İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SANAL RÖPORTAJ / VLADİMİR İLYİÇ LENİN: “Komünist toplum, her şeyin, toprağın, fabrikaların ortaklaşa sahip olunduğu ve halkın ortak çalıştığı bir toplumdur.”

VLADİMİR İLYİÇ LENİN

HAYATİ TEK: Sizce de uygunsa, söyleşimize ilk kez tarafınızdan uygulamaya konulan komünist sistemle ilgili bazı genel kavramlarla başlamak istiyoruz. Siyasi partilerin komünist hareketteki yeri ve önemiyle başlasak nasıl olur?

LENİN: İddia ediyorum ki, hiç bir ihtilal hareketi sağlam ve sürekliliğini muhafaza eden bir önderler teşkilatı olmaksızın mevcut olamaz. Mücadeleye fevri olarak giren halk kitlesi ne kadar büyük olursa, böyle bir teşkilatın olması zarureti de o kadar elzemdir ve bu teşkilat böyle o nispette sağlam olmak zorundadır(1).

HAYATİ TEK: Böyle bir teşkilat kimlerden oluşmalıdır?

LENİN: Böyle bir teşkilat esas itibariyle meslek icabı ihtilal faaliyetiyle uğraşan insanlardan meydana gelmelidir(2).

HAYATİ TEK: Peki, partinin ilk hedefi ne olmalıdır?

LENİN: Partimizin sağlamlığı, dayanıklılığı ve temizliğini korumak vazifemizdir. En sıkı bir parti prensibi çok gelişmiş bir sınıf mücadelesi durumunun beraberinde getirdiği araz ve neticelerdir. Ve aksine açık ve geniş bir sınıf mücadelesinin yararı için, sıkı bir parti prensibinin inkişafına ihtiyaç vardır. Marksizm işçi partisini eğiterek, proletaryanın öncülerini yetiştirmektir(3).

HAYATİ TEK: Partililer ne gibi görevleri yapmak üzere yetiştirilecekler?

LENİN: Bunlar yeni düzeni sevk ve idare etmeye, teşkilatlandırmaya, bütün emekçilerin ve sömürülenlerin öğretmenleri, idarecileri ve önderleri olmaya muktedirdirler. Demir gibi bir mücadele çelikleşmiş bir parti olmaksızın, mevcut sınıf içinde bütün dürüst olanların güvendikleri bir parti olmaksızın, kitlelerin duygu ve düşüncelerini takip etmesini ve etkilemesini bilen bir parti olmaksızın böyle bir mücadeleyi başarılı olarak sevk ve idare etmek mümkün değildir(4).

HAYATİ TEK: Parti nasıl bir strateji izlemeli?

LENİN: Bir partinin taktiğinden o partinin politik tutum ve davranışı veya onun politik faaliyetinin karakteri, yönü ve usulleri anlaşılır. Yeni vazifeleri veya yeni bir politik durumun karşısında partinin politik tutum ve davranışını bir bütün olarak kesinlikle tespit edecek taktik kararlar bir parti kongresinde kabul edilirler. Yalnız kendi kendine güvenmeyen bir kimse, güvenilmeyeceğini bildiği insanlarla da olsa, geçici ittifaklardan korkabilir. Fakat hiçbir siyasi parti böyle birleşmeler olmaksızın varlığını devam ettiremez(5).

HAYATİ TEK: Neden?

LENİN: Eğer biz, proletaryanın sosyalizm uğrundaki büyük kurtuluş mücadelesinde, emperyalizmin münferit zulümlerine karşı girişilen her halk hareketinden krizin şiddetlenmesi ve yayılması için istifa etmesini beceremeseydik, çok kötü ihtilalciler olurduk. Gerçekten de ihtilalci bir partinin vazifesi bütün anlaşmalara karşı imkânsız olması gereken bir istiğna göstermesi ve onu ilan etmesi değildir(6).

HAYATİ TEK: Nedir peki?

LENİN: Onun vazifesi bütün kaçınılmaz olan anlaşmaları yaparken prensiplerine, sınıfına ve ihtilal vazifesine sadık kalmasını bilmekten ibarettir(7).

