Veli Haşim Çiftçi – Hayati Tek http://hayatitek.com Sat, 01 Jan 2022 14:44:11 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 http://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Veli Haşim Çiftçi – Hayati Tek http://hayatitek.com 32 32 CEPHE ARSLANI VELİ HAŞİM BEY http://hayatitek.com/cephe-arslani-veli-hasim-bey/ Sat, 01 Jan 2022 13:42:23 +0000 http://hayatitek.com/?p=5219 HAYATİ TEK –

Tarih kitapları büyük askerî başarıları, meydan muharebelerini, sembolik başlangıçları ve dramatik sonuçları yazar. Oysa bütün bu büyük olaylar her alanda yapılan hummalı hazırlıkların, elde edilen mevzii başarılarla atılan sağlam temellerin üzerinde yükselir.

Yüz yıl önce zaferle sonuçlandırdığımız Milli Mücadelemiz için de durum böyledir.

Halkımızın zihninde, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919’dan İzmir’in işgalden kurtulduğu 9 Eylül 1922’ye kadar geçen dönemi çağrıştıran Milli Mücadelemiz, aslında Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918’de başlar. Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı 11 Ekim 1922’de askerî bakımdan, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz 1923’te ise siyasî bakımdan son bulur.

Düzenli ordumuzun kurulmasının ardından Yunan taarruzunu durdurduğumuz Birinci İnönü, kesin zaferimizle sonuçlanan İkinci İnönü, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebeleri, varlık-yokluk mücadelemizin öne çıkan askerî başarıları olurlar.

Aynı şekilde Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla başlayıp TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’ye kadar geçen süreçte önce çıkan Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas kongreleri, millî direnişimizin ana caddesindeki işaret levhaları olarak tarihe geçerler.

Millî Mücadelemiz, işgale uğramamış Anadolu topraklarında büyük bir azim ve kararlılıkla inşa ettiğimiz askerî ve siyasî başarılarımızdan ibaret değildir.

TBMM’nin açılışıyla zapt olunmaz bir akış halinde Yunan kuvvetlerini önüne katıp İzmir kıyılarında denize döken millî ruh selimizi besleyen nehirlerimiz, bu nehirleri besleyen derelerimiz de vardır.

Tarihin ana caddesinin uzağına düştüğü için pek çoğu bilinmeyen nehir ve derelerimiz; İngiliz, Fransız ve İtalyan işgali altındaki topraklarımızda kurulan Kuvayı Milliye Müfrezelerimiz ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerimizin direniş ruhunun yansımaları olarak Millî Mücadele selimizin gücüne güç, inancına inanç katmışlardır.

Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa’nın TBMM’nin 25 Eylül 1920 tarihli oturumunda yaptığı konuşmada kullandığı şu ifadeler, bu mütevazı akarsuların Millî Mücadelemize nasıl büyük katkılar sağladıklarının en çarpıcı belgelerinden birini oluşturur:

“Muntazam kuvvetlere karşı Adana, Tarsus, Mersin ahalisinin gösterdiği mukavemet, ondan fazla olarak düşman kıtaatına hücum için lâyenkati faaliyeti eğer biz lâyıkile ifade edemiyorsak fevkalâde heyecan içinde, fevkalâde alâka içinde söylenecek söz bulamadığımızdandır. Fakat ahfadımız ve tarihimiz bütün mefahiri içinde Adana ve Mersin cephesinde cereyan eden vukuatı iftihar ile telâkki edecek muazzamat meyanında görecektir.”

İsmet Paşa’nın “söyleyecek söz bulamadığı”, milletimiz adına “iftihar vesilesi” olarak gördüğü Çukurova ve Mersin’deki direnişimizin her cephesi ayrı birer iftihar tablosudur.

Bir asır önceki millî direnişimiz sırasında verdiği mücadeleden dolayı “Kahraman” unvanını alan Maraş, “Gazi” unvanını alan Antep, “Şanlı” unvanını alan Urfa gibi bayraklaşmış illerimiz; isimleri, bu illerimizle bütünleşmiş Sütçü İmam, Şehit Kamil Bey gibi kahramanlarımız vardır.

Çukurova’yı işgal eden Fransız birliğinin merkezinin bulunduğu, nice çatışmaların ve “Kaç Kaç” faciası gibi nice dramların yaşandığı Adana’mız ile Fransızlara karşı en çetin savaşların yaşandığı Mersin’imizin böylesi unvanları yoktur.

Adana’nın Saimbeyli ilçesinin adı, Millî Mücadelemizin kahraman kaymakamı Saim Bey’den; Tufanbeyli ilçesinin adı ise Kuvayı Milliye komutanlarından Aydınoğlu Osman Tufan Bey’den gelir.

Mersin’in herhangi bir ilçesine Kuvayı Milliye Müfrezelerimizin kahraman komutanlarının isimlerinin verilmesi gereği duyulmamıştır. Bu nedenle ilimizin isimsiz kahramanları, bırakın Türkiye kamuoyunu, şehrimizde yaşayanlar tarafından dahi pek bilinmez.

Oysa Fransızların gölgesinde terör estiren Ermeni çetelerine karşı verilen mücadele dışında, Fransız ordusunun düzenli birliklerine karşı tam yirmi savaş yapılmıştır Mersin’de.

Nice şehitler verdiğimiz bu savaşlara katılan her bir müfrezemizin nice yiğit mücahitleri, o yiğitlere komuta eden nice yiğit müfreze komutanları; ateş hattındaki müfrezelerimizin mühimmat ve iaşe ihtiyaçlarını temin eden Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerimizin nice yiğit başkan ve üyeleri vardır. Her biri, hayır ve şükranla yâd edilmeyi fazlasıyla hak eden “Kuvvacı” yiğitlerimizin ruhları şâd, mekânları cennet olsun.

Okunmakta olan yazıda, o yiğitlerin güzideleri arasında yer alan, Tarsus Grubu’na bağlı Tozkoparan Müfrezesi Komutanı Mücahit Gazi Veli Haşim Bey’in hayatını inceleyeceğiz.

OKUL VE MESLEK HAYATI

Çukurova’daki millî direnişimizin önemli aktörlerinden biri olan Veli Haşim Bey, bugün Mersin’in Toroslar ilçesi sınırları içerisinde bulunan Musalı’da, köy eşrafından Molla Veli Oğlu Hacı Osman Ağa ile Emine Hanım’ın oğlu olarak 1891 yılında dünyaya gelir.

İlkokulu Mersin’in Bekirde köyünde okur. 1907 yılında kaydolduğu Adana Erkek Öğretmen Okulu’ndan 1911 yılında pekiyi derece ile mezun olur.

1 Eylül 1911-12 Ocak 1912 tarihleri arasında öğretmenlik yaptığı Adana Özel Turan Okulu’nun müdürü, Millî Mücadele sırasında Mersin Milletvekili, Adana Valisi, Milli Eğitim ve İçişleri Bakanı olarak ülkemize hizmet eden, Kırmızı-Yeşil Şeritli İstiklâl Madalyası sahibi İsmail Safa (Özler) Bey’dir.

ENVER PAŞA’NIN İLTİFATINA MAZHAR OLDU

22 Ocak 1912 tarihinde, 21 yaşında iken vatani görevini yapmak üzere İstanbul Yedek Subay Adayları Okulu’na (İhtiyat Zabit Namzetleri Talimgâhı) çağırılan Veli Haşim Bey, buradaki eğitimini başarıyla tamamladıktan sonra Almanya’ya kursa gönderilir.

Almanya dönüşü, “Takımbaşı” yetiştirmek üzere Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle kurulan Hususu Bölük Komutanlığı’na tayin edilir. Bu bölükte uzun süre öğretmenlik ve komutanlık yapar.

Veli Haşim Bey’in İstanbul’daki bu önemli görev dönemi hakkında, Tarsus Grubu’na bağlı Gençler Müfrezesi Komutanı olan Lütfi Oğuzcan’ın, Kuvayı Milliye Dergisi’nin 1968 Nisan’ında yayınlanan 92’nci sayısında aktardığı şu bilgiler kayda değerdir:

“Veli Haşim’in asıl cevheri bu talimgâhta kendisini göstermiş, üstün başarısından dolayı talimgâhta muallim (öğretmen) olarak bırakılmıştır. Kendisini, Pendik’te olan İhtiyat Küçük Zabitleri (Astsubay) talimgâhında tanıdım. O bölük, ben takım komutanı idim. Birinci Cihan Savaşı sonlarında, Ordudaki subay ihtiyacını karşılamak ve “Takımbaşı” yetiştirmek üzere talimgâhta bir bölük kurulmuş ve bu bölüğe “Hususi Bölük” adı verilmişti. Talimgâh ve Alay komutanları, talimgâhta vazifeli yüzlerce subay arasından bu bölüğe komutan olarak Yedek Mülâzimsani (Teğmen) Veli Haşim’i seçmişlerdi.”

ENVER PAŞA’DAN HARP MADALYASI BERATI

Osmanlı ordusunun bu “hususi” bölüğünde yüksek başarılar elde eden Veli Haşim Bey, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisliği ve Osmanlı Orduları Başkomutanlığı görevlerini de uhdesinde bulunduran Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından, padişah adına “Harp Madalyası” ile taltif edilir.

Altında Enver Paşa’nın mührü bulunan beratın metni şöyledir:

“1332-33 Seneleri Harbinde vezaif-i mevduanda hüsn-i hizmet ve say’u gayret göstermiş olduğundan dolayı Nam-ı Humayun-ı Hazret-i Padişahiyye olarak sana Harp Madalyası verildi. Bundan böyle dahi her halde kanun dairesinde ifay-ı hüsn-i hizmetle iktisab-ı feyz-ü memduhiyete say-ı gayret eyleyesin.

Harbiye Nazırı

Enver”

VELİ HAŞİM BEY’E İTHAF EDİLEN KASİDE

Lütfi Oğuzcan, Kuvayı Milliye dergisindeki söz konusu yazısında, Hususi Bölük Talimgâhı’ndan hoş bir hatırayı da şöyle nakleder.

Veli Haşim’in talimgâhta çok değerli bir arkadaşı vardı; o da bölük komutanı idi. Ona yaygın adı ile ‘Urfalı Mahmut Kamil Hoca’ derdik. Hoca adamdı, âlimdi. Bilhassa şark kültüründe çok değerli bir şahsiyetti. Bir ara, Adana’da ikamete memur edilen Kamil Bey, burada 1950’ye kadar avukatlık yapmıştı.

İstanbul Talimgâhında bu iki arkadaş çok sevişirlerdi. Biri Urfalı, ötekisi Mersinli olduğuna göre tabii çiğ köfteyi sever ve unutmazlardı. Urfalı Kamil Bey, köfteyi kendi eliyle yoğurur, hazırlar, hele biberini hiç ihmal etmezdi. Bu arada, çiğköfte için bir de kaside yazdığını, rahmetli Veli Haşim’in oğlu Dündar Çiftçi tarafından dergimize verilen bir yazısından öğreniyoruz.”

MİLLİ MÜCADELEYE KATILIŞI

Urfalı Mahmut Kamil Bey’in Veli Haşim Bey’e ithaf ettiği “Kaside Der Methi Köfte-i Nâpuhte” başlıklı kasideyi nakleden Lütfi Oğuzcan, Veli Haşim Bey’in Millî Mücadele’ye katılma süreci hakkında da şunları yazar:

“Arslanköy’e Mustafa Nail’in gelmesiyle Milli Mücadelenin Mersin bölgesine sirayeti üzerine Veli Haşim’in beklediği an gelmiş ve Tarsus’un Toros etekleri köylerinde teşkilata başlamıştı. Zorlu bir teşkilatçı ve idareci idi. Kuvayı Milliye Tarsus Grubu’nun teşekkülü üzerine Tozkoparan Müfrezesi’ni kurmuş ve başına geçmişti. Bu bölgede yapılan savaşların hepsinde onun adı ve hizmeti vardır.”

Üç yılı Birinci Dünya Savaşı’nda geçen beş yıllık askerlik görevinin ardından 28 Ocak 1917’de köyüne dönen Veli Haşim Bey, bir süre tarım ve ticaretle uğraşır.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından, yaşadığı şehrin 17 Aralık 1918’de İngilizler, 1 Ocak 1919’dan itibaren Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine, başta kendi köyü Musalı olmak üzere, çevre köylerde teşkilatlanma çalışmalarına başlar ve merkezi Ulaş köyü olmak üzere Tozkoparan Müfrezesi’ni kurar.

GÖZNE HASTANESİNİN KURULMASINDAKİ ROLÜ

Mersin’de Fransızların düzenli ordu birlikleriyle ilk kapışma Başnalar Kalesi civarında yaşanır. 17 Mart 1920 tarihli bu savaştan, düşmanın 23 kaybına karşılık, millî kuvvetlerimizden birkaç mücahit hafif yaralarla çıkar.

İkinci kapışma olan 19-20 Nisan 1920’deki İçme Savaşı’nda, Kuvayı Milliye’den Hanlıoğlu Hanefi şehit düşer, 5 mücahidimiz yaralanır.

5 ve 10 Mayıs 1920 tarihlerindeki Su Bendi Savaşlarında şehit vermeyiz ama yaralı sayımız 50’nin üzerine çıkar.

Yaralı sayımızın hızla artması üzerine Mersin Grubu’na hizmet verecek bir hastane kurulması elzem hale gelir. Y. Ütğm. Veli Haşim Bey, Y. Ütğm. Osman Muzaffer (Koçaşoğlu) Bey ve Y. Ütğm. Süleyman Fikri (Mutlu) Bey’den oluşan üç kişilik heyet, şehir merkezine 30 km. mesafedeki Gözne’de 10 yataklı bir hastanenin kurulmasını sağlar.

Karyola, yatak ve yorganı Gözne halkından temin edilen hastanenin sorumluluğunu, “Yanparlı Doktor Ahmet” diye anılan Sıhhiye Çavuşu üstlenir. 1920 Mayıs sonlarına doğru Gözne’ye gelen Adanalı Dr. Salim (Serçe) Bey, başhekimliği üstlenir ve Mersin’deki Millî Mücadelenin sonuna kadar görevini başarıyla yürütür.

Tarsus bölgesindeki yoğun çarpışmalarda yaralı sayısı artınca, bu kez Tarsus Grubu’na hizmet vermek üzere Manas köyünde bir hastane kurulur. Bu hastanenin başhekimliği görevini Tarsuslu Aziz (Köksal) Bey, yardımcılığını ise Tarsuslu Doktor Varit (Yazgan) Bey üstlenirler.

Kavaklıhan Grubu’ndaki yaralı mücahitlerimiz ise Adanalı Doktor Hayri (Gül) Bey tarafından tedavi edilir.

BOZKURT, GÖKBAYRAK, SELÇUK, KAYIHAN

Şehir merkezini, birbirini destekleyen iki hilal şeklinde kuzeyden kuşatan Tarsus Grubu müfrezelerinin ilk halkası Burhan’daki Tarsus Gençler, Melemez’deki Kayıhan, Akçakoca’daki Çeliktaş’tır. İkinci halkada Yanpar’daki Bozkurt, Dedeler’deki Demirbaş ve Ulaş’taki Tozkoparan yer alır. Grup Merkezi olan Karatiken’in kuzey doğusundaki Çakırlı’da ise Selçuk Müfrezesi konuşlanmıştır.

Tarsus Grubu’ndaki müfrezelerin isimleri hep dikkatimi çekmiştir. Bilhassa Bozkurt, Gökbayrak, Selçuk ve Kayıhan müfrezeleri…

1920’de kurulan bu müfrezelerin komutan ve mücahitlerinin Bozkurt’tan, Gökbayrak’tan, Selçuklu’dan ve Osmanlı’yı kuran Kayı boyundan haberdar olmasını neye yormalıyız?

Türk’ü hiçe saydığı iddia edilen Osmanlı’daki eğitim sisteminin insanlarımıza verdiği tarih şuuruna mı, bu şuurun altı asır boyunca hiç aksamadan atadan toruna anlatılarak geçtiğine mi, yoksa ülkenin dört bir yanında teşkilatlanan İttihat ve Terakki’nin Türk tarihi konusunda toplumu bilinçlendirme konusunda gerçekten başarılı olduğuna mı?

Bunların yahut başkaca gerekçelerin bir önemli yok aslında.

