Akdeniz – Hayati Tek http://hayatitek.com Wed, 23 Dec 2020 23:46:21 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 http://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Akdeniz – Hayati Tek http://hayatitek.com 32 32 TOROS TÜRKÜSÜ http://hayatitek.com/toros-turkusu/ Wed, 29 Jul 2020 14:05:04 +0000 http://hayatitek.com/?p=3060 HAYATİ TEK

Toros dağlarının yücelerinde,

Dalgadır tepeler çırpınır durur…

Zirvelerden kopan abıhayatlar,

Akdeniz’e doğru koşturur durur…

Mor sümbüllü Toros tacını takar,

Karacoğlan gönlü güzele akar,

Dadaloğlu azmi zalimi yıkar,

Rüzgâr dileğini haykırır durur…

Kara şalvar giyer Yörük kızları,

Hilal kaşta parlar gök yıldızları,

Ardıçtan yapılır Türkmen sazları

Her telde bir sevda çalınır durur…

Kar suyu can olur yeşil çayıra,

Doru atlar koşar dağa bayıra,

Bağrı yanıkları Mevla’m kayıra,

Sevda türkülerle seslenip durur…

Sular köpüklenir çağlayanlaşır,

Dere değirmene hep su mu taşır?

Buğday ile yağmur neden kardaştır?

Bereketin sırrı çözülür durur…

Karpuzçatlatan’da buz gibi sular,

Havuzdan taşan su, bahçeler sular,

Zirveden denize akar ak sular,

Çaylar vadileri dolanır durur…

Ahşap kirmenlerde eğrilen yünler,

Mekiğe dolanır kaderi bekler…

Savanlar, yolluklar, göklü bükmeler,

Çulfallıkta hepsi dokunur durur…

Yörük evlerinde ıstar kurulur,

Istarlarda halı, kilim dokunur,

Nakışlardan nice sevda okunur,

Her ilmikte bir aşk yazılır durur…

Kök boyayla parlar yünler, iplikler,

Asırlarca solmaz bu canlı renkler…

Atılan ilmikler, inen taraklar,

Gönül neşesini nakşeder durur…

Süslü hararlara saman basılır,

Peştamala azık, ekmek sarılır…

Çuvallara bile gözler takılır,

Heybeler eyerde sallanır durur…

Kıl çadırda yere çullar serilir,

Yayla yollarında toylar verilir,

Baharda gelincik, nergis derilir,

Yörük kervanları düzülür durur…

Yağla ayran çıkar deri yayıktan,

Böreğin lezzeti tereyağından,

Yağlı ufak, şeker ile yufkadan,

Tapılar, sıkmalar yenilir durur…

Yayık günü yufka ekmek yapılır,

Bir bardak ayrana canlar atılır,

Leğen çöreğine küncü katılır,

Sofranın lezzeti tatlanır durur…

Dallar basar kiraz buz yaylalarda,

Üzüm bağı bozulur ovalarda,

Harabı, karası, sarısı, lopu,

Dallarda incirler ballanır durur…

Batısında Akdağ, Sultan, Beydağı,

Doğusunda Nur, Tahtalı, Binboğa,

Ortada Geyik, Bolkar, Aladağlar,

Zirvede ağıtlar yakılır durur…

Toros’un insanı tevekkül eder,

Ne abartır derdi ne de küçümser,

Türkmen kızı gonca gibi gülümser,

Bülbüller ah çeker, üzülür durur…

Islık çalar rüzgâr, eser savurur,

Dallar dile gelir tellere vurur,

Söğütler, kavaklar beste tutturur,

Toros’un türküsü söylenir durur…

]]>
TARİHİN ARKA BAHÇESİNDEKİ YERYÜZÜ CENNETİ: MERSİN http://hayatitek.com/yeryuzu-cenneti-mersin-2-2/ Sun, 21 Jun 2020 21:42:38 +0000 http://hayatitek.com/?p=2237 HAYATİ TEK – Sokakları denize çıkan şehr-i Mersin’in tertemiz havasında buram buram doğa ve tarih tüter. Tarsus’tan Gazipaşa sınırına kadar uzanan 321 kilometrelik sahil şeridini gerdanlığa çeviren, her biri eşsiz birer inci olan onlarca antik kentin kadim kalıntıları, tarihin arka bahçesindeymişsiniz hissini verir.

Gümüş kumsallara buseler konduran meltemler, bilge Akdeniz’in öğütlerini zümrüt ormanların kulağına fısıldar. Başı dumanlı Toroslar’dan kopup gelen sert poyrazlar, cenneti aratmayan bahçelerde olgunlaşmayı bekleyen meyvelerle hasbihal ederek doğal yaşamın sırlarını anlatır.

Karlı zirvelerden ince bir sızı gibi doğan, usta bir heykeltıraş gibi kanyonlar oyarak kanat takmış küheylan gibi Akdeniz’e kanatlanan bu gibi sular, Çukurova’nın bereketine bin bereket katar.

DALGAKIRAN’DAN MERSİN’E BAKIŞ
YAPRAKLI KOY – SİLİFKE
YERKÖPRÜ ŞELALESİ – MUT
GÖKSU DELTASI VE KUŞ CENNETİ – SİLİFKE
KARAGÖL – BOLKAR DAĞLARI
ILISU ŞELALESİ –
]]>
BİR AKDENİZ SENFONİSİ: AYAŞ http://hayatitek.com/bir-akdeniz-senfonisi-ayas/ Mon, 15 Jun 2020 12:32:33 +0000 http://hayatitek.com/?p=1606

HAYATİ TEK – Toros yeşili ile Akdeniz mavisini tarihi SİT alanında ahenkle buluşturan bu eşsiz kumsal, gündüzleri cıvıl cıvıl kaynaşır. Akşam saatlerinde ise sessizliğin saltanatı başlar. Dalgaların nihayetsiz senfonisine eşlik eden dolunayın parlak ışıkları, bir görünüp bir kaybolan şakacı yakamozlara hayat verir. Portakal çiçeği, begonvil, akşamsefası, hanımeli çiçeklerinin doyumsuz kokusunu Akdeniz’in benzersiz aromasıyla harmanlayan Ayaş, uzun yıllar akılda kalacak unutulmaz bir tatilin müjdesini terennüm eder. Elaiussa Sebaste (Ayaş) antik kentinde yapılacak tarih yolculuğu, bu eşsiz deneyimi kişisel menkıbemizin unutulmaz hatırası yapar.

]]>
KIYMETLİLER KOY’UNLARDA SAKLANIR http://hayatitek.com/mersin-koylari/ Mon, 15 Jun 2020 12:16:25 +0000 http://hayatitek.com/?p=1602
Narlıkuyu Koyu – SİLİFKE

HAYATİ TEK – Tarih boyunca pek çok antik kıyı kentine ev sahipliği yapan Mersin koylarının her biri ayrı birer hazinedir. Hele bir de tatlı su ile tuzlu suyun buluştuğu turkuaz koylar yok mu? İçilesi berrak suları, gönüllerde çiçekler açtıran rengârenk doğal çevresi ile bu eşsiz koylar, ruhlara neşe, bedenlere ferahlık verir.

Enfes bir manzara, derin bir tarih, harika bir müze ve balığın en güzel hali… Burası Narlıkuyu… O kadar temiz ki turkuaz suyu; avuçlayıp içmek, bir çırpıda dalıp karşı sahile geçmek istersiniz. Bu eşsiz koyu çevreleyen görkemli çınarların gölgesine sığınmış lokantalarda balığın en güzelinin doyumsuz lezzetini deneyimlerken, nazlı nazlı salınan balıkçı tekneleri gülümser size… Mavi Tur’a çıkan teknelerin ardında bıraktığı köpüklere dalarken gözleriniz, masmavi ufuklara doğru yelken açar hayalleriniz…

]]>
BOĞSAK’IN HİLAL KOYUNDA BİR YILDIZ http://hayatitek.com/bogsak-koyu/ Mon, 15 Jun 2020 12:10:26 +0000 http://hayatitek.com/?p=1597
Boğsak Koyu – Yeşilovacık – SİLİFKE

HAYATİ TEK – Antik çağlardan bu yana yerleşim alanı olan, doğal bir dalgakıran gibi Akdeniz’e setler ören Boğsak Koyu, bozulmamış doğallığıyla göz kamaştırır. Hilal şeklindeki koyu bir yıldız gibi tamamlayan Boğsak Adası, Roma ve erken Bizans dönemlerine ait kalıntıları büyük bir kıskançlıkla korur. Turkuaz mavisi sakin denizi ve gözlerden ırak kumsallarıyla tam bir doğa harikası olan Boğsak Koyu, gururla dalgalandırdığı Mavi Bayrak’ı fazlasıyla hak ettiğini yıldızlara yakışır bir ışıltıyla ilan ediyor.

