Devlet – Hayati Tek http://hayatitek.com Mon, 27 Sep 2021 15:08:13 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 http://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Devlet – Hayati Tek http://hayatitek.com 32 32 “YENİ OSMANLI” MI DEDİNİZ? http://hayatitek.com/yeni-osmanli/ Mon, 27 Sep 2021 15:05:16 +0000 http://hayatitek.com/?p=5102 HAYATİ TEK –

Hafıza, maziden dersler çıkarmak, günümüzde ölümcül hatalar yapmamak, gelecekte karşılaşılacak muhtemel sıkıntıları kolayca çözebilmek, eh, biraz da hamasi hisleri dirilterek özgüven tazelemek için lazımdır milletlere.

Yoksa mazisini tarafsız bir gözle hatırlayan her millet, geçen zamanın bir daha asla aynı şekilde gelmeyeceğini bilir.

Yeni bir form, yeni bir anlayış, bambaşka bir çehre ile zuhur eder kadim hedefler; biz, maziyi aynıyla dirilttiğimizi sanırken bile…

“Geçmişi aynıyla diriltmek”, Kuyruklu Yıldız kadar gösterişli, lakin onun kadar kof bir söylemden ibarettir. Kutup Yıldızını, Kızılelma’yı, bir yüksek ideali tanımlamaktan çok uzaktır.

Sadece Heraklitos, “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” dediği için değil…

“İkinci Roma” namıyla maruf Bizans’ın sahneden çekilirken sergilediği hazin tablonun soluk tonları; Kostantiniyye “İstanbul” olduktan on dokuz yıl sonra XI. Konstantin’in yeğeni Sofia ile evlenen III. İvan’dan beri “Üçüncü Roma” hayaline kilitlenen Rusların boşa çektiği küreklerden yükselen su sesleri de aynı gerçeği terennüm ediyor.

Geçmişi aynıyla diriltilemez.

“Dünya tarihinin en güçlü devleti” unvanını Roma ile paylaşan, sonraları İngiltere, şimdilerse ise ABD’nin ulaşmaya çalıştığı “o yüksek yönetim çıtasının” standardını belirleyen Osmanlı’yı diriltmek de aynı hükme tabidir.

Bizden olunca, süfli sular birden berraklaşmaz, puslu havalar bir anda dağılmazlar.

Ezeli ve ebedi kaideler bütün toplumlar için geçerlidir.

Devletler değil, milletler; kurumlar değil, yüksek idealler dirilir.

Dirilen ideallerin tezahür şekilleri de daima birbirinden farklı olur.

Sinan’ın, asırlara meydan okuma konusunda Roma eserleriyle yarışan muhteşem yapılarının kötü birer kopyasını inşa etmekle nasıl Osmanlı’yı diriltmiş olmuyorsak; Osmanlı’nın kurumsal yapısını taklit ederek de “muhteşem mazimizi diriltmiş” olmayacağız.

Ne o kusursuz heykeller ve muhteşem anıt yapılar ölümsüz kılar Roma’yı, ne de Sinan’ın eserleri Osmanlı’yı…

Roma bir ruhtur, tıpkı Osmanlı gibi…

Bugün için Roma’yı ihya etmenin yolu nasıl ki heykel yontmaktan geçmiyorsa, Osmanlı’yı diriltmenin yolu da onun alfabesini, kurumlarını, devlet formunu bugüne taşımaya çalışmaktan geçmiyor.

Ruhlar yaşar, cesetler ölür.

Devletler, kurumlar, büyük liderler hatta peygamberler bile ölür iken; temsil ettikleri davalar, yeniden zuhur etmek için kendilerini temsil edebilecek güçlü bedenler arayan yüce ruhlar gibi göklerde dolanırlar.

Lakin gelen yeni bedenin ismi de cismi de öncekilerden bambaşkadır.

