TBMM – Hayati Tek http://hayatitek.com Sun, 24 Apr 2022 09:34:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 http://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png TBMM – Hayati Tek http://hayatitek.com 32 32 NUTUK’U RAKAMLARIN DİLİYLE OKUMAK… http://hayatitek.com/ataturkun-nutukundaki-denklem/ Sun, 21 Jun 2020 23:42:40 +0000 http://hayatitek.com/?p=2287 HAYATİ TEK –

Yüz yıl önce Türkiye, bugünkü görüntüsünden çok uzaktı. Hava barut kokuyor, toprak kan ve gözyaşı içiyor, dokuz yıldır cepheden cepheye koşan milletimiz, Mondros sehpasına asılan Sevr ilmiğinin boynuna geçmemesi için varını yoğunu ortaya koyuyordu. İkinci Viyana’dan beri hep mağlubiyeti gösteren kum saatinin ters çevrilme vakti yaklaşıyordu. Boğazına yumruk gibi oturan düşman zırhlılarının namlularına teslim olan İstanbul, İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgaline de boyun bükünce, Osmanlı’nın kan deposu ve buğday ambarı Anadolu’nun bir kez daha ayağa kalkması kaçınılmaz hale geldi. 3. Ordu Müfettişliği göreviyle 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Paşa’nın yaktığı meşale günden güne büyüdü; TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılışıyla birlikte tüm yurdu aydınlatan umut güneşine dönüştü.

Okunmakta olan satırların konusunu oluşturan Nutuk, 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçerek bu kutlu mücadeleyi başlatan ve zaferle sonuçlandıran Mustafa Kemal Paşa tarafından 1927 yılında kaleme alındı. Genel Başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası’nın İkinci Büyük Kongresi’nde 15 Ekim’de kürsüye çıkan Gazi Mustafa Kemal, 20 Ekim’e kadar tam altı gün boyunca, günde altı saat konuşarak, 1919-1927 yılları arasındaki Türkiye tarihini özetledi. 266 belge sunduğu konuşmasında Milli Mücadele, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve demokratikleşme çabalarını özetleyen Gazi Mustafa Kemal, “Gençliğe Hitabe” ile sonuçlandırdığı bu uzun nutkuyla neyi hedeflemişti?

Tarihi nutkuna başlarken kurduğu şu cümleyi hatırlayalım: “Efendiler, geleceğe ait tedbirler hakkında fikir alışverişinde bulunmadan evvel maziye ait vakalar ve hadiseler hakkında maruzatta bulunmak ve senelerden beri devam eden faaliyet ve icraatımızın milletimize hesabını vermek vazifem olduğu kanaatindeyim.” (S. 28)

Tam otuz altı buçuk saat süren Nutuk, sadece bir “millete hesap verme” konuşması mıydı? Bu vesileyle Mustafa Kemal, beşinci yaşına girmeye hazırlanan “Türkiye Cumhuriyeti’nin fabrika ayarlarını” ilan etmeyi; kendi zihin haritasını cumhuriyet nesillerinin zihin kodu haline getirmeyi hedefliyor olabilir miydi? Neredeyse tüm ömrünü milletine adayan O’nun ayarında bir lider için hiç de uzak değil bu ihtimal?

Okunmakta olan satırların amacı, bu ihtimalin gerçek olup olamayacağını anlamaya çalışmaktır. Nutuk’un “aslında ne anlattığı”, Atatürk’ün kim olduğu ve neyi hedeflediği konularına dair binlerce makale ve kitap yazıldı. Ancak bugüne kadar “rakamlara dayalı bir içerik analizi” yapmaya hiç kalkışılmadı. Rakamların diline hep kulak tıkandı. İşte biz, bu eksiği gidermek, “rakamların ne söylediğine” bakmak ve mümkünse eser incelemelerine yeni bir yöntem kazandırmak için yola çıktık.

Nutuk, 738 sayfa ve 190.304 kelimeden oluşuyor. Bunca kelime ne anlatıyor? Bazı kelimelerin, adeta birer slogan gibi, tekrar tekrar kullanılması ne anlama geliyor? Nitel bir yaklaşımla bu sorunun cevabını vermek kişinin insafına kalmış. Zaten yıllardır yapılan bu değil mi? Oysa Nutuk’la yatıp Nutuk’la kalkanların bile kulak asmadığı nicel bir dili var rakamların. Peki nasıl duyacağız rakamların sesini ve nasıl anlayacağız mesajlarını? Bu gibi durumlarda Hızır gibi yetişir modeller ve formüller. Bir analiz modeli seçmek yahut geliştirmek gerekir önce. Sonrası araştırıcının azim, sebat ve becerisine kalmış.

Bizim denediğimiz yöntem, sık tekrarlanan kelimelerin bir eserin hâkim rengini yahut ana fikrini belirlemede etkin olup olmadığını belirlemek amacını taşıyor. Metnin nabzı kelimelerde atar. Bir eserde binlerce kez tekrarlanan bir kelime ile birkaç kez kullanılan bir kelimenin zihinlerde oluşturacağı etkinin aynı olmayacağı aşikârdır. Yazar, bir kelime yahut ismi olumlu ya da olumsuz anlamda sık sık kullanmak suretiyle yeni bir dünyanın kapılarını açar. Bizler de o isim ve kelimelerin izini sürerek kapı eşiğinden geçer, yeni bir dünyaya dalarız. Yazarın zihnindeki şifre-mesaj, tekrarlanan kelimelerin kılığında bilinçaltımıza nüfuz eder. Tekrarlar sıklaştıkça bilinçaltımıza iyice yerleşen mesaj, bir süre sonra kanaatimiz haline gelir. Hele bir de mesajın kaynağına sonuna kadar inanıyor ve güveniyorsak, etkilenme sürecimiz çok daha kısa ve tesirli olur. Siyasi partilerin ya da ideolojik örgütlerin belirledikleri sloganları her fırsatta tekrarlamalarının, dağlara taşlara yazmalarının, kitleleri göz ve kulak yoluyla beslemek için çaba sarf etmelerinin nedeni budur.

Sık tekrarlanan isim, olay ve kelimelerin, Nutuk’u önyargısız okuyanların hafızalarında öncelikle yer etmesinden daha doğal ne olabilir?

Nutuk incelemesinde başvurduğumuz “rakama dayalı içerik analizi” modelinin temel ölçütü “anahtar” kelimelerdir. Anahtar kelimelerin doğru belirlenmesi için esas tema hakkında genel de olsa bir fikir sahibi olmak gerekir. Nutuk’ta ele alınan konular ve özetlenen zaman dilimi şu üç konuyu işaret eder: Milli Mücadele, Cumhuriyetin kuruluş süreci ve demokratikleşme çabaları. Biz bu kaba tasnifi biraz daha detaylandırarak aşağıda sıraladığımız bölüm başlıklarını oluşturduk. Ardından bu başlıklar hakkında “doğru fikir” verebilecek “anahtar kelimeleri” belirledik. Daha sonra da kılı kırk yaran bir işçilikle kelimelerin izini sürmeye başladık. Bakalım bu izler ve rakamların çağrısı bizi nereye götürecek?

NUTUK’TA 526 KİŞİNİN ADI GEÇİYOR

Nutuk’ta 58’i yabancı olmak üzere 526 kişinin ismi 3.866 kez tekrar ediliyor. Hz. Muhammed, Hz. Ali, Muaviye, Attila, Hülagü, Halife Mutasım, Fatih Sultan Mehmet, Bizans İmparatoru II. Theodosius, Yavuz Sultan Selim, II. Abdülhamid, ABD Başkanı George Washington ve V. Mehmet Reşat’a dolaylı atıfta bulunuluyor. Halide Edip (Adıvar), Ulviye Sultan (Sultan Vahdettin’in kızı) ve Şevket Hanım (Yahya Kaptan’ın eşi) olmak üzere sadece “üç kadının” isimleri geçiyor. Yazışmalardaki imzaları, Kongre ve Meclis görüşmelerinde yapılan atıf ve hitaplar nedeniyle Mustafa Kemal ismi 213 kez tekrarlanıyor.

İncelememizin bundan sonraki bölümünde görüleceği üzere, isim ve kelimelerin sonunda yer alan rakamlar, o kelimenin Nutuk’ta kaç kez tekrarlandığını ifade ediyor.

Nutuk’ta söz edilen 468 Türk’ten 405’inin adı 10’dan az geçiyor. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarının önemli bir kısmı bu listede yer alıyor. Örneğin Celal (Bayar) 9, İzzettin (Çalışlar) Paşa 9, Mazhar Müfit (Kansu) 9, Ali (Çetinkaya) (Afyonkarahisar Mebusu, Miralay) 8, Cevat Abbas (Gürer) 6, Mustafa Necati (İzmir Mebusu, Adliye Vekili) 5, Hüsrev (Gerede) (Sefir) 2, Şükrü Kaya (Ziraat Vekili) 2, Muzaffer (Atatürk’ün Yaveri) 1, Ruşen Eşref (Ünaydın) (Afyonkarahisar Mebusu) 1 kez Nutuk’ta yer buluyor.

Adları 10 kez ve daha fazla geçenler ise şunlar:

Hüseyin Rauf (Orbay) Bey 357, İsmet Paşa (İnönü) 230, Mustafa Kemal Paşa 213, Çerkez Ethem 141, Cemal Paşa (Mersinli) 136, Nurettin (Sakallı) Paşa 121, Kazım Karabekir Paşa 106, Refet (Bele) Paşa 104, Celalettin Arif Bey 78, VI. Mehmet Vahdettin 78, Tevfik Paşa 73, Damat Ferit Paşa 68, Salih (Kezrak) Paşa 63, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa 58, Yahya Kaptan 54, Ali Rıza Paşa (Süleyman Paşazade, Sadrazam) 47, Salahattin (Köseoğlu) Bey (3. Kolordu Kumandanı, Mersin Mebusu) 46, Fevzi (Çakmak) Paşa 45, Ali Galip Bey 41, Çerkez Tevfik Bey (Çerkez Ethem’in Kardeşi) 35, Yunus Nadi 32, Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa 32, Halit (Karsıalan) Paşa 30, Müşir İbrahim Paşa 30, Kara Vasıf Bey 28, Hüseyin Avni (Ulaş) Bey 25,  Kazım (Özalp) Paşa 25, Bekir Sami (Kunduk) 24, Sait Molla 23, Hoca Raif Efendi (Erzurum Mebusu) 22, İlyas Bey 22, Fahrettin (Altay) Paşa 21, Ali Kemal Bey 20, Recep (Peker) Bey 20, Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey 20, Ahmet Anzavur 17, Cevat (Çobanlı) Paşa 17, Damat Şerif Paşa 17, Adil Bey 16, Hamit Bey 14, Çerkez Reşit Bey (Ethem’in Kardeşi) 14, Şevket (Galatalı) Bey 14, Feridun Fikri (Düşünsel) Bey 13, Ziya Paşa 13, Fethi (Okyar) Bey 12, Hüseyin Kazım Kadri Bey (Aydın Mebusu) 12, Osman Bey (Miralay) 12, Reşit Paşa 12, Salih (Omurtak) Bey 12, Ahmet Fevzi Paşa 11, Cafer Tayyar (Eğilmez) Bey 11, Hamdi Efendi (Manastırlı) 11, Miralay Kazım (Dirik) Bey 11, Şeyh Recep Kamil 11, Rüştü Bey (9. Fırka Kumandanı) 11, Ali İhsan (Sabis) Paşa 10, Cemal Bey (12. Süvari Alayı Kumandanı) 10, Demirci Mehmet Efe 10, Ferit (Törümküney) Bey 10, Halife Abdülmecit Efendi 10, Kılıç Ali Bey 10, Şeyh Eşref 10.

Nutuk’ta adları 173 kez tekrarlanan 58 yabancı arasında İtilaf Kuvvetleri Başkumandanı General Charles Harington 14, Rahip Robert Frew 13, General George Milne 13, Franklin Bouillon 11, ABD Başkanı Woodrow Wilson 11 ve Binbaşı Brunot 10 kez ile öne çıkıyor. Adı 23 kez geçen İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı ajan Sait Molla’nın temas noktası olan Rahip Robert Frew, İngilizler’in Türkiye’deki faaliyetleri konusu ele alınırken sık sık sahne alıyor. Franklin Bouillon’u öne çıkaran ise Ankara Antlaşması görüşmelerini Fransa adına yürüten kişi olması ve bu kapsamda Atatürk’le sık sık görüşmesi. ABD Başkanı Wilson ise “Amerikan Mandası” konusu ve Paris Konferansı dolayısıyla gündeme geliyor.

İngiltere Başvekili Lloyd George 4, Fransa Başbakanı Briand 3, Yunan Başvekili Venizelos 3, Lozan’daki İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon 2, Ermeni Patriği Zaven Efendi 2, Rum Metropoliti Yermanos 2, Akdeniz Filosu Genel Kumandanı Sir Amiral Brock 1, İngilizlerle anlaşan Emir Faysal 1 tekrarla listede yer buluyor. Listeye giren Yunan askerleri; General Trikopis 2 ve Miralay Aleksandros Zimbrakakis 1.

İL, İLÇE, KÖY VE BÖLGELER

Nutuk’ta 67 il, 144 ilçe, 96 köy ve mevki, 18 bölge, 12 yer tanımlaması ve Türkiye dışında kalan 19 şehir olmak üzere toplam 356 yerleşim biriminin adı geçiyor. Bunlar toplamda 5.206 kez tekrarlanıyor.

Nutuk’ta adı geçen illerimiz şunlardır:

İstanbul (Dersaadet, Deraliye, Payitaht) 803, Ankara 429, Sıvas 339, Erzurum 215, İzmir 131, Konya 111, Eskişehir 78, Trabzon 77, Amasya 70, Canik (Samsun) 62, Malatya 62, Kütahya 61, Bursa 59, Karahisarı Sahip (Afyonkarahisar) 46, Aydın 38, Diyarbekir (Diyarbakır) 37, Kastamonu 36, Karesi (Balıkesir) 34, Adana 31, Edirne 30, Mamuretülaziz (Elaziz) 26, Düzce 25, Bolu 23, Sakarya 22, Bilecik 21, Maraş 21, Uşak 21, Yozgat 20, Erzincan 16, Zonguldak 15, Çanakkale 14, Saruhan (Manisa) 14, Antalya 13, Urfa 13, Dersim (Tunceli) 12, Kayseri 12, Niğde 12, Tokat 12, Ayıntap (Antep) 11, Bitlis 9, Sinop 9, Bayburt 8, Mersin 8, Van 7, Tekirdağ 6, Çorum 5, Karaman 5, Kars 5, Burdur 4, Muğla 4, Siirt 4, Denizli 3, Gümüşhane 3, Kırkkilise (Kırklareli) 3, Kocaeli 3, Mardin 3, Muş 3, Nevşehir 3, Osmaniye (Cebelibereket) 3, Rize 3,Adıyaman (Hısnımansur) 2, Ardahan 2, Hakkâri 2, Isparta 2, Kırşehir 2, Artvin 1, Giresun 1.

Nutuk’ta 144 ilçemizin ismi 647 kez tekrarlanıyor. Tekrar sayısı çokluğu bakımından öne çıkan ilçelerimiz şunlar:

İzmit 62, Adapazarı 39, Dumlupınar 27, Gediz 26, İnönü 21, İnebolu 20, Bandırma 19, Gebze 17, Harput 17, Geyve 15, Mudanya 14, Çankaya 12, Hendek 11, Nazilli 11, Bozkır 10, Havza 10, Kartal 9, Salihli 9, Akşehir 8,Biga 8, Karacabey 8, Simav 8, Paşaeli 7, Akhisar 6, Altıntaş 6, Siverek 6, Yenihan 6, Ayvalık 5, Beyoğlu 5, Ereğli 5, Gelibolu 5, Menderes 5, Meriç 5, Merzifon 5, Sarıkamış 5, Torul (Ardase) 5, Boğazlıyan 4, Erbaa 4, Haymana 4, Kadıköy 4, Kalecik 4, Sapanca 4, Soma 4.

Nutuk’ta pek çok köy, mevki ve mekânın da adı geçmektedir. Sayısı 96, tekrar sayısı 187 olan bu çeşit yerleşim birimlerinden öne çıkanlar:

Harbiye (Telgrafhanesi) 13, Karaağaç 12, Limanlar 9, Akbaş Cephaneliği 7, Köprüler 7, Kuşçalı (Telgrafhanesi ) 7, Mabeyn 7, Boğaziçi 6, Kocatepe 5, Tavşancıl 5, Metristepe 4, Raka Köyü 4, Hart Köyü (şimdi Aydıntepe İlçesi) 3, İskele 3, Tophane 3, Alayunt Köyü 2, Baltalimanı 2, Bardiz 2, Cümbürdü 2, Çalköy 2, Çatalca 2, Çekil Köyü 2, Çöğürler 2, Efendi Köprüsü , Erenköy 2, Karabiga 2, Kızılırmak 2, Meydan İstasyonu 2, Nif Dağı 2, Numune Çiftliği 2, Selkisaray 2, Tenedos (Bozcaada) 2, Toros Dağları 2.

Nutuk’ta 40 bölgesel tanımlama yapılmakta, bunlar 1.132 kez tekrarlanmaktadır. Söz konusu bölgeler ve tekrar sayıları şöyledir:

Anadolu 215, Vilayet 153, Batı (Cephesi, Vilayetleri) 122, Şehir 115, Doğu (Cephesi, Vilayetleri) 97, Sınır (Hattı) 88, Trakya 77, Rumeli 64, Köy 63, Güney (Cephesi) 26, Kafkas (Cephesi, Orduları) 21, Karadeniz 14, Nahiye 8, Kürdistan 8, Boğazlar 7, Çöl 7, Marmara 6, Kasaba 6, Kuzey (Cephesi) 5, Belde 5, Kaza 5, Anavatan 4, Adalar Denizi (Ege) 3, Kilikya 3,Lazistan 3, Ata yurdu 2, Bahri Sefit (Akdeniz) 2, Adriyatik Denizi 1, Balkanlar 1, Hicaz 1.

Nutuk’ta isimleri 64 kez geçip de şu anda Türkiye sınırları dışında kalan 19 yerleşim birimi ise şunlardır: Selanik 16, Manastır 11, Batum 9, Kutülamare 5, Serez 4, Bağdat 2, Beyrut 2, Cumalı Ordugâhı (Makedonya) 2, Kerbela 2, Triyeste 2, Aden 1, Cerablus (Barak) 1, İskenderiye 1, İştip 1, Keyare 1, Resülayn 1, Sana 1, Şarkat 1, Zaho 1.

ASKERİ KONULAR

Nice imparatorluklar kurup asırlarca yaşattıktan sonra 20’nci yüzyıl başlarında her şeyini kaybetme tehlikesiyle titreyip kendine gelen bir milletin kurtuluş mücadelesini ve sonsuza kadar yaşatmaya söz verdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş hikâyesini anlatan Nutuk’ta doğal olarak askeri konular öne çıkmaktadır. Bu nedenle “Askeri Konular” başlığı altında seçtiğimiz 162 anahtar kelime, aslında Nutuk’taki askeri mevzuları tek başına karşılamaktan acizdir. Bu listeye “Kişiler” listesindeki askerleri, “Haberleşme” listesindeki telgrafçıları, diplomasideki asker karakterleri, “Cemiyetler” listesindeki Kuvayı Milliye ve Müdafaai Hukuk cemiyetlerini de eklemek gerekir. Ancak biz, konularının okuyucu tarafından kolaylıkla takip edilebilmesi için “Askeri Konular” başlığını 162 kelimeyle sınırlı tuttuk. Bu bölümdeki kelimelerin tekrar sayıları toplamı 9.925’tir. Önce çıkan kelimeler şunlardır:

Kumandan 860, Kuvvet 549, Ordu 528, Fırka 174, Cephe 384, Vazife 376, Emir 374, Harp 352, Kolordu 324, Düşman 284, Müdafaa 281, Bağımsızlık 228, Şifre 223, Hat (Çizgi, Kanal) 222, İşgal 221, Taarruz 202, Zevat 202, Askeri 186, Kurtuluş (Kurtarmak) 156, Tebliğ 153, Kıta (Askeri) 148, Subay 142, Erkanıharp (Dairesi) 141, Muharebe 140, Kuvayi Milliye 138, Alay 136, Harekat 135, Sevk 130, Barış 128, Başkumandan 104, Silah (Silahlı) 98, Dikte Etmek 93, Tehlike 93, İsyan 88, Müfreze 83, Müfettiş 81, Kuvayi Seyyare (Kuvvei Seyyare) 80, Tecavüz (Askeri) 74, Çare 70, Süvari 66, Asi 65, Tamim 61, Rapor 60, Binbaşı 59, Firar 57, Jandarma 57, Miralay 55, Çete 52, Nüfuz 47, General 46, Esir 45, Birlik 43, Yaver 42, Kaymakam 41, Azim (40), Gazi 37, Zafer 35, İrtibat 33, İrtibat 33, Müşir 32, Cephane 30, Yüzbaşı 30, Muhakeme 29, Tabur 27, İstiklal 25, Piyade 25, Ölme (Öldürme) 25, Muntazam 24, Yakalamak 23, Cenah 21, Sulh 21, Zabıt (name) 21, Bahriye 19, Eşkıya 18, Sefer (Seferberlik) 18, Tüfek 18, Gemi 17, İstila 16, Ricat 16, Ateşkes 14, Ayaklanma 14, Küçük Aslan çetesi 14, Efrat 14, Meydan Muharebesi 14, Muhafız (Alayı, Taburu) 14, Şehit 14, Harbi Umumi (Birinci Dünya Savaşı) 13, Topçu 13, Yunan taarruzu 13, İnönü Muharebesi 12, İntizam 12, Hazine 11, Katliam 11, Mücahede 11, Top 11, Yeşilordu 11, Kanlı (Teşebbüs, Olay) 10, Tayyare 8, Divanı Harp 7, Nefer 7, Süngü 7, Torpido 7, Zırhlı 7, Bölük 6, Efe 6, Mezalim 6, Mitralyöz 6, Mirliva 6, Muharip 6, Sakarya Meydan Muharebesi (Zaferi) 6.”

