Doktrin – Hayati Tek http://hayatitek.com Thu, 06 May 2021 21:39:22 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 http://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Doktrin – Hayati Tek http://hayatitek.com 32 32 TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ VE S. AHMET ARVASİ http://hayatitek.com/turk-islam-ulkusu-ve-s-ahmet-arvasi/ Mon, 28 Dec 2020 23:18:26 +0000 http://hayatitek.com/?p=3811 HAYATİ TEK –

Mümin, milliyetçi, münevver, vatansever, eğitimci, mütefekkir, kuramcı, demokrat ve dava adamı sıfatlarını şahsiyetinde ahenkle buluşturan merhum Seyyid Ahmet Arvasi, Türk fikir hayatına armağan ettiği Türk-İslam Ülküsü kavramını, “Türk milliyetçiliğinin programını özetleyen doktriner bir ifade(1) olarak tanımlar.

Milliyet duygusunun milliyetçilik adını alabilmesi için kendi fikir sistemini kurması gerektiğini(2), Türk-İslam Ülküsünün bu ihtiyaçtan doğduğunu kaydeden Arvasi’ye göre “Türk milletinin ideolojisi Türk-İslam Ülküsü olmalıdır(3).”

Üç asırdır emperyalistlerin hedefinde bulunan Türkiye’nin selamet yolunun bu ülküye sıkı sıkıya bağlanmaktan geçtiğini savunan Arvasi’nin nazarında milliyetçilik, “bir milletin düşmanlarına karşı sürdürdüğü sosyal, kültürel, ekonomik, politik bağımsızlık savaşıdır; kendini dış ve iç sömürüye karşı koruma şuur ve çabasıdır.” Bu şuur ve çaba o kadar önemlidir ki, “milli şuur ve milliyetçilik gerçeğini reddedenler veya onu karalamak isteyenler millet düşmanı ilan edilmelidirler(4).”

Tarihi köklerine bağlı, milli kültür ve medeniyetini geliştirmeye kararlı olan Türk milliyetçilerini “geleceğe nizam verme ülküsünden” asla taviz vermemeye çağıran Arvasi, Türk-İslam Ülküsünün ilk hamlesini, “Türk’ü bütün yönleriyle tanımak, kavramak ve Türk’ün gücünü belirlenen amaçlara en uygun şekilde teşkilatlandırmak(5) olarak belirler.

Tıpkı milliyet duygusu gibi din motifinin de ideolojik özellikler taşıdığına(6) dikkati çeken Arvasi, bazılarının iddia ettikleri gibi Türklük ile İslamiyet’in birbirinin zıddı değil, aksine birbirini tamamlayan kavramlar olduklarını söyler(7). Bu husustaki propagandaların karşısına, “Türk-İslam kültür ve medeniyetinden feyz alan Türk-İslam Ülküsüne bağlı, Türklüğün şuur ve vakarına, İslam’ın iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni İslamiyet’i ruhu kabul eden, milletini dünyanın en güçlü devleti yapmak isteyen nesiller yetiştirerek(8)çıkılması gerektiğini söyler.

Özlenen nesillerin fikri temellerinin İmam-ı Buhari, İmam-ı Gazali, Mevlana, Yunus Emre, Molla Fenari, Hocazade Efendi, İmam-ı Birgivi, İbn-i Kemal gibi âlimler tarafından atıldığını belirten Arvasi, bu gibi büyük zatların fikirleriyle olgunlaşan Türk milletinin büyük imparatorluklar ve ölümsüz bir medeniyet kurduğunu hatırlatır(9).

“Allah’tan başka ilah yoktur” diyen, “sahte tanrıları kafa ve gönüllerden çıkarıp atmak” isteyen Türk-İslam Ülküsünün İslam Peygamberinin yolundan giden büyük veliler eliyle yoğrulduğunu kaydeden Arvasi, “Türk milleti birlik, Türk devleti güçlü olursa insanlık kurtulur, zulüm biter(10) diyerek davasına olan inancını dile getirir.

İ’LAY-I KELİMETULLAH’IN ANLAMI

İ’la-yı Kelimetullah davasının bin yıldan beri Türk kültür ve medeniyetine yol gösterdiğine işaret eden Arvasi, “Allah kelamının yüceliğini bildirmek ve yaymak” anlamına gelen bu kavramın, milliyetçiler tarafından “Küfre ve şirke karşı Allah’ın varlığını, birliğini, İslam’ın yüceliğini ve Kur’an-ı Kerim’in üstünlüğünü savunmak(11) şeklinde anlaşıldığını ifade eder.