Kendisine kitap indirilen semavi din kurucuları başta olmak üzere, nice peygamberler gelip geçti dünyadan. Aynı gayeyi gütseler de her biri, yaşadıkları zamanın ruh ve idrakine uygun farklı bir yol ve yöntemle sahne aldılar.

Maziye ara ara bakmak gereklidir, amenna; lakin gözümüzü gelecekten ayırdığımız an, mahvolduk demektir.

Türkiye’nin dev hamlelere girişilebilmesi için yeni bir “Ulu Hakan” yahut “mavi gözlü sarışın dev” beklemek, geçmişi yâd etmek için sempatik bir söylem olsa da; bu yeni dev, karakaşlı ela gözlü çıkarsa, onu estetik cerrahına mı göndereceğiz?

Üzgünüm, Osmanlı yok artık.

Cumhuriyet’imizi kurduğumuz gün buharlaşmadı Osmanlı, son yüz yıl içinde varlığını sürdürse de zamana ayak uyduramayan nice kurumlarıyla hızla sahneden çekiliyor.

Biz artık Osmanlı’yı değil, onun da muharrik gücü olan ruhu diriltecek yeni ve çağdaş bir hamleyi, zamanın ruh ve idrakine uygun şekilde yapmak durumundayız.

Tedavülden kalkmış yahut can çekişen kurumları cilalayıp; yeni, süper, ultra, mega gibi sıfatlarla piyasaya sürmeye kalkışmanın kimseye, hele de Gökalp’in “Türkler her asrın yeni insanlarıdır. Bundan dolayıdır ki, yeni hayat bütün gençliklerin anası olan Türklerden doğacaktır.” diyerek yücelttiği aziz ve asil milletimize hiç bir faydası yoktur.

Eskiyi yeniymiş gibi göstermeye çalışarak kaybedecek ne vaktimiz kaldı ne de enerjimiz.

Üzgünüm, Osmanlı’nın son kalıntıları da can çekişiyor.

Onu “büyük devlet” yapan ruh ise, “Söğüt’te eğleşen dört yüz çadır” ahalisinden ibaretmiş gibi gösterilmeye çalışılan şanlı ecdadımızdan çok önceleri nice büyük devletimize ilham kaynağı olmuştu.

Diriltilmemiz gereken o ruhtur, kurumlar değil…

Diriltmemiz gereken o fikirdir, figürler değil…

Şekle, gerektiğinden fazla itibar etmeyelim.

Dem, kadim olan ruhu, çağın şartlarına uygun yeni bir formda ihya etme, koca Yunus’un hak söyleyen dilinden dökülen şu ebedi ikaza kulak verme demidir.

“Yunus öldü diye salâ verirler,

Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.”

]]>
DEVLET-İ EBED MÜDDET: YAŞASIN CUMHURİYET! http://hayatitek.com/devlet-i-ebed-muddet-yasasin-cumhuriyet/ Thu, 29 Oct 2020 10:37:14 +0000 http://hayatitek.com/?p=3509 HAYATİ TEK –

Kimi başarılarımızı daha değerli göstermek uğruna nice değerlerimizi küçültme çabamızın ileride başımıza ne gibi gaileler açabileceğinden habersiz görünüyoruz.

Son günlerde yeniden revaç bulan “300 çadırdan 600 yıllık dev imparatorluğa…” cümlesinden söz ediyorum.

Zor şartlar altında kurulmasına rağmen hızla azametli bir devlete dönüşen Osmanlı’nın büyük başarısını vurgulamak isterken, nüvesini oluşturan Kayı boyunu “birkaç yüz çadır ahalisi” olarak takdim etmek, Türk’ün asli karakter ve meziyetlerini görmezden gelmek demektir.

Türkler Söğüt’e gelmeden çok önce teşkilatçılık ve medeniyet inşa kabiliyeti bakımından ne kadar eşsiz bir millet olduklarını ispatlamışlardır. Tarihin gördüğü en medeni şehirleri İpekyolu güzergâhına göz alıcı birer mücevher gibi serpiştirmişlerdir. Yetiştirdikleri büyük devlet adamları, bilim insanları ve kahramanlar sayesinde dünya tarihinde silinmez izler bırakmışlardır.