Bir zafer, hele de ulusal bir zafer, elbette ki liyakatli bir Başkumandan ve O’nun emrindeki liyakatli kumandanların sevk ve idaresindeki vatansever kuvvetler tarafından kazanılır. “Askeri Konular” bölümündeki kelimelerin tekrar sayıları bu gerçeğin ifadesidir. İnönü Muharebesi 12, Sakarya Meydan Muharebesi 6, Başkumandan Muharebesi 4 savaşlarının sayıca az olması, önceki bütün hazırlıkların bu zaferler için yapılmasındandır.

CEMİYETLER

Milli Mücadele döneminin en önemli aktörlerinden biri de yerel Kuvayı Milliye güçlerini sevk ve idare eden cemiyetlerdir. Kuvayı Milliye’nin “çete kimliğini legalleştiren” milli cemiyetlere karşın İngiliz Muhipleri, Mavri Mira, Etniki Eterya, Kürt Teali gibi Milli Mücadele karşıtı cemiyetler de vardır. Nutuk’ta 502 kez tekrarlanan cemiyetlerle ilgili isim ve kelimeler şöyle sıralanabilir:

Cemiyet 241, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 100, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 51, Karakol Cemiyeti 17, İttihat ve Terakki Cemiyeti 14, Askeri Nigehban Cemiyeti 10, Vilayatı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti 10, Mukayese 9, İngiliz Muhipleri Cemiyeti 8, Trakya-Paşaeli Cemiyeti 6, Donanma (Cemiyeti) 5, Reddi İlhak Cemiyeti 5, Mavri Mira Cemiyeti 4, Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 4, Kartal Müdafaai Hukuk Cemiyeti 3, Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti 3, Teali-i İslam Cemiyeti 2, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti 2, Matbuat Cemiyeti 2, Türk Ocağı 2, Erzincan Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Merkeziyesi 1, Etniki Eterya Cemiyeti 1, Kürt Teali Cemiyeti 1, Muhafazai Hukuk Cemiyeti 1.

Bu bölümü sonlandırırken, Nutuk’ta adı geçenlerden sadece Türk Ocakları’nın günümüze ulaşabildiğini de not etmiş olalım.

MECLİS, KONGRE, SİYASET

23 Nisan 2020’de yüzüncü yılını kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı, bağımsızlık yolunda atılan en büyük adımdır. Varlık-yokluk mücadelemiz olan İstiklal Savaşımızı, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yöneterek “Gazilik” unvanını kazanan TBMM’nin bu özelliği, tarihte ender rastlanan bir durumdur. “Meclis, Kongre ve Siyaset” başlığı altında topladığımız 78 kelime, Nutuk’ta 5.337 kez tekrarlanmıştır. Kelimelerin tekrar sayıları çoktan aza doğru sıralandığında ortaya çıkan tablo; kanuna, istişareye, ortak karar almaya büyük önem veren bir millet olduğumuzu da göstermektedir.

Meclis 1.057, Vekil 495, Mebus (Milletvekili) 416, Reis 391, Teklif 333, Kongre 296, Müzakere 230, Fırka (Parti) 229, Temas Etme 178, Seçim 125, Üye 122, Gizli 118, Görüşme 99, Türkiye Büyük Millet Meclisi 92, Manda 86, Münakaşa 85, Muhalif 84, Kamuoyu 83, Siyaset 83, Komisyon 64, Sıvas Kongresi 61, Propaganda 48, Önerge 43, Erzurum Kongresi 39, Celse 39, Muhalefet 34, Gensoru 29, Anlaşmazlık 27, Tezkere 25, Oy (Oylama) 24, Muhtıra 23, Cumhuriyet Halk Fırkası 20, Divan 20, Dokunulmazlık 18, Müzaheret (Manda) 17, Hizip 16, Yemin 12, Mevcut (Kişi Sayısı) 12, Komplo 12, Seçmenler 11, Oybirliği 11, Mütehassıslar Meclisi 10, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 10, Fesih 10, Ayan (Meclisi) 9, Anket 6, Felahı Vatan Grubu 6, Hürriyet ve İtilaf Fırkası 6, Parti 6, Vilayatı Şarkiye Kongresi 5, TBMM İkinci Grup 5, Zeynelabidin Partisi 4, Entrika 4, Güvenoyu 4, Halkçılık 4, İntihab (Seçim) 4, Milli Kongre 4, Evkaf Vekaleti 3, İstihzarat-ı Sulhiye Komisyonu 3, Parlamento 3, Sulh ve Selamet Fırkası 3, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti 3, Teklif Encümeni 3, Skandal 2, Halk İştirakiyyun Fırkası 1, Halkoyu 1, İstiklal Grubu 1, Kuvvetler Birliği 1, Meclisi Aliyi Sıhhi 1, Milli Ahrar Fırkası 1, Milli Türk Fırkası 1, Şer’iye Encümeni 1, Şurayı Saltanat 1, Tahkik Komisyonu 1, Tasarı Encümeni 1, Tekalif-i Milliye Komisyonu 1, Tesanüt Grubu 1, Vilayatı Şarkiye Heyeti Temsiliyesi 1.

DİPLOMASİ

Milli Mücadele’nin tam bağımsızlıkla sonuçlanabilmesinin ilk şartı, Ankara Hükümeti’nin İtilaf Devletleri tarafından tanınmasıydı. Bu nedenle Erzurum ve Sivas kongreleri döneminden itibaren diplomasiye büyük önem veren Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu konuya önemli bir yer ayırmıştır. Toplam 3.033 kez tekrarlanan 55 anahtar kelimeyi incelediğimiz diplomasi konusuyla ilgili kavram ve olaylar şunlardır:

Heyet 962, Müzakere 230, Madde (Anlaşma, Karar) 201, Delege 195, Harici (Hariciye) 179, Antlaşma 152, Yabancı 146, Barış 128, Konferans 126, Temsilci 85, Mütareke 77, Lozan (Konferansı) 64, Teslim 56, Tahliye 49, Nota 49, Sevr Antlaşması 45, İltihak 39, Esaret 39, Londra (Konferansı) 33, Pontus 21, Sulh 21, Ültimatom 11, Casus 9, Diplomat 9, İtilaf Devletleri Hariciye Nazırları Konferansı 8, İlhak 8, Mübadele 8, Sefir 8, Ankara Antlaşması 7, Sefaret 6, Göç, (Göçmen) 6, Mudanya Konferansı 6, İltica 5, Milletlerarası 5, Tazminat 5, Mülteciler 4, Özerklik 4, Strateji 4, Moskova Antlaşması 3, Sömürge 3, Gümrü Antlaşması 3, Konsolos 2, Mudanya Mukavelenamesi 2, Muhacir 2, Müttefikler Yüksek Meclisi 2, Büyükelçi 2, Tampon Devlet 1, Trabzon Antlaşması 1, Türkiye-Gürcistan Antlaşması 1, Uhudu Atika (Eski Antlaşmalar) 1, Accord Tripartite (Üçlü Anlaşma) 1, Brest-Litovsk Antlaşması 1, Dörtler Meclisi 1, Emperyalist 1, Kars Antlaşması 1.

ÜLKE-DEVLET-MİLLET-ŞEHİR

Nutuk’ta yabancı ülke, devlet, millet ve şehir isimleriyle ilgili 82 kelime geçmekte, bunlar 1.595 kez tekrarlanmaktadır. Listenin tepesinde Yunanlıları Türkiye’ye karşı kışkırtan İngiltere vardır. Hemen ardından Türk-Yunan savaşının baş aktörü Yunanistan, İtilaf Devletleri, ABD, Fransa ve Paris Konferansı’nda mandater bir devlet kurması öngörülen Ermeniler vardır.

İngiltere (İngiliz) 238, Yunanistan (Yunan Ordusu) 236, İtilaf Devletleri 185, ABD 131, Fransa 128, Ermeni 109, Dünya 61, Cihan 54, Avrupa 50, Rum 39, İtalya 38, Müttefik 36, Suriye 25, Rusya 17, Cemiyeti Akvam (Milletler Cemiyeti) 17, Irak 16, Arap (Arabistan) 14, Kral (Krallık) 12, Malta 12, Moskova 12, Almanya (Alman) 11, Yemen 9, Mısır 8, Musul 8, Makedonya 7, Bulgaristan (Bulgar) 7, Gürcistan (Gürcü) 7, İmparator 6, Hindistan (Hint) 5, Japonya 5, Roma (Doğu, Batı) 5, Afrika 5, Afganistan 4, Asya 4, Atina 4, İran 3, Endülüs 3, Filistin 3, Arnavut 3, Bizans 3, Üsküp 3, Venedik 2 İsveç 2, Yakındoğu 2, Belçika 2, Berlin 2, Çin 2, Abbasiler 1, Asir 1,  Avusturya 1, Azerbaycan 1, Belgrad 1, Bordeaux 1, Budapeşte 1, Bükreş 1, Cezayir 1, Dominyon 1, Emeviler 1, Fas 1, Fatımiler 1, Filipin 1, Haiti 1, Hırvat 1, İspanya 1, İsviçre 1, Kahire 1, Kayser 1, Latin 1, Macaristan 1, Mağrip 1, Romanya 1, Selçuk Devleti 1, Sırp 1, Sloven 1, Sohum 1, Sudan 1, Şili 1, Trablus 1, Tunus 1, Ukrayna 1, Viyana 1.

ADALET-ANAYASA-KANUN

Milli Mücadele’nin daha başlangıcından itibaren her adımını kanuni bir çerçevede atmaya özen gösteren Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta bu konuyla ilgili 38 kelime kullanmış ve bunları 1.254 kez tekrar etmiştir.

Kanun 487, Hukuk 123, Hak (Haklar) 114, Meşru (Meşruiyet) 113, Teşkilatı Esasiye Kanunu 61, Tutuklama (Tutuklu) 79, Vicdan 60, Adalet (Adliye) 50, Katil (Katletme, Katliam) 29, Mahkeme 23, Kanunu Esasi (Anayasa) 17, Gayri Meşru 15, Cinayet 14, Mahkûm 14, İdam 13, İstiklal Mahkemeleri 12, Af 11, Gayr-i kanuni 10, Takriri Sükûn Kanunu 8, Zalim 8, Zulüm 8, Gasp 7, Hakem 7, Hapishane (Mahpushane) 7, Hakkaniyet 5, Hıyaneti Vataniye Kanunu 5, Kadı 5, Karakol 5, Anayasa 2, Ceza Kanunu 2, Sürgün 2, Yargı 2, Koridor Kanunları 1, Mecelle 1, Men’i Şekavet Kanunu (Eşkıyalığı Önleme Kanunu) 1, Milli Teşkilat Nizamnamesi 1, Temyiz Mahkemesi 1, Yüzellilikler (Vatana İhanet Kanun Maddesi) 1.

VATAN, MİLLET, DEVLET, BAĞIMSIZLIK

Bu bölümdeki 133 anahtar kelime 14.338 kez tekrarlanmaktadır. Toplamları 2.610’u bulan Millet, Milli ve Türk kavramları, bölümün açık ara lideridir. Ardından toplamları 1.917’ye ulaşan Devlet, Hükümet, Kabine, Heyeti Vekile kavramları gelmektedir. 1.046 kez tekrarlanan Vatan, Memleket, Türkiye, Toprak ve Vatanperver kavramları üçüncü sıraya yerleşmektedir.

Millet 1.160, Milli 967, Hükümet 922, Tarih (Tarihli) 571, Devlet 541, Mesele (Sorun) 512, Türk 483, Dâhili 442, Memleket 429, Vali 410, Vazife 388, Teşkilat 356, Vesika (Belge) 297, İdare (Yönetim) 296, Vatan 288, Kabine 282, Türkiye 269, Cumhuriyet 253, İmza (Belge) 208, İcra 221, Nazır 199, Muvaffak 182, İstifa (Name) 179, Bağımsızlık 177, Heyet-i Vekile (Bakanlar Kurulu) 172, Padişah 168, Suret (Kopya) 168, Muhafaza 161, Halk 153, Tebliğ 153, Erkanı Harbiye 141, Osmanlı 136, Mevki 135, Vekalet (Bakanlık) 117, Saltanat 104, Hakimiyet 104, Hizmet 100, Sadrazam 98, Resmi 96, Tehlike 94, Ciddi 93, Tasavvur 92, İhanet (Hain, Hıyanet) 88, Mutasarrıf 83, Tebligat 83, Sürat 81, Merkezi Hükümet 71, Vakit 70, Müdür 61, Nizamname 58, Tavsiye 58, Jandarma 57, Müdafaai Milliye 55, Tertibat 53, Program 51, Hâkim (Etkili, Egemen) 49 Kurtuluş 49, Milli Emel 47, Rical 46, Hürriyet 44, İhtar 44, İktidar 43, Prensip 42, İnkılap 40, Mücadele 40, Mülki (Mülkiye) 39, Vatanperver 39, İcra Vekilleri Heyeti 37, Mülki 37, Milli İrade 35, Meşrutiyet 30, Saray 30, Şura 29, Proje 27, Sultan 26, Tahkik 26, Hükümdar (Hükümranlık) 24, Islah (Islahat) 23, Protesto 23, Toprak (Vatan) 21, Asil (Soylu) 20, İhtilal 19, Hanedan 18, Misakı Milli 18, Taht 18, Umde (İlke) 18, Plan 17, Milliyet 16, Yeni Türkiye 16, İdari 15, Babıali 14, Sadaret 13, Suikast 13, Demokrasi (Demokrat) 12, Milli Maksat 11, Payitaht 11, Protokol 11, Kağıt (Resmi) 10, Milli Hareket 10,  Nafıa 10, Zabıtname 10, Bayrak 9, Müşavir 9, Sancak 9, Asaleten (Asil) 8, İstihbarat 6, İttifak 6, Kavim 6, Tehcir 6, Yüksek Askeri Şura 6, Irk 5, Milliyetperver 5, Mutlakıyet 5, Şapka İnkılabı 5, Şehzade 5, Yurt 5, Diktatörlük 3, Kararname 3, Muhbir 3, Öncü 3, Dokuz Umde 2, Hünkar 2, Örfi 2, Rejim 2, Saltanat Şurası 2, Şurayı Devlet (Danıştay) 2, Türkistan 2, Ülke 2, Yıldız Sarayı 1, Despot 1, Osmanoğulları 1, Sancak-ı Şerif 1, 31 Mart Vakası 1.

İKTİSAT-MALİYE

“Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılan zaferler kalıcı olmaz, az zamanda kaybedilir” diyen Atatürk’ün mali konulara temas etmemesi düşünülemezdi. Lozan’da çözüme kavuşturulan imtiyazlar ve kapitülasyonlar başta olmak üzere Nutuk’ta 294 kez tekrarlanan 31 kelime şunlardır:

Para 84, Maliye (Vekili) 28, İktisat (İktisadi) 27, İmtiyaz 18, Bütçe 12, Kapitülasyon 12, Mali 10, Vergi 10, Borç 9, Tahsil 8, Düyunu Umumiye 7, Sermaye 7, Ticaret 7, Maaş 6, Sınai 6, Şirket 6, Defterdar 5, Faizler 5, Kupon 5, Banka 3, Esnaf 3, Gümrük 3, Tüccar 3, Muharrem Kararnamesi 2, Tahsildar 2, Amele ordusu 1, Aşar (Vergi) 1, Benzin 1, Osmanlı Bankası 1, Ziraat Bankası 1, Ziraat Numune Çiftliği 1.

EĞİTİM-FİKİR-İDEOLOJİ

Cumhuriyetimizi kuran kadronun çoğunluğu asker olsa da sadece savaşçı değillerdi. Osmanlı ülkesinde ve dünyada olup bitenleri takip eden, okuyan, düşünen, milli bir mefkûresi olan, cehalete savaş açan, bilgiyi, teknolojiyi, eğitimi önceleyen lider kişiliklerdi. Nutukta fikir ve düşünce kelimelerinin 837 kez geçmesi; okumak, anlamak, incelemek, bilmek, aydınlanmak, medeniyet, çağdaşlık, bilgi, ilim, âlim kelimelerinin 609 toplamına ulaşması; emel, gaye, mefkûre ve dava kelimelerinin 235 kez tekrarlanması bu gerçeği işaret eder.

Fikir 539, Düşünmek (Düşünce) 250, Malumat 243, Okumak 152, Anlamak, Anlayış 137, Beyanname 130, Emel (Milli Hedef) 109, Gaye 91, İncelemek 83, Aydın (Aydınlanma) 80, Bilmek 60, Hedef 55, Yazar 49, Fikir Alışverişi 48, Medeni (Medeniyet) 48, Yazmak 46, Açıklama 41, Kitap (Kitapçık) 36, Lisan 28, Dava (Milli Ülkü) 27, Akıl (Akılsız) 24, Mütehassıs 24, Araştırmak 18, Mektep 18, Bilgi 17, Cahil 16, Fen 15, Kavramak 15, Maarif 15, İlim (İlmi) 14, Öğretim 14, Asri (Çağdaş) 13, Eğitim 9, Cehalet 8, Mefkure 8, Ulema 8, Bolşevik 7, Türkçe 6, Alim 5, Talebe 4, Kültür 3, Medreseler 3, Muallim 3, Arapça 2, İdeal 2, Panislamizm 2, Sanat (Sanatkar) 2, Sosyalist 2, Yenileşme 2, Akademi 1, Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Umdesi 1, Kolej 1, Maltepe Endaht Mektebi (Maltepe Atış Mektebi) 1, Mektebi Harbiye 1, Nasyonalist 1, Ortaçağ zihniyeti 1, Panturanizm 1, Sis (Tevfik Fikret’in şiiri) 1, Sokaktaki Adam (Kitap) 1, Yeni Dünya 1, Yozlaşma 1.

BASIN-YAYIM-HABERLEŞME

Hiçbir savaş yeterli haberleşme olmadan kazanılamaz; hiçbir ulusal teşkilat, haberleşme ağı olmadan gelişemez. Milli Mücadele’nin kazanılmasında telgrafçıların rolünü“Efendiler, sırası gelmişken arz edeyim; bütün telgrafçılarımızın milli teşebbüs ve harekâtımıza yaptıkları fedakârane hizmetlerinin milli tarihimizde mühim mevkii vardır. Kendilerine bugün alenen teşekkür etmeyi bir vazife sayarım.” (S. 161) cümlesiyle teslim eden Atatürk, Nutuk’ta pek çok gazete ve ajansın adını anmaktadır.

Nutuk’ta 20 gazete ve 1 derginin adı geçmekte; Le Pays ve Le Temps Fransa’da, Oriente Moderno ise İtalya’da yayımlanmaktadır. Türk gazeteleri ise şunlardır: Tasviri Efkâr, Tevhidi Efkâr, Vatan, Tanin, Akşam, Albayrak, Ferda, Hadisat, İkdam, İrade-i Milliye, Son Telgraf, Tercüman-ı Hakikat, Toksöz, Türk Dünyası, Türkçe İstanbul, Vakit, Yeni Dünya. Ajans kelimesi 15 kez geçmesine rağmen, sadece Reuters’in adı verilmektedir.

Nutuk’ta adı geçen 10 gazeteciden biri Amerikalı Louis Edgar Browne’dur. Diğerleri Yunus Nadi Bey (Gazeteci, Mebus), Ali Kemal Bey (Dâhiliye Nazırı, Gazeteci), Arif Oruç Bey (Yeni Dünya), Hayri Bey (Yeni Dünya), Lütfi Fikri Bey (Tanin), Necati Bey, (Albayrak), Rauf Ahmet Bey (İstiklal), Refi’ Cevat Bey (Alemdar) ve Tasviri Efkâr’dan Velit Ebuzziya Bey’dir.