Bu çerçevede “İ’la-yı Kelimetullah, kelime-i tevhid nurunu bütün gönüllere ve kafalara yerleştirerek bütün sahte tanrıları, yontulmuş bütün putları ve kanlı diktatörleri yıkmak demektir. İnsanın insana tahakkümünü önlemek, beşeriyeti ezen, sömüren, alçaltan her türlü batıl inancı, felsefeyi, ideolojiyi, doktrini ve zihniyeti kahretmek demektir(12).

“Irkları, kavimleri, milletleri ezmeden, inkâr etmeden, zayıflatmadan, bir diğerinin tahakkümüne sokmadan, kendi milli şahsiyetleri içinde tutarak huzura kavuşturmak” amacını güden İ’lay-ı Kelimetullah davası, “ırk, kavim ve millet ayırımı yapmaksızın bütün müminleri İslam kardeşliği şuuru içinde barışa ve İslam’a hizmette yarışa davet etmektir. Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle, ‘Din Allah’ın dini oluncaya kadar savaşmak’ demektir(13).”

NİZAM-I ÂLEM ÜLKÜSÜNÜN GAYESİ

“Dünyaya ve kâinata hâkim olan düzen ve denge” anlamına gelen Nizam-ı Âlem kavramına ayrı bir önem atfeden Arvasi, kâinatı oluşturan enerji-madde dengesini ve bu dengeye hâkim olan sistemi, “hata kabul etmeyecek kadar muhteşem(14)olarak nitelendirir. Bu muhteşem sistemin kanunlarını anlamak ve bulmak için uğraşan bilim insanlarının karşılaştıkları “yaratıcı irade” ve “kudret” karşısında hayrete düştüklerine dikkati çeken Arvasi şöyle devam eder:

“Bütün kültür ve medeniyet tarihimiz boyunca gelip geçen peygamberler, veliler, âlimler, fikir ve sanat adamları bize bunu anlatmaya çalıştılar. Yani tabiata mahkûm düşmeden, ona hâkim olmanın yollarını gösterdiler. Tabiata ‘kul’ değil ‘efendi’ olmanın inceliklerini bizlere sundular. İnsanın ‘yalnız Allah’a kulluk edebileceğini’ ve ‘sahte tanrılara’ tapınmaması gerektiğini ısrarla tekrarladılar. Böylece insanın hukukunu yücelttiler(15).”

İnsanı alçaltan hukuk sistemlerine karşı çıkan Türk İslam Ülküsünün insanı “eşref-i mahlûkat ve Allah’ın emaneti” olarak kabul ettiğini kaydeden Arvasi’ye göre Türkler, İslam’la tanışmalarının ardından Nizam-ı Âlem için, inandıkları ve bağlandıkları hukukun üstünlüğüne gölge düşürmemek için mücadele etmişlerdir. “Bütün dünyaya örnek olan muhteşem ‘milli disiplinimizin’ temelinde bu şuur vardır(16).”

ÜLKÜCÜ HAREKET

“Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Türk-İslam Medeniyetini yeniden biz kuracağız” diyen Ülkücüleri “yarınlarımızın güvencesi” sayan Arvasi, Ülkücü Hareket içinde yoğrulan binlerce gencin Türkiye’yi özlediği hedeflere er ya da geç ulaştıracağına olan inancını dile getirir(17).

Büyük bir iman, azim ve kararlılıkla yarınlara hazırlanan Ülkücülerin “İslam’ın iman, aşk, ahlak ve aksiyonunu” temsil ettiklerini kaydeden Arvasi’ye göre “Ülkücünün şahsi dostu ve düşmanı yoktur; onun dostluğu da, düşmanlığı da Allah içindir. O, devletini de, milletini de, bayrağını da Allah için sever ve yüceltir(18).” Nizam-ı Âlem ve İ’lay-ı Kelimetullah için mücadele ederek yüzyıllar boyunca dünyanın bir numaralı devleti olmayı başaran atalarının sadık ve namuslu mirasçıları olan Ülkücüler, sahte dinleri, kanlı ideolojileri, zalim diktatörlükleri ve sefil felsefelerin yonttuğu bütün sahte mabutları mutlaka yıkacaklardır(19).

Ülkücü Hareket’in misyon ve vizyonuna bu denli güvenen Arvasi, Ülkücülere olan inancını şu veciz ifadelerle dile getirir:

“Eğer Allah, insanoğluna yeni bir hidayet kapısı açacaksa, en güzel surette yaratılmış insanın yeniden şerefine uygun bir yaşayışa kavuşmasını murat edecekse, görünen odur ki, bunu, yine tarihi misyonuna yakışır biçimde, Türk-İslam Ülkücüsü, mazlum ve mağdur Anadolu çocukları, başaracaklardır. Ümidimiz ve duamız budur(20).”

