomatlarını hedef aldığı dönemde strateji değiştiren “bölücü Kürtçü” yapılar, Türkiye İşçi Partisi’nin TBMM’ye girdiği 1960’lı yıllarda Marksist bir kisveyle yollarına devam etmişlerdir.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri, Devrimci Halk Kültür Dernekleri, Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Öncü İşçi Partisi, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, Rizgari, Ala Rizgari, Kawa, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları, Kürdistan Sosyalist Harekâtı, Kürdistan Sosyalist Birliği, Tekoşin gibi örgütler, 1984’ten sonra başlayacak olan bölücü terörün altyapısını oluşturmuşlardır.
Irak’taki Irak Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği, Kürdistan Özgürlük Partisi ile İran’daki İran Kürdistan Demokratik Partisi, Kürt İşçileri Devrimci Örgütünü ve tabii ki Suriye’deki Kürt Sosyalist Partisi ve Suriye Komünist Partisi’ni de bu cümleden saymak gerekir.
BİDEN’IN AÇIKLAMALARI VE SONRASI…
Böylesi bir tarihi arka plan üzerine inşa edilen; İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından Lozan’a kadar ısrarla takip edilen, sonrasında “sözde Ermeni iddiaları” ve “bölücü Kürtçülük” gailesiyle devam eden süreç, ABD Başkanı Biden’ın son açıklamalarıyla yeni bir safhaya girmiş görünüyor.
Kanun yolunu takip etmeyenlerin nazarında, sunulacak hiçbir belgenin hükmü yoktur.
İstanbul’dan “Konstantinopolis” diye söz etme cüretini gösteren Biden’in açıklamaları; dünyayı orman kanunlarıyla yönetmeye yeltenen kontrolsüz bir gücün hezeyanı olsa da fiili durumu hafife almanın faturası ağır olacaktır.
Mehmetçiğimiz bugün, Suriye ve Kuzey Irak’ta ise; bunun sebebi, iki asır önce planlanan ve yüz yıldır her fırsatta kanatılmakta olan yarayı cerrahi operasyonlarla tedavi etmek içindir.
Konuyu, bazı güncel gelişmelerin akut bir sonucu olarak görmek, başımızı kuma gömmekten farksızdır.
Kuzey Irak ve Suriye’deki gelişmeler, iki asırlık kronik bir hastalığın günümüzdeki tezahürleridir ve bir an önce tedavi edilmek zorundadır.
1800’lü yıllarda İngiltere tarafından temeli atılan, Fransa ve Rusya’nın da dâhil olmasıyla daha geniş bir destekçi grubuna sahip olan “Bölücü Kürtçülük” ve “Ermeni Meselesi”nin hamiliğini, 1990’lı yıllardan itibaren ABD yapmaktadır.
1915’te uyguladığımız Ermeni tehciri nedeniyle, 1919’da Doğu Anadolu ve Çukurova’da “selef determinasyona” dayalı kukla Ermeni devletleri kuramayan ABD, bugün pişman mıdır, bilinmez…
Ancak görünen o ki; silahlı kuvvetlerimiz, Irak ve Suriye’deki bölücü örgüt yuvalarına darbe üstüne darbe vurdukça, Ermeni meselesi daha ciddi şekilde dünya kamuoyu gündemine getirilecek; bu iki kronik meseleden biri buzdolabına kaldırıldığında, diğeri masaya sürülecektir.
Bizlere düşen, bugün karşı karşıya olduğumuz meselenin iki asırlık bir geçmişe sahip olduğunu bilmek; Türk’ü Anadolu’dan atmak, İstanbul’un “İslam şehri” kimliğini ortadan kaldırmak ve 1071’den beri öç almak peşinde koşan Ehl-i Salip’e karşı sürekli uyanık kalmaktır.
Kurduğumuz bu son cümle, hamasi bir yaklaşımın değil, Anadolu’daki bir yıllık gerçeğimizin ifadesidir.
Malazgirt’ten bu yana şehitler ekiyoruz kutlu vatan toprağına.
Biliriz…
Tohumlar ölmeden, doğmaz çınarlar.
Biliriz…
Her şehit haberi, kor gibi düşer yüreğimize.
Önce hüzün kaplar içimizi, sonra dev bir öfke yumruklanır çelik bileklerimizde.
Harlanır hıncımız, mangal yüreklerimizde.
Yine biliriz ki…
Vatan toprağına tohum misali ektiğimiz şehitlerimizin yüreğimize oturan acısı, büyük Türkiye’nin doğum sancısıdır.
Konu, Türkiye’de yahut Türkiye üzerine hesap yapan herhangi bir ülkede kimin iktidarda bulunduğuyla değil, Türk’ün Anadolu’daki varlığıyla ilgilidir.
Bu nedenle ABD Başkanı Biden’ın çıkışına benzer gelişmelere ve çok daha fazlasına her an hazırlıklı olmalıyız.
Bilhassa, “demokratik görünümlü” ihanet hamlelerine karşı…
Anadolu’daki bin yıllık varlığımızdan biliriz…
İhanetin partisi, dini, cemaati olmaz.
İhanet, bunları sadece kullanır.
En çok da “milletimizin ortak değerlerini kullanmaktan” hoşlanır.