Bölümdeki kelimeler ve tekrar sayıları şöyledir:

Telgraf 783, Haberleşme 376, Beyanat 153, Gazete 84, Mektup 83, Matbuat 48, Neşriyat 26, Telefon 19, Gazeteci 16, Ajans 15, Matbaa 14, Posta 14, Tanin (Gazete) 14, Vatan (Gazete) 9, Jurnal 8, Mülakat 8, Telsiz 8, Tasviri Efkâr (Gazete) 6, Tevhidi Efkâr (Gazete) 5, İstanbul Posta ve Telgraf Müdüriyeti 3, Sansür 3, Ferda (Gazete) 2, İradei Milliye (Gazete) 2, Muhabir 2, Yeni Dünya (Gazete) 2, Akşam (Gazete) 1, Albayrak (Gazete) 1, İkdam (Gazete) 1, İzmir Telgraf ve Posta Müdüriyeti 1, Le Pays (Gazete) 1, Le Temps (Gazete) 1, Matbaa-i Osmaniye 1, Mirsad-ı İbret (Gazete Köşesi) 1, Son Telgraf 1, Tercümanı Hakikat (Gazete) 1, Toksöz (Gazete) 1, Türk Dünyası (Gazete) 1, Türkçe İstanbul (Gazete) 1, Türkiye-Havas-Reuter Ajansı 1.

TOPLUMSAL KONULAR

Nutuk’ta toplumsal olaylar, insan ilişkileri ve toplum kesimleriyle ilgili 85 kelime geçmekte, bunlar 5.188 kez tekrarlanmaktadır.

Efendi (Efendiler) 1.043, Bey 489, Rica 295, Çalışmak 281, Suret (Tarz, Yol) 281, Tedbir 221, Memur 198, Şart 190, Mevcut (Bulunan) 155, Ahali 136, Nazarı Dikkat 114, Mevcudiyet (Varlık, Varoluş) 105, Menfaat 101, Ehemmiyet (Önem) 97, Emniyet 92, Ahval 73, Aldatmak (Aldanmak) 72, Hürmet 66, Mahalli 66, İtimat 63, Selamet 60, Serbestlik 55, İtaat 50, Kürt 48, Güven (Güvenilir) 47, Sükûnet 44, Aciz (Acizane) 40, Açıklık 37,  Şeref 37, Asayiş 35, Şikayet 35, Seyahat 34, Buhran 32, Asıl (Gerçek) 30, Namus 29, Aşiret 26, Meslek 24, Tahammül 24, İkaz (Uyarı) 22, Gaflet 21, Azınlık 20, Toplum 20, Çerkez 17, Dayanışma 17, Gafil 17, Tahlil 17, Belediye 15, Genç 15, Miting 15, Ahlak 14, İstibdat 14, Polis 14, Fesat 11, Gayrimüslim 10, İskan 10, Vatandaş 9, Emekli 8, Eşitlik 8, İnfaz (Uygulama) 8, Kadın 8, Miras 8, Eşraf 7, Facia 6, Mutki (Aşireti, Dağları) 5, Zabıta 5, Ananevi 4, Anarşi 4, İmar 4, Köle (Kölelik) 4, Abaza 3, Gayri milli 3, Bayram 2, Konyar Aşireti 2, Muhafazakar 2, Afşar 1, Aleviler 1, Asuri 1, Çapanoğulları 1, Fes 1, Geven aşireti 1, Keldani 1, Kıpti 1, Nesturi 1, Yezitler 1, Zaza 1.

DİNİ KONULAR

Nutuk’ta dini konularla ilgili 67 kelime 911 kez tekrar edilmektedir. Din konusunu dikkatle ele alan Atatürk, din ve devlet işlerinin ayrılması noktasına vurgu yapmakta, insanların yüksek din duygularının hilafet makamı üzerinden istismar edilmesine karşı çıkmaktadır. Özellikle Antalya Mebusu Rasih Efendi’nin İslam âleminin kendisini halife yapma talebine verdiği cevap tarihi önemi haizdir.

Halife (Hilafethülalaliye, Hilafetpenah, Zillullah) 169, Hilafet 155, İslam 123, Din 52, Allah (Mevla, Huda, Rab, Hakk) 52, Şeyh 38, Mukaddes 35, Hıristiyan 33, Molla 26, Cuma (Namazı, Selamlığı, Alayları) 24, Şer’i 20, Müslüman 16, Namaz 15, İman 14, Cihat (Mücahede) 13, Fetva 12, İrtica (İrticai) 11, Taassup (Mutaassıp) 10, Dua 9, İnançlar 9, Mürteci 9, Peygamber 8, Hz. Muhammed (Resulü Ekrem, Hazreti Fahri Kâinat) 8, Mezhep 8, Patrik (Patrikhane) 8, Rahip 8, Mürit 5, Şapka Devrimi 5, Cami 4, Hurafe 4, Müftü 4, Şeriat 4, Tekkeler 4, Türbe (Türbedar) 3, Hadimülharemeynişşerifeyn 3, Nakşibendi 3, Buhari-i Şerif 2, Çelebi 2, Çorbacı 2, Hatim 2, Kâbe (Kıblegah) 2, Kilise 2, Misyoner 2, Mümin 2, Papaz 2, Ruhani 2, Seyyid 2, Şeyhülislam 2, Tarikat 2, Azrail 1, Budizm 1, Cebrail 1, Dede (Alevi) 1, Diyanet İşleri 1, Ezan 1, Kur’an-ı Kerim 1, Laik Hükümet 1, Lihyei saadet (Hz. Muhammed’in sakalı) 1, Mürşit 1, Papa 1, Put 1,  Sarık, 1,  Softa 1, Şiilik 1,  Zaviyeler 1.

BAĞLAÇ-EDAT-ZAMİRLER

Belgeler hariç 738 sayfadan ve 190.304 kelimeden oluşan Nutuk kitabında elbette ki pek çok bağlaç, edat ve zamire yer verilmiştir. Kitapta geçen bu tarz 121 kelimenin tekrar sayısı 29.280’dir. Bu rakam, toplam metnin % 15,78’ine karşılık gelmektedir ki, ciddi bir orandır. Nutuk’un zihin haritası üzerinde pek de tesiri olmayan bu kelimelerden sadece en çok tekrarlanan ilk 10 tanesini vermekle yetiniyoruz: Ve 8.514, Bu 2.805, De 897, İçin 864, Sonra 827, İle 816, Da 719, Kendi 697, Kadar 684, Ben 626.

SONUÇ

Şimdi bazı kelime ve rakamları “tekrar” hatırlayalım.

Önce kelimeler:

Millet 1.160, Meclis 1.057, Milli 967, Heyet 962, Hükümet 922, Kumandan 860, Telgraf 783, Kuvvet 549, Devlet 541, Ordu 528, Vekil 495, Türk 483, Memleket 429, Mebus 416, Reis 391, Vazife 388, Cephe 384, Haberleşme 377, Vazife 376, Emir 374, Harp 352, Teklif 333, Kolordu 324, Kongre 296, Vatan 288, Düşman 284, Kabine 282, Müdafaa 281, Türkiye 269, Cumhuriyet 253, Bağımsızlık 228.

Sonra kişiler:

Hüseyin Rauf (Orbay) Bey 357, İsmet (İnönü) Paşa 230, Mustafa Kemal Paşa 213, Çerkez Ethem 141, Mersinli Cemal Paşa 136, Nurettin Sakallı Paşa 121, Kazım Karabekir Paşa 106, Refet Bele Paşa 104, Celalettin Arif Bey 78, VI. Mehmet Vahdettin 78, Tevfik Paşa 73, Damat Ferit Paşa 68, Salih Kezrak Paşa 63, Ali Fuat Cebesoy Paşa 58, Yahya Kaptan 54.

Şimdi de şehirler:

İstanbul 803, Ankara 429, Sıvas 339, Erzurum 215, İzmir 131, Konya 111, Eskişehir 78, Trabzon 77, Amasya 70, Canik (Samsun) 62, Malatya 62, Kütahya 61, Bursa 59, Karahisarı Sahip (Afyonkarahisar) 46, Aydın 38.

En son ülkeler:

İngiltere (İngiliz, Britanya) 238, Yunan (Yunanlı, Yunanistan, Ordusu) 236, İtilaf Devletleri 185, Amerika (ABD) 131, Fransa 128, Ermeni 109, Dünya 61, Cihan 54, Avrupa 50, Rum 39, İtalya 38, Müttefik 36, Suriye 25, Rus (Rusya) 17, Cemiyeti Akvam (Milletler Cemiyeti) 17.

Nutuk’u hiç okumamış birinden, bu kelimelerden yola çıkarak bir kurgu yapmasını isteyelim. İnandığı lider etrafında kenetlenen hürriyet aşığı bir milletin, vatanın bağımsızlığı için büyük bir savaş verdiğini anlatacaktır. Ardından İngiltere, Yunanistan ve İtilaf Devletlerine karşı verilen bu mücadelenin nabzının İstanbul, Ankara, Sivas, Erzurum ve İzmir illerinde attığını söyleyecektir. Kongreler ve Milli Meclis toplayan bu milletin, verdiği yoğun diplomatik mücadele sonrasında bağımsız bir cumhuriyet kurduğunu ilave edecektir.

Rakamlar her şeyi açıklıyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sözü, niyeti ve hedefi, sıkça kullandığı kelimelerden bellidir. Milli siyaset takip ederek milli bir devlet kurmak, onu tam bağımsız olarak sonsuza değin yaşatmak için gerekli altyapıyı oluşturmaktır. Nutuk budur, bundan ibarettir.

Altı gün ve otuz altı buçuk saat boyunca “millet-Türk”, “meclis”, “devlet-hükümet”, “vatan-memleket”, “ordu”, “vazife”, “bağımsızlık” diyen bir Atatürk portresi var Nutuk’ta.

Nutuk’un rakamsal şifresi, Cumhuriyetimizin fabrika ayarlarını tarif etmekte, Atatürk’ün gelecek nesillerin beynine ve ruhuna nakşetmek istediği zihin haritasını formülleştirmektedir.

Nutuk’un sübjektif yorumlarını yapmaya yeltenip “Atatürk aslında şunu demek istemişti” diyerek olmadık tevillere başvurmanın anlamı yoktur. Her şey ortada ve nettir.

Hiçbir kimsenin kendi tasarladığı elbiseyi Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e giydirmeye hak ve salahiyeti yoktur.

Kulak verin; rakamlar gerçeği ayan beyan ifşa ediyor: Kral çıplak!

KAYNAK: Gazi Mustafa Kemal; Nutuk, Kaynak Yayınları, Birinci Basım, İstanbul 2015.

KUTBÜL’AKTAP ATATÜRK!

Selanik’teki görevi sırasında Kolağası rütbesindeki Atatürk’ün, mesai arkadaşı olan ve o dönem Binbaşı rütbesinde bulunan Abdülkerim Paşa ile 27-28 Eylül 1919 gecesi saat 23.00-07.30 arasında telgraf makinesi başında tam sekiz buçuk saat devam eden ve Damat Ferit Paşa Kabinesi’nin istifasıyla sonuçlanan enteresan bir görüşmesi vardır. “Esericedit” denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfa tutan bu görüşme sırasında, Abdülkerim Paşa’nın, kendisine “kutbül’aktap (kutupların kutbu)” dediğini hatırlatan Atatürk’ün bu görüşmeyi aktarırken kullandığı üslup hayli sevimli ve dikkat çekicidir.

Bu tarihi görüşmeden bazı bölümler şöyledir:

“Sıvas – Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa’ya söyleyiniz, buyursunlar.

İstanbul – Zatı samileri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum.

Ben – Evet, muhterem Kerim Paşa Hazretleri…

Kerim Paşa – “Paşa’ya söyleyiniz anlar; Hazreti Evvel karşınızdadır. Afiyeti alileri iyidir inşallah kardeşim. (…) mühim şeyler konuşarak, vatan yolundaki maksatları birleştirelim, değil mi, pek fatin ve tedbirli kardeşim? Ne buyurursunuz, ruhum?

Cevabımda ben de böyle başladım: “Kerim Paşa Hazretleri’ne; ‘kutbül’aktap’ deyiniz anlar! (…) Pek muhterem ve nezih kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri’ne; EIhamdülillah afiyetim berkemaldir. Büyük ve asil milletimizin, meşru haklarını idrak etmiş ve onu muhafaza ve müdafaaya bütün mevcudiyetiyle girişmiş olduğunu görmekle pek mesudum. (…) Maksadımız, bu sarsılmaz hakikati Padişah’ın bilgisine sunmaktır. Siz, ancak bu asilane vazifeyi yapmakla, bugün vatan ve milletin zatı samilerinden beklediği dini ve milli vazifeyi yerine getirmiş olursunuz.”

(…) Kerim Paşa, “Sözü uzatmamak tabii asli maksattır” diye başlayarak sözü lüzumundan fazla uzattı. Bu uzun sözler şu cümle ile son buldu. “Vatan için burada yaptığım şu teşebbüs elbette Allah’ın ve milletin nezdinde, bütün asaletiyle pirayedar kalır ve işin hakiki sahibi olan kadir Allah, millet ve vatanın kurtuluşunu temin edecek esasları sebep olanlara böylece bağlayarak tamamlar.

(…) Kerim Paşa, görüşlerine şu suretle son verdi: “Cenabı Mevla, nice yüce sebepler yaratarak ve telkin ederek, halli müşkül olan bu meseleyi tamamen hal buyuracaktır. Elbette ki, Huda’nın emri güzeldir ve yakındır. Yedullahi fevka eydihim (Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Fetih Suresi). Geleceğimiz, Mevla’nın lütfu ile milli haklarımız yüceliğinde çok mübarek ve hayırlı olacaktır. İşte ruhu Kerim budur. Ruhu muazzezim.”

(…) Merhum Kerim Paşa’nın pek hoşlandığını bildiğim bir tabirle, “büyük hazret!” tabiriyle söze başladım:

Pek güzel ve yakın olan Allah’ın emrinin tecellisiyle bedbaht ve mazlum asil milletimizin kurtuluş ve selamete mazhar olmasını, Allah’ın rahmet deryasından niyaz eyler ve ufukları daima ‘bir dudi muannitle’ sarılı olan İstanbul’daki bazı zevatın hakikati görmekteki hasis direnme hislerinin son bulmasını bekleriz. Milletin asil ruhu da, işte böyle mütehassistir…

Azizim, yedullahi fevka eydihim. Fakat bununla beraber, müşkülleri ve meseleleri halle girişenlerin kararlaştırılmış bir hedefi olmak gerektir. Millet, Allah’ın emrini yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi, milli haklarımız çok mübarek ve hayırlı olacaktır. Lütufkâr dualarının eksik edilmemesini rica ederim. Çalışmak bizden, yardım baki Allah’tandır. Mustafa Kemal. (S. 148-156) ”

ATATÜRK’E HALİFELİK TEKLİFİ

“Büyük Millet Meclisi, hilafeti lağv ettiği zaman, Antalya Mebusu, ulemadan Rasih Efendi, Hilali Ahmer namına Hindistan’da bulunan bir heyetin riyasetinde idi. Rasih Efendi, Mısır’a uğrayarak Ankara’ya döndü. Benden görüşme talep ederek şu beyanatta bulundu: Seyahat ettiği memleketlerde, İslam ehli benim halife olmamı istiyormuş… Salahiyet sahibi İslam heyetleri, Rasih Efendi’yi bana bu hususu tebliğ etmek için vekil etmiş…

Rasih Efendi’ye verdiğim cevapta, İslamIarın bana olan teveccüh ve muhabbetlerine teşekkür ettikten sonra dedim ki: “Zatıâliniz din ulemasındansınız! Halifenin devlet reisi demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan tebaanın bana ilettiğiniz arzu ve tekliflerini ben nasıl kabul edebilirim? Kabul ettim desem, buna, o tebaanın başındakiler razı olur mu?! Halifenin emir ve yasağı yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler, emirlerimi yerine getirmeye muktedir midirler? Dolayısıyla mevzuu, manası olmayan vehmedilmiş bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı? (S. 636)”

NUTUK’UN SEVGİ SÖZCÜKLERİ

Efendiler 738, Bey 489, Efendi 305, Beyefendi 63 kelimelerinin sıkça tekrar edildiği Nutuk’ta yazışmalar sonunda kullanılan candan sevgi sözcükleri, ciddi meseleleri halletme mücadelesi veren insanların onca sıkıntı arasında aldıkları tertemiz bir nefes gibidir.

İşte onlardan birkaç örnek:

“Salahattin Beyefendi’ye: Cenabı Hak hepimizi zafere ulaştıracaktır. Gözlerinizden öperim. Mustafa Kemal” (S. 63)

“İsmet Paşa Hazretleri’ne: Gözlerinizden öperim, Efendim. Gazi Mustafa Kemal (S. 590)”

“İsmet Paşa Hazretleri’ne: Hasretle gözlerinden öperim kardeşim. Gazi Mustafa Kemal” (S. 589)

“İsmet Paşa Hazretleri’ne: Gözlerinizden öperim. Mustafa Kemal (S. 593)”

“İsmet Paşa Hazretleri’ne: Gözlerinizden öperim. Gazi Mustafa Kemal (S. 594)”

“Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne: Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. (…) Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz Şefim. İsmet” (S. 596)

“15. Kolordu Kumandanı Kazım Paşa Hazretleri’ne: … büyük bir hürmet ve samimiyetle gözlerinizden öperim, kardeşim. Mustafa Kemal”(S. 136)

“Zatı samileri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum. Ulu Allah’a müşkülatı havale eyler, kıymetli gözlerinizden öperim. (Hazreti Evvel) Abdülkerim Paşa” (S. 154)

“Rıza Nur Beyefendi’ye: Lütfen beni malumattar etmenizi rica ile gözlerinizden öperim. Celalettin Arif” (S. 369)

“Mustafa Kemal Paşa’ya: … işbu ricalarımın iyi karşılanacağından eminim, ellerinizden öperim. Kazım Karabekir” (S. 135)

“Ahmet İzzet Paşa Hazretleri’ne: Hürmet ve tazim ile ellerinizden öperim, Efendim. Mustafa Kemal” (S. 189)

NOT: Bu yazı, Türk Parlamenterler Birliği’nin yayın organı Parlamento Dergisi’nin Mayıs 2020 nüshasında yayınlanmıştır.

]]>
HAKİMİYET MASALINA DARBE: ÇEKİÇ GÜÇ http://hayatitek.com/hakimiyet-masalina-darbe-cekic-guc/ Wed, 10 Jun 2020 16:50:52 +0000 http://hayatitek.com/?p=1178 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ağustos 1991’da yayınlanan 89. Sayısı için kaleme aldığım “Hâkimiyet Masalına Darbe: Çekiç Güç” başlıklı yazı.

]]>
M. AKİF ERSOY: “DİNİMİZDEN OLMAYANLARA KARŞI GÖSTERMEDİĞİMİZ NEZAKET KALMIYOR. BİRBİRİMİZİ BİR KAŞIK SUDA BOĞMAK İSTİYORUZ.” http://hayatitek.com/m-akif-ersoy-dinimizden-olmayanlara-karsi-gostermedigimiz-nezaket-kalmiyor-birbirimizi-bir-kasik-suda-bogmak-istiyoruz/ Tue, 09 Jun 2020 12:13:15 +0000 http://hayatitek.com/?p=856 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mart 1990’da yayınlanan 72. sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu İstiklal Marşı’mızın yazarı, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’du.

]]>
DIŞ TÜRKLER http://hayatitek.com/dis-turkler/ Fri, 05 Jun 2020 10:45:40 +0000 http://hayatitek.com/?p=703

HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Temmuz 1988 tarihli 52. sayısı için Necati Eren müstear imzasıyla hazırladığım dosya.

]]>
TÜRKİYE’NİN HER KARIŞ TOPRAĞI GAZİ, HER BİR VATANSEVERİ KAHRAMANDIR http://hayatitek.com/turkiyenin-her-karis-topragi-gazi-her-bir-vatanseveri-kahramandir/ Sun, 31 May 2020 21:06:34 +0000 http://hayatitek.com/?p=463
Gazi Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruz Öncesi Türk Birliklerini Denetliyor

HAYATİ TEK –

Bin yıl öncesiydi. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi ile birlikte can suyu misali aktık Anadolu’ya. Kanımızla kırkladık, duamızla mayaladık, alın terimizle imar ettik dört bir yanını. Türkçe ile Türkiye yaptık Anadolu’yu.

1299’da Söğüt’te dualarla diktiğimiz çınarı, alın teri ve şehit kanıyla suladık; dualarla koruduk, iman gücüyle kolladık. Kökleri uzak Asya ve Asr-ı Saadet dönemine uzanan Osmanlı çınarının devasa dallarıyla üç kıtaya uzandık. Tarihçilerin “Pax Ottomana (Osmanlı Barışı)” dedikleri, barış ve huzur dolu bir masal devri başlattık.  Nerede bir mazlum ve mağdur varsa şefkatli kanatlarımızın altına aldık.