Önemli olan, bu şuura sahip gencecik insanların vatanları uğruna canlarını feda etmeleri; bu serdengeçti tavrı sergilerken köklü bir millet ve tarih şuuruna sahip olmalarıdır.

ÇUKUROVA’NIN KAHRAMAN “EFE”LERİ

Millî Mücadele dönemindeki müfreze komutanlarının hemen hepsinin birer takma ismi vardır.

Batı Çukurova Cephe Komutanı Ali Ratip Bey’in “Tekelioğlu Sinan”, Mersin Grubu Komutanı Yzb. Emin (Resa) Arslan (Karakaş) Bey’in “Turgut Efe”, Kavaklıhan Grubu Komutanı Ütğm. Cemal (Ziyal) Bey’in “Cemal Efe”, Bozkurt Müfrezesi Komutanı A. Mithat (Toroğlu) Bey’in “Özkul Efe”, Efrenk Müfrezesi Komutanı Başçavuş Hüsnü (Yıldırım) Bey’in “Adil Efe”, Kara Bomba Müfrezesi Komutanı Y. Ütğm. Hasan Fehmi (Akıncı) Bey’in “Kara Afet”, Hamzabeyli (Yılmaz) Müfrezesi Komutanı Şeref (Genç) Bey’in “Yılmaz Efe”, Kayıhan Müfrezesi Komutanı Y. Tğm. Ali Rıza (Timurtaş) Bey’in “Doğan Efe”, Müdafaa-i Vatan Müfrezesi Komutanı Zeki (Baltalı) Bey’in “Cemil Cahit” isimlerini kullanmaları bu cümledendir. Tozkoparan Müfrezesi Komutanı Veli Haşim Bey’in takma ismi ise “Naif Efe”dir.

VELİ HAŞİM BEY’İN KATILDIĞI SAVAŞLAR

Sadece 15-27 Temmuz 1920 tarihleri arasındaki on iki günde üç ayrı cephede savaşarak “Çukurova’nın Yıldırım Bayezid’i” unvanını fazlasıyla hak eden “Cephe Aslanı” Veli Haşim Bey’in katıldığı savaşlar şunlardır:

Birinci Eshab-ı Kehf (19 Nisan 1920), İkinci Kavaklıhan (20 Mayıs 1920), Bağlar (15 Temmuz 1920), İkinci Hacı Talip (22 Temmuz 1920), Kamber Höyüğü (27 Temmuz 1920), İkinci Eshab-ı Kehf (10 Ekim 1920), Karadirlik (19 Ekim 1920), Üçüncü Eshab-ı Kehf (15 Aralık 1920) ve Batı Cephesi.

Veli Haşim Bey’in katıldığı bu savaşlar içerisinde, Tarsus Cephesi’ndeki ilk savaş olan Birinci Eshab-ı Kehf, en çok zayiat verdiğimiz Bağlar ve stratejik önemi haiz İkinci Kavaklıhan’daki kahramanlıklarından söz etmekle yetineceğiz.

BİRİNCİ ESHAB-I KEHF SAVAŞI

19 Nisan 1920 günü Fransızlar, henüz kuruluş aşamasındaki millî kuvvetlerimizi boğmak, Pozantı’da kuşatma altında bulunan 412. Fransız Taburu’nu kurtaracak harekât öncesinde Mersin ve Tarsus’taki millî direnişi kırmak amacıyla iki ayrı koldan harekete geçerler. Mersin’deki Fransız birlikleri İçme, Tarsus’taki Fransız birlikleri ise Eshab-ı Kehf istikametine yürürler.

Fransızların Mersin ve Tarsus harekâtlarını, gizli teşkilatlarımızın sağladığı bilgilerle önceden haber alan millî kuvvetlerimiz, gerekli hazırlıklarını buna göre yaparlar.

İçme Boğazı civarındaki hâkim noktaları tutarak pusu atan Alsancak Müfrezesi Komutanı Y. Tğm. Osman Muzaffer (Kocaşoğlu) Bey, civar köylerin de katıldığı zorlu bir savaş sonrasında Mersin’den yola çıkan Fransız birliğini geri püskürtür.

Aynı gün Tarsus’tan hareket eden modern silahlarla donatılmış 300 kişilik Fransız birliğini Eshab-ı Kehf tepesi eteklerinde karşılayan Y. Ütğm. Veli Haşim Bey komutasındaki 70 kişilik Tozkoparan Müfrezesi, iki gün süren şiddetli çarpışmalar neticesinde düşmanı durdurmayı başarır.

Tarsus Cephesi’ndeki ilk savaşın zaferle neticelenmesi, mücahitlerimizin ve halkımızın moralini yükseltir; diğer müfrezelerin hızla kurulması sürecinde etkili olur.

BAĞLAR (KÜÇÜK VERDÜN) SAVAŞI

Verdün Savunması, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransızların Almanlara karşı elde ettiği büyük zaferlerden biridir. “Avrupa’nın Çanakkale’si” olarak anılan Verdün’de, Şubat-Ekim 1916 dönemindeki on ayda 40 milyon top mermisi yakılır; 160 bini Fransız, 140 bini Alman olmak üzere toplam 300 bin kişi can verir.

Tarsus’un iki kilometre kuzeybatısındaki “Bağlar” sırtlarına etkili silahlarla donanmış 400 kişilik birlik yerleştiren Fransızlar, müstahkem hale getirdikleri bu mevkie “Küçük Verdün” adını verirler.

Millî kuvvetlerimiz için bu bölgenin ele geçirilmesi, hem stratejik önemi haizdir; hem de Fransızları en güvendikleri noktada mağlup ederek güvenlerini sarsmak anlamına gelmektedir.

“Mersin Tarihi Üzerine” isimli kitabında Fikret Ünver’in, “Bağlar Muharebesi Ana Yurdun, Toros sivrileri ile Akdeniz arasındaki parçasında vukua gelen muharebelerin en çetinidir. Mersin ve havalisinin Milli Mücadele Tarihi, Bağlar Muharebesinden daha şiddetlisini kaydedemez. (s. 228-229)” diyerek dikkat çektiği; Tarsus Grup Komutanı Bnb. İsmail

Ferahim Bey’in, “Bağlar Muharebesini kazanan bu millet her şeyi yapmaya muktedirdir.” diyerek övdüğü savaş, beklenilenden de çetin geçer.

200 civarında zayiat veren Fransız birliklerinden 200 piyade tüfeği, 1 makineli tüfek, 5 otomatik tüfek, 1 dağ topu arka kundağı, 1 telemetre, cephane, erzak ve külliyetli malzeme ve eşya ele geçirilir.

Arslanköy’ü kurtararak Çukurova’daki milli direnişin uyanmasına çok büyük katkılar sağlayan Demirbaş Müfrezesi Komutanı Y. Tğm. Kozanlı Mustafa Nail, 60 yaşında bulunmasına rağmen cepheye koşan Belenkeşlikli Hacı İshak Ağa ve Tozkoparan Müfrezesi Takım Komutanı Kd. Bçvş. Tarsuslu Zahit Bey olmak üzere 15 şehit verdiğimiz bu savaşta, 40 da gazimiz vardır. Sağ el orta parmağından yaralanarak “Bağlar gazileri” arasındaki yerini alan Veli Haşim Bey, artık sadece muharip bir mücahit değil, aynı zamanda gazilikle şereflenmiş bir kahramandır.

Sağcenah Mıntıka Komutanı Yarbay Şemsettin (Salur) Bey’in şu ifadeleri, Bağlar Savaşı’nın milli mücadeledeki önemine vurgu yapması bakımından hatırlanmaya değerdir:

“Orası Çukurova değil, kahramanlar diyarıdır. Bunun ismini bu yolda tashih etmek en doğru bir harekettir. Ben burada bulunduğum müddetçe bu kahramanlara kumandanlık etmek için hiç zahmet çekmedim. Çünkü onlar ne için silaha sarıldıklarını biliyorlardı. Tarsus Bağlar muharebesinde verdiğim emir mucibince hakikaten cephe gerisinde bulunan binlerce halk, silâhı olanlar silahıyla, silahı olmayanlar bıçak ve sopalarıyla bu muharebeye iştirak etmiş ve bunlara 60 yaşındaki Belenkeşlikli Hacı İshak Ağa kumanda etmiştir. Hacı İshak Ağa haremile (eşiyle) beraber bulundu bu muharebede şehit olmuştur. Hacı İshak Ağa Eshab-ı Kehf tepesi yamacında medfundur. Gömülürken hatırasını tebcilen mezarı başında bulundum. Haremi de yanımda idi.

Eşini kaybeden Türk kadını bana:

– Kumandan Bey, Hacı İshak şehit oldu. Fakat Türk milleti yaşayacaktır; diyordu.

Bu ilahî ses hâlâ kulaklarımda çınlamaktadır. (Fikret Ünver, s. 204-206)”

İKİNCİ KAVAKLIHAN SAVAŞI

Çukurova’da kalıcı olmak arzusu taşıyan Fransızlar için Gülek Boğazı önemlidir.

Toros tünellerini tutmak ve güvenliğini sağlamak isteyen Fransızların Adana merkezli Kilikya Genel Komutanlığı görevini yürüten General Julien Sasthene Dufieux, Mondros Mütarekesi’nin 7 ve 10’uncu maddelerine dayanarak, Bnb. Pierre Mesnil komutasındaki 412. Fransız Taburu’nu Pozantı’nın işgaliyle görevlendir.

27 Aralık 1919 günü Pozantı’yı işgal eden bu tabur, Fransızların Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı kazandığı ünlü Verdün zaferindeki büyük başarısıyla tanınmaktadır.

29 Mart 1920 günü Kavaklıhan Grubu Müfrezeleri tarafından kuşatmaya alınan Pozantı’ya mühimmat ve iaşe desteği verilmesi büyük önem taşımaktadır. General Dufieux’nün, 2 Nisan’da Albay Gracy komutasında gönderdiği sekiz vagon dolusu askerin yan ısıra 6,5’luk top, bol mühimmat ve yiyecek, Pozantı’ya ulaşır.

Bu tür yardımları önlemek amacıyla millî kuvvetlerimiz, aynı gece Yaramış Köprüsü’nü havaya uçurur; Durak ve Bucak istasyonlarını ele geçirir. 6 Nisan’da Hacıkırı İstasyonu ve Kuşçular Karakolu, 7 Nisan’da Kelebek İstasyonu kontrolümüze geçer.

İki günlük kuşatmanın ardından 10 Nisan’da, stratejik Belemedik İstasyonu’nu kurtaran millî kuvvetlerimiz, Bnb. Mesnil’in buradaki Fransız Hastanesinde görevli eşi Edrige Mesnil’i de esir alırlar.

Millî kuvvetlerimizin Batı Kilikya Bölgesi, 11 Nisan 1920’de Niğde’deki 11. Tümen’e bağlanır; Tğm. Cemal Efe Kavaklıhan Grubu’na komutan olarak atanır. 13 Nisan’da ise Yzb. Saffet Bey, Pozantı Kuşatma Komutanlığı’na getirilir.

Millî kuvvetlerimizin üst üste yaptığı başarılı akınlar sonucunda Adana ile Pozantı arasındaki haberleşme ağı ve demiryolu bağlantısı kesilince; General Dufieux, Alb. Gracy komutasındaki Fransız birliğini, Pozantı yolunu açmak üzere harekete geçirir.

Düşmanı Kavaklıhan mevkiinde karşılayan millî kuvvetlerimiz büyük bir başarıya imza atar.

13-15 Nisan 1920’de yaşanan ve tarihe “Birinci Kavaklıhan Savaşı” olarak geçen bu kapışmada Cemal Efe, Kethüdaoğlu İbrahim ve Tğm. Besim’in ani hücumuyla paniğe kapılan Fransızlar, Tarsus’a çekilmek zorunda kalırlar.

Böylesi bir arka planı bulunan İkinci Kavaklıhan Savaşı, 17-20 Mayıs 1920 tarihleri arasında gerçekleşir. Adana’dan gelen yardımlarla birliğini güçlendiren Alb. Gracy; 2 tank, 2 uçak, 3 zırhlı otomobil, 2 zırhlı tren ile desteklenmiş 5.000 kişilik kuvvet ile üç koldan harekete geçer. 1.000 piyade, 100 süvariden oluşan millî kuvvetlerimiz karşısında 500 kayıp veren Fransızlar, Adana’ya elleri boş dönmek zorunda kalırlar.

Kavaklıhan’da iki kez mağlup olan birliğini geri çeken Gn. Dufieuxe; uçaktan atılan şişe içerisindeki bir mesajla Bnb. Mesnil’e, Pozantı’dan çıkarak Namrun-Gözne hattı üzerinden Mersin’e geçmesini, isterse teslim olabileceğini bildirir.

Teslim olmayı askerlik gururuna yediremeyen Bnb. Mesnil, 25-26 Mayıs 1920 gecesiyaptığı yarma harekâtıyla Pozantı’dan ayrılır. Yolda esir ettikleri Kumcu Veli ve Kılavuz Hatice isimli Gülekli iki kahramanlarımızın yönlendirmesiyle Karboğazı istikametinde ilerleyen Fransız birliği, aynı zamanda millî kuvvetlerimizin yakın takibi altındadır. 28 Mayıs günü Sünedir Gediği mevkiine ulaşan Fransız taburu, Kara Bomba Müfrezemizin yoğun ateşine maruz kalınca teslim olur.

İkinci Kavaklıhan Savaşı, 44 Gülekli kahramanın, bir Binbaşı, 3 Yüzbaşı, bir doktor, 5 Teğmen, 522 asker, 150 yaralıdan oluşan Fransız askerini esir aldığı; 830 tüfek, 2 kıta dağ topu, 13 adet makineli tüfek, 27 adet otomatik tüfek ele geçirdiği Karboğazı zaferine giden yoldaki en kritik dönüm noktasını oluşturur.

Bağlar Savaşı’nda “Küçük Verdün” dedikleri muhkem tepeyi kaybeden Fransızlar, en güvendikleri birlik olan Verdün kahramanı 412. Tabur’dan da mahrum kalınca geri adım atmak, Ankara Antlaşması için masaya oturmak zorunda kalırlar.

31 Mayıs-20 Haziran 1920 tarihleri arasındaki bu 20 günlük mütareke, üst üste kazandığımız zaferlerimizin mükâfatı olmakla kalmaz, Çukurova’daki millî güçlerimizin idarî bakımdan daha disiplinli hale gelmesi için gerekli zamanı kazandırır.

Fransa’nın Ankara Hükümeti’ni muhatap alması ise diplomatik açıdan büyük bir başarı olarak tarihe geçer.

İKİNCİ KAVAKLIHAN SAVAŞI’NDA VELİ HAŞİM BEY

Tarsus Grubu’na dâhil olmasına rağmen Kavaklıhan’daki Türk mevzilerini döğen topların seslerini duyar duymaz müfrezesiyle yola çıkan Y. Ütğm. Veli Haşim Bey, Çeliktaş Müfrezesi ile birleşerek Kavaklıhan Grubu’nun yardımına koşar.

Tarsus çayını kayıkla geçen iki müfreze, Çanaktepe üzerinden düşmanın sol kanadına ani bir saldırı düzenleyerek savaşın kaderini değiştirir.

Bu beklenmedik taarruz, düşmanı zor durumda bırakır. Ağır kayıplar veren Fransızlar, Tarsus’a çekilmek zorunda kalırlar.

Fikret Ünver, “Mersin Tarihi Üzerine” kitabında, İkinci Kavaklıhan Savaşı ve bu savaşta Veli Haşim Bey’in mühim rolü hakkında şunları yazar:

“Bu savaşa Kavaklıhan Grubu emrindeki müfrezelerden başka, Cemil Cahit (Zeki Baltalı) komutasındaki Müdafaa-i Vatan Müfrezesi, Mehmet Ağa Komutasındaki Kumdere Müfrezesi ve Rifat Bey Komutasındaki Çakıt Grubu ve Tarsus Grubu’ndan Molla Kerim Komutasındaki Çeliktaş ve Veli Haşim komutasındaki Tozkoparan Müfrezelerinin Tarsus Irmağını kayıkla geçerek Çanaktepe’den düşmanın sol kanadına yaptıkları ateş baskını çok etkili olmuş ve esasen üç günden beri devam eden savaşa rağmen Kavaklıhan Cephesini yaramamaları, morallerini bozmuştur. Bu moral bozukluğundan yararlanmak isteyen Grup Komutanı Cemal Efe, Tarsus Grubu’ndan katılan Tozkoparan ve Çeliktaş Müfrezeleri Komutanları Veli Haşim ve Molla Kerim’le temasa geçerek bir gece baskını yapmayı kararlaştırmışlardır.