Ülkücü Hareket’i “yeniden dirilişin temsilcisi” ilan eden Arvasi’nin bu hamleyi temsil eden Ülkücü gençlik hakkındaki şu ifadeleri dikkat çekicidir:

“Allah’ın ordusu ve Peygamberin ‘kutlu vekili’ olmakla şereflenmiş bir milletin çocuklarının bu yeniden diriliş hareketini çok iyi anlamak ve onu gözümüzün nuru gibi korumak zorundayız. Bu kıskanılacak, çelmelenecek bir hareket değildir; can ve mal ile desteklenecek bir ‘diriliş hamlesi’dir. Bölünmek ne demek, birleşmek zamanıdır(21).”

ÜLKÜCÜNÜN KARAKTERİ

Arvasi’ye göre “Ülkücü, her şeyden önce iman adamıdır. Kendi kültürünü, medeniyetini, eksiksiz ve atalarına layık şekilde bilir. Saptırmadan, taviz vermeden gelişme yollarını arar ve açar. Gelecekte ulaşacağı hedefleri en berrak şekilde kafasında ve vicdanında billurlaştırır(22).”

Davayı bilmenin tek başına yeterli olmayacağını, aynı zamanda ona yürekten inanmak gerektiğini belirten Arvasi’nin nazarında “Ülkücü, davasına aşk ile bağlıdır. Ülkücü için dava aşkı sosyal bir heyecan değildir; tek başına kalındığı, zor şartlar altında yaşanıldığı, ihanet ve kahpeliklere uğranıldığı zaman dahi ümitsizliğe düşmeden, davanın ağır yükünü büyük bir şevkle omuza alabilecek sevgi ve ihtirası hissetmek demektir. Dava aşkı öylesine yüce bir duygudur ki, yalnızlıklar, ayrılıklar ve ıstıraplar onu öldüremez, daha fazla kamçılar ve diriltir(23).”

Arvasi, “bitmek tükenmek bilmez enerjiye sahip birer aksiyon adamı” olarak gördüğü Ülkücülerin bu yönünü şu ifadelerle vurgular:

“Aksiyon; dava inancı ile dava aşkının güç birliği ederek bilinçli, planlı bir iş ruhuna ulaşmasıdır. Ülkücü asla boş oturmaz, miskince yaşamaz, şuurlu bir hareket adamıdır. Dinlenirken bile davasıyla meşgul olur. Ülkücünün kalbi, kafası, sosyal ilişkileri ve özel hayatı hep dava aşkıyla doludur(24).”

“YAŞANMAYAN BİR DAVANIN YAŞAMA ŞANSI YOKTUR”

Karakter kavramını, “davanın bir iman, aşk ve aksiyon halinde ve herkesten önce Ülkücünün kendi hayatında yaşatılması şuuru ve iradesi” şeklinde tanımlayan Arvasi’nin nazarında işin en çetin yanı, davayı bizzat yaşamak ve bir hayat tarzı olarak onunla bütünleşmektir. İdeolojiler arasındaki mücadelede zafer “davasını yaşayarak yaşatan kadroların” olacaktır. Yaşanmayan bir davanın yaşama şansı yoktur. Bu irade, azim ve imana sahip olan Ülkücüler, bütün engelleme ve husumetlere rağmen mutlaka başarılı olacaklardır(25).

Ülkücü Hareket’in başarı şansını, “sağlam bir iş bölümü yapma, Türk-İslam medeniyetinin tarihi mirasını öğrenme, özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini bütün incelikleriyle kavrama, bu tecrübelenin ışığında çağdaş gelişmeleri yakından takip etme(26) şartlarına bağlayan Arvasi, Ülkücü gençleri düşünce hayatında ve güzel sanatlarda asrı hayran bırakacak eserler vermeye davet eder.

“İSLAMİYET’E HİZMETTE HİÇBİR MİLLET TÜRKLERLE BOY ÖLÇÜŞEMEZ”

Ashab-ı Kiram’dan sonra hiçbir milletin İslamiyet’e hizmet noktasında Türklerle boy ölçüşemeyeceğini, bunu öğrenmek için Müslüman Türk’ün tarihini incelemenin yeterli olacağını kaydeden Arvasi, tezinin dayanaklarını şöyle açıklar:

“İslam Peygamberine tam dört yüz yıl vekâlet eden Türk milleti, şan ve şerefin en yüksek noktasına çıkmıştır. Türkler müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorlu; Allah’ı seven ve Allah’ın sevdiği işleri yapan; Allah yolunda savaşan; kınayanların kınamasına aldırmadan hak bildiği yolda yiğitçe yürüyen kimselerdir. Bunlar, Kur’an-ı Kerim’in övdüğü faziletlerdir(27).”