17. yüzyıla kadar süren bu muhteşem devir, 2. Viyana Kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine son buldu. Her zirvenin inişi, her mevsimin bir sonu vardı. Önce kımıldamaz oldu dev çınarın yaprakları, sonra en uçtan sararmaya başladı. Ve nihayet gelip çattı hazan mevsimi. Önce Trablusgarp, ardından Balkanlar düştü. Osmanlı’nın parlayan yıldızı Balkanlar, içimize oturan derin bir sızıya dönüştü. Beş asırlık vatan toprağını beş ayda alıp götüren; 125 bin şehit, 115 bin esir bıraktığımız Balkan hezimeti sırasında binlerce Evlad-ı Fatihan göç yollarında kırıldı. Yükselme döneminin zafer türkülerinin yerini mazlumların feryatları ve kahredici bir melodram aldı.

Balkan’ın çamuruna, Yemen’in çölüne saplanıp kalan bîçare Mehmet’ten kopan vaveyla Sarıkamış’ta yankılandı. Allahuekber dağlarında çığa kapılan 90 bin fidan, en uzun gecede şehadete sevdalandı. Karabasan gibi üzerimize çöken Sarıkamış’tan sadece bir ay sonra yeni bir feryat yükseldi Çanakkale’den. 500 bin askerinin bir milyon eliyle yedi düvel, Türk’ün nefesini kesmek için Çanakkale Boğazı’na davrandı.

Boğazımıza sarılanların ilk hedefi İstanbul’du. Nihai hedefleri ise milletimizi bin yıllık yurdundan koparıp atmak… Son siperimiz Çanakkale’ye sağlam tutunduk. Yemen’de çöl çiçeği, Sarıkamış’ta kar çiçeğiydi, Çanakkale’de kan çiçeği oldu Mehmetçik. Nusret, Seyit Onbaşı, Yahya Çavuş, Kınalı Hasan ve daha niceleri destan içre destan yazdılar. Düşmana geçit vermediler.

Çanakkale’yi geçemeyenler, amaçlarına Mondros’ta ulaştılar. Nusrat’ın, Seyit Onbaşı’nın elinden kurtulabilen müttefik gemileri İstanbul Boğazına demir attılar. Beş yüz yıllık Osmanlı payitahtının en karanlık günlerini başlattılar.

Bu puslu sahneyi hüzün ve hiddetle izleyen bir çift mavi göz vardı. O gözlerin sahibi, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’in dudaklarından, azim ve kararlılık döküldü: “Geldikleri gibi giderler.”

Tarihin en parlak barışını kursak da bu topraklarda, zordu yönetmek Anadolu’yu. Bir türlü hazmedemediler Malazgirt’i, bir türlü kabullenmediler Bizans’ın Türk, Ayasofya’nın İslam oluşunu. Her fırsatta çullandılar üstümüze, sayısız badireler atlattık bin yıl boyu. Bundan tam yüz yıl önce küllerinden doğmaya hazırlanan bir Zümrüdüanka’nın doğum sancılarıyla kıvranıyordu Anadolu.

BAĞIMSIZLIK YOLUNDA İLK ADIM: SAMSUN

Üzerimize çöken karanlığı dağıtmak, bayrağı düştüğü yerden kaldırmak zamanı artık gelmişti. Kum saatinin ince beli doğum sancısıyla kıvranıyor; karanlığı delecek ilk kum tanesin düşmesi müjdeli bir haber gibi bekleniyordu. Beklediği müjde gecikmedi Mustafa Kemal’in, 9. Ordu Müfettişliğine atandı.

Vedalaşmak için gittiği Yıldız Sarayı’nda Mustafa Kemal’e elindeki tarih kitabını gösteren Padişah VI. Mehmet Vahdettin, şu tarihi ifadeleri kullandı:

“Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete birçok hizmetler ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutma. Asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin.”

16 Mayıs’ta İstanbul’dan demir alan Bandırma vapuru, şanlı Nusrat’ı aratmadı. Fırtınalı, zorlu bir yolculuğun ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştırdı 19 kahraman askeri.

Samsun’da karşılaşılan manzara pek de parlak değildi. İşgal altındaki şehrin sokakları Pontusçu kaynıyor, boynu bükük halk kaderine ağlıyordu. Samsun’da bir hafta kalan Mustafa Kemal ve arkadaşları, Anadolu’nun kalp atışlarını dinlediler. Küllerini savurup umutsuzluğun, özgürlük ateşini yenilediler.

“PAŞAM! BÜTÜN AMASYA EMRİNİZDEDİR”

Samsun’dan sonra Havza’da on sekiz gün konaklayan kutlu kervan, Rum ve Ermeni çeteleri hakkında bilgiler topladı. Milli Mücadelenin vurucu gücü olan Kuvayı Milliye’nin ilk örneğini teşkil eden ve “Serdengeçtiler” ismiyle anılan milis kuvvetleri Havza’da oluşturdu. Amasya Genelgesi burada kaleme alındı.

Havza’dan hareket eden kutlu kervan 12 Haziran’da Amasya girişinde heyecanla karşılandı. Müftü Hacı Tevfik Efendi’nin, “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir. Gazânız mübarek olsun!” sözü yüreklerde dalgalandı.

Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Paşa (Bele) ve Rauf Bey (Orbay) tarafından imzalanan Amasya Genelgesi, Konya’daki Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşa ve Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın da onayını aldıktan Türkiye ve dünya kamuoyuna açıklandı.

Anadolu’nun işgal altında bulunmayan illerindeki bütün sivil ve asker makamlara gönderilen ve Milli Mücadelenin nasıl yapılacağına dair ilk yazılı belge olma özelliğini taşıyan genelgenin ilk maddesinde, vatanın bütünlüğü ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğu belirtildikten sonra “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesine yer verildi. Doğu illeri için Erzurum’da, yurt geneli için de Sivas’ta kongreler toplanacağı açıklandı.

MİLLİ MÜCADELE’NİN DÖNÜM NOKTASI

Amasya’dan Erzurum’a geçen 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, 3 Temmuz 1919 günü Palandöken Dağı eteklerinde Kazım Karabekir Paşa ve şehir halkı tarafından karşılandılar.

Sadece üç gün sonra İstanbul’dan gelen padişah iradesiyle, Mustafa Kemal’in görevine son verildiğini bildirildi. Aynı emir kendisine de ulaşan ve Mustafa Kemal’i tutuklama emrini alan Kazım Karabekir Paşa’nın tarihe geçen tavrı, Milli Mücadelenin de dönüm noktası oldu.

Gelin o gün yaşananları Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” kitabından birlikte okuyalım:

“Saatler ilerlemektedir sinirler gergindir. Kolordu’dan gelecek haber ne olacak? Bu uğursuz hava uzayıp gidecek mi? Yoksa bir tutuklama emri?

Tam o sırada yaver Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in odasına yıldırım hızıyla dalar:

-Kumandan (Karabekir) Paşa geliyorlar. Arkalarında bir bölük süvari askeri var!

Mustafa Kemal, Rauf Bey’e bakar, kulağına eğilir, yavaşça mırıldanır:

-Gördün mü Rauf? Dediklerim doğru değil miymiş?

Sararmıştır. Bunalım zirve noktasındadır. Yerinden kalkar. Odanın ortasına ilerler. Ayaktadır. Gözleri kapıya dikilmiştir. İçinde hayatının en tehlikeli sorusu uyanır. Hayatında en önemli dönüm noktasıdır. Kâzım Karabekir Paşa kapıda görünür.

Arkasını subaylar çevirmiştir. Sakin görünmeye çalışır. Yüz hatları hiçbir şey ifade etmez. Binanın önünde süvari bölüğü saf nizamı almıştır. Karabekir ilerler. Yaklaşır. Durur. Askerce selam vaziyetini alır.

Önemsiz bir şeymiş gibi, sükûnetle bildirir:

– Emrinizdeyim Paşam! Ben, subaylarım, erlerim, kolordum, hepimiz emrinizdeyiz!”

SAKARYA’DA KUŞANILMAK ÜZERE ÇIKARILAN ÜNİFORMA

İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’nın baskısı ile İstanbul Hükümeti’nin “İstanbul’a dön” emrine karşı çıkan, Kazım Karabekir Paşa’nın vatansever tavrıyla iyice rahatlayan Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifa ettiğini açıkladı ve Sakarya’da yeniden kuşanmak üzere bütün rütbe ve nişanlarını çıkarıp attı.

9 Temmuz 1919 tarihli yazısıyla valiliklere bildirdiği bu kararının gerekçesini şöyle anlattı:

Kutsal vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan Millî Mücadele uğrunda milletle beraber serbest şekilde çalışmaya resmî ve askerî sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için milletle beraber sonuna kadar çalışmaya mukaddesatım adına söz vermiş olmam sebebiyle pek âşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğiyle bugün ilgimi keserek istifa ettim. Bundan sonra millî kutsal amacımız için her türlü özveriyle çalışmak üzere milletin içinde bir savaşan birey olarak bulunmakta olduğumu yazıyla duyurur ve ilân ederim.”

“MİLLİ SINIRLAR İÇİNDE VATAN BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR”

Amasya Genelgesi’nde haber verilen Erzurum Kongresi 54 delege ile 23 Temmuz’dan itibaren bir okul salonunda çalışmalarına başladı. Erzurum delegesi Cevat Dursunoğlu’nun istifa etmesi üzerine davetli olarak katıldığı kongrede asil üyeliğe geçen Mustafa Kemal Paşa, kongre başkanlığına seçildi.

Milli bir hal alan kongrede, genel değerlendirmeler yapıldı ve doğu illerinin durumu görüşüldü. Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütün olduğu; her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı milletin topyekûn kendisini savunacağı; geçici bir hükümet kurulacağı ve üyelerinin Sivas’ta toplanacak milli kongre tarafından seçileceği; Kuvayı Milliye’nin tek kuvvet olarak tanınacağı; manda ve himayenin kabul edilmeyeceği kararları alındı.

YENİ DEVLETİN TEMELLERİ SİVAS’TA ATILDI

Erzurum’un ardından Sivas Kongresi ile ilgili çalışmalar sürerken Fransızlar, kongrenin toplanması halinde şehrin işgal edileceğini Sivas Valisi Reşit Paşa’ya bildirdiler. Hatta Elazığ Valisi Ali Galip, kongreyi basmakla görevlendirildi. Tüm engellemelere rağmen 4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nin başkanlığına, Erzurum’da olduğu gibi Mustafa Kemal Paşa seçildi.

İlk milli kongre niteliği taşıyan Sivas Kongresi, Erzurum’da alınan kararların tümünü kabul etti. Yurt genelindeki Kuvayı Milliye teşkilatlarının ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin tek yönetim altına alınması sağlandı. Yeni bir Temsil Heyeti oluşturuldu.

Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki 16 kişilik Temsil Heyeti şu isimlerden oluştu: Rauf Bey,

Refet Bey, Hoca Raif Efendi, Süleyman Servet Bey, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey, Sadullah Efendi, Hacı Mustafa Bey, Kara Vasıf Bey, Mazhar Müfit Bey, Ömer Mümtaz Bey, Hüsrev Sami Bey, Hakkı Behiç Bey, Niğdeli Mustafa Bey, İzzet Bey.

Misak-ı Milli esaslarını belirleyen, Mondros Mütarekesini reddeden, tam bağımsızlık ve milli egemenlik ilkelerini temel prensip olarak kabul eden, Kuvayı Milliye cepheleri arasında eşgüdüm sağlayan ve yeni devletin temellerini atan Sivas Kongresi kararları, yurt genelindeki vatanseverler tarafından sevinçle karşılandı.

İTTİHAD-I İSLAM KONGRESİ VE MALİ YARDIMLAR

Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal, düzenli ordu kurulma sürecindeki finans kaynakları için de Sivas’ta önemli görüşme ve çalışmalar yaptı. Libyalı Şeyh Ahmet Şerif Senusi’yi davet ederek ve onun başkanlığında Sivas Cami-i Kebir’de 18 Şubat 1921’de “İttihad-ı İslam Kongresi” toplanmasını sağladı.

Atılan bu adım, meyvelerini vermekte gecikmedi. İslam dünyası Milli Mücadeleye kayıtsız kalmadı. Londra’da Türkiye’nin işgalini protesto eden ve 8-10 Temmuz 1921’de Karaçi’de “Bütün Hindistan Hilafet Konferansı” düzenleyen Hint Hilafet Komitesi 1921-23 döneminde toplam 130.250 İngiliz Sterlini yardımda bulundu.

Buhara Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği üzerinden 100 milyon altın ruble gönderdi. 1.500.000 Fransız Frangı yardımda bulunan Azerbaycan, Kazım Karabekir Paşa’ya da, yetim Türk çocuklarının eğitimleri için 50.000 Osmanlı altını verdi. Yayımladıkları dergiler, düzenledikleri toplantılarla Milli Mücadele lehine kamuoyu oluşturan Kıbrıs Türkleri de bu etkinlikler sırasında topladıkları paralarla Milli Mücadeleye destek verdiler.

GAZİ MECLİS DUALARLA AÇILDI

Sivas’ta geçen 108 önemli günün ardından yola çıkan kutlu kervan Ankara’ya girişinde Seğmenler tarafından karşılandı. Dikmen sırtlarına akan binlerce insan, saatlerdir bu anı bekliyordu. Ellerde bayrak, ağızlarda dua, gözlerde ışık, yarınlarda umut vardı. Coşkuyu gören Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının yüreğindeki hürriyet ateşi daha da canlandı.

İstanbul’un fiilen işgali ve Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması üzerine Mustafa Kemal, Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla Büyük Millet Meclisinin Ankara’da toplanacağını duyurdu.

23 Nisan günü Ankara’nın hali görülmeye değerdi. Telaşlı bir bayram havası hâkimdi dört bir yana. Sabahın erken saatlerinden itibaren bütün şehir, hücum etmişti Hacı Bayram’a. Cuma namazının ardından kurbanlar kesildi ve Büyük Millet Meclisi dualarla açıldı.

DÜZENLİ ORDU VE GAZİ MECLİS UNVANI

115 milletvekilinin katıldığı ilk toplantının açılışını “en yaşlı milletvekili” sıfatıyla Meclis Başkanı olarak Sinop Milletvekili Şerif Bey yönetti ve açış konuşmasını yaptı. Meclis’in kuruluş gerekçesini kısaca ifade ettikten sonra Halife Sultan VI. Mehmed Vahdettin, İstanbul ve vatanın Allah’ın izniyle kurtarılacağını ilan etti.

Meclis’in ilk kararı, Mustafa Kemal’i başkan seçmek oldu. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, Büyük Millet Meclisi’nin üstünde hiçbir gücün bulunmadığı tüm dünyaya ilan edildi.

24 Nisan 1920’de kürsüye çıkan Meclis Başkanı Mustafa Kemal, içinde bulunulan durumu özetleyen detaylı bir konuşmasını şu ifadelerle noktaladı:

“Meclisimizde oluşan ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır. Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, İslâm dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır. (Sıcak alkışlar)

İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin sorumluluğu, sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.

Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)

Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.”

1921 ANAYASASI KABUL EDİLDİ

Gazi Meclis olarak tarihe geçen Birinci TBMM, milli iradenin en doğru şekilde tecelli ettiği kutsal bir mekân ve karar mercii oldu. Zaman zaman önemli tartışmaların yaşandığı Meclis, milli bekamızı tehlikeye atacak hiçbir adıma izin vermedi.

Savaş karargâhı olan Meclis’te millete ve kurtuluşa olan inanç en kuvvetli şekilde dile getirildi. Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Meydan Savaşı öncesinde Meclis Başkanı ve Başkomutan sıfatıyla yaptığı konuşmasında kullandığı ifadeler, bu inanç ve kararlılığın ilanıydı:

“Milletimiz bugün, bütün geçmişinde olduğundan daha çok ve atalarından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için şunu arz ediyorum. Kendilerinin deyişiyle cennetten vatanımıza gözcü olan merhum Namık Kemal demiştir ki:

‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?’

İşte bu kürsüden, bu yüce Meclis’in başkanı olarak yüksek kurulunuzu oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”

Büyük Millet Meclisi’nde ete kemiğe bürünen milli irade 1921 Anayasasını da 20 Ocak’ta kabul ederek, atılacak adımların anayasal bir zeminde yürütülmesine de sağladı.

Bu olumlu gelişmelere karşın, kara bulutlar dağılmak bir yana daha da artıyor, Meclis çatısı altında çetin tartışmalar yapılıyordu.

SAKARYA’NIN SIRTINA TÜRK TARİHİ VURULUYOR

Ankara’nın 50 kilometre yakınına kadar giren Yunan ordusu son darbeyi vurmak üzere harekât emri almıştı. Kafkaslardaki 24 Rus tümeni Sakarya’dan gelecek haberi bekliyor, Sevr’i uygulamak için sabırsızlanıyordu. Gergin bir bekleyiş vardı Ankara’da. Başkentin Kayseri’ye taşınması dâhil çeşitli senaryolar dillendiriliyordu.

Meclis Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal, “Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır.

O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz!” sözünü o günlerde söyledi.

Fevzi Paşa (Çakmak) ile birlikte cepheye gelerek komutayı üstlendi. 238 yıl önce Viyana’da başlayan çekilme artık durmalı, Sakarya’nın sırtına, Türk tarihi vurulmalıydı.

“Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!”

Kararlıydı Sakarya, ayağa kalkacaktı. Kararlıydı Mustafa Kemal, bin yıllık vatan toprağı, ebedi yurt kalacaktı. Sakarya coştukça coşacak, Mehmetçik zaferden zafere koşacaktı.

22 gün 22 gece süren kanlı savaşta 40 bin Mehmetçik şehit olsa da; Yunan ordusu ilk kez savunmaya çekildi. Bir 13 Eylül günü Viyana’da başlayan çekilme, yine bir 13 Eylül günü Sakarya’da son buldu. İman tazeledi gazi millet; şanlı bayrağımız rüzgârına kavuştu.

BÜYÜK TAARRUZ VE ZAFER

Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’ndaki şu ifadeler, Büyük Taarruz öncesindeki durumu anlatan en çarpıcı ifadelerden biriydi:

“Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”

Sarışın kurt liderliğindeki ordumuz Afyon ovasında yıldırım hızıyla ilerledi. Dört günde 100 bin düşmanı imha ederek Yunan kuvvetlerine son ve en büyük darbeyi indirdi. Zafer sonrası savaş meydanını dolaşan Başkomutan, binlerce cansız bedeni görünce mensup olduğu millete has bir vakarla tarihe not düştü:

“Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir.”

Hoşgörü, adalet ve merhamet, evrensel kardeşliğin can suyu, insanlığın huzur kaynağıydı. Türk sadece etnik bir kimliğin değil bin yıllardır var olan asil bir duruşun adıydı. Bu duruşun temel tezahürlerinden biri de zalime karşı mazlumun yanında olmaktı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri, bu duruşun en güzel örneklerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.

“İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’DİR. İLERİ!”

Sakarya’da harlanan istiklal ateşi Dumlupınar’da düşmanı yakıp kavursa da, nihai zafer henüz kazanılmamıştı. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emriyle harekete geçen Mehmetçik üç koldan aktı Akdeniz’e. 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Manisa zafer türküleriyle inledi. 9 Eylül’de kutlanan, bayramların en güzeliydi.

“İzmir’in dağlarında çiçekler açar

Altın güneş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa”

“BAYRAK ULUSLARIN BAĞIMSIZLIK SEMBOLÜDÜR”

Zaferden bir gün sonra İzmir’i şereflendiren Başkomutan, kalacağı konağın önüne serilmiş Yunan bayrağını görünce durdu. İşgal günlerinde şehre gelen Kral Konstantin, şanlı bayrağımızı çiğneyerek girmişti bu konağa. Şimdi İzmir halkı, aynı şeyi Mustafa Kemal’den rica ediyor, intikam anını heyecanla bekliyordu.

Muzaffer Başkomutan, tatlı bir tebessümle baktı etrafındakilere. Sonra tarihi mesajını verdi: “Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem.”

Bağımsızlık sembolüdür bayrak. Bayrağın dalgalandığı yerdir vatan. Ve mukaddes şehit kanıdır, toprağı vatan, atlası bayrak yapan. Bunu en iyi bilen şüphesiz ki, Gazi Meclis’in Başkanı ve şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal’di.

ZAMANI DURDURAN ANLARDIR TARİHİ HAREKETE GEÇİREN

Zamanı durduran anlardır, tarihi harekete geçiren. 26 Ağustos 1971’den itibaren adım adım vatanlaştırdığımız vatan coğrafyasında ve Yüz yıl önce verdiğimiz milli mücadele sırasında nice zamanı durduran anlar yaşadık. İstiklal Savaşımızı kazandığımızı ilan eden 30 Ağustos Büyük Taarruz Zaferi de o anlardan biriydi. Ve zamanın durduğu o gün, tarih bir kez daha harekete geçti. 1700’lerin başından itibaren kapanmaya başlayan tarihin akordeon körüğü, aldığımız derin özgürlük nefesiyle yeniden açılmaya başlandı.