Boğsak Koyu – Yeşilovacık – SİLİFKE
]]>
TOROSLARDAKİ AKDENİZ: ZİRVE DALGALARI… http://hayatitek.com/toroslardaki-akdeni/ Mon, 15 Jun 2020 11:09:48 +0000 http://hayatitek.com/?p=1572
Toros Dağları – MERSİN

HAYATİ TEK – Karlı zirveleri, yalçın kayalıkları, derin vadileri, yüksek uçurumları ile Akdeniz’den Anadolu’ya yol vermeyen Orta Toroslar’ın Mersin’de kalan kesimlerini Bolkar Dağları oluşturur. Bolkar zirvelerinin eşsiz panoraması, 3.500 metre aşağılarda çırpınan Akdeniz dalgalarını kıskandırır. En yüksekten bakınca aşağılara, ulaşılmaz sanılan zirveler nihayetsiz dalgaları andırır…

Bolkarlar’ın zirvesine bağdaş kuran 3.524 rakımlı Medetsiz Tepesi, aşağılarda olup bitenleri, ağır ağır ilerleyen Yörük kervanlarını, cennet timsali çiçeklerin hüküm sürdüğü kırları, göklerin hâkimiyeti için savaşan Şah Kartal, Kızıl Şahin, Delice Doğan ve Akbabaları bilgece seyreder.

Medetsiz Tepesi – Bolkar Dağları – MERSİN
]]>
YÜCE TOROSLARIN LÜTUF KAPILARI: GÜLEK, SERTAVUL, DÜMBELEK BOĞAZI GEÇİTLERİ http://hayatitek.com/gulek-sertavul-dumbelek-bogazi/ Mon, 15 Jun 2020 10:06:48 +0000 http://hayatitek.com/?p=1552

HAYATİ TEK – Mağrur Toroslar, yeryüzü cenneti Mersin’den medeniyetler beşiği Anadolu’ya geçiş için sadece iki noktadan yol verir: doğuda Gülek, batıda Sertavul… Serin havaları, zümrüt ormanları, gizemli vadileri, muhteşem manzaraları, kekik kokulu etleri, buz gibi suları, organik sebze ve meyveleriyle yaylacıların ve seyahat edenlerin gözdesi olan bu iki boğaz, efsaneleri ve şahitlik ettikleri tarihi olaylarla da dikkat çeker.

M.Ö. 2000’li yıllarda sarp kayaları parçalayan Kilikyalılar tarafından açılan 1830’a kadar ancak yüklü bir devenin geçebildiği Gülek Boğazı, 4 bin yıldır Anadolu’yu Akdeniz’e bağlar.

Boğaz’ın şimdiki halini mi merak ediyorsunuz? Mevcut durum, İstanbul’a yürüyen Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Paşa’nın kardeşi İbrahim Paşa’nın eseri. Bölgede uzunca bir süre kalan İbrahim Paşa’nın Gülek’teki tabyaları, bu tarihi gerçeğin belgeleridir.

Ha unutmadan, bu arada, Fellah (Çiftçi) kardeşlerimizi Çukurova’ya getiren de İbrahim Paşa’dır.

Gülek Boğazı 1838’de genişletilinceye kadar Avrupa’yı karadan Ortadoğu’ya bağlayan tek geçit olan Sertavul, Kudüs’e ulaşmayı hedefleyen Haçlı Seferlerinin de güzergâhını oluşturuyor. Sertavul’un sert iklimi kışın zorlasa da yaz ayları için büyük nimettir.

Dümbelek Boğazı’nı unuttuğumu sanmayın sakın!

Macera tutkunuysanız eğer; Dümbelekdüzü’nün allı morlu güzelliklerini, Dümbelek Boğazı’nın yer yer insana ürperti veren büyülü manzaralarını seyrederek zorlu bir karayoluyla Karaman’ın ilçesi Ayrancı’ya, oradan da Konya’ya kadar gidebilirsiniz. Ayrancı’dan sağa dönerseniz şayet, önce Ereğli selamlar sizi, sonrasında Ankara’ya kadar yolunuz var.

]]>
MUHAMMED ŞAHİN: “İSTANBUL’UN FETHİ BİR FETHİ MÜBİNDİR. ÇÜRÜMÜŞ VE GERİLEMİŞ BİR MEDENİYETİN YERİNE ÜSTÜN BİR MEDENİYETİN GEÇMESİDİR.” http://hayatitek.com/muhammed-sahin-istanbulun-fethi-bir-fethi-mubindir-curumus-ve-gerilemis-bir-medeniyetin-yerine-ustun-bir-medeniyetin-gecmesidir/ Tue, 09 Jun 2020 14:02:58 +0000 http://hayatitek.com/?p=884 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mayıs 1990’da yayınlanan 74. Sayısında, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr. Muhammed Şahin ile İstanbul’un fethi üzerine gerçekleştirdiğimiz röportaj.

]]>
YERYÜZÜ CENNETİ MERSİN http://hayatitek.com/yeryuzu-cenneti-mersin/ Thu, 04 Jun 2020 22:45:56 +0000 http://hayatitek.com/?p=625 HAYATİ TEK Sokakları denize çıkan şehr-i Mersin’in tertemiz havasında buram buram doğa ve tarih tüter. Gümüş kumsallara buseler konduran meltemler, bilge Akdeniz’in öğütlerini zümrüt ormanların kulağına fısıldar. Başı dumanlı Toroslar’dan kopup gelen sert poyrazlar, cenneti aratmayan bahçelerde olgunlaşmayı bekleyen meyvelerle hasbihal ederek doğal yaşamın sırlarını anlatır. Karlı zirvelerden ince bir sızı gibi doğan, usta bir heykeltıraş gibi kalyonlar oyarak kanat takmış küheylan gibi Akdeniz’e kanatlanan bu gibi sular, Çukurova’nın bereketine bin bereket katar.

AKDENİZ’İN BUSELER KONDURDUĞU GÜMÜŞ KUMSALLAR

Kızkalesi Plajında Gün Batımı

321 kilometrelik sahil şeridine inci gibi dizilmiş el değmemiş koyları, tertemiz sahillere ayrı bir değer ve anlam katan tarihi eserleri, zümrüt ormanların dost eli misali Akdeniz’e uzanan burunları, Türkiye’nin en temiz sularına sahip pırıl pırıl plajlarıyla Mersin, yakın gelecekte Türk turizminin yükselen yıldızı olacaktır. Gümüş kumsallara sımsıcak buseler konduran bilge Akdeniz, bu heyecanla çırpınır.

AKDENİZ SENFONİSİ İLE GECE SESSİZLİĞİN SALTANATININ BULUŞTUĞU YER: AYAŞ PLAJI

Ayaş Plajı

Toros yeşili ile Akdeniz mavisini tarihi SİT alanında ahenkle buluşturan bu eşsiz kumsal, gündüzleri cıvıl cıvıl kaynaşır. Akşam saatlerinde ise sessizliğin saltanatı başlar. Dalgaların nihayetsiz senfonisine eşlik eden dolunayın parlak ışıkları, bir görünüp bir kaybolan şakacı yakamozlara hayat verir. Portakal çiçeği, begonvil, akşamsefası, hanımeli çiçeklerinin doyumsuz kokusunu Akdeniz’in benzersiz aromasıyla harmanlayan Ayaş, uzun yıllar akılda kalacak unutulmaz bir tatilin müjdesini terennüm eder.

KIYMETLİLER KOY’UNLARDA SAKLANIR: NARLIKUYU

Narlıkuyu Koyu

Tarih boyunca pek çok antik kıyı kentine ev sahipliği yapan Mersin koylarının her biri ayrı birer hazinedir. Hele bir de tatlı su ile tuzlu suyun buluştuğu turkuaz koylar yok mu? İçilesi berrak suları, gönüllerde çiçekler açtıran rengârenk doğal çevresi ile bu eşsiz koylar, ruhlara neşe, bedenlere ferahlık verir.

Enfes bir manzara, derin bir tarih, harika bir müze ve balığın en güzel hali… Burası Narlıkuyu… O kadar temiz ki turkuaz suyu; avuçlayıp içmek, bir çırpıda dalıp karşı sahile geçmek istersiniz. Bu eşsiz koyu çevreleyen görkemli çınarların gölgesine sığınmış lokantalarda balığın en güzelinin doyumsuz lezzetini deneyimlerken, nazlı nazlı salınan balıkçı tekneleri gülümser size… Mavi tura çıkan teknelerin ardında bıraktığı köpüklere dalarken gözleriniz, masmavi ufuklara doğru yelken açar hayalleriniz…

BOĞSAK’IN KOYU HİLAL, ADASI YILDIZ

Boğsak Koyu

Antik çağlardan bu yana yerleşim alanı olan, doğal bir dalgakıran gibi Akdeniz’e setler ören Boğsak Koyu, bozulmamış doğallığıyla göz kamaştırır. Hilal şeklindeki koyu bir yıldız gibi tamamlayan Boğsak Adası, Roma ve erken Bizans dönemlerine ait kalıntıları büyük bir kıskançlıkla korur. Turkuaz mavisi sakin denizi ve gözlerden ırak kumsallarıyla tam bir doğa harikası olan Boğsak Koyu, gururla dalgalandırdığı Mavi Bayrak’ı fazlasıyla hak ettiğini yıldızlara yakışır bir ışıltıyla ilan ediyor.

