Selçuklu – Hayati Tek http://hayatitek.com Mon, 17 Jan 2022 17:20:45 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 http://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Selçuklu – Hayati Tek http://hayatitek.com 32 32 OSMAN TURAN http://hayatitek.com/osman-turan/ Mon, 17 Jan 2022 17:20:42 +0000 http://hayatitek.com/?p=5302 HAYATİ TEK –

Ortaokul çağlarımda Yavuz Bahadıroğlu’nun Endülüs’e Veda’lı, Buhara Yanıyor’lu, Şirpençe’li serisi ile başlayan tarih şuuru edinme maceram, lise yıllarımda Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Kilit, Anahtar, Kapı, Konak, Çatı beşlemesi, üniversite dönemimde ise Bahaeddin Özkişi’nin Bir Çınar Vardı, Göç Zamanı, Sokakta, Köse Kadı ve Uçtaki Adam’ıyla devam etti. Eşzamanlı olarak H. Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Dalkavuklar Gecesi, Z Vitamini, Ruh Adam, Yolların Sonu ve Deli Kurt kitapları aldı sahneyi.

Deli deli akan kanımın güzergâhını kâh Tuna’ya kâh Ceyhun’a çeviren; Tanrı Dağı yamaçlarından Issık Gölü temaşa etmemi, Zümrüdüanka’nın kanatlarında Kafdağı’nın ötelerine süzülmemi sağlayan efsanevî bir üslupla yazılan eserlerin çizdiği bir hayal tablosuydu zihnimde canlanan.

Bu emsalsiz ve büyüleyici tablo, merhum Prof. Dr. Osman Turan hocamızın Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi kitabıyla gerçek bir fotoğrafa dönüştü. Ziya Gökalp, H. Nihal Atsız, Erol Güngör, Cemil Meriç, Osman Yüksel Serdengeçti, Nurettin Topçu, Galip Erdem, Dündar Taşer, Necip Fazıl Kısakürek’le renklenen fikir dünyam, S. Ahmet Arvasi’nin Türk-İslam Ülküsü’nde ideal terkip ve ahengini buldu.

Ancak asıl etkilendiğim eser Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi’ydi.

İlmî disiplinini Prof. Dr. Fuat Köprülü’den alan, Ziya Gökalp’in rüyasını gördüğü davayı, tarih şuuru ve bütüncül tarih yaklaşımıyla ete kemiğe büründürerek eserine isim yapan Turan, “Millî kültür ve mefkûrenin bozulması, münevver sükûtu ve suikastların başlıca kaynağıdır” derken ne kadar da haklıydı.

Aydınlarla yükselmesi gereken Türkiye’nin bir aydınlar suikastı ile karşı karşıya bulunduğuna işaret eden büyük Hoca, insanlığı hak, adalet ve saadete eriştirmek amacıyla ilahî bir buyrukla kurulan Nizam-ı Âlem ve İ’lay-ı Kelimetullah idealinin çağın şart ve idrakine uygun şekilde ihyasını düşlüyordu.

1850’lerden itibaren “hasta adam” olarak anılan Osmanlı’nın yeniden dünyanın süper gücü haline gelmesi fikri ilk bakışta pek inandırıcı gelmese de kadim tarihimiz umutları yeşertecek sayısız örneklerle doluydu.

Tarih sahnesinden çekilirken bile dünya dengesinin önemli sacayaklarından birini teşkil eden Osmanlı’yı Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e taşıyan sancılı bir süreçte dünyaya gelen Osman Turan’ın çocukluk yılları, Birinci Dünya Savaşı ve istiklal mücadelemizin ıstıraplı günlerine tesadüf eder.

Trabzon, Bayburt ve Ankara’da geçen ilk ve orta öğrenimi cumhuriyetin kuruluş yıllarına denk düşen Turan, dünyanın büyük ekonomik krizlerle boğuştuğu bir dönemde başladığı üniversite tahsilini zorlu şartlar altında tamamlayarak başarılarla dolu akademik hayatına doğru yelken açar.

İlim adamı kimliğiyle ulaştığı değerli bilgileri halkın idrakine uygun bir şekilde işlemeyi bilen Turan, üniversitede edindiği birikimlerini milletvekili sıfatıyla siyasî sahada da kullanır.

İki dünya savaşı gören, kıtlıkla imtihan edilen bir ülkede akademik çalışma yürüten, siyasî tarihimizin ilk askerî darbesi sonrasında suçsuz yere on yedi ay cezaevine konulan merhum Osman Turan Hocamızın mücadele dolu hayatı, Türk milliyetçileri için dersler çıkarılacak mesajlarla doludur.