Devlet, milletin zırhıdır; delinir, paslanır, hatta parçalanır bazen. Daha sağlamını yapar yoluna devam eder büyük milletler. Biz de öyle yaptık. Derin kökleri binlerce yıl öncesine uzanan büyük bir devlet tecrübesinin sağlam kaidesi üzerine, alın teri ve şehit kanıyla çifte su verdiğimiz çelik irademizle kurduk Cumhuriyetimizi.

Milli Mücadele gazi Meclis’imizin yönetiminde, Gazi Mustafa Kemal Paşa Başkomutanlığında, gazi milletimizin, gazi vatan coğrafyamızda verdiği emsalsiz bir özgürlük ve demokrasi destanıdır. 30 Ağustos 1922 ise bu kutlu destanın görkemli zafer tacı…

]]>
GAZİ MECLİS’İN YÜZ YILLIK DEMOKRASİ MÜCADELESİ http://hayatitek.com/gazi-meclis/ Sun, 31 May 2020 20:41:58 +0000 http://hayatitek.com/?p=454

HAYATİ TEK –

Dünya tarihi boyunca toplumlar Monarşi, Meşrutiyet, Oligarşi, Otoriter, Totaliter, Komünist, Faşist, Nasyonal Sosyalist, Teokratik, Demokratik, Cumhuriyet gibi çeşitli isim ve özellikler taşıyan devletler kurdular. Bu devlet şekillerinin pek çoğu bugün hâlâ yürürlükte olmakla birlikte çağımızın ideal yönetim şekli olarak demokrasi esasına dayanan cumhuriyetler gösterilmektedir.

Cumhuriyet bir rejimin adını, demokrasi ise bu rejimin çeşitli uygulama şekillerinden birini tarif eder. Tarihteki ilk demokrasi örneği, doğrudan demokrasiye çok yakın bir şekilde antik çağ site devletlerinde uygulandı. Kadınların yanı sıra kölelerin ve şehirde doğmamış erkelerin oy kullanamadığı Atina ilk demokrasi uygulaması olarak kabul edilir. Elitlerin yönettiği Roma İmparatorluğu da demokrasiyle yönetilen ilk örnekler arasında sayılır. Ortaçağ’daki en bariz örnek İngiltere’dir. Bu ülkede kralın yetkilerini kısıtlayan Magna Carta’nın (Büyük Şart) ilan edilmesinden sonra ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştır.

Bu erken örneklere rağmen yöneticilerin seçimlerle belirlenme kültürü, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk anayasasının 1788’de kabul edilmesi üzerine bu ülkede ortaya çıkabildi; hükümetler seçim yoluyla belirlenmeye başlandı. 1861-1865 yılları arasındaki Amerikan iç savaşının ardından girilen süreçte kölelere özgürlük ve oy verme hakkı tanınması ile birlikte bir yönetim biçimi olarak demokrasinin itibarı daha da arttı. Benzer bir gelişme 1789 Fransız İhtilali’nden sonra Fransa’da yaşandı. Kabul edilen anayasaya göre iktidar yetkisi, halkın seçeceği parlamento ile kral arasında paylaştırılsa da bu uzun sürmedi; Napolyon dönemiyle birlikte demokrasi rafa kaldırıldı.

DEMOKRASİNİN ALTIN ÇAĞI VE AĞIR BEDELİ

Yirminci yüzyıl için “demokrasinin altın çağı” denilebilir. On milyon asker ve yaklaşık yedi milyon sivilin canına mal olan Birinci Dünya Savaşı sonrasında imparatorlukların yıkılmasıyla birçok yeni devlet kuruldu. Bunların önemli bir kısmı demokratik bir görüntü verse de, 1929 ekonomik buhranının ardından İspanya’da Francisco Franco, İtalya’da Benito Mussolini, Almanya’da Adolf Hitler, Portekiz’de António de Oliveira Salazar, Japonya’da Hideki Tojo faşist; Çin’de Mao Zedung, Sovyetler Birliği’nde Joseph Stalin sosyalist diktatörlükler kurmakta gecikmediler.

Yaklaşık altmış beş milyon insanın hayatını kaybettiği insanlık tarihinin en kanlı kapışması olan İkinci Dünya Savaşı, sebep olduğu ağır faturanın yanı sıra demokrasinin gelişmesine de zemin hazırladı. Bu kanlı savaş sonrasında ortaya çıkan ve ABD-SSCB güç mücadelesine sahne olan Soğuk Savaş yıllarında pek çok ülke, Doğu ve Batı blokların yönetim şekillerinden etkilendi. Yeni despotlar çıksa da dünya ülkelerinin çoğunluğu “ileri demokrasi” ya da “hür dünya” olarak adlandırılan safta yer almayı tercih ettiler.

OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ

En genel hatlarıyla bu şekilde özetlenebilecek olan insanlığın demokrasi serüveni göz önüne alındığında Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bu gelişmelerin çok da uzağına düşmediklerini görmek bazılarını şaşırtabilir. Oysa Türkiye’nin demokrasi tecrübesi, dünyadaki pek çok ülkeden çok daha önce, 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile başlar.

Bugünkü seçimler gibi olmasa da Tanzimat’la birlikte vilayetlerde toplanacak vergi miktarlarını tespit etmek üzere oluşturulan meclislerin üyelerini belirlemek için “evet-hayır” oylamasına benzer bir yöntem uygulanmaya başlamıştır. Tabii bu seçimlere, yirmi beş yaşın üzerindeki vergi mükellefi erkeklerin katılabildiğini unutmamak gerekir. Parlamento üyelerini seçmeye yönelik ilk seçimimizi ise 23 Aralık 1876’da ilan edilen Birinci Meşrutiyet’in ilk yılı olan 1877’de gerçekleştirdik.

Yüz seksen yıllık seçim, yüz kırk üç yıllık parlamento deneyimine sahip bir millet olarak, demokrasiyi kabullenme ve uyum konusunda Batı’daki örnekler gibi büyük ıstıraplar yaşamasak da sistemi anlamak ve doğru uygulamak noktasında epeyce bedel ödedik. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemleri bu anlamda demokrasiye hazırlık aşamalarımızı oluşturdu; yeni rejimimiz Cumhuriyet, onlarca yıl öncesinden adeta “ben geliyorum” dedi. Üstelik Batı’daki örneklerin aksine Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçiş sürecimizi yarım asırdan daha kısa bir sürede tamamladık.

TÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI VE SEÇİM GELENEĞİ

İki bin üç yüz yıllık kadim devlet geleneği, ondan çok daha eskilere dayanan milli varlığıyla Türkler, tarih boyunca pek çok devlet kurdular. İslam öncesi dönemde Hun ve Göktürk, İslamiyet dairesine girdikten sonra ise Selçuklu ve Osmanlı ile dünya çapında etkin olup, insanlık tarihine yön verdiler.

Milletin teşkilatlanmış şekli olan devletin iş ve işlemlerini yürütebilmesi için yazılı veya sözlü bir anayasasının, cezaları tatbik etmek için kanunlarının bulunması gerekir. İslam öncesi çağlarda Türklerin hukuk düzeni “töre” kelimesiyle ifade ediliyordu. Orhun Kitabelerinde geçen “töre/törü” kelimesi, binlerce yıl içerisinde toplum tarafından kabul edilen ortak değerleri tanımlayan örf, adet ve geleneklere dayalı bir hukuk sistemini tarif ediyordu.

İlk çağlardan itibaren devleti ve devlet başkanını kutsal gören milletimiz, yönetim işlerini karara bağlamak üzere toylar (meclis, kurultay) düzenliyordu. Bu önemli buluşmaya davet edildiği halde katılmamak büyük cezayı gerektiriyordu. Kararların, özgürce ve cesurca kullanılan oylarla alındığı toy günlerinde Hakan tarafından katılanlara ve halka açık yemekli eğlenceler düzenleniyor, bu önemli toplantı bir düğün atmosferinde gerçekleştiriliyordu. Günümüzde seçim günlerinin “demokrasinin düğünü” olarak nitelendirilmesi ile örtüşen bu yaklaşım, tarihi temellerden yoksun değildir.

CUMHURİYET GÖKTEN ZEMBİLLE İNMEDİ

Devlet, milletin zırhıdır; delinir, paslanır, hatta parçalanır bazen. Daha sağlamını yapar yoluna devam eder büyük milletler. İskitler’den bu yana devletsiz kalmayan milletimizin Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı kanalıyla ulaştığı son devletimiz Türkiye Cumhuriyeti’dir. Milli irademizi temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulan bu son devletimiz gökten zembille inmedi; derin kökleri binlerce yıl öncesine uzanan büyük bir devlet tecrübesinin sağlam kaidesi üzerinde yükseldi.

Nice zorluklara katlanarak kurduğumuz Cumhuriyetimiz, uğruna nice şehitler verdiğimiz vatanımızla birlikte en değerli varlığımız olmakla birlikte, bugünlere sadece cephede verdiğimiz savaşlarla ulaşmadık. Aynı zamanda devletimize karakterini veren demokrasi yolundaki yüz kırk üç yıllık Meclis deneyimi, bu deneyim sırasında ödediğimiz pek çok bedellerle birlikte ulaştık. 1911-1922 döneminde kas ve beyin sermayemiz olan gencecik yiğitlerimizi cephelere gömerek, 1968-1980 arasında binlerce gencimizi ideolojik çatışmaya, 1984’ten bu yana binlerce gencimizi bölücü teröre kurban vererek geldik.

Tarihimiz sadece zaferlerden ibaret değil. Hatırlamak bile istemediğimiz nice büyük hatalarımız, mağlubiyetlerimiz oldu. Biz, bunlardan çıkardığımız derslerle büyük milletiz. Ve büyük bir millet olarak demokrasi mücadelemizden de yüzümüzün akıyla çıkmayı bildik.

1699 tarihli Karlofça Antlaşması’ndan itibaren başlayan gerileme dönemimiz boyunca pek çok badire atlattık. Öncelikle askeri alandaki başarısızlığı, toprak kayıplarını ve azınlıkların ana bünyeden kopmasını önlemek amacıyla başlattığımız ıslahat hareketlerimizi zaman içerisinde cumhuriyet ile sonuçlanacak adımlarla devam ettirdik. Askeri ve teknik anlamdaki modernleşme çabamız, demokrasi sürecinin gelişiminde de etkili oldu.

DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ VE MEŞRUTİYET

31 Ağustos 1876’da göreve başladıktan yaklaşık dört ay sonra 23 Aralık 1876’da ilk anayasamız olan Kanun-ı Esasi’yi ilân eden İkinci Abdülhamid, çeşitli kesintilere uğrasa da bugüne kadar devam eden parlamentolu anayasal sürecimizi başlatan lider oldu.

Meşrutiyet’in ilanından sadece dört ay sonra 24 Nisan 1877’de patlak veren Osmanlı-Rus Savaşı’nda düşman kuvvetlerinin Yeşilköy’e kadar yaklaşması ve parlamentodaki gayri Müslim milletvekillerinin olumsuz tavırları nedeniyle Meclis’i 14 Şubat 1878’de tatil eden İkinci Abdülhamid, ülkeyi yine kendisinin ilan ettiği İkinci Meşrutiyet’e kadar parlamentosuz yönetti. Bu süre zarfında hukuken yürürlükte kalan ancak fiiliyatta uygulanmayan Kanun-ı Esasi, 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânı ile yeniden yürürlüğe girdi.

31 Mart Olayı’ndan sonra 22 Ağustos 1909’da bazı değişikler yapılarak meşruti ve parlamenter bir sistem oluşturuldu. Yapılan değişikliklerle padişah anayasaya bağlılık yükümlülüğü altına girdi. Hükümet padişaha değil meclise karşı sorumlu hale geldi ve padişahın veto yetkisi kaldırıldı. Hükümet ve Heyet-i Mebusan bağımsız kişilik kazandı. Yasama ve yürütme ilişkileri dengeli duruma getirildi. Kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsendi. İkinci Meşrutiyet’in çalkantılı siyasal sürecinde başka değişikliklere de uğrayan Kanun-i Esasi, Birinci Dünya Savaşı şartları nedeniyle uygulanamadı.

Mutlak monarşiden anayasalı monarşiye geçişimizin miladı olan ve meşrutiyet rejiminin temellerini atan Kanun-i Esasi, Fransız Anayasası’ndan yola çıkılarak hazırlanmıştı. Yasama ve yürütme organ ve yetkilerini birbirinden açıkça ayırmayan, padişahın üstünlüğü ilkesine dayanan Kanun-ı Esasî, elbette tam bir anayasal düzen getirmedi. Ancak anayasalı ve seçimli bir siyasi sistem anlayışının somutlaşmasına, bu konuda kültürel bir iklim oluşmasına önemli katkılar sağladı.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE MONDROS MÜTAREKESİ

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile birlikte İtilâf Devletleri, Türk topraklarını işgale başladılar. Henüz barış antlaşması imzalanmadan, bir mütarekeye dayanılarak girişilen işgallere tepki gösteren halkımız için İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgali büyük infiale neden oldu. Silah arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan milli direniş, halk tarafından kısa sürede benimsendi.

İşgallere karşı sadece protestolarla yetinmeyen halkımız, “Kuvayı Milliye” olarak adlandırılan yerel milli kuvvetler oluşturarak, Mondros ile birlikte dağılan ordunun yeniden toparlanmasına kadar geçen süre zarfında önemli başarılar elde etti.

Yerel milli güçlerin başarısı, Batı Cephesi’ndeki hazırlıklar için büyük bir moral kaynağı oldu. Nitekim İsmet Paşa (İnönü) Genelkurmay Başkanı sıfatıyla 25 Eylül 1920’de TBMM’de yaptığı konuşmada bu durumu şu ifadelerle dile getirdi:

“Muntazam kuvvetlere karşı bu cephedeki ahalinin, Adana, Tarsus, Mersin ve bu mıntıkadaki ahalinin gösterdiği mukavemeti, ondan fazla olarak, düşman kıtaatına hücum için layenkatı faaliyeti, eğer biz layikile ifade etmiyorsak, fevkalade heyecan içinde, fevkalade alaka içinde söylenecek söz bulamadığımızdandır. Fakat ahfadımız ve tarihimiz bütün mefahiri içinde Adana cephesinde cereyan eden vukuatı en ziyade iftihar ile telakki edecek, muazzamat meyanında görecektir. (Alkışlar)”

Başarılarıyla Ankara’da böylesine büyük bir heyecan uyandıran Kuvayı Milliye, Birinci İnönü Savaşı sırasında düzenli orduya dönüştürüldü. Yurdun dört bir yanındaki Kuvvacı vatanseverler Batı Cephesi’ne koşarak nihai zaferin kazanılması için can verdi.

ERZURUM VE SİVAS KONGRELERİ

23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi’nin ardından 4 Eylül 1919 Sivas Kongresinde oluşturulan Mustafa Kemal başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaştı. İstanbul Hükümetiyle kurulan temas neticesinde Meclis-i Mebusan, Sultan Altıncı Mehmed Vahdeddin’in iradesiyle 12 Ocak 1920’de tekrar açıldı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin seçip gönderdikleri üyeler de bu Meclis’te yer aldı.

Milli iradeye dayanılarak kurulan son Meclis-i Mebusan uzun süre yaşayamasa da tarihi görevini yerine getirerek 28 Ocak 1920’deki gizli oturumunda Misak-ı Milli kararlarını aldı. Bütün mebusların imzaladığı kararların basında yayınlanması ve yabancı parlamentolara bildirilmesi ise 17 Şubat 1920 tarihli oturumda kararlaştırıldı.

15 Mart’ta İstanbul’u fiilen işgal eden İngilizler, 18 Mart’ta Meclisin etrafını sararak toplantı halindeki milletvekillerinden bazılarını tutukladılar. Böylece son Osmanlı Meclis-i Mebusanı işgal kuvvetleri tarafından zorla kapatıldı ve tarihteki onurlu yerini aldı.

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILMASI

İstanbul’un İngilizler tarafından fiilen ve resmen işgal edilmesi üzerine Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal, işgalin hükümsüz olduğunu açıkladı. Artık Anadolu’da yeni bir hükümetin kurulma zamanı gelmişti. Olağanüstü yetkilere sahip bir millet meclisinin Ankara’da açılmasıyla ilgili bildiri 19 Mart 1920’de yayınlandı ve illerdeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden milletvekili sıfatıyla temsilciler seçmeleri istendi. Yurdun dört bir yanında yapılan seçimlerle belirlenen milletvekilleri 22 Nisan 1920’de yapılan çağrı üzerine Ankara’da toplandılar.

23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde kılınan Cuma Namazından sonra topluca Meclis binasına gelen milletvekilleri, saat 14.00’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışını dualarla yaptılar. Meclis Başkanlığına en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Milletvekili Şerif Bey getirildi. Başkanlık kürsüsüne çıkan Şerif Bey, Meclis’in açış konuşmasını yaparak şunları söyledi:

“Değerli hazır bulunanlar, İstanbul’un geçici kaydıyle yabancı devletler kuvvetleri tarafından işgal ve bütün esasları ile Hilafet makamı ve hükümet merkezinin bağımsızlığı ortadan kaldırıldığını biliyorsunuz. Bu duruma baş eğmek, milletimizin önerilen yabancı tutsaklığını kabul etmesi demek idi. Ancak tam bağımsız yaşama kesin azminde olan ve her şeyden önce özgür ve başı dik milletimiz tutsaklığı şiddetle reddetmiş ve derhal vekillerini toplamaya başlayarak Yüce Meclisimizi vücuda getirmiştir.

Ben bu Yüce Meclisin yaşlı başkanı olarak, Allah’ın yardımı ile milletimizin içte ve dışta tam bağımsızlığını ele alıp yönetmeğe başladığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisini açıyorum.

Kutsal başımız, bütün Müslümanların Halifesi ve Osmanlıların Padişahı Altıncı Sultan Mehmet’in yabancıların elinden kurtarılması, sonsuza kadar Başkent İstanbul ile işgal altında türlü acılar çeken ve acımasız olarak yok edilmeye çalışılan diğer illerimizin düşmandan arındırılması için bize güç vermesini, Yüce Tanrı’dan diliyorum.”

İstanbul’dan gelen doksanın üzerindeki milletvekiline ek olarak yüz yirmi beş devlet memuru, elli üç asker, elli üç din adamı ve çeşitli meslek mensuplarından oluşan, 1920-1923 yılları arasında görev yapan Birinci Meclis, işleyiş tarzı ve duruşu bakımından en güzel demokrasi örneklerinden birini ve milli beraberliğimizin en güzel fotoğrafını oluşturdu.

BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN İLK KARARLARI

24 Nisan 1920’de Meclis Başkanı seçildikten sonra teşekkürlerini ifade etmek üzere kürsüye gelen Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından o güne kadar olan gelişmeleri ve yürütülen çalışmaları anlattığı uzun bir konuşma yaptı. Ülkenin genel durumu hakkında bilgiler verdi.

Aynı gün yapılan Başkanlık Divanı seçiminde Mustafa Kemal Paşa birinci başkanlığa, Celâleddin Ârif Bey ikinci başkanlığa, Abdülhalim Çelebi birinci başkan vekilliğine ve Cemâleddin Efendi ikinci başkan vekilliğine seçildi. Kâtip üyelerle birlikte Başkanlık Divanı oluşturuldu.

1 numaralı kararı ile kendi kuruluşunu düzenleyen Meclis, kapatılan Meclis-i Mebusan’ın bir kısım üyelerinin yeni Meclis’e katılma yetkisini onayladı ve ardından yeni Türkiye’nin yolunu ve idare yöntemini ortaya koyan şu esasları kabul etti:

“1) Meclis’te beliren milli iradenin vatanın geleceğine doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir güç yoktur.

2) Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır.

3) Hükümet kurmak gereklidir. Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu kurulun da başkanıdır.

4) Geçici bir hükümet başkanı veya padişah vekili tayin edilmesi uygun değildir. Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman, Meclis’in düzenleyeceği kanuni esaslara uygun olan durumunu alır.”

Demokratik bir ortamda geçen uzun tartışmalardan sonra 2 Mayıs 1920’de yapılan oylamada TBMM Hükümeti kurularak faaliyetine başladı. Yasama, yürütme ve bazı hallerde yargı yetkisini elinde toplayan Birinci Meclis, olağanüstü şartlar gereği hükümet gibi hareket etti.

Olağanüstü yetkilerle donatılan Büyük Millet Meclisi, 18 Ağustos 1920 tarihli oturumunda, olağanüstü şartların ortadan kalkmasına kadar Meclis’in aralıksız çalışmasına karar vererek milli kimliğini ve ilk hedefini ortaya koydu.