MERSİN’İN TABİAT PARKLARI: CENNET BÖYLE BİR YER OLMALI

Kadıncık Vadisi Milli Parkı

Onlarca doğal ve tarihi sit alanı, tabiat park ve anıtları, yaban hayatı geliştirme sahaları, sulak alanları ve avlaklarıyla Mersin, Tarsus’tan Anamur’a sahillerden Toros zirvelerine kadar neredeyse her metrekaresi tarih ve doğa harikalarıyla bezenmiş bir cennet yurdudur. Çoğunluğu Caretta Caretta kaplumbağaları ve Akdeniz Foklarının yaşam ve üreme alanı olan yaklaşık 60 doğal sit alanında Mersin’in, hayal ötesi bir yaşam döngüsü hüküm sürer… Gerçeğin ta kendisi olan bu hayal âleminde gizemli ve adrenalin dolu bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız?

TURKUAZ CENNETİN EBEMKUŞAĞI: GÖKSU DELTASI

Göksu Deltası Kuş Cenneti

Dünya çapında bir kuş cenneti olan, 10’u endemik 507 bitki taksonuna ev sahipliği yapan Göksu Deltası, kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir rüya âlemine hayat verir…

Trekking sevdalılarına mükemmel bir parkur sunan deltada; 334 kuş türünün kanatları, 507 bitki türünün yaprak ve çiçeklerinden oluşan doyumsuz renk senfonisi, altından geçenlerin hayallerini gerçeğe dönüştüren bir ebemkuşağına dönüşür.

ADI CEHENNEM KENDİ CENNET KÖŞESİ: CEHENNEMDERESİ MİLLİ PARKI

Cehennem Deresi Milli Parkı

Kadim Asya bozkırını bilge Akdeniz’le buluşturan azametli Bolkar Dağları’nın derin vadilerine gizlenen Cehennem Deresi Milli Parkı, adrenalin ve doğa tutkunlarının tüm beklentilerine fazlasıyla cevap veren bir gizem dünyası… Adı cehennem olsa da kendisi cennet bahçelerini andıran bu benzersiz parkın el değmemiş yaban hayatını keşfetmeye hazır mısınız?

TEK KELİMEYLE DÜNYA HARİKASI: KADINCIK VADİSİ

Kadıncık Vadisi

Yeryüzü cenneti Mersin’imizin cennet köşelerinden biridir Çamlıyayla ilçesi.

Milli Park ilan edilen Çamlıyayla Vadisi, tablodan farksız manzaralarıyla bilhassa trekking ve bisiklet sporcuları için bulunmaz bir parkur oluşturur.

Fotoğraf tutkunlarının da en çok rağbet ettiği doğal güzelliklere ev sahipliği yapan Çamlıyayla Vadisi, flora ve faunasıyla da yaban hayatı gözlemcilerinin açık ara favorisidir.

Torosların Dede Korkutlarından biri olan anıt ağaç Ana Ardıç’ın da vatanı olan Çamlıyayla Vadisi, av turizminin gözde sahalarından biridir.

Dağ keçilerinin sıkça görüldüğü vadi, gizemli bitki tünelleri, yer yer çağlayan, yer yer usulca akan buz gibi suları ve yeşilin her tonunu yansıtan manzaralarıyla tam bir masal diyarı…

TOROSLAR’IN DEDE KORKUT’LARI: ANIT AĞAÇLAR

Ana Ardıç (Tarsus – Kozpınarı)

Tarsus Kozpınarı’ndaki 1.100 yaşındaki Ana Ardıç, Toroslar Arslanköy’deki 900 yaşındaki İkiz Ardıç, Sebil Yaylasındaki 620 yaşındaki Koca Katran ve diğerleri… Kadim bir tarihe tanıklık eden Toroslar’ın bilge ağaçları; gölgelerinde soluklanacak, onlarla hasbihal edecek, anlattıkları efsaneleri dinleyecek doğa ve tarih sevdalılarını bekliyor…

Laf aramızda; Torosların Dede Korkut’u dokuz asırlık İkiz Ardıç’tan dinledim; göklerin hâkimi kartalların, ipek kanatlı kelebeklerin, haylaz sincapların, karizmatik dağ keçilerinin özgür maceralarını. Size de tavsiye ederim…

KARDELENLERİN GÖZYAŞLARI: MERSİN IRMAKLARI

Sini Çayı – Bozyazı

İçinden ırmak geçen şehirler ne kadar da şanslıdır…

Mersin, Tarsus, Mezitli, Erdemli, Silifke, Aydıncık, Bozyazı, Anamur içinden ırmak geçen şanslı şehirlerdendir.

Sızdıkları gözlerde, özgürce çağladıkları vadilerde, yamaç paraşütü yaptıkları şelalelerde, kimi sığ kimi derin göllerde, suladıkları ovalarda mucizeler yaratan Mersin akarsuları, aslında Torosların asil çiçeği kardelenlerin mutluluk gözyaşlarıdır.

İnanmazsanız, Şubat sonu Mart başında sizi, yüce Toroslardaki düğünümüze, zemheriyi karlı duvağının altında sabır ve heyecanla geçiren gelinimiz kardelenlerin yüz açımı törenlerine bekleriz…

TURKUAZIN PATENT SAHİBİ: GÖKSU IRMAĞI

Göksu Irmağı (Mut Sınırlarındaki Kısmı)

260 kilometre uzunluğuyla Mersin’in en büyük ırmağı olan Göksu, yükünü Orta Torosların Geyik ve Haydar dağlarından alır. Mut’un Suçatı köyünde buluşan bu iki kol muhteşem Göksu’yu oluşturur. Bütün akarsu sporları için elverişli geniş bir yatağa sahip olan ırmak, yüksek kesimlerde ovalara, Taşucu ile Silifke arasında ise büyüleyici Göksu Deltasını oluşturur. Akdeniz’e kavuştuğu Taşucu’nun turkuaz denizinin patenti de ona aittir.

Size, 3. Haçlı Seferi’ni durduran o muhteşem ordunun Göksu’yu gözyaşlarıyla coşturan Toros kardelenlerinden oluştuğunu anlatmış mıydım?

Anlatmadıysam eğer, kulaklarınızı dört açın:

Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmesi üzerine yüz bin kişilik bir ordu toplayarak 1189’da 3. Haçlı Seferi’ne çıkan Kutsal Roma Cermen İmparatoru Friedrich Barbarossa, 10 Haziran 1190’da Göksu’da boğuldu. Büyük kumandanını kaybeden ordu, bunu uğursuzluk sayarak dağıldı. Böylece Göksu, anlı şanlı Alman İmparatoru Barbarossa’yı mağlup eden ırmak olarak tarihe geçti. Her ne kadar kendileri için hüzünlü olsa da, bu tarihi hatıraya hürmet gösteren Almanlar, 1971 yılında Silifke-Karaman yolu üzerine bir de anıt diktiler.

CLEOPATRA’NIN MİHMANDARI: BERDAN ÇAYI

Berdan Çayı – Tarsus

Bolkar Dağları’ndan sızan buz gibi suların hayat verdiği 142 kilometrelik Berdan Çayı, geçtiği vadi ve kanyonlardan biriktirdiği hatıraları coşkuyla anlatır Tarsus Şelalesi’nin çok özel misafirlerine…

Güzeller güzeli Mısır Kraliçesi muhteşem Cleopatra’nın M.Ö. 41 yılında ihtişamlı saltanat kayığını omuzlarında taşıyarak Tarsus’un içlerine kadar götüren de odur…

Ancak sebep olduğu taşkınlarla şehre zarar verince, Jüstinyen döneminde (527–565) yatağı değiştirilerek şehir dışına sürgün edilen bu coşkun çayın heyecanını hoş görmek gerekir.

Ne de olsa Cleopatra’nın mihmandarıdır kendileri…

KANAT TAKAR DA UÇAR MERSİN AKARSULARI

Sunturas (Santa Iras) Şelalesi

Şelaleler akarsuların kahkahasıdır…

Toroslar’ın kar sularını Çukurova’nın geniş düzlükleriyle buluşturan bereket kaynağı Mersin akarsuları, derin vadilere gizlenen eşsiz güzelliklere can suyu olur, hayat verirler.

Kanatlanır da uçar mı sular?

Uçar elbet.

Bir kenara not edin: Mersinliler şelaleye “su uçtuğu” derler…

Yardan aşağı kanatlanırken kahkahalar atan şelalelerin seslerini dinlemek, sahne gösterilerini izlemekse dileğiniz; size tavsiyem, Mersin merkezdeyseniz Sunturas’a, vaktiniz varsa Yerköprü için Mut’a kadar uzanın derim…

TOROSLARIN BÜYÜLÜ ŞARKISI: YERKÖPRÜ ŞELALESİ

Yerköprü Şelalesi – Mut

Toroslar’ın kuytularına gizlenmiş bir masal diyarıdır Yerköprü Şelalesi…

Anlatmaya kelimeler kifayet eder mi bilinmez?