Doğu Roma sınırına dayanan insanlar kıl çadırda yatan, tek derdi geçim olan maceraperest koyun çobanları değil; “Güneş tuğumuz gökyüzü çadırımız olsun” diyerek Türk’ün ezeli ve ebedi Kızılelma’sını tarif eden Oğuz Kağan’ın vasiyetini yerine getirmek üzere yollara düşmüş, ne yaptığını bilen bilge alperenlerdir.

Atalarımız Söğüt’e geldiklerinde başlarında börk, sadaklarında ok, ellerinde kılıç yoktur sadece… Yüreklerinde cesaret, akıllarında kadim devlet tecrübesi, ruhlarında yeryüzüne adaletle hükmetmek ülküsü vardır.

Altı asır ayakta kalan Osmanlı üç yüz çadırda eğleşen birkaç yüz gözü pek alp sayesinde değil, o liyakatli kadronun biyolojik ve kültürel genetiğini oluşturan Türk kanı, Türk kimliği ve Türk devlet geleneği sayesinde hayat bulmuştur.

Benzer bir yaklaşım Cumhuriyet’imizin kuruluşuna yönelik değerlendirmelerde de karşımıza çıkmaktadır.

Asil bir milletin asil bir evladı olarak değil değersiz bir millete değer katan büyük bir lider olarak takdim edilmek Atatürk’ü daha büyük yapmamaktadır. Üstelik bu büyük liderin, “Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir” şeklindeki sözlerini değersizleştirmektedir.

Aziz milletimizin tarih boyunca yetiştirdiği büyük evlatlarından biri olan Atatürk’ün mensup olduğu milletin asaletine asalet kattığı doğrudur; ancak Türklüğün asaleti Atatürk’le başlıyor değildir. Türk’ün bu asil evladı “Atatürk” soyadını almakla, milletine duyduğu ulvi his ve hayranlığı en açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, “Türk’ün cumhuriyeti” olmakla şereflerin en büyüğüne zaten mazhar olmuştur. Türk’ün son eseri için ayrıca bir şeref kaynağı aramaya lüzum yoktur.

Son Kutup Yıldızı’mızın “Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır” sözüyle mühürlediği vasiyetine uygun şekilde sonsuza kadar yaşatmaya yemin ettiğimiz Cumhuriyet’imizi dar bir kadronun hatta tek bir kişinin eseri olarak görmek Türk’ün şanlı tarihine haksızlıktır.

Türk, mesleği teşkilatçılık ve medeniyet inşa etmek olan aziz ve asil bir milletin adıdır.

Cumhuriyetimizin doksan yedi yıllık tarihini binlerce yıllık milli tarihimiz içerisinde konumlandırmadıkça ne Atatürk’ü tam anlayabilir ne de Cumhuriyetimizi gerçek değerine yükseltebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti’ni Milli Mücadele yahut Çanakkale ile başlayan bir var olma savaşının kazanımı olarak görmek ve göstermek onu yüceltmek anlamına gelmemektedir.

Bir yandan yarım asırlık şirketlerimizle övünürken öte yandan binlerce yıllık devlet geleneğimizi görmezden gelmek, Cumhuriyet’imizi yüceltmekten ziyade milli şuurdan ne kadar yoksun olduğumuzu itiraf etmektir.

Bağımsızlığımızın sembolü ve kutsallarımızın koruyucusu olan, bu nedenle canımız pahasına korumamız gereken Cumhuriyet’imiz tıpkı Osmanlılar, Selçuklular, Karahanlılar, Uygurlar, Göktürkler ve Hunlar gibi milli tarihimizin şanlı bir merhalesinden ibarettir.