Buna göre, Kavaklıhan Grubu’ndan seçilen 25 fedai, Zekeriya Kararyaylalı ve Tarsus Grubu’ndan seçilen 25 fedai de Kuradacılardan Hamza Çavuş komutasında 20/21 Mayıs 1920 gecesi, mümkün olan her çareye başvurarak sessizce düşman karargâhına cepheden ve sol kanadından ateş baskını yapacaklar, düşmanın moralini bozmak için diğer müfrezeler de bulundukları yerlerden bu baskını destekleyeceklerdi.

Baskın, büyük bir ustalıkla yapılmış ve Tarsus-Pozantı yolunu açmaktan ümidini kesen Albay Grasi, Tarsus-Adana şosesini izlemeye dahi cesaret edemeyerek Çatal Köyü üzerinden Adana’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Bu savaşa katılmak üzere Tarsus Çayını kayıkla geçerek Çanaktepe’den düşmanı yan ateşine alan Veli Haşim komutasındaki Tozkoparan ve Milis Molla Kerim Komutasındaki Çeliktaş Müfrezelerinin savaşın kazanılmasında birinci derecede amil oldukları tespit edilmiştir.

Fransızların kendi bildirilerine göre zayiatları üç subay, 118 erden ibarettir.

Bizim zayiatımız ise altısı Tarsus Grubu müfrezelerinden olmak üzere on şehit ve 12 yaralıdan ibarettir. (s. 214)”

CEMAL EFE’NİN TEŞEKKÜRÜNE TARİHİ CEVAP

“Kurtuluş Savaşı’nda Çukurova” isimli kitabında Taha Toros, orantısız güçlerin kanlı kapışmalarından biri olan İkinci Kavaklıhan Savaşı’nın hemen sonrasında yaşanan tarihi diyaloğu, Kavaklıhan Grubu Komutanı Ütğm. Cemal Ziyal’ın anılarından şöyle aktarır:

“İkinci Kavaklıhan harbi bitmişti. Silah sesleri kesilmiş, Türk erleri galip olmuş, Türk milletine ilk zafer müjdesi verilmişti.

Ben en müşkül zamanımızda imdadımıza koşan bu kahramanların alınlarından öpmek ve bu kahraman müfrezelerin komutanlarını görmek için Kayadibi’ne gitmiştim. Orada Çukurova’nın yetiştirdiği sayısız kahramanlardan ikisi ile Molla Kerim ve Veli Haşim’le tanıştık. Henüz ortalıktan çekilmemiş olan kan ve barut kokuları arasında kucaklaşarak öpüştük.

Bu savaşın kazanılmasında en büyük şeref hissesinin kahraman arkadaşlarına ve kendilerine ait olduğunu söylediğim zaman, Veli Haşim alçak gönüllü, kibirsiz bir şekilde:

‘Şeref Türk’ün, Çukurovalılarındır. Ben yalnız görevimi yaptım. Türk vatanının her köşesi bizim müdafaa cephemizdir. Top seslerini işitince emir beklemeden Molla Kerim’le beraber yola çıktık.’  dedi. (s. 142)”

Tarsus Grubu’ndaki tüm savaşların yanı sıra İkinci Kavaklıhan’da yaptığı kritik müdahalelerle savaşın kazanılmasına büyük katkı sağlayan, hep ön saflarda yer alan; cesareti, atılganlığı ve sahip olduğu kurmay kafasıyla nice destanlarda önemli pay sahibi olan Y. Ütğm. Veli Haşim Bey’in, bütün bu üstün vasıflarından dolayı taşıdığı sıfatlarına bir de “Çukurova’nın Yıldırım Bayezid’i” unvanını eklemesi, Kavaklıhan’daki gibi hızlı ve isabetli hücumları nedeniyle olsa gerektir.

VELİ HAŞİM BEY BATI CEPHESİ’NDE

Y. Ütğm. Veli Haşim Bey, Tarsus ve Mersin’in kurtuluşundan sonra da boş durmaz.

Eylül 1921’de Çukurova’daki müfrezelerden oluşturulan 14’üncü Tümen’in 26’ncı Alayı’nın Bölük Komutanı olarak Batı Cephesi’ndeki düzenli ordumuza katılır.

Komuta ettiği bölüğü ile Sandıklı Cephesi’nde Savran Sırtlarında, Küçük Sinan Ovası’nda, Tınaztepe ve Balmahmut’da bu kez Yunanlılarla cenk eder.

MUSTAFA KEMAL’DEN KIRMIZI ŞERİTLİ MADALYA

Millî Mücadele yıllarında Çukurova ve Batı Cephesi’nde gösterdiği yararlılıklar nedeniyle Veli Haşim Bey, 1927 yılında TBMM tarafından “Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası” ile ödüllendirilir.

TBMM’nin Veli Haşim Bey ile ilgili kararı şöyledir:

“Bu vesikada yazılı bulunan 66 numaralı kanuna uygun olarak verilen İstiklal Madalyası Belgesi No: 4299

Milli Mücadelede bilfiil ateş altında fedakârca hizmet etmesinden dolayı TBMM, 6.5.1926 tarihinde yapılan birleşik toplantının birinci oturumunda zirde (aşağıda) hüviyeti yazılı olan Veli Haşim Bey’e bir adet Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası verilmiştir.

27.5.1927

Mustafa Kemal”

ATATÜRK’Ü MİSAFİR EDİYOR

Batı Cephesi’ndeki görevinin ardından Mersin’e dönen Veli Haşim Bey, Osmaniye Mahallesi’ndeki –şu andaki adı, Veli Haşim Bey’in müfrezesine izafeten Tozkoparan Mahallesidir- bahçesinde tarımla uğraşmaya başlar.

Her işinde olduğu gibi çiftçilikte de yüksek başarılar elde eder. Örnek uygulamalar yaptığı bahçesinde, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı misafir etme bahtiyarlığına erişir.

İlki, Yıldırım Orduları Komutanlığı’na atandıktan beş gün sonra 5 Kasım 1918’de olmak üzere, Mersin’i on kez şereflendiren Atatürk’ün en uzun ziyareti 20-31 Ocak 1925 tarihlerinde gerçekleşir.

Bu ziyareti sırasında Mersin Ziraat Odası Başkanı Hacı Ömer (Kutay) Bey’in Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın şerefine verdiği yemeğe, İsmail Safa (Çiftçi) Bey ile ev sahipliği yapan Veli Haşim Bey, hayatının en mutlu günlerinden birini yaşar.

Veli Haşim Bey’in, şu anda Toroslar Belediye Başkanlığı binasının tam karşısına düşen bahçesinde ağırlanmaktan son derece hoşnut kalan, Yörük kadınlarının maharetli elleriyle pişirdikleri sıkma ve börekleri afiyetle tadan Atatürk, hayatında ilk kez, bu bahçedeki ağaçların dalından kendi elleriyle portakal koparır.

ÖĞRETMENLİĞE HASTALIK ENGELİ

Şeyh Sait İsyanının patlak vermesi üzerine 1925’te ilan edilen kısmi seferberliğe katılan Veli Haşim Bey, 1926 yılında çok sevdiği öğretmenlik mesleğine döner.

Bugün Mersin’in Akdeniz ilçesi sınırları içerisinde bulunan ve “Mehmet Fatih Deveci İlkokulu” adıyla hizmet veren Kurtuluş Okulu’nda öğretmenliğe başlar. Ancak askerlik yıllarında tutulduğu hastalık bir türlü yakasına bırakmaz.

Mersin ve Tarsus Türk Ocakları tedavisiyle yakından ilgilenir. Başta Mersin Türk Ocağı Başkanı Dr. Reşit Galip Bey olmak üzere, Milli Mücadelede Mersin Grubu Müfrezeleri Harp Müşaviri Y. Ütğm. Süleyman Fikri (Mutlu) Bey ve İsmail Hakkı Bey, tedavi amacıyla kendisini iki kez İstanbul’a gönderirlerse de olumlu sonuç alınamaz.

14 Eylül 1926 ila 7 Ekim 1928 tarihleri öğretmenlik yapan Veli Haşim Bey, hastalığının iyice ağırlaşması üzerine; o yıllarda Kurtuluş İlkokulu Müdürü olan, meşhur “Cenupta Türkmen Aşiretleri” kitabının yazarı Ali Rıza Yalman (Yalgın) Bey’e verdiği dilekçede yer alan şu ifadelerle çok sevdiği mesleğine veda eder:

“14 Eylül 1926’ta Mersin Kurtuluş Okulu öğretmenliğine 1.000 kuruş maaşla tayin olundum. Fakat hastalığım benim bu aziz yavruları doya doya okutmama izin vermedi. Ölürsem yalnız buna yanarım. Hürmet Müdürcüğüm.

1 Ekim 1928

Sevdiğiniz Haşim”

VEDA…

Bu dilekçenin üzerinden daha bir hafta bile geçmeden, 7 Ekim 1928 günü, henüz 37 yaşındayken göklere kanatlanan Veli Haşim Bey’in naaşı, benim de doğup büyüdüğüm Musalı köyü kabristanına defnedilir.

Kutlu adı, Musalı Veli Haşim Çiftçi İlkokulu ve Ortaokulu’nda yaşamakta olan bu muazzam şahsiyet, sadece Mersin’imiz değil ülkemiz için büyük bir değer ve gençlerimizin için doğru bir rol modeldir.

LAKAPLARI VE HAKKINDA YAZILANLAR

“Naif Efe” takma adıyla cepheden cepheye koşan Tozkoparan Müfrezesi Komutanı Y. Ütğm. Veli Haşim Bey hakkında pek çok kaynakta bilgiler yer almakta; onun üstün vasıfları, Millî Mücadelemizin diğer vatanseverleri tarafından dile getirilmektedir.

Fikret Ünver’in aktardığına göre; Mersin Halkevi Dergisi’nin, İkinci Kanun 1940 nüshasında Ali Galip Bey, Veli Haşim Bey’den ve onun Eshab-ı Kehf Savaşı’ndaki rolünden şöyle bahseder:

“Musalı Köyünden ihtiyat zabiti ateşli genç, yurtsever Veli Haşim, Ulaş Köyü merkez olmak üzere kuvvetli bir müfreze teşkil etmişti.

Bu Eshabülkehf Harbi, Tarsus cephesinin ilk karşılaşması Türkün zaferi ile nihayetlenmişti. Hepimize bir kat daha inan ve iman gelmişti. Artık zafer muhakkak Türkün olacaktı.

Bu harpte fevkalâde kahramanlıkları görülen merhum Veli Haşim, Genç İzzet Beylerle tecrübeli Yahya Hayati, Dadalar Köyünden Evci Ali, Tarsuslu Ziya Nuri ve bilhassa tarassut mevkiinde düşman zabitini gözünden vurmak kabiliyetini gösteren 16 yaşındaki Çakıcı’nın isimlerini anmak bence bir vicdan borcu olur. (Fikret Ünver; Mersin Tarihi Üzerine, s. 251-252)”

Taha Toros’un, Kavaklıhan Grubu Komutanı Ütğm. Cemal Ziyal’ın anılarından aktardığı şu bölüm, Veli Haşim Bey’in bir başka yönüne vurgu yapar:

“Orada Çukurova’nın yetiştirdiği sayısız kahramanlardan ikisi ile Molla Kerim ve Veli Haşim’le tanıştık. Veli Haşim alçak gönüllü, kibirsiz bir şekilde… (Kurtuluş Savaşı’nda İçel, s. 142)”

Halil İbrahim Yıldırım’ın “Karboğazı Zaferi” isimli eserinde Veli Haşim Bey’den şöyle bahsedilmektedir:

“Zeki, çevik, atılgan ve teşkilatçı ruhuyla hep en ön saflarda yer almıştır. Bu üstünlükleri ona ‘Çukurova’nın Yıldırım Beyazıt’ı’ unvanını verdirmiştir. Onu tanıyanlar, ona böyle derlerdi. (s. 224)”

Aynı eserde, Tarsus Grubu Müfrezelerinin tanıtımının yapıldığı bölümde, Tozkoparan Müfrezesi ve Veli Haşim Bey hakkında şu ifadelere yer verilmektedir:

“2) TOZKOPARAN MÜFREZESİ: Müfreze Komutanı öğretmen, Yedek Teğmen Veli Haşim (Çiftçi). Naif Efe adıyla Mersin bölgesinin ‘Yıldırım Bayezid’i’ olarak tanınırdı. ‘Cephe Aslanı’ olarak anılırdı. Subayları arasında Ömer Nazmi Çiftçi, Yedek Teğmen Abdulkerim, Kilisli

Yedek Teğmen Abdullah, Teğmen Hamamî Ahmet Beyler vardı.

Müfreze Merkezi: Ulaş köyü. (s. 85)”

Yine aynı eserde Veli Haşim Bey hakkında şöyle denilmektedir:

“Kuvayı Milliye Tarsus Grubu Tozkoparan Müfrezesi Komutanı, Naif Efe takma adıyla savaştı, Mersin bölgesinin ‘Yıldırım Bayezid’i’ olarak tanınırdı. ‘Cephe Aslanı’ olarak anılırdı. Öğretmen, Yedek Üsteğmendir. (s. 222)”

Halen faaliyetine devam etmekte olan Türkiye Kuvayı Milliye Mücahit ve Gazileri Cemiyeti’ni Adana merkezli olarak kuran Lütfi Oğuzcan’ın, zorlu bir teşkilatçı ve idareci” olarak nitelendirdiği Veli Haşim Bey için 10 Haziran 1969’da kaleme aldığı bir de şiiri vardır.

VELİ HAŞİM İÇİN

Nasıl sığdırdık otuz yedi yıla bilmem ki,

Bütün bir ömre değer şanı, şeref, şöhreti.

Unuttuk mu sanırsın vatan borcu hizmeti?

Tozkoparan’ın tekti gurup içinde yeri.

***

Bir köy çocuğu idin Musalı köyü yerin,

Veli Haşim! Ararız seni, var mı haberin?

Ulaş’ta başka idin, Batı Cephesinde başka

Tek başına da kalsan, yaman savaş verdiydin!

***

Destanını yazayım desem yetmez ki gücüm.

Alındı Fransız’la, Yunanlılardan öcüm.

Ne yazık ki genç yaşta kaybetti vatan seni

Aramızdan ayrıldın aldı götürdü ölüm.

***

Kaldır başını bir bak, vatan seni özlüyor.

Albayrak örtü olmuş mezarını gözlüyor.

Ulu Tanrı rahmeti üzerine inmiş de

Işık olmuş taşını, toprağını süslüyor.

***

Şehadet; mukadderse ölüm bize vız gelir.

Vatan borcu esastır şeref bize az gelir.

Hatırladım adını gözüm, gönlüm açıldı.

Bundan öte Tanrı’ya duayla niyaz gelir.

SONUÇ: TARİHİ YAPANLAR VE YAZANLAR

Türk Ocakları Genel Başkanlarından Prof. Dr. Osman Turan, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi” isimli eserinde şu tespiti yapar:

Milletlerin istikbali için tarih yazmak yapmak kadar mühimdir. Tarih yazılıp bir kültür ve şuur kaynağı olmadıkça, toprak altında kalan kıymetli madenler gibi, hiç bir mana ifade etmez(s.9).”

Tarihî romanları, araştırmaları ve şiirleriyle tanınan Hüseyin Nihal Atsız da “Türk Tarihinde Meseleler” kitabında “kahramanlık” üzerine şu cümleyi kurar:

“İnsanlar, çevrelerinde ne kadar çok kahraman örneği görürlerse, yiğit yetişme ihtimalleri o kadar artar(s. 121).”

Mersin’deki kutlu milli mücadelemizin başlangıç dönemini, ilk kurtarılan bölge olan Arslanköy odağında işlemeye çalıştığım “Namus” romanımızın hazırlıkları sırasında ve şu an okunmakta olan yazıyı kaleme alırken pek çok kaynağa ulaşabildiğim için kendimi bahtiyar hissediyorum.