TEŞKİLATLANMA VE LİDERİN ÖNEMİ

Her inanç ve düşünce akımının yaşamak, güçlenmek ve yayılmak için teşkilatlanmak zorunda olduğunun altını çizen Arvasi’ye göre, teşkilatların ruhunu temsil eden esas unsur ideolojilerdir. Düşünce sisteminden ve inanç ruhundan mahrum olan yapılar, lideri ve kadrosu ne kadar güçlü olursa olsun başarıya ulaşamazlar. Kitlelerin kafasında ve gönlünde yer edinemezler(28).

Teşkilatlanma konusunun çerçevesini bu ifadelerle çizen Arvasi, Ülkücülere şöyle seslenir:

“Her şeyden ve herkesten önce, bizzat siz davanızı, en iyi şekilde öğreniniz; bu konudaki kültürünüzü derinleştiriniz; büyük bir iman ve aşk halinde benimsediğiniz davanızı, bilfiil yaşayarak etrafınıza canlı bir örnek olunuz. Davanızı, önce kendinizde ve ailenizde gerçekleştiriniz. Daha sonra, günümüzün en ileri ve modern teknik ve vasıtaları ile yakından uzağa doğru, fikriyatınızı net ve öz bir şekilde yayınız. Asla ‘illegal’ yollara başvurmayınız, kanunlar içinde kalınız. Açık, samimi ve dürüst olunuz; çevrenize ümit ve dinamizm aşılayınız. ‘Kınayanların kınamasına aldırmadan’ yolunuza devam ediniz. Göreceksiniz zafer sizindir(29).”

“LİDER İMAL EDİLMEZ; ONU, MİLLİ ŞARTLAR O NOKTAYA GETİRİR”

“Lider imal edilmez; onu, milli şartlar ve ortam hazırlayarak ve zorlayarak o noktaya getirir(30) diyen Arvasi, “davasının samimi bir neferi olmaya rıza göstermeyen haris kimselerin asla liderliğe layık olamayacaklarını(31) belirterek ideal bir liderin portresini şöyle çizer:

“Lidere gelince… O, davasını, en gerçek manası ile temsil ve organize etmesini bilen, onu muhtaç olduğu güce ve aksiyona ulaştırarak, her gün biraz daha başarıya yaklaştıran bir seçkinler kadrosunun nüvesidir.

Lider, kadrosunu bütün güçleri ve zaafları ile tanıyan, tasnif eden ve yerinde kullanmasını bilen kişidir. Lider etrafına güçsüzleri değil, davanın en güçlü elemanlarını toplayıp organize edebilen kimsedir.

Lider, davasını mutlaka başarıya ulaştırma ümidini veren, normal şartlarda bunu başaran, çetin şartlarda geriletmeyen ve beklenmedik çok zor ve tehlikeli zamanlarda mümkün olan en az zararla kurtaran, zararları hızla telafi edebilen ve yaraları sarabilen gerçekçi, hesabında kolay kolay yanılmayan, istişare ve istihbarata çok önem veren ketum bir kimsedir.

Lider davasını kendisi ile kaim olmaktan kurtaran, yokluğu halinde, davasının başarı ile yürütülmesi için gerekli tedbirleri çok önceden alan ve davayı namuslu ellere devretmeyi temin eden akıllı kimsedir.

Lider, kendi tezleri kadar antitezlerini de bilen, kendi kadrosu kadar hasım kadroları da tanıyan, onları güç ve zaafları açısından objektif olarak değerlendirebilen, onlarla mücadele metod ve vasıtalarını tespit ve tayin edebilen usta bir diplomattır.

Lider, her türlü mücadeleye esas olan şeyin, programlar, tüzükler ve doktrinlerden çok, kadrolar olduğu şuurunu taşıyan ve insan unsuruna ağırlık tanıyan realist kişidir. Kadrosuz başarı olmaz(32).”

KADRONUN VE KADROLAŞMANIN ÖNEMİ

Bir milletin kalkınması, gelişmesi ve yücelmesinde en önemli faktörün “imanlı, dürüst ve iş bilir kadrolar(33) olduğunu; ülkelerin anayasa, kanun, yönetmelik gibi yazılı belgelerle değil kadrolar tarafından yönetildiğini savunan Arvasi, “Kadrolar imanlı, dürüst ve iş bilir ise, anayasalar, kanunlar ve yönetmelikler iyi işler ve zaman içinde mükemmelleşirler. Aksi bir durum varsa, yani kadrolar inançsız ise, kanunlar ve yönetmelikler bile işe yaramaz, zaman içinde çürür giderler(34) ifadesini kullanır.