Bu yaklaşım Cumhuriyetimizi değersizleştirmemekte, bilakis kadim köklerine dikkat çekerek hiçbir devletin sahip olamayacağı emsalsiz bir hazineye kavuşmasını sağlamaktadır.

Cumhuriyetimizin kurucusunun da işaret ettiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Ancak bu, 29 Ekim 1923’te kurulduğu için değil binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin üzerinde yükseldiği için olacaktır.

Cumhuriyetimizin doksan yedinci yaşını yürekten kutluyor, Gökalp’in tanımlamasıyla “ahlâkın dehasını temsil eden” aziz milletimin üstün vasıfları ve şanlı tarihiyle iftihar ediyorum.

]]>
MEŞRÛİYET KAVRAMI ÇERÇEVESİNDE CUMHURİYET VE RES PUBLİCA http://hayatitek.com/mesruiyet-kavrami-cercevesinde-cumhuriyet-ve-res-publica/ Fri, 23 Oct 2020 12:04:34 +0000 http://hayatitek.com/?p=3462 Durmuş Hocaoğlu’nun 2003 Dergisi’nin 15 Ekim 2003 tarihli nüshasında yayınlanan “Meşrûiyet Kavramı Çerçevesinde Cumhuriyet ve Res Publica” başlıklı yazısı.

730
]]>
TÜRKİYE’DE AMME İDARESİNİN İNKİŞAFI http://hayatitek.com/turkiyede-amme-idaresinin-inkisafi/ Fri, 28 Aug 2020 13:05:55 +0000 http://hayatitek.com/?p=3241 Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün, Türk Kültürü Dergisinin Temmuz 1984 tarihli 255’inci sayısında yayınlanan “Türkiye’de Amme İdaresinin İnkişafı” başlıklı yazısı…

]]>
İNSAN ONURUNA YARAŞIR BİR YAŞAM… http://hayatitek.com/insan-onuru/ http://hayatitek.com/insan-onuru/#comments Sun, 09 Aug 2020 15:49:55 +0000 http://hayatitek.com/?p=3134 HAYATİ TEK –

Bir Türk milliyetçisi olarak, milletimin asil ruh ve karakterinin meftunuyum.

Türk’ü Türk yapan değerleri anladıkça, milletimi daha çok seviyorum.

Bu yüksek değerlerin zamane çarkında ufalandığını gördükçe ıstırap çekiyorum.

Durumun farkında olup da dur diyecek tedbirleri alamamanın çaresizliğiyle kıvranıyorum.

Neredeyse altı asırdır aklın karşısında hezimet üstüne hezimet yaşayan ruh cephesine -aklın önemini reddetmeksizin- katkı sunmaya çalışan bir fert olarak, zamana yeni bir ruh üfleyecek hamlenin gecikmekte olduğunu gördükçe hasret nöbetleri geçiriyorum.

Düşünmek, aramak, bulmak, bilmek, doğruya ulaşmak iştiyakıyla “anlayarak sevmenin” değerini, gücüm yettiğince anlamaya ve anlatmaya çabalıyorum.

Anlamadan sevmek vurulmaktır, anlayarak sevmek ise aşk…

Ben, aşkı seçiyorum.

Vatanımı, milletimi, dinimi ve devletimi anlayarak sevmenin, bu kutlu sevdaya halel getirmeden yaşamaya çalışmanın bedelini bile isteye ödüyorum.

***

İnanır insan; bir insana, bir sisteme ya da bir Yaratıcı’ya…

Sırf sevdiğimiz için birine ya da bir şeye inanmak en kolay başardığımız iş olsa da “anlayarak inanmak” özgürleştirir insanı. Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” romanıyla hafızalarımıza kazıdığı mankurtluk illetinden kurtarır…

Yaratıcıya kul olmak, aklın kölesi olmaktan çok daha anlamlı…

Aklı tanrılaştırmak, ilahî olana kafa tutan aklın kendini yok sayması değil mi?