“Tabiat Anıtı” olarak koruma altında bulunan bu saklı cennetin varlığına gören gözler bile inanmakta güçlük çekerler.

Dikey bir bitki tünelinin yamacından ihtişamla dökülen turkuaz suların gizlediği kayalardaki yosunların fosforlu yeşil rengi, şelaleyi kuşatan çalılık ve çiçeklerle muhteşem bir kontrast oluşturur.

Eğer Yerköprü’ye ulaşmak için geçtiğiniz asma köprüde hipnoz olmadıysanız, bu muhteşem manzaranın göze, kulağa ve ruha hitap eden doyumsuz devinimine mest olacaksınız demektir.

JÜSTİNYEN’İN HEDİYESİ: TARSUS ŞELALESİ

Tarsus Şelalesi

Size, Tarsus Şelalesi’nin gizemini anlatmış mıydım?

Gizemin ucu, şelalenin üzerinde bulunduğu Berdan Çayı’nın yatağının değiştirildiği 500’lü yıllara kadar uzanıyor. Hani şu Cleopatra’nın mihmandarlığı şerefine nail olduğu günden sonra olmadık haylazlıklar eden Berdan çayının taşkınlarını iyice artırdığı zamanlar…

Başında kavak yelleri estiği için Tarsus’u sık sık sular altında bırakan Berdan’ın yatağı Jüstinyen devrinde değiştirilince, yeni güzergâh üzerinde bulunan Roma kaya mezarları su altında kalır ve bugün şelalenin düştüğü yükseltiyi oluşturur.

Suyunun azaldığı yaz aylarında, 1.500 yıldır Berdan’ın serin koynunda yatan yeraltı mezar odalarını açıkça görmek mümkün.

Ne dersiniz gizem avcıları, yeni bir keşfe çıkmak için hazır mısınız?

MİMAR AKARSULARIN BAŞYAPITLARI: MERSİN KANYONLARI

Gezende Kanyonu

Toroslar’ın yaşlı gözlerinden sızan onlarca derenin güç birliği ederek oluşturdukları çay ve ırmaklar, taşıdıkları suyun debisi arttıkça gem vurulmaz küheylana dönüşürler…

Gizemli vadilerden yol bularak Akdeniz’e doğru dörtnala koşturan akarsular, dünya çapında birer mimardırlar!

Yolda rastladıkları ne varsa önlerine katıp menderesler çizerek, kalkerli alanları oyarak, şelalelerden uçarak coşkuyla çağlar, dar ve derin kanyonlara inanılmaz şekiller verirler.

Gem vurulmaz küheylanların sırtında usta birer rodeocu gibi maceradan maceraya atlayan rafting tutkunlarının yüksek adrenalin kaynağı, doğa harikası kanyonlara hayat veren çılgın akarsularla empati kurabilme telaşıdır.

Bu tatlı telaşı bir kez daha yaşamak isteyen adrenalin tutkunları el kaldırsın!

ZAMANI DURDURAN KANYON: GÖKSU

Göksu Kanyonu

Rafting ve kano tutkunlarının uğrak yeri olan muhteşem Göksu Kanyonu’nda zaman, mekân ve derinlik kavramları bir başka anlam ve değer kazanır.

Şehrin gürültüsünden, çağın stresinden uzaklaşmaksa niyetiniz, hele de kanınız fokur fokur kaynamak istiyorsa eğer; zamanın mekânla saklambaç oynadığı bu büyülü kanyonun masalsı derinlikleri sizi bekliyor…

Hadi, hediyeniz de bizden olsun: Kışlaköy-Kargıcak arasında sizi bekliyor!

DOĞANIN EŞSİZ SENFONİSİ EŞLİĞİNDE TREKKİNG: LAMAS KANYONU

Lamas Kanyonu – Limonlu

Zirvelerden kopup gelen Limonlu Çayı’nın Akdeniz’e kavuşma aşkıyla koşarken resmini çizdiği 114 kilometrelik Lamas Kanyonu, 200 metreye ulaşan dik duvarlarıyla gizemli bir yolculuk vadediyor.

Rafting hevesinizi Göksu’da aldıysanız eğer, büyülü bir trekking parkuru için sizi Lamas’a davet ediyoruz.

Beyninizi uyuşturan stresinizi ağaçların gölgesinde usulca akan serin sulara bırakmak; taş yığınlarına bakmaktan yorulan gözlerinizi tablodan farksız doğal güzelliklere bakarak dinlendirmek; gönlünüzü su, kuş ve yaprak senfonisiyle şenlendirmek ya da açlıktan kıvranan midenize krallara layık bir ziyafet çekmek istiyorsanız eğer, tam yerine geldiniz demektir…

Duvarlara oyulmuş antik su kanallarının yahut sarmaşık tünellerinin izini sürmek isteyen gizem avcılarını Lamas’a bekliyoruz.

GÖLLER GÖĞÜN AYNASIDIR…

Karagöl – Çamlıyayla

Mersin’in gölleri hem seyir zevki verir hem de bereket kaynağıdır.

Silifke ile Taşucu arasındaki Akgöl, Keklik ve Paradeniz gölleri, tuzlu suları ve oltasına takılmaya hazır balıklarıyla bir adım öne çıkarlar.

Çamlıyayla’daki on krater gölünden en büyükleri olan Çinili Göl ve Karagöl, doğa meraklılarının büyük ilgisini çeker.

Uzungöl, Aygır, Kamışlı, Adaklıgöl, Tavalıgöl, Çıplakgöl ve Hacı Ali gölleri Gülnar yaylalarına ayrı bir güzellik katarlar.

Mut’taki Gezende ve Tarsus’taki Berdan baraj gölleri, doğal olmasalar da insana ve doğaya can verirler. Tarlalarda gülümseyen sebze fidanlarının ve bereketli meyve ağaçlarının susuzluğunu giderirler.

TOROSLARDAKİ AKDENİZ: ZİRVE DALGALARI…

Bolkar Dağları

Karlı zirveleri, yalçın kayalıkları, derin vadileri, yüksek uçurumları ile Akdeniz’den Anadolu’ya yol vermeyen Orta Toroslar’ın Mersin’de kalan kesimlerini Bolkar Dağları oluşturur. Bolkar zirvelerinin eşsiz panoraması, 3.500 metre aşağılarda çırpınan Akdeniz dalgalarını kıskandırır. En yüksekten bakınca aşağılara, ulaşılmaz sanılan zirveler nihayetsiz dalgaları andırır…

BOLKAR DAĞLARI VE MEDETSİZ TEPESİ

Bolkar Dağları – Medetsiz Tepesi

Bolkarlar’ın zirvesine bağdaş kuran 3.524 rakımlı Medetsiz Tepesi, aşağılarda olup bitenleri, ağır ağır ilerleyen Yörük kervanlarını, cennet timsali çiçeklerin hüküm sürdüğü kırları, göklerin hâkimiyeti için savaşan Şah Kartal, Kızıl Şahin, Delice Doğan ve Akbabaları bilgece seyreder.

YÜCE TOROSLARIN LÜTUF KAPILARI: GEÇİTLER

Sertavul Geçidi

Mağrur Toroslar, yeryüzü cenneti Mersin’den medeniyetler beşiği Anadolu’ya geçiş için sadece iki noktadan yol verir: doğuda Gülek, batıda Sertavul…

Serin havaları, zümrüt ormanları, gizemli vadileri, muhteşem manzaraları, kekik kokulu etleri, buz gibi suları, organik sebze ve meyveleriyle yaylacıların ve seyahat edenlerin gözdesi olan bu iki boğaz, efsaneleri ve şahitlik ettikleri tarihi olaylarla da dikkat çeker.

M.Ö. 2000’li yıllarda sarp kayaları parçalayan Kilikyalılar tarafından açılan 1830’a kadar ancak yüklü bir devenin geçebildiği Gülek Boğazı, 4 bin yıldır Anadolu’yu Akdeniz’e bağlar.

Boğaz’ın şimdiki halini mi merak ediyorsunuz? Mevcut durum, İstanbul’a yürüyen Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Paşa’nın kardeşi İbrahim Paşa’nın eseri. Bölgede uzunca bir süre kalan İbrahim Paşa’nın Gülek’teki tabyaları, bu tarihi gerçeğin belgeleridir.

Ha unutmadan, bu arada, Fellah (Çiftçi) kardeşlerimizi Çukurova’ya getiren de İbrahim Paşa’dır.

Gülek Boğazı 1838’de genişletilinceye kadar Avrupa’yı karadan Ortadoğu’ya bağlayan tek geçit olan Sertavul, Kudüs’e ulaşmayı hedefleyen Haçlı Seferlerinin de güzergâhını oluşturuyor. Sertavul’un sert iklimi kışın zorlasa da yaz ayları için büyük nimettir.