Kadrolara verdiği önemin anayasa, kanun ve yönetmeliklerin önemsiz olduğu anlamına gelmediğini kaydeden Arvasi’ye göre; yüz yıldır anayasası birçok kez değiştirilen, on yıl önce göklere çıkarılan anayasası on yıl sonra yerin dibine batırılan Türkiye’nin hâlâ büyük bir buhran yaşıyor olmasının sebebi anayasa ve kanunlar değil liyakatsiz kadrolardır. Uzun yıllar ruhi ve fikri perişanlık içindeki kadrolar tarafından yönetilen Türkiye’yi buhrandan buhrana sürükleyenler riyakâr, ahlaksız, zayıf karakterli kadrolardır(35).

“BÜYÜK İŞLER BÜYÜK KADROLARIN ESERİDİR”

Fikir ve davaların insan unsurunu oluşturan kadroyu, “her meslek ve tabakaya mensup bir seçkin insanlar topluluğu” olarak tanımlayan Arvasi, kendi kadrosunu kuramayan hiçbir davanın başarıya ulaşamayacağını, hatta varlığını bile hissettiremeyeceğini söyler. Büyük işlerin büyük ve güçlü kadrolar tarafından başarılabileceğini, mücadele sırasında eldeki kadroların zamanla yıpranacağını, bu nedenle yedek insan kaynaklarına önem vermeyen teşkilatların hüsrana uğrayacağını ifade eder(36).

Türkiye’yi özlenen hedeflere ulaştırmak için “anayasaları, kanunları, kararnameleri, tüzükleri ve düzeni değil kadroları değiştirmek(37) gerektiğini iddia eden Arvasi, ehil kadroları işbaşına getiren bir ülkenin her türlü problemini kolayca aşacağı kanaatindedir. Kadrolar değişmedikçe, anayasa, kanun ve kararnamelerin değişmesinin hiçbir anlam ve önemi yoktur. Başarının sırrı, güçlü bir kadro hazırlamak ve demokratik yollarla bu kadroyu işbaşına getirmektir.Kadro hazırlamak ise tamamen bir eğitim faaliyetidir. Sadece örgün eğitim kurumları değil, değerlendirmesini bilenler için her yer eğitim yuvası, her mecra eğitim aracı olabilir(38).

“BAŞARISIZ KADROLAR KENDİLERİNİ KRİTİK ETMELİDİR”

“Gerekli kadrolar hazırlanmadan, derme çatma kalabalıklarla bir yere varılmayacağı” uyarısında bulunan Arvasi, “nice haklı ve büyük davaların yetersiz kadrolar elinde rezil ve perişan olduklarını”, buna karşılık “nice haksız ve sefil iddiaların yetenekli kadrolar elinde başarılı ve itibarlı gözüktüklerini(39) hatırlattıktan sonra ikaz eder:

“Bunu bilerek hareket etmek, acele kararlar ile yüce ve büyük davaları soysuzlaştırmamak gerekir(40).”

Başarısız kadrolara, “başkalarını ve toplumu suçlamadan önce kendilerini kritik etmeleri(41) tavsiyesinde bulunan Arvasi, “Kadrolar değişmedikçe, anayasalar, kanunlar, kararnameler ve tüzükler değişse bile bir mana ifade etmez(42) diyerek, Türkiye’nin yeni anayasalara değil kadro devrimine ihtiyaç duyduğunu ısrarla dile getirir.

“BÜYÜK DEVRİMLER, MİLLETİYLE BÜTÜNLEŞMİŞ AYDIN KADROLARIN ESERİDİR”

Radikal kadrolar tarafından millete rağmen uygulamaya konulan programların türlü baskı ve zulümlere başvurulsa bile halktan kabul görmeyeceğini(43) iddia eden Arvasi, takip edilmesi gereken doğru yolu şöyle gösterir:

“Milli ihtiyaçlara, milli yapıya, halkın özlem ve isteklerine uygun olan fikirler, hızla taraftar bulur ve kuvvete dönüşürler. Radikal ve millete yabancı kadroların 100-200 yılda ulaşamadıkları zaferler, derme-çatma araçlar ve kıt imkânlarla elde edilir.

İşte sır burada… Bütün büyük inkılaplar, bütün büyük zaferler, bütün tarih boyunca, kendi cemiyeti ile bütünleşmiş bir aydınlar hareketinden ibarettir. Kendi cemiyetinin değerleri ile çatışan ve kendi milletine tepeden bakan, kendi halkını hor ve hakir gören yabancı hayranı ve yabancı programların uygulayıcısı durumuna düşen kadroların, ellerindeki güç ve imkân ne olursa olsun, asla başarı şansları yoktur(44).”

“İSLAM DÜNYASI AYDIN KADROLARA MUHTAÇ”

Zor durumdaki milletlerin uyanışında bilim, fikir ve sanat insanlarının çok önemli roller oynayacağını, ehil kadrolardan yoksun medeniyetlerin yıkılmaya mahkûm olacaklarını öne süren Arvasi, tarihte büyük işler başarmış İslam dünyasının bugünkü hazin durumunu, son birkaç asırdır kendini ayağa kaldıracak kadrolardan mahrum kalmasına bağlar(45).