Hocaların hocası Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün öğrencisi ve ilk asistanı olma bahtiyarlığına erişen Turan’ın Türk milliyetçiliğine yaptığı en mühim katkılardan biri, günümüzün pek çok millî ve milletlerarası sorununa çözüm üretebilecek formülleri de bünyesinde barındıran “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” paradigmasını gün yüzüne çıkarmış olmasıdır.

Sonraki yıllarda merhum S. Ahmet Arvasi tarafından “Türk-İslam Ülküsü” olarak adlandırılan bu yaklaşımın temellerini Mete Han’a kadar götüren Hocamız; Hun ve Gök-Türk kağanlıkları ile Selçuklu ve Osmanlı sultanlıklarını Türk cihan hâkimiyetinin dört büyük devri olarak nitelendirir.

Osmanlıların yalnız eski imparatorluklar değil, hürriyet, demokrasi, laiklik ve insanlık fikirlerinin yaygın bulunduğu modern çağ imparatorluklarından da ileri ve emsalsiz bir nizam kurduklarını hatırlatan Turan’ın kaleme aldığı eserler, özellikle Anadolu’nun ırkî, dinî, kültürel ve ekonomik topografyasının ortaya konulması bakımından önemli değere sahiptir.

Mensubu olmakla iftihar ettiğim Türk Ocakları’nın bir dönem genel başkanlığını da yapan Prof. Dr. Osman Turan’ı, vefatının 44’üncü yıldönümünde rahmet ve şükranla anıyorum…

Ruhu şad, mekânı cennet, makamı âli olsun.

]]>
DEVLET-İ EBED MÜDDET: YAŞASIN CUMHURİYET! http://hayatitek.com/devlet-i-ebed-muddet-yasasin-cumhuriyet/ Thu, 29 Oct 2020 10:37:14 +0000 http://hayatitek.com/?p=3509 HAYATİ TEK –

Kimi başarılarımızı daha değerli göstermek uğruna nice değerlerimizi küçültme çabamızın ileride başımıza ne gibi gaileler açabileceğinden habersiz görünüyoruz.

Son günlerde yeniden revaç bulan “300 çadırdan 600 yıllık dev imparatorluğa…” cümlesinden söz ediyorum.

Zor şartlar altında kurulmasına rağmen hızla azametli bir devlete dönüşen Osmanlı’nın büyük başarısını vurgulamak isterken, nüvesini oluşturan Kayı boyunu “birkaç yüz çadır ahalisi” olarak takdim etmek, Türk’ün asli karakter ve meziyetlerini görmezden gelmek demektir.

Türkler Söğüt’e gelmeden çok önce teşkilatçılık ve medeniyet inşa kabiliyeti bakımından ne kadar eşsiz bir millet olduklarını ispatlamışlardır. Tarihin gördüğü en medeni şehirleri İpekyolu güzergâhına göz alıcı birer mücevher gibi serpiştirmişlerdir. Yetiştirdikleri büyük devlet adamları, bilim insanları ve kahramanlar sayesinde dünya tarihinde silinmez izler bırakmışlardır.

Doğu Roma sınırına dayanan insanlar kıl çadırda yatan, tek derdi geçim olan maceraperest koyun çobanları değil; “Güneş tuğumuz gökyüzü çadırımız olsun” diyerek Türk’ün ezeli ve ebedi Kızılelma’sını tarif eden Oğuz Kağan’ın vasiyetini yerine getirmek üzere yollara düşmüş, ne yaptığını bilen bilge alperenlerdir.

Atalarımız Söğüt’e geldiklerinde başlarında börk, sadaklarında ok, ellerinde kılıç yoktur sadece… Yüreklerinde cesaret, akıllarında kadim devlet tecrübesi, ruhlarında yeryüzüne adaletle hükmetmek ülküsü vardır.

Altı asır ayakta kalan Osmanlı üç yüz çadırda eğleşen birkaç yüz gözü pek alp sayesinde değil, o liyakatli kadronun biyolojik ve kültürel genetiğini oluşturan Türk kanı, Türk kimliği ve Türk devlet geleneği sayesinde hayat bulmuştur.

Benzer bir yaklaşım Cumhuriyet’imizin kuruluşuna yönelik değerlendirmelerde de karşımıza çıkmaktadır.