Bu yazılı kaynakları bizlere miras bırakanlar, Prof. Dr. Osman Turan’ın ifade ettiği gibi “en az tarih yazan mücahitlerimiz kadar önemli bir iş” yapmışlardır.

“Kaynakça” bölümünde isimlerini zikrettiğim eserlerin yazarlarına teşekkür etmeyi, tarihî bir vatanseverlik görevi sayıyorum.

Bu güzide şahsiyetlerden göklere kanatlananların ruhları şad, mekânları cennet olsun.

Halen hayatta olanlara ise Cenabı Allah’tan hayırlı, başarılı, uzun ömürler diliyorum.

KAYNAKÇA

  1. Ali Çiftçi; Milli Mücadele Döneminde Mersin ve Havalisinde İz Bırakanlar, Mersin 2002.
  2. Av. H. Şinasi Develi; Dünden Bugüne Mersin (1836-1990), Mersin TSO Katkılarıyla, Mersin 2001.
  3. Emin Arslan Karakaş; İçel Kurtuluş Savaşı Tarihi Hatıraları, Yeni Mersin Matbaası 1943.
  4. Fikret Ünver; Mersin Tarihi Üzerine, Mersin Büyükşehir Belediyesi Yayını, Mersin 2016.
  5. Halil İbrahim Yıldırım; Karboğazı Zaferi, Mersin Büyükşehir Belediyesi Yayını, Mersin 2016.
  6. İsmail Ferahim Şalvuz; Kurtuluş Savaşı’nda Kahraman Çukurovalılar (Adana, Tarsus, Mersinliler), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.
  7. Kuvayı Milliye Dergisi Arşivi (Nisan 1958-Aralık 1975)
  8. Taha Toros; Kurtuluş Savaşında Çukurova, T.C. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2001.
  9. Tekelioğlu Sinan Bey; Kuvayı Milliye Komutanı Tekelioğlu Sinan Beyin Günlüğü, Genelkurmay ATESE Yayınları, Ankara 2012.
  10. Yrd. Doç. Dr. Cihat Yıldırım; Milli Mücadele Döneminde Mersin (1918-1922), Mersin Büyükşehir Belediyesi Yayını, Mersin 2015.
  11. Ziya Aykın; Kurtuluş Savaşı’nda İçel; Yazma Komitesi: Mithat Toroğlu, Lütfi Oğuzcan, Hasan Akıncı, Osman Muzaffer Koçaşoğlu, Süleyman Fikri Mutlu, Ömer Nazmi Çiftçi, Zekeriya Karayaylalı, Şeref Genç-; Kurtuluş Savaşında İçel, Baha Matbaası, İstanbul 1971.
]]>
MERSİN MUSALI KÖYÜ HALK KÜLTÜRÜ http://hayatitek.com/mersin-musali-koyu-halk-kulturu/ Thu, 04 Jun 2020 23:26:43 +0000 http://hayatitek.com/?p=666 HAYATİ TEK

Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu öğrencisiyken, aynı zamanda Türkçe dersimize de giren Yrd. Doç. Dr. Nevzat Gözaydın’dan aldığım Türk Halk Bilimi dersi için hazırlamış olduğum bu çalışmadaki veriler 1985 yılına aittir.

Çalışmada yer alan veriler, çoğunluğu bugün aramızda olmayan Musalı köyü sakinleriyle yaptığım yüz yüze görüşmelerle oluşturulmuştur.

Musalı köyünün halk kültürünün parçalarını oluşturan efsaneler, yemekler, geleneksel tıp yöntemleri, dualar, beddualar, çocuk oyunları, bilmeceler, doğum, sünnet ve düğün geleneklerini ele aldığımız çalışmamız, 35 yıl aradan sonra elbette güncellenmeye muhtaçtır.

Ancak biz öncelikle tarihe not düşmek amacıyla, Musalı köyünün 35 yıl önceki halinin belgesini oluşturmayı tercih ettik.

Bir sonraki aşamada, geçmişe dair yeni keşiflerle daha da zenginleştirmeyi düşündüğümüz bu bölümde, elbette –yine tarihe not düşmek adına- bugünün Musalı’sına dair yazılı ve görsel materyaller de paylaşacağız.

Dilerseniz önce 35 yıl öncesine yani 1985 yılına gidelim ve o dönem hayatta olan ve sorularımızı içtenlikle cevaplandıran yaş almışlarımızın geçmişten devraldıkları ve bu çalışma sayesinde bugünlere ulaştırdıkları Musalı fotoğrafına birlikte bakalım.

Bu arada bölüm sonlarında yer alan “Kaynak Kişiler” arasında, 1985 yılında çocuk yahut ilk gençlik çağlarını yaşayan ve bugün hayatta olan çok değerli köylülerime teşekkür etmeyi de samimi bir borç biliyorum. Onların kimliğini -küçük bir sürpriz olarak- ilerleyen satırlara bırakıyorum.

1985 YILINDA MUSALI’YA GENEL BAKIŞ

Musalı, İçel’in merkez ilçesi Mersin’in Gözne nahiyesine bağlı, 200 haneli, 1.039 (560 erkek, 479 kadın) nüfuslu büyükçe bir köydür.

Dönemin köy muhtarı Ahmet Tek, Musalı’yı şöyle tarif ediyor:

“Musalı köyümüz, İlçe ili merkez ilçesi Mersin’e 23 km. asfalt, 5 km. stabilize olmak üzere toplam 28 km. yolla bağlanmaktadır.

Köyümüzün doğusunda Parmakkurdu, batısında Evrenli, güneyinde Esenli ve Çelebili, kuzeyinde Darısekisi ve Korum köyleri ile Gözne bucağı vardır. Köyümüz coğrafi olarak bu yerleşim yerlerinin tam ortasında yer alır. Köyümüz birkaç tepenin ortasında bulunup kuzey ve güneyinde olmak üzere iki boğazla dışarıya açılır. Köyümüzün orman miktarının % 70’ini çam oluşturur. Bu orman köyümüzün kuzeyini Toros dağlarına bağlar. Toplamı 20 bin dönüm olan orman sahamızın % 30’unu Akdeniz bölgesinin tipik bitki örtüsü maki oluşturur.”

İçme suyu ve elektriği bulunan köyümüzün en eski yapısı 128 yıllık mazisi olan Köy Pınarıdır. Elektriğimiz 1973 yılında Sınırlı Sorumlu Musalı Köyü Kooperatifi aracılığıyla getirilmiş olup 1976 yılında muhtarlığımıza devredilmiştir. Köyümüzün su meselesi ise 1978 yılından itibaren her eve su götürülmek suretiyle çözüme kavuşturulmuştur. Eski köy pınarının suyu, köyün yüksek bir yerinde kurulmuş olan, su deposuna pompalanıp oradan da tüm evlere dağıtılmak suretiyle daha yararlı bir şekilde kullanılmaktadır. Böylece Köy Pınarı da iptal edilmiştir.

Köyümüzdeki hemen her evde radyo, bazı evlerde televizyon, buzdolabı ve dikiş makinası mevcuttur. Birkaç evde ise video, çamaşır ve yayık makinası vardır.”

Musalı köyünde, etrafı bahçe duvarıyla çevrili beş derslikli ilkokul vardır. Öğretmenler, okul bahçesindeki lojmanlarda ikamet etmektedir. Okul bahçesinde bir voleybol sahası ve demir borulardan imal edilmiş barfiksler bulunmaktadır. Okul bahçesinde ayrıca çeşitli meyve ve sebzeler yetiştirilmekte, bir kuyu ve tulumba hizmet vermektedir.

MUSALI ADININ KAYNAĞI

Köyün adının nereden geldiği konusunda yaygın kanaat olarak iki efsaneden söz edilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda Kanal Cephesi’nde savaşan, şarapnel çarpması sonucu sol elini bileğinden kaybetmiş olan Çolak Hasan (Hasan Tırtar), konuyla ilgili olarak şunları anlattı:

“Musa ve Ali isminde iki çoban hayvanlarını köyümüz civarında otlatırlarmış. O zamanlar buralar hep ormanmış. Bu çobanların birkaç hayvanı suç içme vakitlerinde kaybolup sonra tekrar süreye katılırlarmış. Bu durum birçok kere tekrarlanınca çobanların dikkatini çekmiş. Çobanlar da bu davarları takip ederek, köy pınarımızın yukarı buladan ağacının bulunduğu yeri bulmuş. Daha sonra buraya yerleşmeye karar vermişler. Onları diğer çobanlar izlemiş ve şimdiki köyümüzün temelleri atılmış.”

Köyün isminin nereden geldiği konusundaki diğer efsane hakkında ise Tılıngır Hafız (Hafız Güler) şu bilgileri verdi:

“Köyümüzün bulunduğu yerde eskiden bol miktarda Musa Ağacı (gelincik) bulunurmuş. Hz. Musa’nın anasının bu ağaçtan yapılmış olduğu rivayet edilir. Şimdi bu ağaçtan köyümüzün etrafındaki ormanlık alanlarda bol bol bulunmaktadır. Ama eskisi kadar çok değildir. İşte bu ağacın köyümüzde çok bulunması sonucu köyümüzün adı Musalı olmuştur.”

MUSALI EFSANELERİ

ZİYARET TEPESİ (GELİN TEPESİ) EFSANESİ

Musalılara göre, köyün sırtını dayadığı Ziyaret Tepesi şifa dağıtan mübarek bir yer, bir “yatır” mahallidir.

Köylülerden Abdurrahman Bulut, Ziyaret Tepesi’nin neden mübarek bir yer olduğu konusunda şunları söyledi:

“Asırlar evvel insanlar hep tepelerde yaşarlarmış. Bizim köyün bulunduğu yerler ve Ziyaret Tepesi civarı daha 1940’lara kadar balta girmez ormandı. İkinci Cihan Harbi yıllarındaki kıtlık zamanlarında köyümüzde bir kömür yakma işi başladı ve ormanlarımız hızla tükendi. İşte çok eskiden insanların yaşadığı tepelerden olan Ziyaret Tepesi’nde su yokmuş. Şimdi de yok. Sadece orada 20-30 kişiye yetecek kadar su olan ufak bir kuyu biçiminde taşa oyulmuş bir havuz var. Su olmadığı ve buradaki insanların yaşaması için Ziyaret Tepesi’ne Allah tarafından bir Evliya gönderilmiş. Bu evliya her akşam bu kuyuyu zemzem suyu ile doldururmuş. Ziyaret Tepesi’ndeki insanlar bu suyu bir günde bitirirlermiş. Fakat Evliya akşamleyin tekrar su getirirmiş. Aradan asırlar geçmiş ve insanlar ormanlardan yol açarak çeşitli yerleşim yerleri ve su bulmuşlar. Bunun üzerine Evliya kişinin de görevi sona ermiş.”

Solak’ın Değirmeni ve Ziyaret Tepesi Evliyası

Abdurrahman Bulut, Ziyaret Tepesi ile ilgili bir başka bilgiyi şöyle aktardı:

60-70 sene evvel köyümüzde ‘Solak’ denilen kişinin köyümüzün bir mevkii olan Koyacı’daki değirmenine aksakallı bir ihtiyar gelmiş. Bizim Solak’ın halini hatırını, geçimini sağlayıp sağlayamadığını sormuş ve urbasından bir avuç buğday alarak o an için çalışmayan değirmenin içine atmış. Zaten vakit akşam olduğu için ihtiyar gidince Solak değirmenini kilitleyip yatmış.

Sabah değirmene gelen köylüler Solak’ı uyandırmışlar. O da kalkıp değirmenin kapısını açmak istemiş, fakat açamamış. Oraya gelenlerle uğraşıp kapıyı kırmışlar. Bir de ne görsünler; değirmenin içi unla dolu ve değirmen çalışıyor. Bu durumu gören Solak hayret verici karşıladığından “Maşallah” demek yerine, hayretini dile getirmiş ve bunun üzerine değirmen durmuş. O günün sonunda bizim Solak yattığında rüyasında yine o aksakallı ihtiyarı görmüş. İhtiyar ona rüyasında “Ben Ziyaret Tepesi’nin şıhıyım (şeyhiyim)” demiş ve kaybolmuş.

İşte bizim Ziyaret Tepesi’ne bu ismin neden takıldığı ve buranın neden mübarek bir yer olduğunun efsanesi böyle.”

Şaşılığı Düzelen Çocuk

Bu arada kahvehanede bulunan ve konuşmalarımıza kulak misafiri olan Emin Türedi, Ziyaret Tepesi konusunda şunları söyledi:

“Ağustos ayının ilk günleriydi(1985). O gün sabah erkenden evimin önünde sofaya oturmuş, köyü seyrediyordum. O arada ikisi kadın, üçü erkek, ikisi de çocuk olmak üzere yedi kişi yukarı doğru gidiyorlardı. Nereye gittiklerini sorduğumda çocuklarının gözlerinin akmış (şaşı) olduğunu ve bu nedenle Ziyaret Tepesi’ne gittiklerini söylediler. Yanlarında bir de eşek vardı. İçlerinden birini, bizim Kasnakçı Ali (Ali Taş) tanımıştım. Ertesi gün dönerlerken sevinçten uçuyorlardı. Sorduğumda çocuklarının iyileştiğini ve ailelerden birinin Mersin’in Taşlıklı Köyü’nden diğerinin de Doğu’dan ve onların komşusu olduğunu öğrendim. Olaya ben de sevindim.”

Bir Gece Yatıp Şifa Bulurlar

Mustafa Çalışkan da Ziyaret Tepesi’ne gelenlerin burada neler yaptığını şöyle anlattı:

“Köyümüzdeki Ziyaret Tepesi’ne gelenlerin amacı çocuk sahibi olmak, felç ve diğer hastalıklarının geçmesi, kısmetlerinin açılması gibi isteklerinin gerçekleşmesidir. Bazen çok uzak yerlerden dahi Ziyaret Tepesi’ne gelenler olur. Gelenler burada şu işlemleri yaparlar:

Çocuk sahibi olmak isteyenler, Ziyaret’teki dilek ağacına belinden bir kuşak çıkararak ‘Al sana bir kuşak, ver bana bir uşak’ derler. Ve bu hareketi üç kez tekrarlarlar. Daha sonra namaz kılarlar ve orada bir gece yatarlar. Rüyalarında ise hayırlı şeyler görürler. Sabahleyin de şifaya kavuşmuş bir şekilde oradan ayrılırlar. Bazı hastalıklara yakalananlar da Ziyaret Tepesi’nde namaz kılar, bir gece yatar, dua eder ve orayı terk ederler.”

Yüz Felci Düzelen Musalılı

Durmuş Ali Bulut da Ziyaret Tepesi ile ilgili şu örneği verdi:

“Babam Abdurrahman Bulut’un ağzı (benzetmek gibi olmasın) eğilmiş ve ta kulaklarına varmıştı. O nedenle el âlem içine çıkamıyordu. Onun bu durumu ailece hepimizi en az onun kadar üzüyordu. Ailece babamı Ziyaret Tepesi’ne götürme kararı aldık. Akşama doğru babamı da alıp annem (Hatice Bulut) ve kardeşimle (Ömer Bulut) birlikte Ziyaret Tepesi’ne gittik. O gece boyunca babam devamlı ibadet etti ve sabaha karşı uyudu. Kalktığında rüyasında aksakallı bir kocanın rahatsızlığını iyileştirdiği gördüğünü söyledi. Gerçekten de babamın ağzı düzelmişti. O günden sonra da babam artık topluma karışmaya başladı.”

O anda Abdurrahman Bulut da oradaydı ve söz konusu olayı doğruladı.

KURDET TOPU EFSANESİ

Musalı Köyü’ndeki bir inanca göre bazı hayırlı günlerde Eshab-ı Kehf’ten (Mersin’in Tarsus İlçesi’nde) atılan ve adına “Kudret Topu” denilen bir top, önce Musalı Köyü’ndeki Ziyaret Tepesi’ne oradan da Torosların tepesindeki Halil Baba Ziyareti’ne (Konya’nın Ayranlı ilçesinde) gitmektedir.