Türk-İslam âleminin özlenen “yeniden dirilişe” ışık tutacak bilim insanlarına, ressamlara, bestecilere, romancılara, hikâyecilere, tiyatro yazarlarına, senaristlere, film yapımcılarına ihtiyaç duyduğunu belirten Arvasi, kitapçı vitrinlerini dolduran kitapların, beyaz perdeye ve ekranlara yansıyan filmlerin çoğunun Türk-İslam kültür ve medeniyetine yabancı mesajlar verdiğini üzüntüyle kaydeder. Bu tablonun sorumlularını ise “kendi kültürüne, kendi medeniyetine ve kendi insanına yabancılaşmış sözde aydınlar, sözde devrimciler ve sözde çağdaşlar(46) olarak gösterir.

“ÜLKELER İNANMIŞ, İYİ YETİŞMİŞ ELİT KADROLARLA KALKINIR”

Milli kimliğini kaybetmeden çağdaşlaşabilen toplumların her bakımdan güçlü olacaklarını belirten ve gücün ölçüsünü “sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan bağımsız olmak” şeklinde belirleyen Arvasi, “Kalkınmış ülkeler, inanmış, iyi yetişmiş elit kadrolara sahiptirler(47) tespitini yaptıktan sonra bir başarı örneği olarak İslam Peygamberinin uygulamalarını gösterir.

“Şanlı Peygamberimiz, içinde doğup büyüdüğü cemiyetin nasıl bir zillet ve meskenet içinde olduğunu gördüğü halde, asla ümitsizliğe kapılmadan, asla yılmadan ve yorulmadan, her şeyden önce bu dağınık ve perişan insanlar arasından ‘seçkin ve inanmış bir öncüler kadrosu’ yoğurdu. Bu kadronun sayısından çok niteliğine değer verdi. Bu küçük kadroyu, bir iman, aşk ve aksiyon merkezi haline getirerek hamle üstüne hamle yeniledi. Çok kısa bir süre içinde bütün cemiyeti fethetmekle kalmadı; İslam’dan önce hor ve hakir görülün bir kavmi, yirmi üç yıl gibi kısa bir zaman dilimi içinde dünyanın en güçlü fetih orduları haline getirdi. Okyanuslardan okyanuslara koşan bu fetih orduları, bugün, bütün dünyanın hayranlıkla seyrettiği muhteşem İslam medeniyetini kurdu. Başta Carly ve Gibbon olmak üzere pek çok tarihçi, Şanlı Peygamberimizin bu başarısını, gerçek bir mucize olarak değerlendirmektedirler. İslam dünyasının bundan alacağı pek çok dersler vardır(48).”

İDEAL TEŞKİLAT YAPISININ UNSUR VE ÖZELLİKLERİ

Yönetim problemi içinde çırpınan Türkiye’nin selamet yolunun “milli iradeye, hukukun üstünlüğüne, bilimin rehberliğine sımsıkı sarılan sağlam bir demokrasi” kurmaktan geçtiğini kaydeden Arvasi’ye göre bu dengeyi kuracak olanlar “milletine yabancılaşmamış aydın kadrolardır(49).

Bu kadroların hangi vasıflara haiz insanlardan oluşabileceğine dair teferruatlı bir analiz yapan Arvasi, ideal bir teşkilat yapısında yer alması gereken kadroları şu beş başlık altında toplar:

“A KADROSU: Sayıları çok az olan yönetici kadrolardır.

B KADROSU: Davanın gözü kara, kahraman, ateşli, inanmış yiğitleridir.

C KADROSU: Davanın organize olmuş veya olmamış sempatizanlarından oluşur.

D KADROSU: Davaya, bir ümit ve menfaat için bağlanırlar.

E KADROSU: Davanın gücünden korkan ve ondan emin olmak için gelenler(50).”

Teşkilat içindeki makam, mevki, görev ve yetkilerin “davaya hizmet ve liyakat esasına” göre belirlenmesi gerektiğine dikkati çeken Arvasi, “Bunlar, talip olana değil, layık olana verilmelidir. İltimas ihanettir; fedakârlık kutsaldır(51) diyerek, ehliyet ve liyakate verdiği önemi ortaya koyar.

ARVASİ’NİN ARDINDAN…

Sadece Türkiye’nin ve Türk İslam âleminin değil tüm insanlığın özlemini çektiği kadroların özelliklerini bu şekilde sıralayan Arvasi, aynı zamanda kendi hayat tarzını ve dünyaya bakış açısını da ortaya koymaktadır.

Yaşantıları fikirleriyle ahenk içinde bulunan insanlar seyrine doyum olmaz şaheser tabloları andırırlar. Merhum S. Ahmet Arvasi onlardandır. Çehresine baktıkça bakası, yazdıklarını okudukça okuyası gelir insanın.