GAZİ MECLİS’İN FEDAKÂR VEKİLLERİ

Millî Mücadele’yi yöneten ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran yasama organı olarak tarihi bir konuma sahip olan Birinci TBMM, çok zor şartlar altında görev yaptı. TDV İslam Ansiklopedisi’nin İhsan Güneş tarafından kaleme alınan ilgili maddesinde o dönemin şartları hakkında şu bilgiler yer alıyor:

“Ankara bu dönemde küçük bir Anadolu kasabasıydı. Ulus’taki meclis binası gaz lambasıyla aydınlatılıyor ve saç sobayla ısıtılıyordu. Mebuslar çevredeki okullardan getirtilen tahta sıralarda oturuyor, komisyonlar gaz tenekesinden oluşturulan masalar üzerinde çalışıyordu. Mebusların kalabilecekleri ve yemek yiyebilecekleri bir otel ve lokanta bile yoktu. İlk gelenler başta Yüksek Öğretmen Okulu olmak üzere çeşitli okullara yerleştirilmişti. Ardından gelenler ise derme çatma han odalarında kalıyorlardı.

Mebuslar daha sonra okullardan ve hanlardan çıkarak üç beş kişi ortaklaşa ev kiralamaya başladılar. Önce kale içindeki sağlık şartları uygun olmayan azınlıklara ait evlerde oturdular. Ardından Müslümanlar da evlerini kiraya vermeye başladılar.

Bu şartlardan şikâyet etmeyen mebusların devletin kendilerine verdiği 100 lira maaşın bir kısmını bütçe açığını gidermek amacıyla geri verdikleri bile oluyordu. Üyeler, gerektiğinde cepheye gidip askerlerle birlikte savaştıkları gibi köyleri ve kasabaları dolaşarak meclisin amaçlarını halka anlatıyorlardı.

Toplumun her kesiminden gelen bu insanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında işgalci güçleri yurttan atıp bağımsız yeni Türkiye Devleti’ni kurdular.”

İHTİLALCİ MECLİS’İN VİZYONER ANAYASASI

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en belirgin özelliklerinden birinin ihtilâlci bir karakter taşıması olduğunu kaydeden Güneş, bunun gerekçesini şöyle anlatıyor:

“Çünkü üyeler her türlü tehlikeyi göze alarak Ankara’ya gelmişlerdi. Nitekim Hamdullah Suphi ihtilâlci bir kuvvet olduklarını, milletin kutsal değerleri savunulurken ölümün bile düşünülemeyeceğini söylüyordu. Ali Şükrü Bey de bu meclisin sıradan bir meclis olmadığını, fevkalâde şartlardan doğduğunu vurguladıktan sonra, ‘Bunun nâm-ı diğeri ihtilâl meclisidir’ diyordu. Gerçekten de Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama, yürütme ve yargı erklerini üzerinde toplayarak, Hıyânet-i Vataniyye Kanunu’nu çıkararak, İstiklâl mahkemelerini kurarak ve egemenliği kayıtsız şartsız millete veren anayasayı kabul ederek kendi üstünde hiçbir güç tanımadığını ortaya koydu. İstanbul hükümetinin yaptığı antlaşmaları, verdiği imtiyazları geçersiz sayıp nihayet 1 Kasım 1922’de hilâfetle saltanatı birbirinden ayırdı ve Osmanlı saltanatını kaldırarak ihtilâlci özelliğini açıkça gösterdi. Nitekim 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adıyla kısa, fakat geleceğe açılımı bakımından geniş ufuklu bir anayasa benimsendi. Bundan sonra devlet yapısı Kanun-ı Esasi’nin öngördüğü yapıdan uzaklaşarak Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na göre yeniden düzenlendi.”

TAM BİR DEMOKRASİ ÖRNEĞİ

Büyük Millet Meclisi’nin kendinden önce ve sonra oluşanlarla karşılaştırılamayacak kadar demokrat bir meclis olduğuna dikkat çeken İhsan Güneş, değişik siyasi düşüncelere sahip milletvekillerinin görüşlerini iç tüzüğe uygun biçimde hiçbir engelle karşılaşmadan savunduklarını belirtildikten sonra şöyle devam ediyor:

“Meclis içinde ‘halk zümresi, tesanüt grubu, ıslahat grubu’ gibi küçük bazı gruplar ortaya çıkmıştı. Hatta Yeşil Ordu Cemiyeti ile Türkiye Halk İştirâkiyyûn Fırkası ve Türkiye Komünist Fırkası gibi sosyalist temellere dayanan örgütlenmeler de olmuştu. Ancak asıl mücadele, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından kurulan Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Grubu ile bu grubun politikalarını eleştiren ikinci grup arasında geçti. Bu iki grubun tartışmaları meclisin demokratik kimliğinin de göstergesi oldu.”

HALKÇILIK PROGRAMI KABUL EDİLİYOR

Gayri Müslimlerin katılmadığı Birinci Meclis’in oluşum şekli ve amaçları bakımından milliyetçi ve halkçı bir karaktere sahip olduğuna dikkat çeken Güneş, şöyle devam ediyor:

“Halkçılık bu dönemde en çok kullanılan bir kelime olarak ortaya çıkmaktadır. II. Meşrutiyet döneminde ülke gündemine giren halkçılık, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra âdeta meclisin ideolojisi haline geldi. Fevzi Paşa (Çakmak) olayların kendilerini halkçılığa doğru sürüklediğini söylerken Mustafa Kemal Paşa da varlıklarının yegâne dayanağının halkçılık olduğunu belirtiyor ve halk hükümetini savunuyordu. Bu düşüncelerini Halkçılık Programı adıyla 13 Eylül 1920’de meclise sundu.

Meclis kendi içinden seçtiği hükümet üyelerini sıkı bir denetime tâbi tuttu; sözlü ve yazılı soruların dışında yoğun bir gensoru önergesiyle bu işlevini yerine getirdi. Hatta bazen verdiği gensorularla hükümet üyelerini görevlerinden aldı.

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesine karar vererek 16 Nisan 1923’te çalışmalarını sona erdirdi. Böylece oluşum biçimi, amaçları ve bu amaçlarını gerçekleştirmekte gösterdiği kararlılık, yurt ve millet sevgisi, devlet ciddiyeti, özveri, millî saygınlık bakımından alınması gerekli derslerle dolu bir meclis olarak tarihteki yerini aldı.”

CUMHURİYET’İ KURAN KURMAY KADRO

1699’dan bu yana geçen son üç yüz yıllık tarihimiz, değişim ve yenileşme hareketleri tarihidir. Osmanlı’nın başta ordu olmak üzere teknik konularda başlattığı reformlar, Tanzimat’tan sonra idari ve kültürel alana kaydı, Cumhuriyet ile birlikte inkılap hareketlerine dönüştü.

Tarihteki en güçlü devletimiz olan ancak zamanla güçten düşen Osmanlı’nın küllerinden yeni bir devlet ve yönetim sistemi çıkaran muhteşem kadronun tamamı Meşrutiyet döneminde yetişti. 1863’teki II. Viyana Kuşatmasından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen 240 yıllık süreç içerisindeki en kritik dönem İkinci Abdülhamid’in saltanat yıllarına rastlayan Meşrutiyet dönemiydi. Ülke, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’ndan otuz yedi yıl sonra Meşrutiyet, bundan kırk yedi yıl sonra da Cumhuriyet rejimiyle yönetilmeye başlandı.

Kırk yedi yıllık Meşrutiyet rejiminin ilk otuz yılında doğanların oluşturduğu bu müthiş kadro, Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadeleyi veren ve Cumhuriyeti kuran kadro olarak tarihteki yerini aldı. Cumhuriyet’in ana rahmi olan bu dönemde gerçekten de parlak bir nesil yetişti.

Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Refet Bele, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Fethi Okyar ve diğerleri… Bu asker kadro, dönemin fikir ve sanat insanlarıyla el ele vererek milletimizin son gurur tablosu Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular.

Mustafa Kemal Atatürk Birinci Meşrutiyet’in beşinci iktidar yılı olan 1881’de, Fevzi Çakmak 1856’da, Müfit Özdeş 1874’te doğdular. Cumhuriyeti kuran asker kadronun diğer üyeleri olan Ali Fethi Okyar 1880’de, Kazım Özalp 1880’de, Refet Bele 1881’de, Rauf Orbay 1881’de, Salih Bozok 1881’de, Kazım Karabekir 1882’de, Ali Fuat Cebesoy 1882’de, İzzettin Çalışlar 1882’de, Nuri Mehmet Conker 1882’de, İsmet İnönü 1884’te, Cevat Abbas Gürer 1887’de hayata gözlerini açtılar. Bütün askeri bilgilerini bu dönemde aldılar ve karakterlerini bu dönemde edindiler. Birinci Dünya Savaşı başladığında büyük bir çoğunluğu Üsteğmen, Yüzbaşı ya da Binbaşı rütbelerini taşıyorlardı. Bu isimlere İttihat ve Terakki’nin kurmay kadrosunu oluşturan Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa ve diğerleri de eklenmelidir. Hepsi de cesur, fedakâr, vatansever, kahraman, idealist insanlardı. Hiçbiri yatağında mışıl mışıl uyuyarak ölmedi.

Birini Dünya Savaşı sırasında cephelerden ceplere koşanlar, savaşı sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin ardından itilaf devletleri Anadolu topraklarını işgale başlayınca ülkenin dört bir yanında birer meşale gibi kurulan Kuvayı Milliye teşkilatlarını tek çatı altında toplayanlar onlardı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basanlar onlardı. Amasya Tamimini yayınlayanlar, Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayanlar onlardı. 23 Nisan 1920’de TBMM’ni açarak Milli Mücadeleyi demokratik yöntemle ve hukuka uygun şekilde idare edenler onlardı. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan eden onlardı.

CUMHURİYETİN İLK DÖNEM AYDINLARI

Meşrutiyet dönemi, Cumhuriyeti kuran askerlerin yanı sıra yeni rejimin fikir ve sanat planındaki kurmaylarını da yetiştirerek yakın tarihimizdeki yerini aldı. Cumhuriyet yıllarının kültür hayatına yön veren Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Mahmut Şevket Esendal, Şevket Süreyya Aydemir, Abdullah Cevdet, Hüseyin Cahit Yalçın, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Celal Nuri, Süleyman Nazif, Rıza Nur, Yahya Kemal Beyatlı, Aksekili Ahmed Hamdi Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Mehmet Şemsettin Günaltay, Ömer Ferit Kam, Ali Ekrem Bolayır, Fatma Aliye Topuz, Ebu’l Ulâ Zeynel Abidin Mardin, Eşref Edip Fergan, Bestekâr Şerif Muhittin Targan, Hüseyinzade Ali Turan, Mehmet Fuad Köprülü, Celal Sahir Erozan, Mahmut Esat Bozkurt ve diğerleri… Hepsi de Meşrutiyet döneminde yetişmiş birer yıldızdılar.

CUMHURİYETİN İLK KURUM VE PROJELERİ

Cumhuriyet’in sadece asker-sivil bürokrasini, kültür ve sanat insanlarını yetiştirmekle kalmadı Meşrutiyet. Altyapı hizmetlerinde de çağları aşan iş ve projeler ortaya konuldu bu dönemde. Şehircilik alanında büyük öneme sahip Ebniye Kanunu’nu 1882’de çıkarıldı. Modern şehirciliğin temellerini atan bu imar kanunu, 1930’a kadar yürürlükte kaldı. Sadece başkent İstanbul’da değil ülke çapında büyük mimari ve altyapı hareketleri başlatıldı.

Yine bu dönemde kimileri yüz yıl sonra gerçekleştirilebilen pek çok altyapı projesi planlandı. 600 kilometrelik Karadeniz-Akdeniz Karayolu Projesi. Fransız inşaat mühendisi F. Arnodin’e 1900 yılında projesi çizdirilen İstanbul Boğazı üzerine yapılacak Cisr-i Hamîdi projesi. Boğazın altından geçecek bir demiryolu tüneliyle İstanbul’un iki yakasının birleştirilmesini öngören, 1902’de Amerikalı mühendislere ihale edilen Tünel-i Bahri Projesi. Konya ovasının sulanmasına yönelik Konya Ovası Projesi ve daha nice proje Meşrutiyet’in Cumhuriyet’e mirası oldu.

Bu dönemde ayrıca Güzel Sanatlar Akademisi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi, ticaret ve ziraat okulları kuruldu. İlk ve orta dereceli okullar, dilsiz ve kör okulları, kız meslek okulları, il merkezlerinde liseler, ilçelerde ortaokullar açılmış, ilkokulları köylere kadar yaygınlaştırıldı. Şişli Etfal Hastanesi ve Darülaceze inşa edildi. Bugün hala kullanılan Hamidiye içme suyu borularla İstanbul’a getirildi. Anadolu içlerine kadar karayolları açtırıldı. Bağdat ve Medine’ye kadar demiryolları, büyük şehirlere atlı tramvay hatları döşendi. Meşrutiyet döneminde eğitim ve altyapıya yapılan bunca yatırım sayesinde Cumhuriyet, yeni medeniyet hamlesini çok daha kolay yapabildi.

CUMHURİYET TAMAM, SIRA DEMOKRASİDE

Her cumhuriyet demokratik olmamakla birlikte cumhuriyet ile demokrasi birbirini destekleyen ve tamamlayan iki kavramdır. Demokrasi, cumhuriyetin niteliğini güçlendiren, milleti oluşturan herkesi ve her kesimi eşit kabul eden ideal bir yönetim şeklidir.

Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildiğinde Türkiye pek çok bakımdan demokratik bir ülke değildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik niteliğini artırmak amacıyla 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurduran ancak 1925’teki Şeyh Said İsyanı sonrası yayımladığı Takrir-i Sükûn Kanunu ile bu partiyi kapatan Atatürk, ikinci çok parti denemesini 1930 yılında yaptı. Yine Atatürk’ün tavsiyeleriyle Ali Fethi Okyar tarafından kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası ise ortaya çıkan Atatürk’e suikast, Menemen Olayı ve sonrasında yaşananlar nedeniyle baskı altında tutuldu. 1930 Yerel Seçimlerine katıldığı halde, henüz bir yaşını bile doldurmadan kendini feshetmek zorunda kaldı.

BİR İBRET BELGESİ: 46 SEÇİMLERİ

Türkiye’nin çok partili demokratik hayata geçiş sürecinde 1946 seçimleri önemli rol oynadı. Cumhuriyet Halk Partisi’nden kopan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Mehmet Fuad Köprülü tarafından 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti, tek parti iktidarının aldığı baskın seçim kararına itiraz etse de 21 Temmuz 1946’daki seçimlere katılarak 61 milletvekili çıkarıp TBMM’ne girmeyi başardı. “Açık oy gizli tasnif” yönetimiyle yapılan ve tek parti iktidarının her türlü müdahalesine açık bir seçimde kazanılan 64 sandalye, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP’ye iktidara getirecek yolu açtı. Bu seçimlerde CHP 397, Bağımsızlar 7 milletvekilliği kazandılar.

İLK TAM DEMOKRATİK SEÇİMLER

Günümüzdeki özgür seçimlerin temel kuralı olan “Gizli Oy Açık Tasnif” sisteminin uygulandığı ilk seçim 14 Mayıs 1950’de gerçekleştirildi. Demokrat Parti’nin zaferiyle sonuçlanan seçimin ardından 27 yıldır ülkeyi yöneten CHP iktidarı son buldu. “Yeter söz milletindir!” sloganı ile seçimlere giren DP, 487 milletvekilliğinin 416’sını kazandı. Böylece demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan çok partili hayat Türkiye’de işlemeye başladı. 1954 ve 1957 seçimlerini de kazanan DP, 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar ülkeyi on yıl süreyle idare etti.

DARBELERE RAĞMEN TAM YOL İLERİ!

Cumhuriyetin ilan edildiği 1923’ten 1950’ye kadar geçen 27 yıllık tek parti iktidarının ardından girilen süreç Türkiye’yi tam demokrasi hedefine götürecek önemli bir fırsat olsa da 27 Mayıs 1960 ihtilali, “demokrasiyi ortadan kaldırma pahasına cumhuriyeti yaşatma” anlayışının ilk tezahürü oldu. Bu ilk askeri darbeyi 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 ihtilali, 28 Şubat 1997 süreci takip etti;  15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi bambaşka bir gerekçe ile de olsa demokrasimize büyük bir darbe indirdi.

Doksan altı yıllık cumhuriyet tarihimizdeki darbelerin ve darbe girişimlerinin tamamında milli irade ve onun tecelli ettiği yer olan TBMM büyük yara aldı. 27 Mayıs ve 12 Eylül’de tamamen feshedilen TBMM, 12 Mart ve 28 Şubat’ta baskı altında tutuldu. 15 Temmuz darbe girişimi, olayı en vahim noktaya taşıdı; Milli Mücadelenin ana karargâhı ve milli iradenin temsil yeri olan gazi Meclisimiz bombaların hedefi oldu. Üçüncü TBMM binası, tıpkı Milli Mücadelenin idare edildiği Birinci Meclis binası gibi “gazi” unvanını kazandı.

TBMM’NİN EŞSİZ BAŞARISI

TBMM’nin yüz yıllık serüveni, dünya tarihinde eşine az rastlanan bir başarı öyküsüdür. Devletin yönetim şeklini tarif eden cumhuriyet ile cumhuriyetin niteliğini en ideal şekilde tarif eden demokrasi kavramları TBMM çatısı altında ayrı bir anlam kazanmıştır.

Yüzüncü yılını kutladığımız Milli Mücadelenin Başkomutanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1924 yılında kurduğu, “Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir.” cümlesi, milletimiz hakkında yapılan çeşitli tarihi araştırmalarla teyit edilmiş bir gerçektir.

Atatürk’ün şu tespiti de aynı noktaya vurgu yapmaktadır:

“Türk milleti en eski tarihlerde meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarında devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir.”

TBMM Genel Kurul Salonunun duvarına çakılı şu veciz söz, 2300 yıllık devlet geleneğine sahip bulunan milletimizin tam bağımsızlık ve tam demokrasi hedefinin en çarpıcı ve en açık ifadesidir:

“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir!”

]]>
BEREKETLİ HİLAL KAN AĞLIYOR http://hayatitek.com/bereketli-hilal-kan-agliyor/ Sun, 31 May 2020 20:22:45 +0000 http://hayatitek.com/?p=448 HAYATİ TEK –

Anadolu’daki bin yıllık varlığımız sırasında yaşadığımız her gelişme, “Coğrafya kaderdir.” diyen İbn-i Haldun’u haklı çıkarıyor. Bu tespit bilhassa “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan, ilk medeniyet tohumlarının yeşerdiği, ilk insan yerleşimlerinin kurulduğu, ilk dini mabetlerin inşa edildiği, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in doğduğu coğrafya için geçerliliğini koruyor.

İlk kez ABD’li oryantalist J. N. Breasted tarafından kullanılan “Bereketli Hilal” kavramıyla tarif edilen, Dicle ve Fırat nehirlerinin hayat verdiği bu bereketli coğrafya; Güneydoğu Anadolu, Batı İran, Irak, Kuzey Suriye ve Doğu Akdeniz kıyı şeridinin tamamını içine alıyor. Bereketli Hilal’in doğu ucu Basra Körfezi, batı ucu Akdeniz, güney ucu Kızıldeniz’e dayanıyor.

Okyanus ötesi deniz keşifleri öncesinde “bilinen dünyayı” oluşturan Asya, Avrupa ve Afrika’nın cazibe merkezi olan, Çin’i Akdeniz’e ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlayan tarihi İpekyolu güzergâhında bulunan Bereketli Hilal, tarih boyunca hep önemli olageldi.

İlk medeniyetlere, tarım toplumunun doğuşuna kaynaklık ve şahitlik eden Bereketli Hilal, denizaşırı keşiflere kadar ticaretin de en önemli kavşak noktalarından birini oluşturdu.

GÖBEKLİTEPE’NİN ORTAYA ÇIKARDIĞI GERÇEK

Bu kadim ve bereketli coğrafyanın Türkiye sınırları içerisindeki en üst bölgesinde yer alan Urfa’da bulunan ve 11.000 yıl önceye tarihlenen Göbekli Tepe’nin keşfi, insanlık tarihinin en eski yapılar topluluğu ve dini merkezinin burada kurulduğunu, ilk buğday tohumunun da burada yeşerdiğini ortaya çıkardı.

Her çağda dünyanın güçlü devletlerinin ilgisini çeken bu değerli coğrafya; Pax Romana (MÖ 27-MS 180), Hilafet İmparatorlukları (Dört Halife: 632-551, Emevi: 661-750, Abbasi: 750-1258), Büyük Selçuklu Devleti (1038-1157) ve Pax Ottomana (1453-1699) dönemlerinde istikrarı yakaladı. Fransa ile İngiltere-Prusya ittifakı arasında gerçekleşen ve Napolyon’un kesin mağlubiyetiyle sonuçlanan Waterloo Savaşı ile Birinci Dünya Savaşı arasındaki doksan dokuz yıla damgasını vuran Pax Britannica’nın (1815-1914) son demlerinden itibaren de istikrarsızlık bölgesi haline geldi.