Müslime Bacı’nın Gördükleri

Bu efsaneyle ilgili olarak İbrahim Bulut şunları söyledi:

“Annemden (Sakine Bulut) duymuştum. O da annesinden duymuş (Müslime Bacı). Yıl 1870’ler. Osmanlı-Rus Harbi varmış o yıllarda. O zamanlar 25-30 haneden ibaret olan köyde ihtiyar ve çocuk olmak üzere 10-15 erkek varmış. Yetişkinlerin hepsi savaştaymış. İşte o yıllarda nenem (Müslime Bacı) 40 yük samanını o kış tüm köye yetirmiş. Bir bahar günü gece yarısı bir bakmış evin önündeki dut ağacı yerde yatıyor. Sabah bakmış ki, dut ağacı yine ayakta. Bunun üzerine tüm köy kadınlarını toplamış. Olanları anlatmış. Kocalarının yakında geleceklerini söylemiş.

Bu olaydan birkaç gün sonra geceleyin annem askerdeki kocalarının dönmesi için dua etmiş ve nafile namaz kılmış. Sonra dışarı çıkmış.

Önce bir top patlama sesi duymuş, ardından bir ışık demeti görmüş. Eshab-ı Kehf tarafından gelen ışık Ziyaret Tepesi’ne inmiş. Bir gürleme daha olmuş ve ışık demeti tekrar kalkarak Toroslara doğru yönelmiş. Bu olay üzerine nenem sabah olunca yine tüm kadınları toplayıp kocalarının çok yakın zamanda geleceğini müjdelemiş. Gerçekten de bir hafta içinde köyün sağ kalan tüm erkekleri geri dönmüşler.”

Halil Çalışkan’ın Gördükleri

Halil Çalışkan da Kudret Topu efsanesi ile ilgili şunları söyledi:

“Bundan 45-50 yıl önceydi (1940’lı yıllar). Bir gün gece yarısına kadar Hombur (çocuk oyunu) oynamıştım. Eve fazla geciktiğim zaman babam kızdığı için saklıca eve girmek istedim. Tam o anda gürültüyle birlikte bir ışık demeti Eshab-ı Kehf’ten bizim Ziyaret Tepesi’ne indi. Yine bir gürültüyle oradan da kalkarak Toroslara doğru yöneldi.”

Şerife Kuru’nun Gördüğü Bir Tutam Işık

Şerife Kuru ise şunları söyledi:

“Bir gece yarısı tuvalet için dışarı çıkmıştım. Tuvalet evimizden 20-25 metre uzaktaydı. O anda belli aralıklarla top atılır gibi ses duydum ve bir tutam ışığın Toros Dağlarına doğru gittiğini gördüm. Bu olay beni çok korkuttuğu için de avazım çıktığı kadar bağırdım. Bunu duyan bizim arkadaş (Kocası Keş Duran – Musa Kuru’ya böyle hitap ediyor), neden bağırdığımı sordu. Ben de olayı anlattığım.

Arkadaş, ‘Keşke sormasaydım da sen de söylemeseydin. Zira Kudret Topu görüp de bunu başkalarına söylemeyenler devamlı onu görür’ dedi.

Arkadaşımın bu sözlerine inandım. Çünkü o, dini konularda derin bilgiye sahipti. Arkadaşım öldükten sonra onun mezarı üzerinde ‘şehit ateşi’ yandığını duymam, ona din hususunda duyduğum güveni bir kere daha artırdı.”

ŞEHİT ATEŞİ EFSANESİ

Musalılıların inandığı Şehit Ateşi Efsanesine göre, belli kişilerin mezarı üzerinde belli günlerde şehit ateşi yanmaktadır. Köylüler, mezarında şehit ateşi yanan kişilerin dini ve milli konularda büyük fedakârlıklarda bulunan kişiler olduğunu söylüyorlar.

Keş Duran’ın Mezarından Yükselen Alevler

Konuyla ilgili olarak “şehit ateşi” gördüğünü söyleyen Güldane Taş şunları söyledi:

“Bir gece davar evine gidiyordum. Bu arada mezarlıktan geçerken birden şaşırdım. Keş Duran (Duran Kuru) dedenin mezarından 3 kez alev yükseldi ve söndü. Bu olay beni çok etkiledi ve durumu köy imamına danıştım.

İmam bana gördüğümün ‘şehit ateşi’ olduğunu söyledi. Şayet söz konusu ateşi gördüğümü kimseye söylemeseymişim, o ateşi devamlı görecekmişim.

Çok garibime giden bu olayı başkalarına anlattığım için artık o ateşi bir daha göremeyeceğim. Ama bu mübarek ateşin Keş Duran’ın mezarının üzerinde görmek beni şaşırtmadı. Çünkü o, kendi malını din hususunda hiç düşünmeden sarf edebilen çok nadir kişilerden biriymiş. Anamın (Zeynep Keş) anlattığına göre, muhtarlığı zamanında da tüm varlığıyla Köy Camiimizi yaptırmış.”

Kuvayı Milliye Komutanı Gazisi Veli Haşim Çifti’nin Mezarında Şehit Ateşi

Mezarında şehit ateşi görülen diğer kişi Mersin’in kurutuluşu mücadelesinde Tozkoparan Müfrezesi Komutanlığı yapan ve gazi olan Veli Haşim (Çiftçi). Köylünün verdiği bilgiye göre Kuvayı Milliye’ye o kadar hizmeti geçmiş ki, Fransızlar O’nun ‘kellesini istetecek kadar’ çileden çıkmışlar. Yüzbaşı rütbesiyle emekli olmuş, asıl mesleği öğretmenlik olan bir kahraman.

MUSALI KÖYÜ MEVKİ İSİMLERİNİN KAYNAĞI

Musalı köyündeki pek çok mevki isminin bir hikâyesi var. İşte onlardan bazıları:

KERKEZLİK

Kerkezlik mevkiine bu ismin verilmesinin sebebi, bir zamanlar bu bölgede Kerkez kuşunun çok bulunmaymış. Kerkezlik Kayası’nda yaşayan bu kuşların sayıları şimdilerde çok azalmış.

SIRTLANLIK

Bölgede 1940’lara kadar yırtıcı sırtlanlara sık rastlanırmış. Tarla açmak isteyen köylüler ormanı yok edince, buralardaki sırtlanlar da başka yerlere gitmişler.

KÖMÜRDAĞI

Bir zamanlar ormanlık bir alan olan Kömürdağı mevkiinde 1940’lı, 1950’li yıllarda bol miktarda kömür yakılırmış. Bir zamanlar etrafı ormanlarla çevrilini olan köyde tarım arazisi bulunmadığından köylüler ormandaki ağaçlardan kömür yapıp Mersin’e satar, böylece ihtiyaçlarını karşılarmış.

SUMAKALANI

Evrenli köyü ile Musalı köyü sınırında yer alan bu mevkide yıllar öncesine kadar bol miktarda sumak bitkisi bulunmaktaymış. O nedenle bu bölgeye Sumakalanı denmiş. Bugün de Sumak bitkisi, Musalı’nın pek çok bölgesinden doğal ortamda yetişmeye devam ediyor.

GÜVERCİNLİK

Güvercinlik mevkiinde yıllar öncesine kadar bol miktarda yaban güvercini bulunurmuş. O nedenle bu bölgeye bu isim takılmış.

SARI İN DERESİ

Bölgeye bu ismin verilmesinin nedeni, o bölgede sarı bir kaya ve bir mağara var. Bu mağaradan çıkan su, Kocadere ile birleşerek Deliçay adı altında Akdeniz’e dökülmektedir.

KÖRKÜN

Musalı’nın güneyindeki vadinin yamaçlarında bol miktarda Körkün kuşu bulunurmuş. Bölgeye bu nedenle Körkün adı verilmiş. Ayrıca bu bölgede bulunan 150-200 litrelik küplerden, burada eski bir köy kurulmuş olduğunu, çevredeki zeytin ağaçlarından bu küplere zeytinyağı konulduğu görüşü çıkarılmaktadır. Yine aynı bölgede bulunan eski Latince yazılı paralar ve yıkıntılar, bu köyün Hıristiyanlar tarafından kurulmuş olabileceği ihtimalini doğurmaktadır.

MUSALI YEMEKLERİ

HAMUR (YÜKSÜK) ÇORBASI

Düğünlerin vazgeçilmez yemeğidir. Köyün başyemekleri arasındadır.

Kullanılan Malzeme:

Hamur Malzemesi: 1 kilo un, makul miktarda tuz ve su.

İç Malzemesi: 150 gram Kıyma, 2 baş soğan, makul ölçüde tuz, kırmızıbiber, karabiber.

Yapılışı: Un, tuz ve su ile yoğrulan hamur, 50-60 cm. çapında daire şeklinde iyce inceltilir. Daha sonra küçük kareler halinde kesilir.

250 gr. Kıymanın içine 2 baş kuru sağan ince bir şekilde doğranır. Sonra bu karışıma belli ölçüde karabiber, kırmızıbiber ve tuz ilave edilerek karıştırılır.

Hazırlanan iç malzemesi daha önce kesilmiş olan kare şeklindeki hamur parçalarının içerisini belli ölçülerde konur ve karenin dört ucu birleştirilmek suretiyle kapatılır.

Pişirilişi: Yarım tencere su kaynatılır. İçine bir miktar tuz ve 2 limon suyu ilave edilir. Hazırlanan çorba malzemesi, söz konusu kaynar suya atılır. 20 dakika kadar kaynatıldıktan sonra ocak söndürülür. Sonra yarım su bardağı yağ, bir kaşık salça ve bir miktar nane yakılarak yemeğe ilave edilerek karıştırılır.

DÖĞME PİLAVI

Düğünlerin vazgeçilmez yemeklerindendir.

Ana Malzemenin Hazırlanışı: 2 kilo buğday dibekte dövülür. Döğme işlemi sonunda buğdaydan çıkan kepek yıkanır. (Yemeğe döğme denmesinin asıl nedeni buğdayın dövülmesindendir). Dövülmüş buğday temizlendikten sonra dövme halini alır.

Diğer Malzemeler: Yarım tencere su, makul ölçüde tuz, bir su bardağı yağ.

Pişirilişi: Yarım tencere suyun içine tuz ve hazırlanan dövme atılarak 1 saat kadar kaynatılır. Sonra içini çekmeye bırakılır. Daha sonra da 1 su bardağı yağ yakılarak içini çeken dövmenin üzerine dökülür ve karıştırılır.

TOPALAK ÇORBASI

Musalılıların keyifle tükettiği yemeklerdendir. Düğünlerin vazgeçilmez yemekleri arasındadır.

Malzemesi: 1 kilo bulgur, 200 gr. Un, makul ölçüde tuz, kimyon, kırmızıbiber, karabiber ve salça.

Yapılışı: 1 kilo bulgur yarım tencere suya ıslanarak içini çekmeye bırakılır. İçini çekmiş un, tuz, karabiber, kırmızıbiber, kimyon ve salça karıştırılarak yoğrulur. Hamur haline gelen malzeme bilye büyüklüğünde yuvarlık hale getirilir.

Pişirilişi: Yarım tencere su kaynatılır. İçerisine bir miktar tuz ve hazırladığımız malzeme atılarak kaynama 20 dakika daha sürdürülerek ocak kapatılır.

SARIMSAKLI KÖFTE

Kullanılan malzeme: 1 kilo bulgur, 250 gram Un, makul ölçüde kimyon, karabiber, kırmızıbiber, tuz ve salça, 1 su bardağı yağ, 3 tane limon, 1 demet maydanoz, 1 baş sarımsak.

Hazırlanışı: 1 kilo bulgur sıcak suya ıslanır. Daha sonra tuz, karabiber, kırmızıbiber ve kimyon katılarak iyice yoğrulur. 250 gram un ilave edilerek de yoğurma işlemi devam eder ve hamur haline getirilir. Bu hamur bilye halinde parçalara ayrılır ve hamurlara parmakla basılır.

Pişirilişi: Yarım tencere suya tuz eklenerek kaynatılır. Bu suyun içine hazırlanmış malzeme atılır. Küçük köfteler yüzeye çıktığında piştiği anlaşılır ve süzülerek bir tepsiye konur. Bir tava içerisinde 1 bardak yağ, salça kavrulur ve sarımsak dövülerek bu kavurma eklenir ve yemeğe ilave edilir. Yemeğin üzerine maydanoz ve limon konularak servise hazır hale getirilir.

TATAR (MANTI)

Hamur Malzemesi: 1 kilo un, tuz ve su.

İç Malzemesi: 250 gram kıyma, bir baş soğan, 1 demet maydanoz, makul ölçüde tuz, karabiber, kırmızıbiber, kimyon ve salça, yarım kilo yoğurt.

Yapılışı: 1 kilon un, su ve tuz ile hamur haline getirilir. Bu hamur 40-50 cm çapında incecik açılır ve küçük kareler halinde kesilir.

Bir tepsi kıyma, çintilmiş (çok küçük doğranmış) soğan, tuz, karabiber, kırmızıbiber, kimyon, maydanoz ve salça katılarak karıştırılır. Bu karışım makul ölçüde, kestiğimiz hamur parçalarının içine konur ve karelerin iki ucu birleştirilerek muska şeklinde kapatılır.

Pişirilmesi: Yarım tencere suyun içine tuz atılarak kaynatılır ve hazırladığımız mantı içine atılarak 20-30 dakika kadar kaynatılır. Mantılar yüzeye çıktığında piştiği anlaşılır ve süzülerek tabaklara konur.

Bir tavada yağla birlikte salça ezilir ve kuru nane eklenerek bir çeşit sos elde edilir.

Servis tabaklarına yoğurt ve sos ilave edilerek servis yapılır.

BATIRIK

Kullanılan Malzeme: 1 kilo bulgur, 200 gram fıstık, 200 gram küncü (susam), 200 gram tahin, 200 gram salatalık, 4-5 tane domates, 500 gram haşlanmış lahana, 1 demet maydanoz, 1 demet nane, 1 yemek kaşığı salça, makul ölçüde tuz, kırmızıbiber, 2-3 tane yeşilbiber, 3 baş soğan, yarım kilo limon ya da nar ekşisi.

Yapılışı: 1 kilo bulgur 15 dakika kadar suya ıslanır. Bu arada bir tava içerisine belirtilen ölçülerde yağ, tuz, karabiber, kimyon, kımızı biber, 2 baş doğranmış kuru soğan koyularak kavrulur. Daha sonra ısıtılıp suyu süzülen bulgurun içine söz konusu kavrulmuş karışım dökülerek yoğrulur ve hamur kıvamına getirilir. Son olarak ceviz büyüklüğünde sıkılarak servise hazır hale getirilir. Çiğköfte mutlaka ya domates salatası ya da soğan pirzolasıyla yenmelidir.

Sulu tüketilmek isteniyorsa çiğköfte içine makul miktarda su ve ince kıyılmış yeşillikler ilave edilir.

TUTMAÇ

Kullanılan Malzeme: 1 kilo un, makul miktarda salça, tuz, kuru nane, 2 tane limon, yarım litre su.

Hazırlanışı: 1 kilo un tuz ile yoğrularak hamur haline getirilir. 30-40 cm çapında bir kalınca olmak üzere hamur açılır. Daha sonra ise ince ince kesilir.

Pişirilişi: Yarım tencere suya tuz atılarak kaynatılır. Daha sonra tencereye kestiğimiz hamur parçaları da atılarak kaynatma işlemi 20 dakika kadar sürdürülür ve ocak söndürülür. Bir tava içerisine yarım kaşık salça, bir miktar kuru nane koyularak kavurulur ve tencereye eklenir. Artık yemek servise hazırdır. Sonra tavada bir kaşık salça, yarım su bardağı yağ ve bir miktar kuru nane yakılarak tencereye ilave edilir. Ayrıca 2 limon sıkılır.

SÜTLÜ TARHANA ÇORBASI

Kışlık Tarhananın Hazırlanışı: 10 kg. buğday 10 dakika kadar suya ıslanır. Daha sonra suyu süzülerek dibekte dövülür. Yıkamak suretiyle kepeğinden arındırılır. Bir kazan içerisinde 15 dakika sütle karıştırılarak kıvama getirilir. Sonraki aşamada temiz bir bezin üzerine güneşe serilir ve 2-3 gün zarfında kurur. Torbalara konarak muhafaza edilir.

Kullanılan Malzeme: 1 kilo tarhana, yarım litre su, makul miktarda tuz.

Pişirilişi: 1 kilo tarhana yarım litre su ile kaynatılır. Kaynadıktan sonra tuz ilave edilir. İsteyen çorbaya nohut ve baharat ilave edebilir. Karabiberle şahane olur.