Asil bir milletin asil bir evladı olarak değil değersiz bir millete değer katan büyük bir lider olarak takdim edilmek Atatürk’ü daha büyük yapmamaktadır. Üstelik bu büyük liderin, “Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir” şeklindeki sözlerini değersizleştirmektedir.

Aziz milletimizin tarih boyunca yetiştirdiği büyük evlatlarından biri olan Atatürk’ün mensup olduğu milletin asaletine asalet kattığı doğrudur; ancak Türklüğün asaleti Atatürk’le başlıyor değildir. Türk’ün bu asil evladı “Atatürk” soyadını almakla, milletine duyduğu ulvi his ve hayranlığı en açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, “Türk’ün cumhuriyeti” olmakla şereflerin en büyüğüne zaten mazhar olmuştur. Türk’ün son eseri için ayrıca bir şeref kaynağı aramaya lüzum yoktur.

Son Kutup Yıldızı’mızın “Türkiye Cumhuriyeti ebediyen payidar kalacaktır” sözüyle mühürlediği vasiyetine uygun şekilde sonsuza kadar yaşatmaya yemin ettiğimiz Cumhuriyet’imizi dar bir kadronun hatta tek bir kişinin eseri olarak görmek Türk’ün şanlı tarihine haksızlıktır.

Türk, mesleği teşkilatçılık ve medeniyet inşa etmek olan aziz ve asil bir milletin adıdır.

Cumhuriyetimizin doksan yedi yıllık tarihini binlerce yıllık milli tarihimiz içerisinde konumlandırmadıkça ne Atatürk’ü tam anlayabilir ne de Cumhuriyetimizi gerçek değerine yükseltebiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti’ni Milli Mücadele yahut Çanakkale ile başlayan bir var olma savaşının kazanımı olarak görmek ve göstermek onu yüceltmek anlamına gelmemektedir.

Bir yandan yarım asırlık şirketlerimizle övünürken öte yandan binlerce yıllık devlet geleneğimizi görmezden gelmek, Cumhuriyet’imizi yüceltmekten ziyade milli şuurdan ne kadar yoksun olduğumuzu itiraf etmektir.

Bağımsızlığımızın sembolü ve kutsallarımızın koruyucusu olan, bu nedenle canımız pahasına korumamız gereken Cumhuriyet’imiz tıpkı Osmanlılar, Selçuklular, Karahanlılar, Uygurlar, Göktürkler ve Hunlar gibi milli tarihimizin şanlı bir merhalesinden ibarettir.

Bu yaklaşım Cumhuriyetimizi değersizleştirmemekte, bilakis kadim köklerine dikkat çekerek hiçbir devletin sahip olamayacağı emsalsiz bir hazineye kavuşmasını sağlamaktadır.

Cumhuriyetimizin kurucusunun da işaret ettiği gibi “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Ancak bu, 29 Ekim 1923’te kurulduğu için değil binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin üzerinde yükseldiği için olacaktır.

Cumhuriyetimizin doksan yedinci yaşını yürekten kutluyor, Gökalp’in tanımlamasıyla “ahlâkın dehasını temsil eden” aziz milletimin üstün vasıfları ve şanlı tarihiyle iftihar ediyorum.

]]>
FETHİNİN 539. YILINDA İSTANBUL YENİDEN FETHEDİLMEYE MUHTAÇ http://hayatitek.com/fethinin-539-yilinda-istanbul-yeniden-fethedilmeye-muhtac/ Thu, 11 Jun 2020 12:24:17 +0000 http://hayatitek.com/?p=1373 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mayıs 1992’da yayınlanan 98. sayısı için Cemil Ar müstearıyla kaleme aldığım “Fethinin 539. Yılında İstanbul Yeniden Fethedilmeye Muhtaç” başlıklı yazı.

]]>
M. AKİF ERSOY: “DİNİMİZDEN OLMAYANLARA KARŞI GÖSTERMEDİĞİMİZ NEZAKET KALMIYOR. BİRBİRİMİZİ BİR KAŞIK SUDA BOĞMAK İSTİYORUZ.” http://hayatitek.com/m-akif-ersoy-dinimizden-olmayanlara-karsi-gostermedigimiz-nezaket-kalmiyor-birbirimizi-bir-kasik-suda-bogmak-istiyoruz/ Tue, 09 Jun 2020 12:13:15 +0000 http://hayatitek.com/?p=856 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mart 1990’da yayınlanan 72. sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu İstiklal Marşı’mızın yazarı, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’du.

]]>