1900’lerin başından itibaren, II. Abdülhamid’in izni dâhilinde, İngilizler ve Almanlar tarafından arkeolojik kazı görünümünde petrol sondajları yapılan bölgenin kaderi, Pax Britannica’yı sona erdiren Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında İngilizler ile Fransızlar arasında imzalanan Sykes-Picot gizli antlaşmasında cetvelle çizilen sınırlar, Mondros Mütarekesi ve Paris Antlaşmaları nedeniyle günümüze kadar kaostan bir türlü kurtulamadı.

Birinci Dünya Savaşı başladığında bütün Bereketli Hilal coğrafyasının tamamı Osmanlı sınırları içerisindeydi. 1912 Balkan Savaşları sırasında Balkanlardaki topraklarımızı tamamen kaybettiğimiz için Trakya sınırlarımız bugünküyle aynıydı. Güneydoğu sınırlarımız Basra Körfezine kadar uzanıyor, Büyük Okyanus’a çıkışımız bulunuyordu. Asya’nın tüm Akdeniz ve Kızıl Deniz kıyıları ülke sınırlarımız içerisinde yer alıyordu.

LOZAN GÖRÜŞMELERİ VE MUSUL

Yüzüncü yılını idrak ettiğimiz Milli Mücadele sırasında kurduğumuz TBMM Hükümeti ile Sevr Antlaşmasının tarafı olan ülkeler arasında imzalanan ve Türkiye’nin bugünkü uluslararası statüsünü belirleyen Lozan görüşmeleri sırasında TBMM’de yaşanan ateşli tartışmalar, yirminci yüzyıl boyunca Türkiye’yi her bakımdan sıkıntıya sokacak iki diplomatik konuda düğümleniyordu. Bunlardan biri Ermeni meselesi, diğeri Irak’ta uydu bir Kürdistan devletinin kurulmasıydı. Bu iki konu üzerindeki tartışmalarda özellikle Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Musul’un üzerinde duruluyor, bu şehrin verilmemesi için gerekirse İngilizlerle savaş dahi göze alınıyordu.

Birinci TBMM’nin en sert tartışmalarına sahne olan Lozan görüşmeleri sırasındaki gelişmelerinin izini, A.Ü. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi’nin 2013’te yayımlanan Lozan Antlaşması Özel Sayısında Yrd. Doç. Dr. Bengül Salman Bolat ve Tekin Demirarslan tarafından kaleme alınan “Lozan Görüşmeleri Sırasında Mecliste Ortaya Çıkan II. Grup Muhalefeti ve Basına Yansıması” başlıklı makaleden sürelim.

İSMET İNÖNÜ’NÜN İZAHATI VE KARŞI GÖRÜŞLER

“I. Dönem Lozan Görüşmelerinin sona ermesi ile ülkeye dönen, Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa, 21 Şubat 1923 tarihindeki gizli celsede Lozan Görüşmeleri konusunda Meclise izahat vermiştir. 27 Şubat 1923 tarihindeki gizli oturumda ise barış görüşmelerinin tekrar başlaması halinde hükümetin takip edeceği politika ve hükümet tarafından hazırlanan mukabil projenin esasları Mecliste görüşülmeye başlanmıştır. Bu toplantıda, II. Grup üyeleri, Hükümetin Lozan Konferansı’nda izlediği politikaya ve Hükümet tarafından hazırlanmış olan mukabil projeye karşı sert bir muhalefet yapmışlardır.

Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, mukabil projenin, Meclisin bilgisi olmadan Heyet-i Vekile’ce hazırlanmasını eleştirmiş, (…) ‘Efendiler, bir teklifim vardır. Gerek Heyeti Vekile ve gerek Büyük Millet Meclisi, Misakı Milli’den zerre kadar feda ederse, icabı namus ve milli için çekilip gitmeli.’ diyerek eleştiri ve önerilerini getirmiştir.”

MUSUL’U KAYBEDENİN ŞARKTA YERİ KALMAZ

“Musul konusunun Lozan görüşmelerinde ertelenmesine de sert tepki gösteren muhalif milletvekillerinden Erzurum Mebusu Durak Bey, bildikleri tek şeyin Musul’dan vazgeçilmesi olduğunu belirterek şu ikazda bulunmuştur: ‘Musul’un bir sene sonraya taliki demek arkadaşlar, Türkçede bir darbı mesel vardır, sona kalan dona kalır. Musul’u gaip etmek demektir. Musul’u kayıp ettikten sonra, senin Şarkta bir yerin kalmamıştır.’

Tartışmanın uzaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa söz alarak, Heyet-i Murahhasa’nın kendisinin kabul ettiği bir projeyi Hükümete ve Meclise kabul ettirmek için gelmediğini, Musul Meselesi’ni bir sene sonraya ertelemenin Musul’dan vazgeçmek anlamına gelmediğini söylemiştir.  Diğer taraftan bazı mebusların Misak-ı Milli’yi tam olarak anlayamadığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Musul’un konferans gündeminden çıkartılarak İngilizlerle karşı karşıya halletmenin milli menfaatler açısından daha faydalı olacağını söylemiştir.”

HÜSEYİN AVNİ’DEN BOLŞEVİKLİK UYARISI

TBMM’deki tartışmaların sonraki oturumlarda da devam ettiğini dikkat çekilen makalede, 4 Mart 1923 tarihli oturumda, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Musul Meselesi’nin konferans gündeminden çıkartılmasına tepki gösterdiği konuşması şöyle aktarılmaktadır:

“Milletler Cemiyeti’ne havale edilmesinin kabul edilmesine ve Hükümetin, Lozan’da izlediği politikaya şiddetle karşı çıkmış Misak-ı Milli’nin pek çok hükmüne aykırı kararlar verildiğini, ‘yarım bir sulh’ adına ülkenin Bolşevikliğe sürüklendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca kamuoyunda II. Grup milletvekillerinin tekrar mebus seçilme ümitlerinin olmadığı ve bu nedenle barışa yanaşmayıp savaşın devamını istedikleri yönünde düşünceler ortaya çıktığını belirterek bu yöndeki düşünceleri eleştirmiş ve Mecliste böyle düşünen bir milletvekili bulunmadığını ifade etmiştir.”

MUHALİF GRUP SEÇİM İSTİYOR

Bolat ve Demirarslan’ın makalesinde 5 Mart 1923 tarihindeki toplantıda, çok daha sert tartışmalar yaşandığının altı çizilerek şu ifadeler kullanılmaktadır:

“İzmit Mebusu Sırrı Bey, İsmet Paşa’yı Misak-ı Milli’yi tam olarak anlayamamak ve Misak-ı Milli’ye aykırı hareket etmekle suçlamıştır. Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ise Heyet-i Murahhasa’nın, Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılmış toprakları masa başında kaybettiğini ve göreve devam etmemesi gerektiğini söyleyerek eleştirilerini dile getirmiştir. (…) II. Grup üyesi İzmit Mebusu Sırrı Bey, Meclisin Misak-ı Milli haricinde bir karar alamayacağını ileri sürerek seçime gidilmesini önermiştir.  Fakat bu öneri I. Grup tarafından desteklenmemiştir.

(…) Türkiye Büyük Millet Meclisi, Lozan Konferansı konusunda inisiyatifi hükümete bırakmış olsa da, I. ve II. Grup arasındaki sert mücadelenin yaşandığı bu ortamda, Misak-ı Milli kapsamındaki Musul’un Türkiye’ye bırakılmayacağının anlaşılması, Lozan Konferansı’nda kabul edilecek barış esaslarını Meclise kabul ettirmek konusunda ciddi endişeler ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine TBMM, 1 Nisan 1923 tarihinde seçim kararı almıştır.”

Bilindiği gibi Lozan Antlaşması, seçimlerin ardından oluşan İkinci TBMM tarafından 24 Temmuz 1923 tarihinde kabul edilmiştir.

20. ASRI KANA BULAYAN KARA İKSİR: PETROL

Birinci TBMM’de, ileride Büyük Ermenistan hayaline katkı sağlayacak kukla bir Kürdistan hükümetinin kurulması ve Misak-ı Milli bağlamında ülke sınırları içerisinde kalması istenilen Musul konuları, Pax Britannica’nın mimarı Büyük Britanya ve diğer sömürgeci devletler için çok daha başka anlamlar ifade ediyordu: Petrol…

İlk keşfedildiği yer M.Ö. 4. yüzyılda Çin olsa da bugünkü amaçlarla kullanılmak üzere 1850’li yıllarda ABD’de fark edilen petrol, buhar makinesinin devreye alınmasıyla 1859’dan itibaren ticari amaçla üretilmeye başlandı. O yıllarda en fazla otuz varil olan günlük petrol üretimi, 1879’dan itibaren on binli rakamlara ulaşınca ülkenin önde gelen zenginlerinden Rockefeller, Standard Oil Company’i kurarak petrol işine girdi. 1873’te Nobel ailesi, o yıllarda Rusya sınırları içinde bulunan Bakü’de petrol kuyuları açtı. 1890’larda petrol arayan Hollandalıların hedefi Endonezya’ydı.

Benzinli motorun Nikolaus August Otto tarafından 1867’de, ilk benzinli otomobilin ise 1887 yılında Gottlieb Daimler tarafından icat edilmesi, petrolün yükselişine olağanüstü hız kazandırdı ve yeni petrol alanları sömürgeci devletlerin radarına girdi.

James Waat’ın buharlı makineyi 1763’te keşfi ile birlikte sanayi devrimi büyük bir ivme kazanmış, bu yeni enerji gücü 1807 yılında Robert Fulton tarafından gemilere uyarlanmış, böylece Okyanus ötesi gemi seferleri hızlı ve güvenli bir şekilde yapılmaya başlanmıştı.

1900’lü yıllarla birlikte petrol, sömürge imparatorluklarının aç kurt gibi saldırdığı bir enerji kaynağı olarak coğrafyaların kaderini belirleyen önemli bir stratejik faktör haline gelmişti.

İNGİLİZLER, ORTADOĞU’YU SAHİLDEN KUŞATIYOR

Süveyş Kanalının 1869’da tamamlanmasının ardından Pax Britannica’nın denizlerdeki hâkimiyetine engel teşkil edebilecek coğrafyalardaki Osmanlı topraklarını tek tek koparan İngilizler, Basra Körfezi’ni Büyük Okyanus’a açan suların kontrolünü sağlayan Bahreyn’i, Sünni El Halife ailesiyle anlaşarak 1783’ten itibaren himayesine aldı. Osmanlı’ya bağlı Kuveyt ve Katar’ı 1800’lerin sonunda himaye yöntemiyle kendisine bağlayarak Ortadoğu’daki petrol alanlarını denizden kuşatma sürecini tamamladı. 1900’lere gelindiğinde ise, Osmanlı’nın iç bölgelerindeki petrol bölgelerini çoktan gözüne kestirmişti. Bu noktada sözü, o yıllarda ülkeyi yönetmekte olan II. Abdülhamid’e bırakalım.

OSMANLI’DA İLK PETROL ARAŞTIRMALARI VE II. ABDÜLHAMİD

1876-1909 tarihleri arasındaki 33 yıl boyunca hayli zor bir süreçte ülke yönetimini devralan II. Abdülhamid, Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli gerekçelerinden birini oluşturan ve bugün hâlâ Ortadoğu’yu kasıp kavuran petrol fırtınasının ilk esintilerine şahit oluyordu.

Kuzey Afrika’daki en zengin petrol yataklarını 1911 Trablusgarp Savaşı’nda, Ortadoğu’daki en zengin petrol bölgelerini ise Birinci Dünya Savaşı’nda kaybedecek olan Osmanlı’nın sınırları içerisindeki ilk petrol araştırmalarına dair İsmet Bozdağ’ın, “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” kitabında hayli çarpıcı bilgiler yer alıyor.

İNGİLİZLER’İN “TARİHİ ESER” OYUNU

II. Abdülhamid anılarında, İngilizlerin “tarihi eser arama” bahanesiyle bölgede nasıl petrol aradıklarını şöyle anlatıyor:

“İngilizlerin, Ruslarla ülkemizi paylaşmak için yaptığı teklife Rusların ‘hayır’ demeleri üzerine İngilizler bana, önceleri anlayamadığım -nice aylar sonra fark edebildiğim- bir biçimde yanaşmaya başladılar. İngiliz elçisi bir gün huzurda bana uzun uzun Anadolu, Suriye ve Hicaz topraklarının tarihin en büyük medeniyetlerine beşik olduğunu sayıp döktükten sonra, buralarda yeraltı kazıları yapmayı düşünüp düşünmediğimi sordu. Kesin bir cevap vermedim. Güya buraları kazılacak olsa, belki define bile (!) bulunabilirmiş! Bana eski Mısır yazısının okunmasının dünya medeniyetine ne büyük bir kazanç olduğunu söyledikten sonra, buralarda kazı yapmayı eğer Osmanlı idaresi masraflı buluyorsa, İngiltere Hükümeti’nin severek kendisine her türlü yardıma hazır olduğunu da sözlerine ekledi. Adamlarını hemen gönderecekler, kazılara başlayacaklar, masraflarını kendileri ödeyecekler, üstelik buralarda bulunacak tarihi eserleri de -hiçbir bedel istemeden- bize bırakacaklarmış!

İngiltere ile yakın ilişki kurmak muradımdı. Bu teklifin altında ne yattığını bilmiyordum ama, kabul ettim. Hemen Sadrazam Halil Rıfat Paşa’yı çağırdım. İngilizlerin tekliflerini anlattım ve gelecek heyetlerin çalışmalarını dikkatle takip etmesini kendisine tembih ettim(S. 76).”

GERÇEK ORTAYA ÇIKIYOR

İngiliz elçisinin bir gün heyecanla huzura girdiğini ve Musul çevresindeki kazılardan birinde çıkmış murassa bir kılıç getirdiğini kaydeden II. Abdülhamid, şöyle devam ediyor:

“Kılıç kırıktı, fakat sapı çok kıymetli taşlarla işlenmişti. Elçi, bir zelzele sırasında toprağın çöktüğünü, bir parçasının çok derinlere gittiğini, geri kalan parçanın da kazılarda bulunduğunu söyledi. Elçiye teşekkür ettim ve ihsanda bulundum. Fakat bizim istihbaratımızca böyle bir kılıcın bulunduğu bilinmiyordu. Ya haber alma teşkilatımız işlemiyor, ya da bana bilmediğim bir oyun oynanıyordu. Çarşı esnafından, işten anlayan kişilere kılıcı gösterdim. Bunlar, bu kılıcın eski bir kılıç değil, eskitilmiş bir kılıç olduğunu söylediler! Merakım büsbütün arttı, fakat kimseye bir şey sezdirmedim.

Yalnız, gelen haberlerden Musul’daki ve Bağdat’taki heyetlerin satıh (yüzey) çalışmalarını bırakıp kuyular açmaya başladıklarını öğrendim. O zaman maksatları ortaya çıktı. Beni, dürüstlüklerine inandırmak istiyorlar, böylece daha rahat çalışma imkânını elde etmek istiyorlardı. Kıymetli taşlarla donanmış ve eski diye bana sunulmuş kılıç da bu güveni bende attırmak içindi. Aradıkları kırık küpler, küçük heykelcikler değil, petroldü!(S. 77)”

II. Abdülhamid, petrol konusundan haberdardı. Daha önce Eflak’ta (Romanya) petrol bulunduğu için, bu değerli kaynağın kuyular açılarak arandığını biliyordu.

DEFİNENİN YERİNİ SU ARAMA BAHANESİ ALIYOR

Bir süre sonra huzura giren İngiliz elçisinin, Suriye ve Hicaz topraklarının büyük bir kısmının çöl olduğunu, buralarda susuzluk çekildiğini, bu yüzden buralarda barınılamadığını söyleyip, İngiltere Hükümeti’nin buralarda insaniyet namına kuyular açtırmaya hazır olduğunu anlattığını aktaran II. Abdülhamid anılarına şöyle devam ediyor:

“Yalnız şartları vardı: Eğer buralarda su bulunur ve vahalar teşekkül ederse, çıkacak suyun kullanılmasını ahaliye bırakacaklardı, fakat suyun sahibi olacaklardı. İttifak işi zaten istediğim şekilde yürümüyordu. Teklifi reddettim. Bununla yetinmedim, Musul ve Bağdat’ta açtıkları kuyuları da hükümetçe kapattım(S. 78)!”

Aldığı karara sert tepki gösteren İngilizlerin, bu gelişmenin ardından Cemaleddin-i Efgani yolu ile Hilafet meselesini kurcalamaya başladıklarını kaydeden II. Abdülhamid, tarihe ışık tutmaya devam ediyor:

“Hicaz Emirini ele geçirerek maksatlarına ulaşmak istiyorlardı. Ben de buna karşılık, büyükçe bir derviş kafilesini Hindistan Müslümanları arasına gönderdim. İngilizler buna Girit gailesini çıkarmakla mukabele ettiler. Daha da ileri giderek, Rusya ve Fransa’yı da yanlarına alarak beni tahttan düşürmeyi denediler(S. 79).”

ALMANLAR DA PETROL ARIYOR

İngilizlerle çatışmaya düşüldüğü günlerde Almanya’nın dostluk elini uzattığını kaydeden II. Abdülhamid, yeni dönemde izlediği stratejiyi şöyle anlatıyor:

“Kayzer, Fransız, İngiliz, Rus ittifakını önlemek için bana yaklaştı. Ben de hemen Alman ordularına Hindistan yolunu açabileceğim gözdağını İngilizlere vermek için Almanlara yaklaştım. Aslında ikizimin de düşünceleri başka başkaydı. Bu hengâme içinde Kayzer Wilhelm İstanbul’a geldi. Tantanalı bir karşılama hazırladım.

Alman imparatoru ile birlikte memleketimize bazı bilginler de gelmişti. Bu bilginlerin içinde tıpkı İngilizler gibi, kazılara meraklı olanları vardı. Onlar da Musul çevresinde eski eserler aramak istiyorlardı. Kendilerine müsaade ettim. Fakat İngiliz heyetlerinin petrol kokusu aldıklarını bildiğim için, yaverlerimden birini, bir başka nam ile Musul’a gönderdim ve kazıları yerinde izlemesini istedim. Selahattin Efendi’den bir rapor aldım. Alman heyeti de tıpkı İngilizler gibi, kuyular açıyorlar ve sondajlar yapıyorlardı.

Bu samimiyetsizliğe üzüldüğümü itiraf ederim. Çünkü Alman İmparatoru, petrol aramak teklif ile gelseydi, ben ona bazı şartlarda bu arama ruhsatını verecektim. Çünkü böyle bir araştırma, benim ülkem için de önemliydi. Ama casus göndermek, eski eser aramak bahanesiyle petrol aramak, Almanların Osmanlılara nasıl baktığını açıkça gösteriyordu.

Tahsin Paşa bunu imparatora duyurmak teklifinde bulundu. Reddettim. ‘Bırakalım, arasınlar’ dedim, ‘bulurlarsa petrolü ceplerinde götüremeyecekler ya… Buldukları kırık çanakları kendilerine veririz, petrol müsaadesi almamış oldukları için petrolü de biz kullanırız!’ (S.80)”

ABD VE JAPONYA’DA PETROL TEMASLARI

Bu gelişmeler üzerine Yaveri Selahattin Efendi’yi ABD’ye gönderen II. Abdülhamid,  sonrasındaki gelişmeleri şöyle anlatıyor:

“Yaverim Selahattin Efendi, bu işlerden anlar bir adamdı. Kendisini çağırıp Amerika’ya gönderdim. Çünkü Amerika o yıllarda bu işlerde çok ileri idi. Hem bu devletle yakından ilişki kurmamıza yardım edecek, hem de topraklarımızda petrol olup olmadığını anlayacaktık. Maalesef bu teşebbüsüm bir netice vermedi. Selahattin Efendi’nin Amerika’da temas ettiği şirketler, ilgi göstermediler, bir yıl sonra da Yaverim eli boş geri döndü. Selahattin Efendi’nin dönüşte bana, Amerikalıların dünya ihtiyacına yeter ölçüde petrol çıktığına inandıklarını ve yeni kuyulara, petrol fiyatlarını düşüreceği düşüncesi ile yanaşmadıklarını söyledi.

Fakat İngilizler ve Almanlardan sonra biz de petrol kokusu almıştık. Japonya’dan bir mütehassıs grubu istedim. Göndermeyi kabul ettiler. Gerisinin ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü az sonra tahttan uzaklaştırıldım(S. 81).