İÇLİ KÖFTE

Özel günlerin başyemeklerindendir. Aile yemekleri arasında en sevilenlerdendir.

İç Malzemesi: 2 kilo kıyma, makul miktarda tu, kırmızıbiber, karabiber, kimyon ve salça, yarım kilo kuru soğan.

Hamur Malzemesi: 2 kilo bulgur, yarım kilo un, makul miktarda tuz.

Hamur Hazırlanışı: 2 kilo bulgur bir miktar suyla 10 dakika süreyle ıslatılır. Daha sonra yarım kilo un, su ve tuz ile karıştırılıp yoğrularak hamur haline getirilir.

İç Malzemesinin Hazırlanışı: 2 kilo kıyma tuz ve yağ ilave edilerek kavrulur. Buna yarım kilo ince doğranmış soğan, tuz, karabiber, kırmızıbiber, kimyon ve salça eklenerek 5 dakika kadar tekrar kavrulur.

Yapılışı: Hamur yumurta büyüklüğünde bezeler haline getirilir, ortası açılır. İçine bir buçuk yemek kaşığı iç malzemesinden koyularak kapatılır. Ve yassı hale getirilir.

Pişirilişi: Yarım tencere su içine bir miktar tuz katılarak ocak kaynatılır. Hazırlanmış köfteler kaynamış su içine katılır. 10 dakika kadar kaynadıktan sonra çıkarılarak sıcak servis edilir.

MERCİMEKLİ ÇİĞ KÖFTE

Kullanılan Malzeme: 1 kilo bulgur, 250 gram haşlanmış mercimek, 2 baş soğan, yarım kaşık salça, makul miktarda tu, karabiber, kırmızıbiber, kimyon, 1 su bardağı yağ.

Yapılışı: 1 kilo bulgur kaynamış su ile ıslanır. Mercimek ilave edilen bulgura 2 baş soğan doğranır ve yoğrulur. Bu karışı salça, kırmızıbiber ve kimyon da eklenerek yoğurma işlemi sürdürülür. Üzerine taze soğan, maydanoz, nane ve domates dökülerek karıştırılır. Bu karışıma yağ ve limon ilave edilerek yoğurma işlemine devam edilir. Yoğurulan karışım ceviz büyüklüğünde bezeler haline getirilir. Avuç içinde sıkılarak tabaklara dizilir. Bol yeşillik ve limonla servis edilir.

LEPE

Kullanılan Malzeme: Makul ölçüde tuz, yarım su bardağı yağ, yarım kaşık salça, bir baş soğan, 3 patates, 1 su bardağı bulgur.

Yapılışı: Soğan ince, patates kuşbaşı şeklinde doğranarak hazır edilir.

Pişirilişi: Bir tencere içerisinde soğan yağda kavurulur. Üzerine salça, patates ve domates de eklenerek kavurma işlemine bir süre daha devam edilir. Bu karışıma 4 bardak su konur. Kaynadıktan sonra 1 su bardağı bulgur da ilave edilerek 10 dakika kadar kaynatılır. Artık yemek servise hazırdır.

HUMUS

Kullanılan Malzeme: 2 kilo haşlanmış nohut, yarım kilo tahin, makul ölçüde kimyon, salça, sumak, 6-7 tane limon, 1 baş sarımsak, 1 demet maydanoz, 1 çay bardağı yağ.

Yapılışı: Haşlanmış nohutlar delikli süzgeçte sürtülerek kabuğundan ayrılır. Ezilmiş nohuta dövülmüş sarımsak, 1 kaşık kimyon, limon suyu, tuz, tahin ilave edilerek karıştırılır.

Bir tavada salça yağda ezilir. Servis tabaklarına bu sos eklenir. Üzerine maydanoz ve sumak ilave edilerek servis edilir.

MUSALI’DA GELENEKSEL HALK HEKİMLİĞİ

KÖŞKER ELİF: KÖYÜMÜZDE 5 EBE VAR

Sağlık Ocağı bulunmayan Musalı’da doğumları köylü ebedeler yaptırmaktadır. Ebe Köşker Elif (Elif Keş) köyün sağlık hizmetleriyle ilgili olarak şunları anlattı:

“Köyümüzde sağlık ocağı yoktur. Fakat 12 km. uzaktaki Gözne bucağında bir sağlık ocağı vardır. Köyün sağlıkla ilgili meselelerini ben, Türüt Ayşe (Ayşe Türedi), Sakine Bacı (Sakine Küçük), Hüsniye Karı (Hüsniye Tırtar), Kara Fatma (Fatma Özdemir) ve köyümüze 4 km. uzakta bulunan Çelebili köyündeki Sıkıya Süleyman (Süleyman Keş) hallederiz. Çok acil ve önemli durumlarda hastalarımızı taksiyle Mersin’e götürürüz.”

MUSALI’DA GÖRÜLEN ÇOCUK HASTALIKLARI

Köydeki çocuk hastalıkları konusunda köy ebelerinden Kara Fatma’dan (Fatma Özdemir) şunları anlattı:

“Köyümüzde eskiden en çok görülen çocuk hastalıkları Kızıl, Kızamık, Kabakulak’tı. Şimdi bu hastalıklar aşıyla tedavi ediliyor. Çok görülen diğer bir hastalık ise sarılıktır. Sarılık tedavisini kimi vakit köyümüzdeki Ocak kişiler yapar, kimi vakit de hastalarımızı kimi Gözne veya Mersin’e götürürüz.

Her yerde normal olarak görülen bazı çocuk hastalıklarına karşı her yıl düzenli olarak yapılan aşılarla önlem alınmaktadır. Gözne bucağı Sağlık Ocağı personeli köydeki çocukları düzenli olarak köy okulumuzda aşılamaktadır. İlaçlarımızı ise şehir eczanelerinden temin etmekteyiz.”

GELENEKSEL İLAÇ VE TEDAVİLER

BAŞ AĞRISI

Bu hastalık için kiremit taşı iyice ısıtılır, beze sarılarak ağrıyan yerin üzerine ağrı geçinceye kadar koyulur. Taşın ısısı kaybolunca, taş tekrar ısıtılır.

Yine aynı hastalık için “tehnel” ve “kekik” kaynatılarak suyu hastaya içirilir. Böylece ağrı giderilmiş olur.

GÖZ

Göz ağrıması durumlarında yeni doğum yapmış bir kadından süt alınarak göze damlatılır. Ya da göze limon, pekmez veya bal damlatılarak rahatsızlık giderilmeye çalışılır.

KULAK

Bu hastalık için hazırlanacak ilaç yapılırken önce karanfil çiçeği dövülür ve kaynar sudan geçirilmek suretiyle yağı çıkarılır. Güzel kokulu bu yağ, pamukla kulağa damlatılır. Ayrıca pise zeytinyağı ile karıştırılarak kulağa damlatılmak suretiyle rahatsızlık giderilmeye çalışılır.

BOĞAZ

Bu hastalık için sabun ateşte ısıtılarak deve yünü ile ağrıyan boğaza sarılır. Bu tedavide deve yünü kullanılmasının nedeni eskiden pamuk olmadığındandır. Şimdi tedavide pamuk kullanıyoruz.

DİŞ

İnce masra mili ateşte iyice kızdırılarak ağrıyan dişe yavaşça bastırılır. Bu arada kızgın mili etrafa dokundurmamaya büyük özen gösterilmelidir.

SIZI

Bu hastalık için bitkilerden çam dalı, tehnel dalı ve bunlardan herhangi biri bakır bir tencerede su içinde kaynatılır. Sızlayan yer buharına tutulur.

KIRIK-ÇIKIKLAR

Çıkıklar, bu işten anlayan Ocak kişilere dıktırılır (çıkık kemik yerine oturtulur).

Kırık yerler ise, arı mumundan yapılan muşamba ile sarılarak tedavi edilir.

MİDE AĞRISI

Bu hastalık için gerdeme (dereotu) haşlanıp dövülerek hamur kıvamına getirilir. İki parça bazlama şeklinde (25-30 cm çapında) yapılır ve midenin üstüne değiştirilerek konur. Ağrı yerini böylece sıcak tutarak ağrı giderilmiş olur.

KARIN AĞRISI

Kekik, Tehnel, Nane gibi bitkiler kaynatılarak hastaya içirilir. Böylece hastanın iyileşmesi sağlanır. Ayrıca hasta zeytinyağı ile masaj yapılarak yağlanır.

YÜRÜK

Vücudun çeşitli yerlerinde çıkabilen ve “yürük” adı verilen yaralar, önce jiletle çizilir. Dövülmüş kuru nane tülbentten geçirilir, pekmezle karıştırılarak yaraya sarılır.

KESİKLER

Bu tip rahatsızlıklarda bal ve tuz kaynatılıp belli bir kıvama getirildikten sonra kesik üzerine sarılır.

YARALAR

Bamya, sabun ve şeker karıştırılıp merhem kıvamına gelinceye kadar kaynatılır. Böylece elde edilen merhem yaranın üzerine sarılmak suretiyle rahatsızlık giderilmeye çalışılır. Ayrıca sabun pişirilerek yararın üstüne konulur.

YANIKLAR

Bu gibi rahatsızlıkları gidermek için kireç yağıyla, zeytinyağı karıştırılır. Bu karışım tavuk yelesi ile yaranın üstüne sürülür. Böylece yanıklar tedavi edilir.

SİĞİL

Siğilden oluşan rahatsızlığı gidermek için, siğili olan hastaya fark ettirmeden sıkma yaparken peynir ve soğana yılan kabuğunun karıştırılarak yedirilmesi gerekir. Bundan kesin sonuç alınır.

MUSALI’NIN ŞİFA OCAKLARI

HALİL İBRAHİM KORKMAZ (HEBİLLİOĞLU): TERMEĞE (TEMRE)

El ve yüzde oluşan termeğe konusunda Ocak olan Hebillioğlu, gelen hastaların termeğe yerlerinin etrafını kalemle çizer. Bu arada “Em ebremu emren fe inna mübrimin” duasını okur ve yara üzerine tükürür. Böylece yara bir süre sonra iyileşir.

Hebillioğlu konuyla ilgili olarak şunları söyledi:

“Bu Ocak bana babamdan kaldı. Ona da önceki atalarından kalmış. Termeğe olan birçok hastayı iyileştirdim. Bu hususta şu örneği verebilirim:

Köyümüze Değnek Köyü’nden gelen Ümmü isminde bir gelinimizin kulak arkasında bir termeğe çıkmış ve acıyı yıllarca çekmiş. Bir gün kaynanası durumu öğrenmiş yanıma getirdi. Ben de yaranın etrafını kalemle çizdim duasını okuyup yarasına tükürdüm. Onun termeğesi sulu termeğe olduğu için bu işlemi 3 kez birer hafta arayla tekrarladık. Sonuçta yarası iyi oldu ve arlık (az bir miktar para) atarak gitti.”

NAZLI ŞAHİN (NAZLI BACI): ÇOCUKLARI GÜRBÜZLEŞTİRİR

Bu şahıs, “kırkı basan” çocukları dört yolun kesiştiği bir yerde ciğer suyu ile yıkayarak tombullaşmasını sağlıyor. O konuyla ilgili şunları söyledi:

“Bu Ocak bana anamdan kaldı. Kırkı basan ve çok zayıflayan çocukları bana getirirler. Ben de çocukları dört yolun kesiştiği yerdeki köklü bir taş üzerinde ciğerden geçirilmiş suyla çimdiririm(yıkarım). Çocuk sahibi de arlık atar. Böylece çocuk tombullaşır.”

DURSUN ÇİFTÇİ (DURSUN BACI): ÇOCUKLARI GÜRBÜZLEŞTİRİR

Dursun Çiftçi, çok zayıf çocukların ağzına tükürerek onların iştahlanmasını ve tombullaşmasını sağlıyor. O konuyla ilgili şunları söyledi:

“Bu Ocak bana babamdan kaldı. Bana gelen zayıf çocukların ağzına tükürür tombullaşmasını sağlarım. Onlar da bana cüz’i bir miktar parayı arlık atarlar.”

ALİ AKKUŞ (SAĞIR ALİ): SARILIK

Sarılık hastalığına yakalanan çocukları iyileştiren Ali Akkuş, tedavi şeklini şöyle anlattı:

“Bu Ocak bana babamdan kaldı. Sarılık hastalığına yakalanan çocukları anneleri ve ya babaları bana getirirler. Ben de çocuğa hiç belli etmeden onu korkutacak şekilde hafif bir tokat atarım. Çocuk bana baktığında ise yüzüne tükürürüm. Böylece çocuğun hastalığı iyileşir. Çocuğun ailesi de bana bir miktar arlık verir.”

FATMA TEK (HATMA HOCA): KENGİ

Kengisi kalkan hastaları iyileştiren Fatma Tek, hastalarını nasıl tedavi ettiğini şöyle anlattı:

“Kengi Ocağı bana anamdan kaldı. Benden de çocuklarıma geçti. Halen aynı görevi oğlum Yakup da yapmaktadır. Bu Ocak anama da babasından kalmış.

Bana gelen hastaların kalçalarındaki 2 kemik bölgesine elimle ya da ayağımın ökçesiyle basarım. Bu anda hasta büyük bir ağrı duyar. Kimi hastalarımın ağladığını dahi gördüm. İki kemik bölgesine “ön kengi” ve “ara kengi” denir. Kengilerine bastığım hastalar genelde iyileşirler. İyileşmezse tekrar gelirler, tekrar kengilerine basarım. Böylece onlar da iyileşirler ve cüzi bir miktar parayı arlık olarak atarlar.”

MUSALI KÜLTÜRÜNDE DUA VE BEDDUA

Her ne kadar dua etmeyi sevseler de Musalı halkının özgün duası bulunmuyor. Türkiye’nin hemen her yerinde söylenen “Allah muradını versin”, “Toprak diye kavradığın altın olsun”, “Allah akıl baylığı versin”, “Gözün açık gitme”, “Allah muradını versin” gibi dualar vardır.

Beddualar konusunda ise Musalı’nın kendine özgü bir tarzı bulunuyor. Onlardan bir kaçı şöyle:

IRASSATAŞ GİTMEYESİCE: Karşıma çıkmayasıca

Açıklaması: Buradaki “Irassataş” kelimesi, “rastlamak” ve “sataşmak” kelimelerinin birleşimidir. Musalı Köyü’nde pek çok isim ve kavramın önüne “ı”, “e” gibi sesli isimler getirilerek söylenmektedir. Örneğin, “Recep” ismi, “Erecep” olarak kullanılabilmektedir. Burada da “rast” kelimesi, “ırast” şeklinde söylenmiştir. Aynı şekilde “sataşmak” kelimesinin “sataş” kısmı kullanılmak suretiyle “ırassataş” kelimesinden şu kastedilmektedir: “Bana rastlama, sataşma…”

BOYUN DEVRİLSİN: Ölesin

SİNGİLDEYESİN: Ölesin

YERLERE DÜRTÜLESİCE: Ölesin

Açıklaması: Buradaki “dürtülesice” kelimesi, “dürtmek, sokmak” anlamından yola çıkılarak kullanılmaktadır. Demek istenilmektedir ki, “toprağın içine sokul, toprağın içine gir.” Dolayısıyla öl…

AKIBETİN HAYIR GELMESİN: Geleceğin kötü olsun, kötü olaylarla karşılaş.

GİTTİĞİN OLSUN DA, GELDİĞİN OLMASIN: Bir daha dönme

YAĞLI KURŞUNLARA GELESİN: Ölesin

OCAĞINA ÇİLİKLİ ÇÖMELMESİN, BÜLÜKLÜ DÖMELMESİN: Çocuğun olmasın

Açıklaması: Buradaki “çilikli” tabiri kız çocukları, “bülüklü” tabiri de erkek çocukları için kullanılmaktadır.

MURADINA NAİL OLMA: İsteklerine kavuşma

ÇANAĞINDA ÇATLA: Doğum esnasında öl

ÇARADA ÇATLA: Hemen öl

KIRARMADAN YOLA DÜŞ: Genç yaşta öl

ADCAĞIZIN YERLERDE ÇAĞRILSIN: Ölesin

GÖVDECİĞİNE GÖNENME: Hastalıklara yakalan, öl

VARDIĞIN YERDE GÖNENME: Evlendiğinde mutlu olma

MUSALI ÇOCUK OYUNLARI

ARAKESTİ

Bu oyun 5’er, 6’şar kişilik iki grup halinde oynanır.