Anlamadan inanmak körü körüne teslimiyettir, anlayarak inanmaksa özgürlüğün ta kendisi…

Ben, özgürlüğü seçiyorum.

***

Anlamadan itaat konfor vadeder.

Verilen görevi sıfır sorumlulukla yerine getirmek cazip gelir insanların çoğuna.

“Emrettiler yaptım” demek, ne kadar da kolay değil mi?

Büyük başarılar için yüksek motivasyon, yüksek motivasyon için güçlü inanç, güçlü inanç için anlamak temel kuraldır.

Anlamadan inanmak elbette mümkün, tarih bunun örnekleriyle dolu.

Ancak büyük hamlelerin anlayarak inananlar tarafından yapıldığı da tartışma götürmeyecek kadar açık değil mi?

Gassalın elindeki meyyitler, ruhi anlamda yok hükmündedirler.

Yokların birliği, bir varlık vücuda getiremez.

Anlamadan itaat köleliktir, “anlayarak itaat” ise görev şuuru.

Ben, ikinciyi seçiyorum.

Görev şuuruna sahip insanlarla elbirliği edip mutlu, huzurlu, güvenli, herkesin refah içinde yaşayacağı bir dünya kurmayı hayal etmekle çok şey istemiş mi oluyorum?

***

Güvenmek ister insan; bir insana, bir sisteme ya da yenilmez bir güce…

Nasıl ki yaşamak en temel insan hakkıysa, kendisini güvende hissetmek de yaşama hakkının temel duygusudur.

Güven duygusundan yoksun, her anını gelecek kaygısıyla geçirenler için kelimenin tam manasıyla “yaşıyor” bile denilemez…

İnsan kime, neye, nasıl güvenir?

Sevmek, tek başına yeterli olur mu güven için?

Yeterli olmadığı aile içi şiddetten eşine ihanete, emek sömürüsünden din ticaretine kadar her alanda kendini gösteriyor.

Milletini seven, millettaşının emeğini nasıl sömürür?

Dinini seven, dindaşının inancını kendi çıkarı için nasıl kullanır?

Anlaşılır gibi değil…

Bu anlaşılmaz görünen tablo üzerinde kafa yormaya değmez mi?

Bazı kavramların önüne “gerçek” kelimesini koymaktan utanıyorum.

Aşkın, dostluğun, vatanseverliğin, milliyetçiliğin, dindarlığın sahtesi mi olur Allah aşkına?

Birbirini anlayan, anladığı için seven, sevdiği için inanan, inandığı için güvenen, güvendiği kişilerle kader birliği eden, yol yürüyen insanların yaşadığı bir dünyanın hayalini kurmakla çok şey mi istiyorum?

Anlamadan güvenmek, en hafif tabirle saflıktır, “anlayarak güvenmek” ise dostluğun ta kendisi…

Ben, dostluğu seçiyorum.

***

Yürünen yol kadar, yoldaş da önemlidir.

Yanlış yoldaş, yoldan çıkarır insanı.

Yanlış yoldaş; karakterini bilmeden, niyetini anlamadan yola çıktığın arkadaştır.

Bir davaya serden geçecek kadar değer vermenin ölçüsü, o davaya anlayarak iman etmektir.

Aklımızla anlayıp kalbimizle tasdik ettiğimiz bir dava uğruna can vermek, sadece kalben inandığımız yolun serdengeçtisi olmaktan çok daha değerli değil mi?

Anlamadığı bir dava uğruna maceraya atılmak, en başta uğruna can verilen davayı değersizleştirmez mi?

En güzeli varken, ehveni seçmek niye?

Ben, en güzeli seçiyorum.

***

Anlamadan yürünen yol maceraya götürür, anlayarak yürünen yol ise doğru hedefe…

Bazı büyük keşiflerin, maceraperestlerin eseri olduğu doğrudur.

Bununla birlikte hayat, tesadüflerin insafına terk edilecek kadar değersiz mi?