Dümbelek Boğazı’nı unuttuğumu sanmayın sakın!

Macera tutkunuysanız eğer; Dümbelekdüzü’nün allı morlu güzelliklerini, Dümbelek Boğazı’nın yer yer insana ürperti veren büyülü manzaralarını seyrederek zorlu bir karayoluyla Karaman’ın ilçesi Ayrancı’ya, oradan da Konya’ya kadar gidebilirsiniz. Ayrancı’dan sağa dönerseniz şayet, önce Ereğli selamlar sizi, sonrasında Ankara’ya kadar yolunuz var.

EL DEĞMEMİŞ DOĞANIN ÖZGÜRLÜK RESİTALİ…

Dağ Keçileri – Çamlıyayla

Sahilleri, koyları, ovaları, dağları, yaylaları, vadileri, kanyonları, akarsuları, şelaleleri, deltaları, mağaraları, anıt ağaçları ve şehrin % 55’ini kaplayan zümrüt ormanlarıyla tam bir cennet yurdu olan Mersin’in yaban hayatı eşsizdir.

Endemik bitki ve yabani hayvan varlığıyla dikkat çeken Mersin, doğa araştırmacıları için mükemmel bir laboratuvar niteliğindedir.

Akdeniz havzasının İran-Turan biyocoğrafyası ile buluştuğu yer olan Bolkar Dağları, 300’den fazlası endemik 1.500’ün üzerinde bitki türü ile ülkemizin önemli flora alanlarından biridir.

Her güzellik gibi, Mersin’in yaban hayatına ulaşmak için de gayret ve fedakârlık gerekir. Tabii biraz da macera tutkusu…

Eğer bu özelliklere sahipseniz, ne duruyorsunuz, Torosların özgürlük resitali dinleyicilerini bekliyor…

Oranlık alanda yolunuzu mu kaybettiniz? Telaş etmeyin. Şöyle bir dinleyin doğanın evrensel dilini, bakının etrafınıza, kulak kabartın seslere… Takdelenlerin ağaçlara işlediği doğru istikameti gösteren tabelayı hemen fark edeceksiniz!

Ağustos sıcağında ormanlık alanın sessizliğine hunharca son veren cırlavıkları duymazdan gelmek imkânsız tabii, o halde siz dikkatinizi, sessizce kozalak kemiren gallelerin izini sürmeye verin. Tabii mis gibi çam kokularını, derin nefeslerle ciğerlerinize doldurmayı ihmal etmeden.

BOLKAR DAĞLARI’NIN CENNET KIRLARI

Kardelenler

Kış ve bahar ayları boyunca kardan gelinliğini üstünden çıkarmayan Bolkar Dağları, yaz aylarında rengârenk kostümünü giyinir…

Allı morlu Yörük poşuları ilhamını bu renklerden alır…

Torosların enfes ballarını yapan çalışkan arılar, emsalsiz polenleri bu çiçek denizinden sevgi ve itinayla toplar…

Doyumsuz renk cümbüşünün kucağında doğaya saygının timsali olan, önlerinde yükselen ateşiyle bağımsızlığımızın teminatı olan Yörük çadırları, misafirlerini Türkistan steplerine yolculuğa çıkarır.

Büyük bir iştah ve sükûnetle tükettikleri envai çeşit otlarla semiren koyun ve keçilerin etrafında dolanan oğlak ve kuzuların şen türküleri, arı vızıltıları ve kartal çığlıklarına karışır.

YAYLALAR MİSAFİRLERİNİ HASRETLE BEKLER…

Fındıkpınarı Yaylası

Sıcaklarla birlikte Mersinlilerin yönü Akdeniz’den Toroslar’a döner.

Binlerce yıllık göç masalına yeni sayfalar ekleme zamanıdır.

Bahar müjdecisi kardelenlerin gözyaşlarıyla sulanan kırlar, bereketli otlaklar, buz gibi sular, hatta buzul gölleri; derin vadileri, dik yamaçları aşarak ağır ağır ilerleyen Yörük kervanlarının ve yaylacıların yolunu gözlemektedir.

Vuslat, ertelemeye gelmez…

Misafirlerini hasretle bekleyen yaylalar; önce zümrüt yeşili ormanların tertemiz havası, sonra buz gibi kaynak suları, biraz yukarılarda asırlık sedir ve ardıçları, daha yukarılarda ise el değmemiş kırlarda özgürce dolaşan kelebekleri, arıları ve tabii ki şahin ve kartallarıyla selamlar misafirlerini…

OĞUZ ATA’NIN BUGÜNE UZANAN ELİ: SARIKEÇİLİ YÖRÜKLERİ

Sarıkeçili Yörükleri (AA)

Mersin’in Sarıkeçili Yörükleri, Orta Asya’dan beri yaşattıkları Oğuz Ata geleneğine uygun olarak yılın yedi ayını göç yolları ve yaylalarda geçirirler.

Bu süre zarfında ihtiyaçlarının çoğunu doğadan karşılayarak, çevreciliğin kitabını yazar, kıl çadırın direğine asarlar.

Dışarıdan bakılınca içini göstermeyen, ancak içeride otururken dışarıda olup biten her şeyi fark etmemizi sağlayan kıl çadırlar, dünyanın en doğal teknoloji harikalarıdır.

Yayık ayrandan bir tas içmek, sıkma börekle öğün savuşturmak, Yörüklerin asırlık ardıçları yahut gecenin sessizliğini dinlerken öğrendiği masalları dinlemek… En çetrefilli sorunları, keçi yolu misali en kestirme yoldan çözmek, cesaret ve yurt sevgisinin ne demek olduğunu öğrenmek için Sarıkeçili Yörükleriyle birkaç gün geçirmek kâfi…

Ne duruyorsunuz?

Hazırlayın denginizi yola koyulun.

Aman acele edin, kervan kaçmasın!

YERALTININ GİZEMLİ SARAYLARI: MERSİN MAĞARALARI

Aynalıgöl Mağarası – Aydıncık

Yeryüzü cenneti Mersin’in, yerin altında kalan kısımları da cennet köşesidir.

Her birinde ayrı bir gizem yankılanan Mersin mağaralarını gezip incelemek, macera tutkunları için bulunmaz fırsat…

Kimi Eshab-ı Kehf gibi kutsal kitaplara geçen Mersin mağaralarının kimileri de çeşitli hastalıklara şifa dağıtır.

Yayla ve vadilerde saklanan onlarca mağara, hak ettiği şöhrete kavuşacağı günü sabırsızlıkla beklersen, siz “bekleme yapmayın!”

Mersin’in gizemli yer altı saraylarının eşiğine ilk adımlarınızı atın.

CENNET-CEHENNEM MAĞARALARI

Cennet Mağarası

Cennet ile Cehennemi birbirinden ayıran sırat köprüsü için “kıldan ince kılıçtan keskindir” derler. Bu tanımlama Mersin’deki cennet ile cehennem için geçerli değil.

Mersin-Silifke yolundan sağa sapıp tatlı bir yokuşta ilerledikten sonra ulaştığınız düzlükte önce dilek ağacı karşılar sizi, az ileride cehennem çukuru. Yüz metreden fazla derinliği bulunan bu devasa obruğa “cehennem” dendiğine bakmayın, şahane bir seyir zevki sunar izleyenlere… Demir korunaklı noktadan derinliklere bakmak hem dikkat hem de cesaret istese de, tabanındaki maki topluluğunun seyrine doyum olmaz.

Cehennemin işmarlarına aldırmayıp devam ederseniz, aşağıya meyilli patikayı takip ederek ve gizemli bitki tünellerini geçerek cennetin giriş kapısına ulaşabilirsiniz.

O da ne? Mütevazı bir kilise!

Kilisenin penceresinden mağaranın derinliklerini seyre koyulabilir ya da “Haydi Bismillah!” diyerek yer altından Narlıdere’ye kadar uzanan cennet suyuna ulaşabilirsiniz.

Yalnız, bastığınız yer dikkat etmelisiniz! Hafif ıslak zeminde cennetin derinliklerine doğru çıktığınız esrarlı bir yolculuğun sonu suya kavuşmaktır.

Deniz seviyesinin altına kadar inen mağaranın sonundaki su, serap değil gerçektir.

AYNALI GÖL (GİLİNDİRE) MAĞARASI

Aynalıgöl Mağarası – Aydıncık

“Yer altındaki Pamukkale” de denilen 555 metre uzunluk ve 46 metre derinliğe sahip bu eşsiz mağara; sarkıt, dikit, sütun, mağara iğnesi, akma taşlar, duvar ve perde damlataşları gibi dev boyutlara ulaşan oluşumlarıyla görenleri kendine hayran bırakır.