Oyun başlamadan önce küçük taşlar düzgünce dizilerek bir çizgi oluşturulur. Her iki grup bu çizginin ayrı taraflarında dururlar.

Oyuna başlayacak ebe grubu, kura veya sayışmaca ile belirlenir.

Ebe grup üyesi bir oyuncu, taş çizgi boyunca bir ileri bir geri gider gelir. Bu arada diğer grup bu oyuncuyu kendisine çekmek ister. Amaç ebe grup oyuncularını kendi grubuna dâhil etmektir. Fakat bu arada ebe grup oyuncusunu çekmeye çalışan diğer grup üyeleri ebe grubun diğer üyelerinin kendilerine dokunmasına engel olmalıdırlar. Aksi takdirde onlar ebe gruba dâhil olurlar.

Oyun, ebe grubunun rakip grup oyuncularını bitirene kadar sürer.

ÇELİK – ÇOMAK

Oyun, 30-40 cm. uzunluğunda bir sopa ve 15-20 cm. uzunluğunda iki ucu sivriltilmiş bir dal parçasıyla oynanır. Uzun olan dal parçasına “çomak”, sivri olanına “çelik” denilir.

Oyun, 2’şer, 3’er kişiden oluşan iki grup tarafından oynanır. Hangi grubun ebe olacağı kura veya tekerleme ile belirlenir.

Önce yere bir taş konur. Ebe grup, taşın bulunduğu yerden çeliğe sopayla vurmak suretiyle ileri doğru fırlatır. Karşı takım oyuncuları çeliği havada yakalayabilirlerse, ebe grubun belli bir miktarda sayısı silinir ve vuruşu yapan üye oyun dışı kalır. Şayet karşılayan grup, çeliği havada kapamazsa, çeliği düştüğü yerden alarak başlangıç taşına doğru atar. Eğer çelik taşa bir çomak boyu yaklaşır veya taşa vurursa, atışı yapan ebe grup üyesi oyun dışı kalır. Çeliği atan kişi her iki durumu da sağlayamazsa ebe grup üyesi çeliğin sivri tarafına vurup onu havalandırıp çomak ile vurup mümkün olduğunca uzağa atmaya çalışır.

Ebe grubun üyesi çeliği taştan ne kadar uzağa göndermişse vuruş sayısına göre (havada bir kez vurmuşsa çomakla, 2 kez vurmuşsa çelikle, 2’den fazla vurmuşsa vuruş sayısına göre çelikle) taşa olan mesafeyi adımlar. Kazandığı sayı toplam sayısına eklenir.

Çeliğe havada vurmak isteyen kişi bu esnada çeliği taşa vurdurur veya çomak uzunluğunda yaklaştırırsa “eli kıçına kaçtı” denir ve oyun dışı kalır.

Grup üyelerinin hepsi oyun dışı kaldıktan sonra diğer grup ebe olur. Şayet atış yapan grup üyesi çomakla çeliğe vururken ıska geçerse, karşı grup “fos benim” diyerek çeliği taşa atarken avantaj elde eder. Bu avantajını da çeliği taşa doğru atmadan önce ayağıyla mümkün olduğunca ileri atmak için kullanır. Sonra da eliyle çeliği taşa vurdurur veya bir çomak boyu yaklaştırır. Bu, karşılayan grup için büyük avantajdır.

Çelik-Çomak oyununun ikinci bir türü daha vardır. Bu tür oyun sırasında, taş yerine yere bir çukur eşilir. Çukur üzerine koyulan çelik, çomak vasıtasıyla ileri doğru atılır. Diğer kurallar, aynen geçerlidir.

DOMUZCULUK

Bu oyun 3 grup tarafından oynanır. Gruplar Avcı, Köpek ve Domuz olarak adlandırılır.

Avcı ve Köpek grupları birbirine bağlıdır. Oyun başlarken Avcı ve Köpek grupları gözlerini yumarlar. Bu arada Domuz grubu saklanır.

Avcı ve Köpek grupları Domuz grubunu aramaya başlar. Arama sırasında Domuz grubu “Pavvvuuuk” diye bağırır. Avcı ve Köpek grubu yaklaşınca Domuz grubu bağırmayı (pavvuklamayı) keser. Avcı grubu Domuz grubuna “pavvuklayın” dediğinde, Domuz grubu yeniden pavvuklamaya başlar. Avcı ve Köpek grubu üyeleri gördükleri Domuz grubu üyelerine “vuruldun” der ve o üye oyun dışı kalır.

Gruplar değişerek oyun sürer.

GAYUR GUYUR

Bu oyun 5 ya da daha fazla üyeden oluşan 2 grup halinde oynanır. Gruplardan biri saklanır, öteki grup saklananları arayıp bulmaya çalışır. Oyun mutlaka bir yolda oynanmalıdır. Sokak arası veya açık arazideyse etrafta saklanacak yerler bulunmalıdır.

Oyun başlarken grubun biri yolun etrafına sağlı-sollu saklanır. Arayan grup üyeleri bu sırada gözlerini yumarlar. Her grubun bir başkanı vardır. Saklanan grup başkanı oyuncularını sakladıktan sonra arayan grup üyelerinin yanı gelir. Daha sonra iki grup bakanı ve arayan grup üyeleri yol boyunca birlikte yürürler. Arayanların başkanı, bu yürüyüş sırasında saklananların başkanına belli yerler gösterip “Bu ev yansın mı?” diye sorar. Saklananların başkanı “Yanmasın” derse orada saklanan birilerinin olduğu anlaşılır. Bu durum arayan grubun lehinedir. Aynı soru karşısında saklananların başkanı “Yansın” der ve o bölgede arama yapılınca saklanan biri bulunursa, yakalanan kişi daha sonra yapılacak “kovalama” işine katılamaz. Bu soru-cevap faslı, saklanma bölgesinin sonuna kadar sürer.

Saklananların başkanı, kendi üyelerinin saklandığı bölgeyi geçince “Gayur-Guyur”u ilan eder. Arayanlar daha önce gözlerini yumdukları “Port(başlangıç çizgisi)”a doğru kaçmaya başlarlar. Bu arada saklananlar içinde “yanmadan” oyunda kalanlar, arayan grup üyelerini kovalamaya başlarlar ve porta kadar yakaladıklarının sırtına binerler. Grup başkanları kovalama işine karışmaz.

Gruplar değişmek suretiyle oyun sürer.

GÜVERCİN TAKLASI

Oyun iki grup halinde oynanır. Her grup dört kişiden oluşur. Tekerleme veya kura ile ebe olacak grup belirlenir.

Ebe grup üyeleri sırt sırta verir ve artı işareti durumuna gelirler. Diğer grup üyeleri de ebe grubun üzerinden takla atarak atlarlar. Atlayan grup üyelerinden birisi atlayamazsa, ebe grup değişir.

Oyun böylece sürüp gider.

AYDİ (HAYDİ) AZIĞINA

Oyuna başlamadan önce oyuncular daire şeklinde toplanıp, tekerleme veya kura ile “Ayı” olacak kişiyi belirlerler. Daha sonra bir ağaç ve onun 15 metre kadar uzağında bir “port(başlangıç yeri)” belirlenir. Port, daire şeklinde toprak üzerine çizilerek oluşturulur.

Ayı olacak kişi, ağacın dibinde kalırken diğerleri ağaca tırmanırlar. Ağaçtaki oyuncuların amacı hem Ayı’yı kızdırmak, hem de gerek ağaç gövdesinden, gerekse dallarından inerek koşup porta ulaşmaktır. Ağaçtan inerken porta tüküremeden yakalananlar Ayı olur. Böylece eski Ayı ağaca çıkma hakkını elde eder.

Ağaçtaki oyuncular, Ayı olan oyuncuyu tüm oyun süresince “Aydi aydi azığına, günde günde büzüğüne” diyerek kızdırırlar. Kızan Ayı ağaca çıkıp oyunculardan birini yakalayıp Ayı’lıktan kurtulmak ister. Böylece oyun şenlenir.

HOMBUR

Bu oyun bir ebe ve ikişer kişilik gruplar oluşturan 8-10 kişi tarafından oynanır. Kura veya tekerleme ile ebe grup tespit edilir.

Ebe grup üyeleri bir daire oluştururlar. Diğer grup üyeleri de bu grubun arkasına geçerler. Yine kura veya tekerleme ile belirlenen bir kişi dairenin ortasında yer alır. Bu oyuncunun elinde bir değnek bulunur. Ebe grubu dıştan kuşatan grup zaten kedi sayıları kadar olan ebe grubu üyelerinin sırtına binmeye çalışırlar. Bu arada daire içinde bulunan eli değnekli tek oyuncu da binmek isteyenlere değnekle vurmaya çalışır. Şayet binecek oyuncu ebe grubu üyesine binebilir ve ayağını yere değdirmeden öylece durabilirse eli değnekli oyuncu ona vuramaz. Eli değnekli oyuncu ara sıra daire dışına da çıkar ve istediği bir oyuncuyu kovalayabilir. Bu durumda binen grup ebe grubu durumuna geçer.

Oyun böylece sürer.

UZUNEŞEK

Bu oyun iki grup halinde oynanır. Gruplardan her biri oyuncu duruma göre 4-5 kişiden oluşur.

Ebe olacak grup tekerleme veya kura ile belirlenir.

Ebe gruptan bir oyuncu, bir ağaç veya duvara dayanır, diğer oyuncular ise eğilerek kafalarını birbirlerinin bacak arasına sokup adeta bir eşek görünümü alırlar.

Diğer grup ise sırayla ebe grubun üzerine atlar. Atlayan grup ayakta duran ebe grup üyesine el ile sayı işareti yapar. Ebe grup üyeleri sayıyı bilirlerse ebelikten kurtulurlar. Ebe grubun üç kez tahminde bulunma hakkı vardır. Bilemezlerse oyun aynı şekilde sürer.

MUSALI BİLMECELERİ

Musalı halkı günlük hayatının hemen her anında esprili bir yön arar ve bulur. Espri anlayışını günlük konuşmasına da yansıtır. Bu nedenle güldürü repertuarı hayli geniş olan Musalılıların hayatında bilmecelerin ayrı bir yeri vardır. İşte onlardan bazıları:

Soru: Kaftanı kara gömleği sarı, anası var yüz yaşında kocakarı.

Cevap: Kestane

Soru: Beyaz saray ortasında sarı havuz.

Cevap: Yumurta

Soru: Dünyayı kaplar denizi kaplamaz.

Cevap: Kar

Soru: Ateşe girer yanmaz, suya girer ıslanmaz.

Cevap: Işık

Soru: Dili var söylemez, kulağı var dinlemez.

Cevap: Ölü

Soru: Atlayarak yürür, patlayarak ölür.

Cevap: Pire

Soru: Karnından yer, sırtından çıkarır.

Cevap: Rende

Soru: Arşın gibi ayakları, aslan gibi bıyıkları.

Cevap: Arpa

Soru: Ben temizlik saçarım, elden kayar kaçarım.

Cevap: Sabun

Soru: Burdan çekti kılıcı, Mısır’dan çıktı bir ucu.

Cevap: Gökkuşağı

Soru: Ağzıma aldım kar gibi, üfledim oldu zar gibi.

Cevap: Sakız

Soru: Ben varmadan o varır, pek de hızlı yol alır.

Cevap: Ses

Soru: Bulut anam, rüzgâr babam, nehir kızımdır.

Cevap: Yağmur

Soru: Kalburda durmaz, onsuz olunmaz.

Cevap: Su

Soru: Dışı beyaz, içi sarı.

Cevap: Yumurta

Soru: Dereye teke bağladım, boynuzunu çeke bağladım.

Cevap: Değirmen

Soru: Uzun kuyu, tombul suyu.

Cevap: Silah

Soru: Dağda takılar, suda şipiler, arşın ayaklı, burma bıyıklı.

Cevap: Keklik, balık, tavşan, kedi

Soru: Yük dibinde kıllı yumak.

Cevap: Kedi

Soru: Dağdan gelir sekerek, kuru üzüm dökerek.

Cevap: Keçi

Soru: Kat kat katmer değildir, pembedir ama elma değildir, yenir yenmesine ya hiç de tatlı değildir.

Cevap: Soğan

Soru: Yer altında yağlı kayış.

Cevap: Yılan

Soru: Çınçınlı hamam, kubbesi tamam, bir gelin aldım, babası imam.

Cevap: Saat

Soru: Murt murt yaprağı, Hacı Osman toprağı, ya bunu bilecen, ya bu gün ölecen.

Cevap: Namazla (seccade)

Soru: Küçücük kutudur, dünyanın yurdudur.

Cevap: Radyo

Soru: Küçücük mezar, dünyayı gezer.

Cevap: Ayakkabı

Soru: İnim inim iniler bin kişi diniler.

Cevap: Davul

Soru: Dama darı saçtım, sayamadım eve kaçtım.

Cevap: Yıldız

Soru: İçi kütük, dışı katık.

Cevap: Zeytin

Soru: Altı mermer, üstü mermer, içinde bir gelin oynar.

Cevap: Dil

Soru: Melemez melemez, ocak başına gelemez.

Cevap: Yağ

Soru: Benim bir çocuğum var, iki kıçı var.

Cevap: Yuvak(*)

(*) Yuvak: Köy evlerinin toprak damı yağmur yağdığında akmasın diye, toprağı sıkıştırmaya yarayan taş silindir.

Soru: Emmioğlunun katırı, ne vurursan götürü.

Cevap: Sayacak (saç ayak)

Soru: Mittiricik (ufacık) burnu eğricik.

Cevap: Nohut

Soru: Babası büklüm koca, annesi yaylam güzeli, kızı güzeller güzel, torunu meyhanede gezeni.

Cevap: Teğ (bağ) gövdesi, dal ve yapraklar, üzüm, şarap

Soru: Minareden attım kırılmadı, suya attım kırıldı.

Cevap: Kâğıt

Soru: Kar gibi beyaz, biber gibi acı, bunu bilmeyen kunnacı(hamile).

Cevap: Sarımsak

Soru: Sıra sıra petekler, birbirini kötekler.

Cevap: Diş

Soru: Adamdan büyük, tavuktan küçük.

Cevap: Şapka

Soru: Sabah 4 ayaklı, öğlen 2 ayaklı, akşam 3 ayaklı.

Cevap: İnsan hayatı

Soru: Deveden büyük, pireden küçük, baldan tatlı, zehirden acı.

Cevap: İncir ağacı, incir çekirdeği, incir meyvesi, incir yaprağının sütü

Soru: Taştandır, demirdendir, yediği hamurdandır, dünyayı doyurur, kendi doymaz nedendir

Cevap: Değirmen

Soru: Palanı var kolanı yok, canı var kanı yok.

Cevap: Salyangoz

Soru: Benim bir çocuğum var, kıçı çöplü çöplü.

Cevap: Üzüm

Soru: Bir delikten girer, üç delikten çıkar.

Cevap: Atlet

Soru: Hep içine dep içine.

Cevap: Kulak

Soru: Minare minare dibi kanare, binbir çiçek bir nane.

Cevap: Yıldızlar ve ay

Soru: Adam eşeği belinde kuşağı.

Cevap: Tabut

Soru: Hak Teala’nın aklı, geldiği boğazına taktı, 6 gözlü, 10 ayaklı.

Cevap: Öküz ve sabanla tarla süren insan

Soru: Yapan satar, alan kullanmaz, kullanan hiç görmez.

Cevap: Tabut

Soru: Olgunu gök, hamı kırmızı.

Cevap: Menengiç

Soru: Benim bir devem vardı, çok zayıftı, yağından çatlayıp öldü

Cevap: Yük taşıyamayacak kadar zayıf bir deve, üzerindeki ağır yağı taşıyamayıp ölmüş.

Soru: İki kadın oturmuş çocuk emziriyorlarmış. Karşıdan iki adamın geldiğini görmüşler. Kadınlardan biri diğerine seslenmiş: “Şu gelenler kocalarımız, kocalarımızın babaları, çocuklarımızın dedeleri.” Diğer kadın da onaylamış. Acaba gelen iki adam kimmiş.