Sürdürülebilir keşif ve başarılara, doğru hedefe doğru atılan doğru adımlarla ulaşılabileceği fikrine kim karşı çıkabilir?

Deneyler, okumalar, araştırmalar doğru hedefe ulaşma yolunda atılan adımlar değil midir?

Dosdoğru olabilmek için her şeyden önce doğrunun ne olduğunu bilmek gerekmez mi?

İnançlarımız dâhil, her alanda doğru ile yanlışı ayırt edebilmenin yegâne yöntemi anlamaktır.

Anlama çabası “doğru yaşama” isteğinin göstergesidir.

Böyle bir çaba konforlu bir yaşam standardı sağlar mı?

Sağlayacağını iddia edemem.

Anlamak için, “Huzurun garantisidir.” de diyemem.

Güvende hissettirir mi, anlamak?

Anlamadan sevenlerin, inananların, güvenenlerin, itaat edenlerin hatta savaşanların revaçta olduğu bir dünyada, bu da mümkün görünmüyor.

Kafa ve vücut konforuna düşkün olanlara tavsiye edilecek bir şey değil anlamak…

İçinde bulunduğumuz konfor çağında “anlayarak” yaşamaya çabalamak, insan olmanın hakkını vere vere ıstırap içinde yaşamayı göze almaktır.

İnsan olabilmek, insan kalabilmek büyük ölçüde buna bağlı…

Ya sizce?

]]>
http://hayatitek.com/insan-onuru/feed/ 2
MİLLÎ SİYASET http://hayatitek.com/milli-siyaset/ Mon, 27 Jul 2020 19:15:45 +0000 http://hayatitek.com/?p=3041 Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun, Türk Kültürü Dergisinin Eylül 1965 tarihli 35’inci nüshasında yayınlanan “Millî Siyaset” başlıklı yazısı…

]]>
OKUMALAR / DEVLET ANA http://hayatitek.com/devlet-ana/ Fri, 19 Jun 2020 17:17:06 +0000 http://hayatitek.com/?p=2006 Kemal Tahir; Devlet Ana, İthaki Yayınları, 9. Basım, İstanbul 2005.

]]>
MEHMET ERÖZ: “KENDİ MENSUPLARI İÇİN, ‘İHTİLAL, SİLAHLI AYAKLANMA’ İŞARETİNİ VERİRKEN, KENDİLERİNDEN OLMAYANLARA KARŞI, YUMUŞAK BİR ‘İNKILAP’ HAREKETİ İÇİN ÇALIŞTIKLARI KANAATİ UYANDIRIRLAR.” http://hayatitek.com/mehmet-eroz/ Thu, 11 Jun 2020 12:38:07 +0000 http://hayatitek.com/?p=1378 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mayıs 1992’da yayınlanan 98. sayısında Ali Yakuboğlu müstearıyla çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu Prof. Dr. Mehmet Eröz idi.

]]>
GÜNLÜK HAYATIN KÜLTÜREL TABLOSU http://hayatitek.com/gunluk-hayatin-kulturel-tablosu/ Wed, 10 Jun 2020 19:37:41 +0000 http://hayatitek.com/?p=1219 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinde dokuz sayıdır devam ettirdiğimiz “Kültür Medeniyet Tartışmaları” soruşturmamızı, derginin Eylül 1991’da yayınlanan 90. sayısında yer alan “Günlük Hayatın Kültürel Tablosu” başlıklı değerlendirmemizle noktaladık.

]]>
PEYAMİ SAFA: “BATIDA ALLAHSIZ OKUL VE ÜNİVERSİTE YOKTUR.” http://hayatitek.com/peyami-safa-batida-allahsiz-okul-ve-universite-yoktur/ Wed, 10 Jun 2020 17:47:57 +0000 http://hayatitek.com/?p=1185 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ağustos 1991’da yayınlanan 88 sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu Peyami Safa idi.

]]>