Genişliği 100, tavan yüksekliği 18 metreye kadar çıkan mağaranın derinliklerinde; genişliği 30, uzunluğu 140, tavan yüksekliği 40, derinliği ise 47 metreyi bulan fantastik bir göl ayna gibi parlar.

Gölün kenarındaki sarkıt, dikit, sütun ve mağara iğneleri, bu eşsiz güzelliğin ihtişamına ihtişam katarken, kendisini seyre dalanları bambaşka bir dünyaya götürür.

ÇUKUROVA: UÇSUZ BUCAKSIZ BEREKET…

Çukurova

Bereket, Mersin’in göbek adı; bereketin kaynağı ise Çukurova’dır…

Yılda üç ürün kaldırmanın mümkün olduğu Mersin ovaları, 12 ay tarım yapılabilen bereket yurtlarıdır.

Türkiye’de üretilen muz ve limonun % 70’i, çileğin % 40’ı, portakalın % 15’i Mersin patenti taşır.

Kış aylarında Türkiye’nin sofraları; Mersin, Berdan, Efrenk, Silifke, Aydıncık, Anamur, Bozyazı, Eğribük ovalarında parsel parsel parlayan camekânlarda yetişen enfes sebzelerle lezzetlenir.

SARHOŞ EDİCİ LEZZET: ANAMUR MUZU

Anamur Muzu

Coğrafi İşaret patenti Mersin’e tescillenmiş ürünler arasında bulunan Anamur muzunun sarhoş edici özelliğini biliyor muydunuz?

Aç karnına biraz fazla kaçırırsanız eğer, bu yönünü tecrübe etmiş olursunuz.

Zaten böylesine bir lezzet ve böylesine bir aromayı tadıp da sarhoş olmamak ne mümkün?

Sırtını Toroslara veren, yönünü Akdeniz’e dönen bereketli Anamur ovasının şahı olan Anamur muzu, Mersin’imizin gurur kaynaklarından biridir.

Bakmayın siz ithal muzların afra tafrasına, görüntüsüne süsüne; Anamur muzunun yakınından bile geçemez onlar.

Lezzetse lezzet, doğallıksa doğallık, aromaysa aroma…

Muzun güzelini Anamur’dan başka yerde arama…

Bu arada unutmadan ekleyeyim: Anamur ovasının mikroklima ortamında yetişen eşsiz aromalı organik muzlar, Türkiye’deki toplam muz üretiminin % 72’sini oluşturur.

Aman dikkat!

Aç karnına fazla yüklenmeyin, tatlı da olsa azıcık çarpar!

Demedi demeyin!

VE HUZURLARINIZDA SOFRALARIN ŞAHI: TOPACIK ÜZÜMÜ

Tarsus Beyazı (Topacık) üzümü

Toroslar ilçemizin üzüm deposu Musalı köyünde hayata gözlerini açan bir Mersin sevdalısı olarak, Tarsus Beyazı da denilen Topacık üzümünü tek geçerim.

Pek dayanıklı olmadığı, bu nedenle olgunlaşır olgunlaşmaz tüketmek gerektiği doğrudur. Ancak böyle bir lezzet, böyle bir aroma ve böyle bir altın sarısı başka hangi üzümde bulunur?

Soğuk hava depolarına soğuk bakar Topacık, üşümeye gelmez. Ne de olsa Çukurova güneşinden alır rengini. Lezzeti, rengini boşa çıkarmaz. İçi dışı birdir Topacık’ın.

Coğrafi İşaret patenti Mersin’e tescillenmiş meyvelerden olan sofraların şahı Tarsus Beyazı (Topacık) üzümünü denemediyseniz çok şey kaçırdınız demektir?

Mutlaka deneyin; farkı fark edeceksiniz…

]]>
TÜRKİYE’NİN HER KARIŞ TOPRAĞI GAZİ, HER BİR VATANSEVERİ KAHRAMANDIR http://hayatitek.com/turkiyenin-her-karis-topragi-gazi-her-bir-vatanseveri-kahramandir/ Sun, 31 May 2020 21:06:34 +0000 http://hayatitek.com/?p=463
Gazi Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruz Öncesi Türk Birliklerini Denetliyor

HAYATİ TEK –

Bin yıl öncesiydi. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte can suyu misali aktık Anadolu’ya. Kanımızla kırkladık, duamızla mayaladık, alın terimizle imar ettik dört bir yanını. Türkçe ile Türkiye yaptık Anadolu’yu.

1299’da Söğüt’te dualarla diktiğimiz çınarı, alın teri ve şehit kanıyla suladık; dualarla koruduk, iman gücüyle kolladık. Kökleri uzak Asya ve Asr-ı Saadet dönemine uzanan Osmanlı çınarının devasa dallarıyla üç kıtaya uzandık. Tarihçilerin “Pax Ottomana (Osmanlı Barışı)” dedikleri, barış ve huzur dolu bir masal devri başlattık.  Nerede bir mazlum ve mağdur varsa şefkatli kanatlarımızın altına aldık.

17. yüzyıla kadar süren bu muhteşem devir, 2. Viyana Kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine son buldu. Her zirvenin inişi, her mevsimin bir sonu vardı. Önce kımıldamaz oldu dev çınarın yaprakları, sonra en uçtan sararmaya başladı. Ve nihayet gelip çattı hazan mevsimi. Önce Trablusgarp, ardından Balkanlar düştü. Osmanlı’nın parlayan yıldızı Balkanlar, içimize oturan derin bir sızıya dönüştü. Beş asırlık vatan toprağını beş ayda alıp götüren; 125 bin şehit, 115 bin esir bıraktığımız Balkan hezimeti sırasında binlerce Evlad-ı Fatihan göç yollarında kırıldı. Yükselme döneminin zafer türkülerinin yerini mazlumların feryatları ve kahredici bir melodram aldı.

Balkan’ın çamuruna, Yemen’in çölüne saplanıp kalan bîçare Mehmet’ten kopan vaveyla Sarıkamış’ta yankılandı. Allahuekber dağlarında çığa kapılan 90 bin fidan, en uzun gecede şehadete sevdalandı. Karabasan gibi üzerimize çöken Sarıkamış’tan sadece bir ay sonra yeni bir feryat yükseldi Çanakkale’den. 500 bin askerinin bir milyon eliyle yedi düvel, Türk’ün nefesini kesmek için Çanakkale Boğazı’na davrandı.

Boğazımıza sarılanların ilk hedefi İstanbul’du. Nihai hedefleri ise milletimizi bin yıllık yurdundan koparıp atmak… Son siperimiz Çanakkale’ye sağlam tutunduk. Yemen’de çöl çiçeği, Sarıkamış’ta kar çiçeğiydi, Çanakkale’de kan çiçeği oldu Mehmetçik. Nusret, Seyit Onbaşı, Yahya Çavuş, Kınalı Hasan ve daha niceleri destan içre destan yazdılar. Düşmana geçit vermediler.

Çanakkale’yi geçemeyenler, amaçlarına Mondros’ta ulaştılar. Nusrat’ın, Seyit Onbaşı’nın elinden kurtulabilen müttefik gemileri İstanbul Boğazına demir attılar. Beş yüz yıllık Osmanlı payitahtının en karanlık günlerini başlattılar.

Bu puslu sahneyi hüzün ve hiddetle izleyen bir çift mavi göz vardı. O gözlerin sahibi, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’in dudaklarından, azim ve kararlılık döküldü: “Geldikleri gibi giderler.”

Tarihin en parlak barışını kursak da bu topraklarda, zordu yönetmek Anadolu’yu. Bir türlü hazmedemediler Malazgirt’i, bir türlü kabullenmediler Bizans’ın Türk, Ayasofya’nın İslam oluşunu. Her fırsatta çullandılar üstümüze, sayısız badireler atlattık bin yıl boyu. Bundan tam yüz yıl önce küllerinden doğmaya hazırlanan bir Zümrüdüanka’nın doğum sancılarıyla kıvranıyordu Anadolu.

BAĞIMSIZLIK YOLUNDA İLK ADIM: SAMSUN

Üzerimize çöken karanlığı dağıtmak, bayrağı düştüğü yerden kaldırmak zamanı artık gelmişti. Kum saatinin ince beli doğum sancısıyla kıvranıyor; karanlığı delecek ilk kum tanesin düşmesi müjdeli bir haber gibi bekleniyordu. Beklediği müjde gecikmedi Mustafa Kemal’in, 9. Ordu Müfettişliğine atandı.

Vedalaşmak için gittiği Yıldız Sarayı’nda Mustafa Kemal’e elindeki tarih kitabını gösteren Padişah VI. Mehmet Vahdettin, şu tarihi ifadeleri kullandı:

“Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete birçok hizmetler ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutma. Asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin.”

16 Mayıs’ta İstanbul’dan demir alan Bandırma vapuru, şanlı Nusrat’ı aratmadı. Fırtınalı, zorlu bir yolculuğun ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştırdı 19 kahraman askeri.