Cevap: Bu iki kadının kocaları seferberlikte askere gitmiş. Kocalarının öldü haberi gelmiş. Her iki kadının da birer erkek çocuğu varmış. Kadınlar birbirlerinin oğullarıyla evlenmişler. Daha sonra birer çocukları olmuş. Karşıdan gelen iki adam, iki kadının askere giden eski kocalarıymış.

MUSALI DOĞUM ADETLERİ

DOĞUMDAN HEMEN SONRA YAPILANLAR

Doğum sonrası yapılan işlemler konusundaki bilgileri Şerife Kuru’dan aldık.

“Doğumdan hemen sonra anne ve çocuk yıkanır. Kısa bir süre sonra bir miktar toprak ısıtılır ve anne bu sıcak toprağın üzerine çömeltilir. Bu işlemdeki amaç kadının içerisini ısıtmak suretiyle hastalanmasını ve göğermesini (iltihaplanmasını) önlemektir. Yine kadının göğermesini önlemek için bal, yağ ve su karıştırılıp ısıtılarak “kaynarca” yapılır ve iki hafta süreyle her yemekte, doğumdan sonra kırk gün süresince ara sıra anneye içirilir.”

Şerife Kuru, yeni doğan bebeğe uygulanan işlemleri de şöyle anlattı:

“Çocuğun başının düzgün olması, yamru yumru oluşmaması için alnı boğulur. Yine düzgün olsun diye kulaklar tülbentle sarılır. Vücudun dik ve düzenli olması için çocuk kırkı çıkasıya kadar belenir(kundaklanır). Çocuğun oynak yerlerinin bıçılmasını (pamuklanmasını) önlemek için kasık, koltuk altı gibi bölgelere tuz sürülür. Ayrıca çocuğun cildinin düzgün ve sağlıklı olması için de bal-tuz karışımı hazırlanarak çocuğun göz çevresi, ağız çevresi, kulak arkası, oynak yerler ve bilhassa görülen yerlere sürülür. Bu işlem çocuğa acı vermesine rağmen onun ilerki yıllarda sağlıklı ve güzel bir insan olmasını sağlamak için yapılır.

Daha sonra bir parça gök çapıt (bez parçası) üzerine ısıtılmış yağlı pise (zift) soğutularak konur. Hazırlanan bu çapıt (bez) çocuğun göbeği üzerine konur. Bu işlemin amacı yeni doğmuş çocuğun göbeğindeki pisliğin temizlenmesidir. Bu bez çocuğun göbeğinde birkaç gün süreyle kalır. Bez kaldırıldıktan sonra onun yerine bir tane dövülmemiş kahve tanesi konarak çocuğun göbeğinin iyice temizlenmesi sağlanır.

Her çocuk doğduğunda başının tam üzerinde bıngıldak (yumuşak bölge) olur. Bu yumuşak bölgenin sertleşmesini sağlamak için yağlı pise (zift) konulur ve çapıtla sarılır. Birkaç gün sonra bu çapıt kaldırılır.

Köyümüzde yine doğan çocuklarda genelde görülen başlarının kepeklenmesi (konak) meselesini başlarına zeytinyağı sürüp tülbentle bağlamak suretiyle çözüyoruz. Tülbent bir-iki gün sonra çözülür ve çocuğun başı yıkanır. Bu kesin sonuç veren bir tedavidir.

Bir de yeni doğan çocuklar için en çok kullanılan ilaç olan pudranın yerine eskiden daha değişik tozlar yapılarak kullanırdık. Murt yaprağı, turunç kabuğu ve topalak otunu kurutur, döver, elekten geçirirdik. Böylece pudra yerine doğal ve güzel kokulu tozlar üretirdik. Her üç pudra çeşidi de çocukların güzel kokmasını sağlar.”

KIRKI KARIŞMA VE ZAYIFLAMA

Bu konuyla ilgili Ayşe Yücel şunları anlattı:

“Kırkı karışma olayı aynı günlerde doğan çocuklarda görülür ve aşırı derecede zayıflığa sebebiyet verir. Çocuk adeta bir deri bir kemik kalır. İşte bu durumda çocuk ‘ciğer suyuna’ çimdirilir(yıkanır). Bu olay şöyle gerçekleştirilir:

Yeni kesilen bir davarın (keçinin) ciğeri hiç yere konulmadan havada hasta çocuğun yanına getirilir. Ciğer suyuna çimdirilecek çocuk dört yolun çatıştığı (kesiştiği) yerde köklü bir taş üzerine oturtulur. Daha sonra bir kazan içerisine ciğerin üzerine dökülen su biriktirilir. Çocukla hiçbir akrabalığı olmayan bir kadın söz konusu su ile çocuğu çimdirir. Böylece hastalık önlenmiş olur.”

BEBEĞİN GÖBEĞİ

Ayşe Yücel, bebeklerin doğum sonrası göbek parçasının ne yapıldığı konusunda şunları anlattı:

“Doğumdan iki-üç gün sonra bebeğin göbek parçası düşer. Bu göbek parçasını çeşitli yerlere koyarak veya gömerek şu isteklerimizin gerçekleşmesine inanılır:

Eğer çocuk kız ise ve çalışkan olması isteniyorsa, göbek parçası çarkın içine konulur. Şayet çocuk erkek ise ve dindar olması isteniyorsa, göbek parçası caminin bir kenarına konulur. Çocuğun evine bağlı olması isteniyorsa, göbek parçası evin bir köşesine saklanır.”

NAZAR

Musalı halkı “nazar” konusunda da özgün geleneklere sahiptir. Ayşe Yücel’i dinliyoruz:

“Öncelikle çocuğa nazar değmesini önlemek için gök boncuk, şap ve altın takılır. Ayrıca kimi zaman da alnına is (kömür karası) çalarız (süreriz). Nazara gelen çocuklara ise yer, zaman ve duruma göre şu şekilde davranılır:

Kimi zaman çocuklara bazı kişilerin nazarı dokunur. Bu durumda nazar eden kişi biliniyorsa, bir bardak suya tükürmesi istenir ve bu su çocuğa içirilerek çocuğun rahatsızlığı giderilmiş olur.

Nazara gelen kimi çocuklar da ateşe tuz atılarak üç kez etrafında dolandırılır. Bu esnada şu nakarat devamlı tekrarlanır:

Sulu derelerden mi geçtin?

Kurbağalardan mı korktun?

Gören gözler pertlesin (patlasın)

Söyleyen diller çatlasın

Isıl, ısıl, ısıl…

Nazara gelen çocuklara en fazla uygulanan yöntemlerden biri de kurşun dökmedir. Bu olay şöyle gerçekleştirilir:

Kurşun dökecek kişi bir kalbur (iri delikli elek) içine bir makas, bir parça ekmek, bir küçük ayna, içinde tuz bulunan üç kaşık, bir parça diken dalı ve su dolu bir tas koyar. Aynı kalbura kurşun dökülecek çocuğun annesi cüzi bir miktar parayı arlık olarak koyar. Kurşun dökecek kişi önce kaşık içerisine bir parça kurşun metali koyar ve ateşte eritir. Hasta yatırılarak bedeni bir örtüyle örtülür. Kurşun döken kişi bir kaşık erimiş kurşunu hastanın başı üzerinde içinde su bulunan tasa döker. Bu esnada büyükçe bir çatırdı (ses) işitilir ve kurşun döken kişi kurşunun şekline göre bakarak nazar konusundaki düşüncelerini söyler. Aynı hareket hastanın göbeği ve ayakları üzerinde de tekrarlanır. Şayet kurşun suya dökülürken hangi bölgede çok ses çıkmışsa nazar o bölgeye değirilmiş anlamı çıkarılır. Bu işlemlerden sonra kurşun döken kişi üç kez İlhas, birer kez de Fatiha, Felak ve Nas surelerini okuyarak içine kurşun dökülen suya üfler. Okunmuş su hastaya içirilir. Sonuçta nazarın kalkacağı ümit edilir.

Nazara gelen çocukların tedavisinde nazar eden kişinin çocuğun ağzına tükürmesi yöntemi de uygulanır.”

SÜRME ÇEKİLMESİ

Bu konuda Emine Ar (çalışkanlığından dolayı Motur Emine) şu bilgileri verdi:

“Sürme çekmemizdeki amaç, çocuklarımızın göz çevresini sürme ile pişirmek suretiyle sağlıklı gözlere sahip olmalarını ve güzel görünmelerini sağlamaktır. Yeni doğan çocuklara 4-5 ay süreyle devamlı sürme çekilir.

Sürme 4 şekilde elde edilir:

Bir parça çapıt (bez) zeytinyağı ile yağlanır ve bir tirkinin (büyükçe tepsi) içinde yakılır. Tirkinin üzerine ise bir ilenger (tepsi) kapatılarak isin bu yüzeyde toplanması sağlanır. İlengerde oluşan is tabakası kazınarak bir şişeye konur ve kremle karıştırılarak göze sürülür.

Biz köylüler önceleri zeytinyağını kendimiz çıkarırdık. Zeytin tanelerini dibekte döver, 6-7 kez sudan geçirerek sıkardık. Çıkan tortuları bir kenara koyardık. İşte bu tortular küçük bir çukura dökülüp üzerine çıra, çapıt ve gaz da dökülerek yakılır. Bu çukur üzerine de bir tepsi kapatılır. Bir müddet sonra tepside bir is tabakası oluşur. Bu is tabakası kazınarak şişeye konulur. Kullanılacağı zaman ise kremle karıştırılarak göze sürülür.

Diğer bir yöntem şöyledir: Gaz lambasının üzerine bir sayacak (saç ayak) konulur, üzerine tepsi kapatılır. Kısa sürede tepside is tabakası oluşur. Bu tabaka bir tabağa sıyrılır ve kremle karıştırılarak göze sürülür. Sıkışık durumlarda en çabuk sürme elde ediş şekli budur.

Eskiden yemek odun ateşinde tavalarda pişirilirdi. Tavaların alt ve etrafında yağlı ve siyah bir tabaka oluşurdu. Bu siyah tabadan direkt olarak çocuğun gözüne sürme çekilir. Bu, en fazla yarar sağlayan sürme şeklidir. Çünkü tavadaki siyah tabakanın oluşumunda ateşe atılan çeşit çeşit odundan birçok gıda aldığı inancı vardır.”

HAMİLE KADINA KARŞI TUTUM

Emine Ar, hamile kadınlara nasıl davranıldığına dair şunları anlattı:

“Köyümüzde hamile kadına karşı gerek kocaları gerekse komşuları büyük ilgi gösterir. Onlara ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışırlar. Komşularımızın doğum öncesi ve sonrasında anneye gösterdiği yardımları şöyle sıralayabiliriz:

Doğuma yakın günlerde sık sık yoklamak (ziyaret etmek) ve yemek götürmek; çamaşır ve bulaşığını yıkamak, ekmeğini atmak(yapmak).

Kocalar da, elinden geldiğince az iş yaptırmak suretiyle korumaya çalışırlar. Hele aş yerme günlerimizde bizlere istediklerimizi getirdiklerinde duyduğumuz mutluluğu asla unutamayız.”

MUSALI SÜNNET ADETLERİ

Musalı’da sünnet, ailelerin maddi imkânlarına göre düğün, mevlit ya da sade bir törenle birlikte gerçekleştirilir. Konuyla ilgili olarak Abdul Gül’ün görüşlerini aldık:

“Köyümüzde sünnet genelde sade bir törenle yapılır. Sünnet olacak çocuğun başına al bir tülbent örtülür, eline bir miktar para tutuşturulur ve havaya sokulmaya çalışılır. Kirve geldikten sonra çocuğu kucağına alır ve sünnet ettirir. Sünnetçi çocuğu sünnet ederken salavat-ı şerife getirir ve işini görür. Bu esnada çocuğa ‘Ağlama! Bak, sana boncuk vereceğiz’ denilerek fazla acı çekip ağlaması önlenmek istenir. Çocuk sünnet olduktan sonra önce kirve, konu komşu ve akrabalar ‘geçmiş olsun’ diyerek gönüllerinden kopan hediyeleri çocuğa verirler.

Sünnet olayı bittikten sonra sünnet olan çocuğun ailesi kirvenin ailesi arasında akrabalık gibi manevi bir bağ oluşur.”

KAYNAK KİŞİLER

ABDUL GÜL

Yaşı: 95

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 29.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

ELİF KEŞ

Yaşı: 92

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 26.08.1985

Derleme Mekânı: Şerife Kuru’nun evi

HÜSNİYE TIRTAR

Yaşı: 92

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 03.08.1985

Derleme Mekânı: Evi

NAZLI ŞAHİN

Yaşı: 92

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 24.08.1985

Derleme Mekânı: Evi

EMİN TÜREDİ

Yaşı: 85

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 28.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

REŞİT TEK

Yaşı: 85

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Okuma Yazma bilir

Derleme Tarihi: 01.08.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

ALİ TÜREDİ

Yaşı: 85

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 01.08.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

ABDURRAHMAN BULUT

Yaşı: 83

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 28.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

FATMA TEK (HATMA HOCA)

Yaşı: 78

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul mezunu

Derleme Tarihi: 24.08.1985

Derleme Mekânı:  Evi

ŞERİFE KURU

Yaşı: 75

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 26.08.1985

Derleme Mekânı: Kendi evi

ALİ AKKUŞ (SAĞIR ALİ)

Yaşı: 73

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 23.08.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

EMİNE AR (HAS KADIN’IN KIZI, MOTUR EMİNE)

Yaşı: 65

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 26.08.1985

Derleme Mekânı: Şerife Kuru’nun evi

SAKİNE BULUT

Yaşı: 65

Doğum Yeri: Arslanköy

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 26.08.1985

Derleme Mekânı: Şerife Kuru’nun evi

AYŞE GÜLER

Yaşı: 65

Doğum Yeri: Çelebili Köyü

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 20.09.1985

Derleme Mekânı: Evi

HALİL İBRAHİM KORKMAZ

Yaşı: 65

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 23.08.1985

Derleme Mekânı: Evi

HALİL BAĞCI (HALİL ÇAVUŞ)

Yaşı: 62

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Okuma Yazma bilir

Derleme Tarihi: 01.08.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

HALİL ÇALIŞKAN

Yaşı: 62

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul Mezunu

Derleme Tarihi: 28.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

HATİCE ŞAHİNOĞLU

Yaşı: 60

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 20.09.1985

Derleme Mekânı: Evi

MUSTAFA ÇALIŞKAN

Yaşı: 57

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 28.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

MUHAMMED ÇİFTÇİ (SÜLLÜ MUHAMMED)

Yaşı: 57

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 01.08.1985

Derleme Yeri: Köy Kahvesi

AYŞE YÜCEL

Yaşı: 56

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 26.08.1985

Derleme Mekânı: Şerife Kuru’nun evi

AYŞE TIRTAR

Yaşı: 55

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 29.07.1985

Derleme Mekânı: Kendi evi

DURSUN ÇİFTÇİ

Yaşı: 53

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul mezunu

Derleme Tarihi: 23.08.1985

Derleme Mekânı: Evi

DURMUŞ ALİ BULUT

Yaşı: 53

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 28.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

AHMET TEK (KÖY MUHTARI)

Yaşı: 52

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 21.08.1985

Derleme Mekânı: Köy Odası

İBRAHİM BULUT

Yaşı: 52

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 28.07.1985

Derleme Mekânı: Köy Kahvesi

PAKİZE KORKMAZ

Yaşı: 50

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 29 Temmuz 1985

Derleme Mekânı: Kendi evi

ZELİHA GÜL

Yaşı: 47

Doğum Yeri: Çelebili

Tahsili: Yok

Derleme Tarihi: 29.97.1985

Derleme Mekânı: Ayşe Tırtar’ın evi

FATMA TEK

Yaşı: 44

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 24.08.1985

Derleme Mekânı: Evi

GÜLDANE TAŞ

Yaşı: 30

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 23.07.1985

Derleme Mekânı: Evi

SABRİ YÜCEL

Yaşı: 16

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: Ortaokuldan terk

Derleme Tarihi: 16.08.1985

Derleme Mekânı: Belen Mevkii

HATİCE ÇİFTÇİ

Yaşı: 14

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 16.08.1985

Derleme Mekânı: Belen Mevkii

HALİL BULUT

Yaşı: 12

Doğum Yeri: Musalı

Tahsili: İlkokul

Derleme Tarihi: 16.08.1985

Derleme Mekânı: Belen Mevkii

]]>