Elbette bu kıvama ulaşmanın ağır bedelleri vardır.

Fikir ve şahsiyet, ha denilince vücut bulan değerlerden değildir.

Yaşanılan olumlu ya da olumsuz her gelişme, insan hayatında kimi sığ kimi derin izler bırakır.

Arvasi’nin kendisini tanımlarken kurduğu şu cümleler, onu tanımak, anlamak ve karakterini analiz etmek isteyenler için sağlam bir formül hükmündedir:

“Ben, İslâm iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin, her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında, Şanlı Peygamberimizin ‘Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.’ tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım. Öte yandan İslâm’ın yakından uzağa doğru bir fetih ile bütün beşeriyeti tevhid bayrağı altında bütünleştirmeye çalışan ilahî sistem olduğunu da unutmuyorum. Yine Şanlı Peygamberimizin ‘İlim müminin kaybolmuş malıdır. Nerede bulursa almalıdır.’ tarzında formülleştirdiği mukaddes ölçüye bağlı olarak, hızla muasırlaşmak gereğine inanmaktayım. Bu, Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu (Rönesans’ı) olacaktır. İslâm’dan zerre taviz vermeden yepyeni kadrolar ve müesseseler ile zamanımızın bütün meseleleri, vahyin, Peygamber tebliğlerinin ve sünnet yoluna bağlı büyük müçtehitlerin açıklamalarının ışığında, yeniden bir tahlile ve tertibe tâbi tutulabilir. İnanıyorum ki, hem Türk hem Müslüman olmak, hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihler boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihî misyonumuzu yerine getirmeyelim(52).”

Yabancı ideolojileri “istilacı devletlerin fikir paravanları” olarak nitelendiren, Türk milletini parçalama tertiplerine karşı durmayı büyük bir namus ve vicdan borcu bilen Arvasi’ye göre Türk devletini yıkmayı ve Türk milletini parçalamayı hedefleyen çevreler yalnız Türk’e değil İslâm’a da ihanet etmektedirler. İslâm dünyasının gücünün Müslüman Türk’ün gücüne bağlı olduğunu gösteren tarihi olaylar bu gerçeği anlamak için yeterlidir(53).

Saldırılara maruz kaldığı, asılsız suçlamalarla yargılandığı dönemlerde bile istikametinden taviz vermeyen, hak bildiğini yüksek sesle haykırmaya devam eden, etrafındaki gençlere her hâlükârda kanun yolunu takip etmelerini telkin ve tavsiye eden bu muhteşem şahsiyet, 31 Aralık 1988 günü Erenköy’deki evinde ruhunu teslim ettiğinde, yine o çok sevdiği daktilosunun başındadır.

Yurdun çeşitli yerlerinden gelen binlerce kişinin katılımıyla İstanbul Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilen bu aziz insana, milli ve mukaddes değerlerimizin ihyası yolundaki hizmetlerinden dolayı ne kadar teşekkür etsek azdır.

Eğer bugün Türk milliyetçileri olarak özsaygı ve özgüven bakımından elli yıl öncesine nazaran çok daha güçlüysek, mukaddeslerimizin hayati önemini çok daha iyi idrak ediyorsak, bu umut tablosunun oluşmasında Arvasi’nin katkı, ikaz ve tavsiyelerinin büyük bir payı vardır. Eğer bu tabloyu yeterli görmüyorsak –ki öyledir- bunun nedeni Arvasi gibi seçkin şahsiyetleri genç kuşaklara yeterince anlatamadığımızdandır.

Çileli hayatının her safhasında sergilediği kararlı mücadelesi ve azmiyle tam bir sabır, sebat ve gayret timsali olan Arvasi’nin eserleri geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak sayısız formüllerle doludur.

Yetiştirdiği yüzlerce talebesi, kaleme aldığı iki bine yakın makalesinden seçilen yazılarından oluşan on üç eseri ve iki şiir kitabının yanı sıra “Kendini Arayan İnsan”, “İnsan ve İnsan Ötesi”, “Doğu Anadolu Gerçeği”, “İlm-i Hal”, “Eğitim Sosyolojisi”, “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” isimlerini taşıyan telif eserleriyle Arvasi, kelimenin tam manasıyla “mektep insan”dır.

Bütün bunlar bir yana, kuramcı kimliğiyle hayat verdiği “Türk İslam Ülküsü” kavramı bile, Arvasi Hoca’nın milletimizin bugünü ve geleceği için ne denli mühim bir şahsiyet olduğunu anlamamız için tek başına yeterlidir.