Samsun’da karşılaşılan manzara pek de parlak değildi. İşgal altındaki şehrin sokakları Pontusçu kaynıyor, boynu bükük halk kaderine ağlıyordu. Samsun’da bir hafta kalan Mustafa Kemal ve arkadaşları, Anadolu’nun kalp atışlarını dinlediler. Küllerini savurup umutsuzluğun, özgürlük ateşini yenilediler.

“PAŞAM! BÜTÜN AMASYA EMRİNİZDEDİR”

Samsun’dan sonra Havza’da on sekiz gün konaklayan kutlu kervan, Rum ve Ermeni çeteleri hakkında bilgiler topladı. Milli Mücadelenin vurucu gücü olan Kuvayı Milliye’nin ilk örneğini teşkil eden ve “Serdengeçtiler” ismiyle anılan milis kuvvetleri Havza’da oluşturdu. Amasya Genelgesi burada kaleme alındı.

Havza’dan hareket eden kutlu kervan 12 Haziran’da Amasya girişinde heyecanla karşılandı. Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin, “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir. Gazânız mübarek olsun!” sözü yüreklerde dalgalandı.

Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Paşa (Bele) ve Rauf Bey (Orbay) tarafından imzalanan Amasya Genelgesi, Konya’daki Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa ve Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın da onayını aldıktan Türkiye ve dünya kamuoyuna açıklandı.

Anadolu’nun işgal altında bulunmayan illerindeki bütün sivil ve asker makamlara gönderilen ve Milli Mücadelenin nasıl yapılacağına dair ilk yazılı belge olma özelliğini taşıyan genelgenin ilk maddesinde, vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğu belirtildikten sonra “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesine yer verildi. Doğu illeri için Erzurum’da, yurt geneli için de Sivas’ta kongreler toplanacağı açıklandı.

MİLLİ MÜCADELE’NİN DÖNÜM NOKTASI

Amasya’dan Erzurum’a geçen 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, 3 Temmuz 1919 günü Palandöken Dağı eteklerinde Kazım Karabekir Paşa ve şehir halkı tarafından karşılandılar.

Sadece üç gün sonra İstanbul’dan gelen padişah iradesiyle, Mustafa Kemal’in görevine son verildiğini bildirildi. Aynı emir kendisine de ulaşan ve Mustafa Kemal’i tutuklama emrini alan Kazım Karabekir Paşa’nın tarihe geçen tavrı, Milli Mücadelenin de dönüm noktası oldu.

Gelin o gün yaşananları Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” kitabından birlikte okuyalım:

“Saatler ilerlemektedir sinirler gergindir. Kolordu’dan gelecek haber ne olacak? Bu uğursuz hava uzayıp gidecek mi? Yoksa bir tutuklama emri?

Tam o sırada yaver Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in odasına yıldırım hızıyla dalar:

-Kumandan (Karabekir) Paşa geliyorlar. Arkalarında bir bölük süvari askeri var!

Mustafa Kemal, Rauf Bey’e bakar, kulağına eğilir, yavaşça mırıldanır:

-Gördün mü Rauf? Dediklerim doğru değil miymiş?

Sararmıştır. Bunalım zirve noktasındadır. Yerinden kalkar. Odanın ortasına ilerler. Ayaktadır. Gözleri kapıya dikilmiştir. İçinde hayatının en tehlikeli sorusu uyanır. Hayatında en önemli dönüm noktasıdır. Kâzım Karabekir Paşa kapıda görünür.

Arkasını subaylar çevirmiştir. Sakin görünmeye çalışır. Yüz hatları hiçbir şey ifade etmez. Binanın önünde süvari bölüğü saf nizamı almıştır. Karabekir ilerler. Yaklaşır. Durur. Askerce selam vaziyetini alır.

Önemsiz bir şeymiş gibi, sükûnetle bildirir:

– Emrinizdeyim Paşam! Ben, subaylarım, erlerim, kolordum, hepimiz emrinizdeyiz!”

SAKARYA’DA KUŞANILMAK ÜZERE ÇIKARILAN ÜNİFORMA

İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’nın baskısı ile İstanbul Hükümeti’nin “İstanbul’a dön” emrine karşı çıkan, Kazım Karabekir Paşa’nın vatansever tavrıyla iyice rahatlayan Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifa ettiğini açıkladı ve Sakarya’da yeniden kuşanmak üzere bütün rütbe ve nişanlarını çıkarıp attı.

9 Temmuz 1919 tarihli yazısıyla valiliklere bildirdiği bu kararının gerekçesini şöyle anlattı:

Kutsal vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan Millî Mücadele uğrunda milletle beraber serbest şekilde çalışmaya resmî ve askerî sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için milletle beraber sonuna kadar çalışmaya mukaddesatım adına söz vermiş olmam sebebiyle pek âşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğiyle bugün ilgimi keserek istifa ettim. Bundan sonra millî kutsal amacımız için her türlü özveriyle çalışmak üzere milletin içinde bir savaşan birey olarak bulunmakta olduğumu yazıyla duyurur ve ilân ederim.”

“MİLLİ SINIRLAR İÇİNDE VATAN BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR”

Amasya Genelgesi’nde haber verilen Erzurum Kongresi 54 delege ile 23 Temmuz’dan itibaren bir okul salonunda çalışmalarına başladı. Erzurum delegesi Cevat Dursunoğlu’nun istifa etmesi üzerine davetli olarak katıldığı kongrede asil üyeliğe geçen Mustafa Kemal Paşa, kongre başkanlığına seçildi.

Milli bir hal alan kongrede, genel değerlendirmeler yapıldı ve doğu illerinin durumu görüşüldü. Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütün olduğu; her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı milletin topyekûn kendisini savunacağı; geçici bir hükümet kurulacağı ve üyelerinin Sivas’ta toplanacak milli kongre tarafından seçileceği; Kuvayı Milliye’nin tek kuvvet olarak tanınacağı; manda ve himayenin kabul edilmeyeceği kararları alındı.

YENİ DEVLETİN TEMELLERİ SİVAS’TA ATILDI

Erzurum’un ardından Sivas Kongresi ile ilgili çalışmalar sürerken Fransızlar, kongrenin toplanması halinde şehrin işgal edileceğini Sivas Valisi Reşit Paşa’ya bildirdiler. Hatta Elazığ Valisi Ali Galip, kongreyi basmakla görevlendirildi. Tüm engellemelere rağmen 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nin başkanlığına, Erzurum’da olduğu gibi Mustafa Kemal Paşa seçildi.

İlk milli kongre niteliği taşıyan Sivas Kongresi, Erzurum’da alınan kararların tümünü kabul etti. Yurt genelindeki Kuvayı Milliye teşkilatlarının ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin tek yönetim altına alınması sağlandı. Yeni bir Temsil Heyeti oluşturuldu.

Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki 16 kişilik Temsil Heyeti şu isimlerden oluştu: Rauf Bey,

Refet Bey, Hoca Raif Efendi, Süleyman Servet Bey, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey, Sadullah Efendi, Hacı Mustafa Bey, Kara Vasıf Bey, Mazhar Müfit Bey, Ömer Mümtaz Bey, Hüsrev Sami Bey, Hakkı Behiç Bey, Niğdeli Mustafa Bey, İzzet Bey.

Misak-ı Milli esaslarını belirleyen, Mondros Mütarekesini reddeden, tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkelerini temel prensip olarak kabul eden, Kuvayı Milliye cepheleri arasında eşgüdüm sağlayan ve yeni devletin temellerini atan Sivas Kongresi kararları, yurt genelindeki vatanseverler tarafından sevinçle karşılandı.

İTTİHAD-I İSLAM KONGRESİ VE MALİ YARDIMLAR

Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, düzenli ordu kurulma sürecindeki finans kaynakları için de Sivas’ta önemli görüşme ve çalışmalar yaptı. Libyalı Şeyh Ahmet Şerif Senusi’yi davet ederek ve onun başkanlığında Sivas Cami-i Kebir’de 18 Şubat 1921’de “İttihad-ı İslam Kongresi” toplanmasını sağladı.

Atılan bu adım, meyvelerini vermekte gecikmedi. İslam dünyası Milli Mücadeleye kayıtsız kalmadı. Londra’da Türkiye’nin işgalini protesto eden ve 8-10 Temmuz 1921’de Karaçi’de “Bütün Hindistan Hilafet Konferansı” düzenleyen Hint Hilafet Komitesi 1921-23 döneminde toplam 130.250 İngiliz Sterlini yardımda bulundu.

Buhara Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği üzerinden 100 milyon altın ruble gönderdi. 1.500.000 Fransız Frangı yardımda bulunan Azerbaycan, Kazım Karabekir Paşa’ya da, yetim Türk çocuklarının eğitimleri için 50.000 Osmanlı altını verdi. Yayımladıkları dergiler, düzenledikleri toplantılarla Milli Mücadele lehine kamuoyu oluşturan Kıbrıs Türkleri de bu etkinlikler sırasında topladıkları paralarla Milli Mücadeleye destek verdiler.