YÜZ ELLİ YILLIK DAVA VE BARIŞ PINARI HAREKÂTI

Eğer yeterince güçlü değilseniz, elinizdeki değer sizden daha güçlülerin iştahını kabartıyor, nimet bir anda külfete dönüşüyor. Türkiye ve Ortadoğu’nun son yüz yıllık tarihi, bu gerçeğin defalarca sınandığı olaylara şahitlik ediyor.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde pek çok girişimine rağmen İtilaf Devletleri yanında yer alamayan ve mecburen Almanlarla birlikte İttifak Devletleri çatısı altına giren Osmanlı çaresiz kalınca, Bereketli Hilal’in petrol odaklı son yüz beş yıllık kanlı tarihi de başlamış oldu.

1800’lerin son çeyreğinden bu yana Bereketli Hilalin petrol rezervlerine odaklı sorunlarla boğuşan, hâkimiyet teorilerinin odağındaki Avrasya coğrafyasının en kritik bölgesinde bulunan Türkiye, Türk dünyasının devasa petrol ve doğalgaz rezervlerinin Avrupa’ya taşınması noktasındaki en güvenli güzergâhı oluşturuyor.

Geleceğin enerjisinin doğudan batıya güvenli taşınması sürecinde tarihi İpekyolu’ndaki önemine benzer bir stratejik konuma sahip olan Türkiye, tıpkı Bereketli Hilal’in bin yıllık kaderinde olduğu gibi, bir yandan olağanüstü güçlerle donanırken, öte yandan yakın gelecekteki enerji mücadelesinde en riskli bölgelerinden biri haline geliyor.

Barış Pınarı Harekâtı ile Sykes-Picot gizli antlaşmasının ardımızda bıraktığımız 103 yılda açtığı yaraların güncel zararlarını en aza indirmeyi hedefleyen Türkiye’nin yönetim kadrolarını ve milli iradenin ana karargâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tarihi görevler bekliyor.

KAYNAKLAR:

  1. Sultan Abdülhamid; Siyasi Hatıratım, Yay. Ali Vehbi Bey, Fransızca’dan Çev. H. Salih Can, Dergâh Yayınları, İstanbul 1975.
  2. İsmet, Bozdağ; Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 1985.
  3. Yrd. Doç. Dr. Bengül Salman Bolat, Tekin Demirarslan; “Lozan Görüşmeleri Sırasında Mecliste Ortaya Çıkan II. Grup Muhalefeti ve Basın Yansıması”, A. Ü. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, (Lozan Antlaşması Özel Sayısı), 2013, s. 29-60.
]]>
ANKARA’NIN KADERİ CADDE VE SOKAK İSİMLERİNDE YAZILI http://hayatitek.com/ankaranin-kaderi-cadde-ve-sokak-isimlerinde-yazili/ Sun, 31 May 2020 20:02:07 +0000 http://hayatitek.com/?p=439

HAYATİ TEK –

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında askeri ve ekonomik bakımdan stratejik öneme sahip bölgeleri işgal eden İngiliz, Fransız ve İtalyanlara karşı yerel Kuvayı Milliye güçleriyle karşı duran Türkiye, varını yoğunu ortaya koyacağı bir ölüm kalım savaşına hazırlanıyordu.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan, Merzifon ve Amasya üzerinden geçtiği Erzurum ve Sivas’ta kongreler topladıktan sonra 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşan Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde açılan TBMM, yönettiği Milli Mücadele ile dünya tarihine damgasını vurdu. Bu kutlu mücadelenin kalbi ve ana karargâhı olan Ankara’nın fiili başkentliği resmiyete döküldükten sonra, konumuna yakışır bir şehir haline getirilmesi, ülkeyi yönetenlerin öncelikli hedeflerinden biri oldu.

Bu amaçla açılan yarışmayı kazanan Alman şehir plancısı ve mimar Prof. Dr. Hermann Jansen’in 23 Temmuz 1932’de kabul edilen Ankara İmar Planı, çağın şartlarının da ötesindeki özellikleriyle dikkat çekiyordu. İnsan odaklı, yeşil alana önem veren, motorlu taşıtların rahatlıkla seyredebilmesini sağlayan geniş caddeleriyle geleceği müjdeleyen plan derhal uygulamaya konuldu.

BAŞKENTİN İKİ KALBİ: ULUS VE KIZILAY

Şehir planlarını mimar ve mühendisler yapsa da, kâğıt üzerindeki çizgilere ruhunu veren, şehrin bulvar, cadde, sokak ve meydanlarına konulan isimlerdir. Kadim Ankara’nın kalbi durumundaki Ulus’u başlangıç noktası kabul eden Jansen’in planında başkentin gelişim yönü batı olarak belirlense de, yeni devletin kimliğini tüm dünyaya ilan edecek olan abidevi binalar ve yönetim merkezleri güney istikametinde yoğunlaşır.

En güneydeki Çankaya sırtlarının zirvesine inşa edilen Cumhurbaşkanlığı kampüsü ile Birinci ve İkinci TBMM binalarını doğrudan birbirine bağlayan Atatürk Bulvarı, yeni şehrin şahdamarıdır. Biri Tren Garı önünden, diğer ikisi yeni şehrin merkezi ve güneyinden doğu-batı istikametinde geçen üç bulvar, nüve halindeki yeni Ankara’nın atardamarlarını oluşturur.

Jansen’in Ankara’sı iki kalplidir. Birinci kalp, Birinci ve İkinci TBMM binalarının bulunduğu kadim Ankara’nın Ulus Meydanı’nda atar. Diğeriyse cumhuriyet dönemini temsil eden Yenişehir’in merkezindeki Kızılay’da atmaya hazırlanır.

KADİM ANKARA’NIN KALBİ: ULUS

Ulus’un alnında bir mücevher taç gibi parlayan Atatürk anıtı, hem zafer muştusu hem güven kaynağıdır. Anıtın merkezindeki bronz Atatürk heykeli, kırmızı taş ve mermer kaidenin üzerinde azametle yükselir. Taş yüzeyine Türk tarihinin çeşitli sembolleri, Milli Mücadele yılları ve Atatürk’ün Ankara’ya gelişi gibi konulara dair figürler işlenen kaidenin Batı cephesinin biraz önünde vakarla duran iki Mehmetçik’ten biri elindeki silah ve havadaki koluyla zaferi, ileriyi gözleyen Mehmetçik millî feraset ve dikkati sembolize eder. Doğu cephedeki mermi taşıyan cesur ve fedakâr Türk kadını ise Milli Mücadelenin kadını, erkeği, genci ve yaşlısıyla topyekûn kazanıldığını anlatır. Dört cephesinde Atatürk’ün dört veciz sözü bulunan kaidenin güney cephesinin zeminle buluştuğu noktada en önde kendini gösteren iki Bozkurt başı, Milli Mücadelenin milletimiz için “Ergenekon’dan çıkış” kadar önemli olduğu mesajını verir. “Sakarya” isimli atının üzerinde heybetle oturan askeri kıyafetler içerisindeki Atatürk, taşına nice sırlar işlenen kaidenin güçlü omuzlarında yükselir. “Mavi Gözlü Sarışın Kurt”un bu muhteşem pozu, her an savaşa hazır bir başkomutandan ziyade, gerektiğinde savaşı göze almakla birlikte, sağındaki TBMM binasında iradesini ortaya koyan asil milletinin önderi olarak batı ufkunu dikkatle izleyen bir lideri tasvir eder.

Bütün ihtişamıyla Ankara’nın gelişeceği yöne doğru bakan anıtla başlayan Anafartalar Caddesi’nin adı, Yarbay Mustafa Kemal’in bir yıldız gibi parladığı Anafartalar zaferinin şanlı hatırasından gelir. Milli Mücadele boyunca “Anafartalar Kahramanı” olarak anılan Mustafa Kemal Paşa, şimdi basiret ve feraset sahibi bir lider olarak yeni başkentin kadim kalbinde Ulus’unun geleceğini tasarlamaktadır. Nasıl ki şanlı Mehmetçiğin kutlu kanıyla yazılan Çanakkale destanı cumhuriyetin önsözü ise, Anafartalar Caddesi’nin hemen güneyindeki mütevazı Birinci TBMM binası da cumhuriyetin mukaddimesidir.

İSTİKLALİ CUMHURİYETE BAĞLAYAN SOKAK: İNEBOLU

Ulus Meydanı dört yol ağzıdır. Anıtı solunda bırakarak güneye doğru akan Atatürk Bulvarı, kuzeyden gelen Çankırı Bulvarı’na güvenle dayar sırtını. Bu güvenin sebebi bellidir. Kastamonu ve Çankırı’nın ortak kader noktası sadece adına marşlar yazdığımız Ilgaz dağları değil; aynı zamanda İnebolu limanından başlayıp Çankırı üzerinden Ankara’ya uzanan ikmal yoludur. Kağnıların ağır aksak revan olduğu bu çileli ve yorgun güzergâha “İstiklal Yolu” da denir. Kurtuluşa doğru ilerleyen bu stratejik yol, Ulus’un hemen çeperinde ete kemiğe bürünür. Ulus’tan güneybatı istikametinde inen Cumhuriyet Caddesi henüz İstiklal Caddesi’ne inmeden solundaki İnebolu Sokağı’na uzatır elini. Bu el, önce doğuya sonra kuzeye yönelerek Atatürk Bulvarı’na ulaşır. İnebolu’dan çıkan “İstiklal Yolu”nun şanlı hatırası Atatürk Bulvarı, Cumhuriyet ve İstiklal caddelerinin çizdiği üçgen içerisinde milletimizin kaderini bir kez daha birleştirir.

CUMHURİYET, TALAT PAŞA’YLA KUCAKLAŞIYOR

Birinci ve İkinci Meclis binalarına numaralarını veren Cumhuriyet Caddesi, güneybatıya doğru inerken Gençlik Parkı’nın köşesinde İstiklal ve İstanbul caddeleriyle karşılaşır. Sağdaki İstanbul Caddesi az ileride Kazım Karabekir Caddesi’ne kavuşur. Soldaki İstiklal Caddesi, Atatürk Bulvarı’na kadar uzanır. Bu iki caddeye selam verip karşıya geçen Cumhuriyet Caddesi, Ankara Tren Garı’na tatlı bir meyilde ilerlerken soldaki Gençlik Parkı’nın yeşilliklerinde nefeslenir. Parkın sonu, Talatpaşa Bulvarı’nın başlangıcıdır. Cumhuriyet ile Talat Paşa’nın tam bu noktadaki kucaklaşması görülmeye değer bir sahne oluşturur. Bu kucaklaşma, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslarla birlik olup milletimizi arkadan vuran, Doğu Anadolu ve Çukurova’da ABD himayesinde birer devlet kurmaya heveslenen Ermenileri Suriye’deki bazı bölgelere sevk ve iskân eden 1915 tehcirini yaparak, Türkiye’nin ebedi Türk yurdu kalmasında önemli bir rol oynayan Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya teşekkür gibidir. Cumhuriyet’i kuranlar, Paris Konferansı devam ederken Doğu Anadolu ve Kafkasları incelemek üzere gönderilen General Harbord ve Çukurova’yı incelemek üzere gönderilen King-Crane Komisyonlarının, “Buralarda devlet kuracak Ermeni nüfusu yoktur” raporuyla dönmelerinin, ABD Başkanı Wilson’u Ermeni devleti kurulması fikrinden vazgeçirdiğini gayet iyi bilirler. Doğu Anadolu’daki Ermeniler Suriye’ye götürülmeseydi, kongre toplayacak Erzurum ve Sivas’ın bile elimizde kalamayacağını da…

ZAFER ÜÇLÜSÜ: ANIT, PARK, ÇARŞI

Başkentin şahdamarı Atatürk Bulvarı, Ulus’tan güneye doğru inerken, İstiklal Caddesi ile adını Türkiye’nin ilk opera bestecisinden alan Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ni birbirinden ayırır. Az ilerideki Opera-Bale binasını sağına alan bulvar, Gençlik Parkı’nın güney kıyısından seyreden Talat Paşa Bulvarı’yla kucaklaşır. Sıhhiye’deki banliyö tren hattı köprüsünün altından süzülerek Etrafı güneş gibi aydınlatan Hitit heykeline ulaşır. Heykelin sağından güneybatıya ilerleyen cadde Necatibey, güneydoğuya ilerleyen cadde ise Mithatpaşa’dır.

İkisinin tam ortasından yoluna devam eden Atatürk Bulvarı, Mareşal Atatürk Anıtı’nın bulunduğu noktanın sağındaki Zafer Parkı ve solundaki Zafer Çarşısı ile göz göze gelir. Yeni Ankara’nın kalbine ulaşmadan hemen önce sağındaki İzmir Caddesi ile solundaki Tuna Caddesi’ni üst geçitle birleştirir. Tuna Caddesi, Selanik Caddesi’ni sağında bıraktıktan sonra Kuzeye doğru kıvrılarak yoluna devam eder; Sakarya Caddesi’ne paralel akarak Sıhhiye Kapalı Otoparkı önündeki Marmara Sokağa kadar yol alır. Selanik Caddesi ise, Ziya Gökalp’ten önce Sakarya ile bakıştıktan sonra güney yönünde ilerleyerek Kızılırmak Caddesi’ne kavuşur.

YENİ ANKARA’NIN KALBİ: KIZILAY

Ve nihayet yeni Ankara’nın kalbindeyiz. Kızılay’daki kalp atışları, yeni Türkiye’nin ileri atılışlarıdır. Bu kalpten beslenen cadde ve sokakların isimleri, cumhuriyetin mührünü taşır.

Kızılay’ı kuzey-güney istikametinde kesen bulvar, Ulus’tan doğup gelen Atatürk’tür. Kızılay’dan batıya yönelen bulvar Gazi Mustafa Kemal, tam karşısındaki cadde Ziya Gökalp ismini taşır. Bu iki ismin yanı sıra Birinci Meşrutiyet’in mimarı Mithat Paşa, Atatürk’ün doğduğu şehir olan Selanik, Milli Mücadele’nin dönüm noktası Sakarya Meydan Savaşı ve tabii ki milli müdafaa sonunda ulaştığımız “kurtuluş” isimleri Kızılay’ın fotoğrafını oluşturur.

Hiç de tesadüfi olmayan bu fotoğraf, “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” diyen Atatürk’ün hatırasına saygı duruşudur. Kızılay civarındaki iki okul, saygı duruşuna katılmakta gecikmez. Yüksel Caddesi üzerindeki okulun adı, tarihi Türk Ocağı binası gibi Cumhuriyetimizin ilk millî mimari örneklerini veren Mimar Kemaleddin Bey’den gelir. Diğeriyse, Kumrular Caddesi üzerindeki Namık Kemal Ortaokulu’dur. İsmini, Türk Milli Kütüphanesi’nin kurucusu Adnan Cahit Ötüken’den alan İl Halk Kütüphanesi de aynı cadde üzerindedir.

GÜVENPARK GÜVEN VERİR

Önceleri “Havuzbaşı” olarak anılan Kızılay Meydanı’ndaki Güven (Emniyet) Anıtı, girişinde bulunduğu parka da adını verir. Güvenpark, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’ndan başlayıp güneye doğru devam ederek Genelkurmay Kavşağı’nda İsmet İnönü Bulvarı ile buluşan Milli Müdafaa Caddesi’nin hemen yanı başındadır. Milli Müdafaa’nın sağında ve solunda yeni devletimizin kurumsal yapısını temsil eden bakanlıklar, yüksek yargı organları, Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı yer alır. Yeni TBMM binasını solunda bırakarak Ankara’nın güney girişine kadar devam eden Dikmen Caddesi, ismini Atatürk’ün Ankara’ya giriş yaptığı Dikmen Sırtlarından alır. Türklerin “ordu millet” vasfını devam ettiren Kara Harp Okulu da bu cadde üzerindedir.

ZİYA GÖKALP CADDESİ

Atatürk ile birlikte Kızılay’a damgasını vuran iki isimden biri olan Ziya Gökalp’in adını taşıyan cadde, önce doğuya sonra kuzeye doğru akar. Sağındaki Selanik ve solundaki Sakarya caddelerini selamladıktan ve az ilerideki Mithatpaşa Caddesi’yle el sıkıştıktan sonra Kurtuluş Parkı’na kadar ilerler. Sağındaki Mahmut Esat Bozkurt, solundaki Aksu caddelerine tebessüm edip önündeki hafif yokuşu tırmanmaya başlar. Son durağı, Dumlupınar, Celal Bayar, Cemal Gürsel ve Kıbrıs caddelerinin kavuştuğu beş yol ağzıdır.

GAZİ MUSTAFA KEMAL BULVARI

Kızılay’dan Batıya akan GMK Bulvarı Milli Müdafaa Caddesi, Şehit Âdem Yavuz, Sümer ve Fevzi Çakmak sokaklarını geçtikten sonra Necatibey ve Strazburg caddelerini keserek Tandoğan’a kadar ilerler. Tandoğan’dan sola dönüldüğünde Anıt Caddesi başlar. Bu caddeye ismini veren Anıtkabir, Türkiye’de kader birliği eden her Türk evladının Ankara denilince ilk aklına gelen kutlu yapıdır. Etrafı Mareşal Fevzi Çakmak, Gençlik ve Akdeniz caddeleriyle çevrili olan Anıtkabir, zor günlerde doğru yönü gösteren gökyüzündeki Kutup Yıldızı’nın Rasattepe’deki yansımasıdır.

GAZİ MECLİS’İN KALKANI: İNÖNÜ BULVARI

Kızılay’da epeyce vakit geçiren Atatürk Bulvarı, adını değiştirmeden karşıya geçer. Meşrutiyet Caddesi’ni solunda bıraktıktan hemen sonra sağındaki TBMM’nin önünde İnönü Bulvarı’yla kucaklaşmaya hazırlanır. Cumhuriyetin “İkinci Adam”ının adını taşıyan bulvar, TBMM’nin önünde başlayıp batı yönünde akarken solunda Deniz, Hava ve Kara Kuvvetleri komutanlıkları, sağında ise Genelkurmay Başkanlığı kampüsü yer alır. Az daha ileride Türk Ocağı Caddesi ve Milli Kütüphane sabırsızlıkla onu beklemektedir.

ÇANKAYA YOKUŞUNDA…

Başkentin şahdamarı, milli iradenin tecelligâhı TBMM önündeki Milli Egemenlik Parkı’nda oksijen ve umut depoladıktan sonra Çankaya yokuşunu tırmanmaya başlar. Kuğulu Park önünde kendisini karşılayan Cinnah Caddesi’ne el sallayıp hafif sola kıvrılır ve hayli dik bir yokuşa yönelir. Solundaki Seğmenler Parkı, bu zorlu güzergâhta ihtiyaç duyduğu temiz havayı fazlasıyla sağlar. Ulus’tan başladığı yolculuğuna Cumhurbaşkanlığı Köşkü önünden geçen Çankaya Caddesi’nde son veren Atatürk Bulvarı, ismini taşıdığı büyük önderinin çalışma ofisi ve ikametgâhını hayranlıkla seyrederken, sağındaki Başbakanlık Konutuna selam vermeyi de ihmal etmez.

ÇANKAYA’DA YANKILANAN SESLER

Atatürk Bulvarı’nın kadim ve yeni Ankara’ya, Türkiye’nin geleceğine dair anlattıklarını heyecanla dinleyen Çankaya Caddesi batıya doğru yola çıkar. Az ilerideki Atakule’nin tam önünde Cinnah Caddesi ile buluşur. Ankara’nın sembol yapılarından olan Atakule’nin tam karşısından başlayan Simon Bolivar Caddesi, tatlı bir yokuşu tırmanarak güneye doğru devam eder.

Bu caddenin sağında ve solunda Cumhuriyet Türkiye’sinin gazeteci ve yazarlarının isimlerini taşıyan sokaklardan yükselen daktilo ve rotatif sesleri, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecindeki fikrî gelişimi, ayrılık ve birlik noktalarını özgürce dile getirir. Yunus Nadi, Ahmet Mithat, Ahmet Rasim, Süleyman Nazif, Halide Nusret Zorlutuna, Halit Ziya, Abidin Daver, Sedat Simavi, Cemal Nadir, Ebu Ziya Tevfik, Mahmut Yesari, Hüseyin Rahmi ismini taşıyan sokaklardan yükselen melodiler, cumhuriyet senfonisine hayat verir. Az ilerideki Anayasa Parkı, Cumhuriyet’imizin kurucusunun “hislerimin babası dediği” Namık Kemal’in, “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar” sözünün güvencesini oluşturur. “Vatan Yahut Silistre”nin yazarına ait bu söz, yüzüncü yılını kutladığımız TBMM’nin duvarını süsleyen “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün de ilham kaynağıdır.

]]>
FOTO GALERİ http://hayatitek.com/foto-galeri/ Sat, 30 May 2020 17:10:45 +0000 http://hayatitek.com/?p=88
İYİ Parti Sözcüsü İstanbul Milletvekili Yavuz Ağıralioğlu Beyefendiyi TBMM’deki makamında ziyaret ederek Namus romanımızı takdim ettik.
]]>