Merhum Seyyid Ahmet Arvasi’yi otuz ikinci vefat yıldönümünde rahmetle anıyorum. Kalbi ve hasbi dualarla manevi şahsiyetini yâd ediyorum.

Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

DİPNOTLAR

1) S. Ahmet Arvasi; Türk İslam Ülküsü, Cilt 2, Burak Yayınevi, İstanbul 1999, s. 250.

2) A.g.e., s. 257.

3) A.g.e., s. 251.

4) A.g.e., s. 250.

5) A.g.e., s. 249.

6) A.g.e., s. 258.

7) Hergün, 5 Mart 1978.

8) Hergün, 2 Mart 1978.

9) S. Ahmet Arvasi; Türk İslam Ülküsü, Cilt 1, Burak Yayınevi, İstanbul 1999, s. 9.

10) A.g.e., s. 10.

11) S. Ahmet Arvasi; Fikir Sefaletine Örnekler, Burak Yayınevi, Bütün Eserleri: 20, 2. Baskı, İstanbul 1999, s. 66.

12) Nizam-ı Âlem, 12 Ekim 1979.

13) A.g.m.

14) S. Ahmet Arvasi; Fikir Sefaletine Örnekler, Burak Yayınevi, Bütün Eserleri: 20, 2. Baskı, İstanbul 1999, s. 68.

15) A.g.e., s. 69.

16) A.g.e., s. 70.

17) Hergün, 1 Şubat 1980.

18) S. Ahmet Arvasi; Türk İslam Ülküsü, Cilt 2, Burak Yayınevi, İstanbul 1999, s. 237.

19) A.g.e., s. 237.

20) A.g.e., s. 238.

21) A.g.e., s. 238.

22) Hergün, 6 Mart 1979.

23) A.g.m.

24) A.g.m.

25) S. Ahmet Arvasi; Diyalektik ve Estetiğimiz, Burak Yayınevi, Bütün Eserleri: 7, İstanbul 1999, s. 197.

26) A.g.e., s. 197.

27) Hergün, 17 Eylü 1978.

28) S. Ahmet Arvasi; İlmi Tavır ve Ötesi, Burak Yayınevi, Bütün Eserleri: 10, 3. Baskı, İstanbul 1999, s. 112-113.

29) A.g.e., s. 113.

30) A.g.e., s. 114.

31) A.g.e., s. 114.

32) A.g.e., s. 114.

33) A.g.e., s. 54.

34) A.g.e., s. 55.

35) A.g.e., s. 56.

36) A.g.e., s. 117.

37) A.g.e., s. 118.

38) A.g.e., s. 118.

39) A.g.e., s. 118.

40) A.g.e., s. 119.

41) A.g.e., s. 119.

42) A.g.e., s. 118.

43) A.g.e, s. 165.

44) A.g.e., s. 166.

45) S. Ahmet Arvasi; Emperyalizmin Oyunları, Burak Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 1999, s. 112

46) A.g.e., s. 112.

47) S. Ahmed Arvasi; İnsanın Yalnızlığı, Bütün Eserleri: 11, Burak Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1998, s. s. 65.

48) A.g.e., s. 65.

49) S. Ahmet Arvasi; Fikir Sefaletine Örnekler, Burak Yayınevi, Bütün Eserleri: 20, 2. Baskı, İstanbul 1999, s. 84.

50) S. Ahmed Arvasi; Türk-İslam Ülküsü, Cilt 2, Burak Yayınları, İstanbul 1999, s. 253

51) A.g.e., s. 254.

52) S. Ahmet Arvasi; Doğu Anadolu Gerçeği, Burak Yayınevi, İstanbul 2000, s. 5.

53) A.g.e., s. 6.

]]>
HİLMİ ZİYA ÜLKEN: “İNSANLARIN EN KOLAY KANDIKLARI KENDİLERİNE ÜSTÜN HAYAT VADEDEN AŞKIN SÖZLERDİR.” http://hayatitek.com/hilmi-ziya-ulken-insanlarin-en-kolay-kandiklari-kendilerine-ustun-hayat-vadeden-askin-sozlerdir/ Wed, 10 Jun 2020 10:46:54 +0000 http://hayatitek.com/?p=1034 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Şubat 1991’da yayınlanan 83. sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken idi.

]]>
SOSYALİZMİN KISA TARİHİ-2: MARKS’TAN BOLŞEVİK İHTİLALİNE KADAR http://hayatitek.com/sosyalizmin-kisa-tarihi-2-markstan-bolsevik-ihtilaline-kadar/ Wed, 10 Jun 2020 08:33:31 +0000 http://hayatitek.com/?p=996 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ocak 1991’da yayınlanan 82. Sayısı için kaleme aldığım “Sosyalizmin Kısa Tarihi: Marks’tan Bolşevik İhtilali’ne Kadar” başlıklı yazı.

]]>