GAZİ MECLİS DUALARLA AÇILDI

Sivas’ta geçen 108 önemli günün ardından yola çıkan kutlu kervan Ankara’ya girişinde Seğmenler tarafından karşılandı. Dikmen sırtlarına akan binlerce insan, saatlerdir bu anı bekliyordu. Ellerde bayrak, ağızlarda dua, gözlerde ışık, yarınlarda umut vardı. Coşkuyu gören Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yüreğindeki hürriyet ateşi daha da canlandı.

İstanbul’un fiilen işgali ve Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması üzerine Mustafa Kemal, Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla Büyük Millet Meclisinin Ankara’da toplanacağını duyurdu.

23 Nisan günü Ankara’nın hali görülmeye değerdi. Telaşlı bir bayram havası hâkimdi dört bir yana. Sabahın erken saatlerinden itibaren bütün şehir, hücum etmişti Hacı Bayram’a. Cuma namazının ardından kurbanlar kesildi ve Büyük Millet Meclisi dualarla açıldı.

DÜZENLİ ORDU VE GAZİ MECLİS UNVANI

115 milletvekilinin katıldığı ilk toplantının açılışını “en yaşlı milletvekili” sıfatıyla Meclis Başkanı olarak Sinop Milletvekili Şerif Bey yönetti ve açış konuşmasını yaptı. Meclis’in kuruluş gerekçesini kısaca ifade ettikten sonra Halife Sultan VI. Mehmed Vahdettin, İstanbul ve vatanın Allah’ın izniyle kurtarılacağını ilan etti.

Meclis’in ilk kararı, Mustafa Kemal’i başkan seçmek oldu. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, Büyük Millet Meclisi’nin üstünde hiçbir gücün bulunmadığı tüm dünyaya ilan edildi.

24 Nisan 1920’de kürsüye çıkan Meclis Başkanı Mustafa Kemal, içinde bulunulan durumu özetleyen detaylı bir konuşmasını şu ifadelerle noktaladı:

“Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, İslâm dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Sıcak alkışlar)

İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.

Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)

Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.”

1921 ANAYASASI KABUL EDİLDİ

Gazi Meclis olarak tarihe geçen Birinci TBMM, milli iradenin en doğru şekilde tecelli ettiği kutsal bir mekân ve karar mercii oldu. Zaman zaman önemli tartışmaların yaşandığı Meclis, milli bekamızı tehlikeye atacak hiçbir adıma izin vermedi.

Savaş karargâhı olan Meclis’te millete ve kurtuluşa olan inanç en kuvvetli şekilde dile getirildi. Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Meydan Savaşı öncesinde Meclis Başkanı ve Başkomutan sıfatıyla yaptığı konuşmasında kullandığı ifadeler, bu inanç ve kararlılığın ilanıydı:

“Milletimiz bugün, bütün geçmişinde olduğundan daha çok ve atalarından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için şunu arz ediyorum. Kendilerinin deyişiyle cennetten vatanımıza gözcü olan merhum Namık Kemal demiştir ki:

‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?’

İşte bu kürsüden, bu yüce Meclis’in başkanı olarak yüksek kurulunuzu oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”

Büyük Millet Meclisi’nde ete kemiğe bürünen milli irade 1921 Anayasasını da 20 Ocak’ta kabul ederek, atılacak adımların anayasal bir zeminde yürütülmesine de sağladı.

Bu olumlu gelişmelere karşın, kara bulutlar dağılmak bir yana daha da artıyor, Meclis çatısı altında çetin tartışmalar yapılıyordu.

SAKARYA’NIN SIRTINA TÜRK TARİHİ VURULUYOR

Ankara’nın 50 kilometre yakınına kadar giren Yunan ordusu son darbeyi vurmak üzere harekât emri almıştı. Kafkaslardaki 24 Rus tümeni Sakarya’dan gelecek haberi bekliyor, Sevr’i uygulamak için sabırsızlanıyordu. Gergin bir bekleyiş vardı Ankara’da. Başkentin Kayseri’ye taşınması dâhil çeşitli senaryolar dillendiriliyordu.

Meclis Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal, “Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır.

O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz!” sözünü o günlerde söyledi.

Fevzi Paşa (Çakmak) ile birlikte cepheye gelerek komutayı üstlendi. 238 yıl önce Viyana’da başlayan çekilme artık durmalı, Sakarya’nın sırtına, Türk tarihi vurulmalıydı.

“Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!”

Kararlıydı Sakarya, ayağa kalkacaktı. Kararlıydı Mustafa Kemal, bin yıllık vatan toprağı, ebedi yurt kalacaktı. Sakarya coştukça coşacak, Mehmetçik zaferden zafere koşacaktı.

22 gün 22 gece süren kanlı savaşta 40 bin Mehmetçik şehit olsa da; Yunan ordusu ilk kez savunmaya çekildi. Bir 13 Eylül günü Viyana’da başlayan çekilme, yine bir 13 Eylül günü Sakarya’da son buldu. İman tazeledi gazi millet; şanlı bayrağımız rüzgârına kavuştu.

BÜYÜK TAARRUZ VE ZAFER

Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’ndaki şu ifadeler, Büyük Taarruz öncesindeki durumu anlatan en çarpıcı ifadelerden biriydi:

“Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”

Sarışın kurt liderliğindeki ordumuz Afyon ovasında yıldırım hızıyla ilerledi. Dört günde 100 bin düşmanı imha ederek Yunan kuvvetlerine son ve en büyük darbeyi indirdi. Zafer sonrası savaş meydanını dolaşan Başkomutan, binlerce cansız bedeni görünce mensup olduğu millete has bir vakarla tarihe not düştü:

“Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir.”

Hoşgörü, adalet ve merhamet, evrensel kardeşliğin can suyu, insanlığın huzur kaynağıydı. Türk sadece etnik bir kimliğin değil bin yıllardır var olan asil bir duruşun adıydı. Bu duruşun temel tezahürlerinden biri de zalime karşı mazlumun yanında olmaktı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri, bu duruşun en güzel örneklerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.

“İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’DİR. İLERİ!”

Sakarya’da harlanan istiklal ateşi Dumlupınar’da düşmanı yakıp kavursa da, nihai zafer henüz kazanılmamıştı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emriyle harekete geçen Mehmetçik üç koldan aktı Akdeniz’e. 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Manisa zafer türküleriyle inledi. 9 Eylül’de kutlanan, bayramların en güzeliydi.

“İzmir’in dağlarında çiçekler açar

Altın güneş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa”

“BAYRAK ULUSLARIN BAĞIMSIZLIK SEMBOLÜDÜR”

Zaferden bir gün sonra İzmir’i şereflendiren Başkomutan, kalacağı konağın önüne serilmiş Yunan bayrağını görünce durdu. İşgal günlerinde şehre gelen Kral Konstantin, şanlı bayrağımızı çiğneyerek girmişti bu konağa. Şimdi İzmir halkı, aynı şeyi Mustafa Kemal’den rica ediyor, intikam anını heyecanla bekliyordu.

Muzaffer Başkomutan, tatlı bir tebessümle baktı etrafındakilere. Sonra tarihi mesajını verdi: “Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem.”

Bağımsızlık sembolüdür bayrak. Bayrağın dalgalandığı yerdir vatan. Ve mukaddes şehit kanıdır, toprağı vatan, atlası bayrak yapan. Bunu en iyi bilen şüphesiz ki, Gazi Meclis’in Başkanı ve şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal’di.

ZAMANI DURDURAN ANLARDIR TARİHİ HAREKETE GEÇİREN

Zamanı durduran anlardır, tarihi harekete geçiren. 26 Ağustos 1971’den itibaren adım adım vatanlaştırdığımız vatan coğrafyasında ve Yüz yıl önce verdiğimiz milli mücadele sırasında nice zamanı durduran anlar yaşadık. İstiklal Savaşımızı kazandığımızı ilan eden 30 Ağustos Büyük Taarruz Zaferi de o anlardan biriydi. Ve zamanın durduğu o gün, tarih bir kez daha harekete geçti. 1700’lerin başından itibaren kapanmaya başlayan tarihin akordeon körüğü, aldığımız derin özgürlük nefesiyle yeniden açılmaya başlandı.

Devlet, milletin zırhıdır; delinir, paslanır, hatta parçalanır bazen. Daha sağlamını yapar yoluna devam eder büyük milletler. Biz de öyle yaptık. Derin kökleri binlerce yıl öncesine uzanan büyük bir devlet tecrübesinin sağlam kaidesi üzerine, alın teri ve şehit kanıyla çifte su verdiğimiz çelik irademizle kurduk Cumhuriyetimizi.

Milli Mücadele gazi Meclis’imizin yönetiminde, Gazi Mustafa Kemal Paşa Başkomutanlığında, gazi milletimizin, gazi vatan coğrafyamızda verdiği emsalsiz bir özgürlük ve demokrasi destanıdır. 30 Ağustos 1922 ise bu kutlu destanın görkemli zafer tacı…

]]>