HAYATİ TEK: İhtilal vazifesinin özü nedir?

LENİN: İhtilal vazifesi, ihtilalin hazırlanması ve ihtilalde halk kitlelerinin zaferinin muktedir bir hale getirilmesidir. Proleter ve yarı proleter kitlelerin mensup oldukları teşkilat, dernek ve birliklerde -çok gerici olsalar bile- sistemli sebatlı ve sabırlı olarak propaganda yapmak ve tahrikte bulunmak için her türlü fedakârlığı yapmayı ve en büyük engelleri aşmayı bilmek gerekir(8).

HAYATİ TEK: Sadece Rusya’da ihtilal yaparak yetinmeyeceğinizi biliyoruz. Hedefiniz olan “dünya ihtilalini” nasıl gerçekleştireceksiniz?

LENİN: İlk olarak, Avrupa’ya sosyalist ihtilalin gelmesi gerektiğine ve geleceğine şüphe yoktur. Sosyalizmin son zaferi hakkındaki bütün ümitlerimiz bu kanaate ve bu ilmi tahmine dayanmaktadır. İşte burada Rus ihtilalinin en büyük zorluğu, en büyük tarihi meselesi karşımıza çıkıyor(9).

HAYATİ TEK: Nedir o?

LENİN: Milletlerarası problemleri çözmek zarureti, milletlerarası ihtilale sebebiyet vermek, dar milli mahiyette olan ihtilalimizden dünya ihtilaline geçişi sağlamak gereği… Bütün bu zorluklardan kurtuluşumuz -gene tekrarlıyorum- bütün Avrupa’da yapılacak ihtilale bağlıdır. Kurtuluşun yalnız milletlerarası ihtilal yoluyla mümkün olacağı… Sosyalist dünya ihtilalinin başka şubeleri bize yardıma gelmedikçe, sanki kuşatılmış bir kalede bulunuyor gibiyiz. Fakat bu şubeler vardır, onlar bizimkilerden daha çoktur; onlar büyüyor, olgunlaşıyor ve güçleniyor. Zafer bizim olacaktır. Çiftlik sahipleri ve kapitalistlerin Rusya’da yıkılmış olan iktidara bütün dünyada da mağlup edilecektir. Artık kısa bir zaman sonra bütün dünyada komünizmin zaferini göreceğiz. Dünyayı kuşatan Federatif Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulduğunu göreceğiz. Bütün dünya, istikbal, Sovyet düzeninin olacaktır. Ülkemizde proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirirsek, proletaryanın öncü birliği olan ve onu sevk eden parti vasıtasıyla onun kuvvetlerini en derli toplu bir şekilde toplayabilirsek, o zaman dünya ihtilalini ümitle bekleyebiliriz. Eğer bu olursa, eminim ki, dünya ihtilalinin perspektifleri sadece iyi değil, hatta mükemmel olacaktır(10).

HAYATİ TEK: Ya Avrupa’da beklediğiniz ihtilal gerçekleşmez ve proleterler dünyanın dört bir yanında iktidara gelmezse ne olacak?

LENİN: Biz yalnız bir devlet içinde değil, fakat bir devletler sistemi içinde yaşıyoruz ve emperyalist devletlerin yanında Sovyet Cumhuriyetinin sürekli olarak var olması düşünülemez(11).

HAYATİ TEK: Tam da bunu soruyorum.

LENİN: En sonunda ya biri ya da öteki muzaffer olacaktır. Bu neticeye varıncaya kadar Sovyet Cumhuriyeti ile burjuva devletleri arasında bir sürü ve korkunç çarpışmalar mukadderdir(12).

HAYATİ TEK: Sizin gibi düşünmeyenlerle barış içinde bir arada yaşamanız mümkün olamaz mı?

Sosyalizmin yanında kapitalizm oldukça barış içinde yaşayamazlar. Biri veya öteki sonunda galip olacaktır. Ya Sovyet Cumhuriyeti ya da dünya kapitalizmi mezara götürülecektir(13).

HAYATİ TEK: Bu net ve samimi cevabınız için teşekkür ederiz. Bize kısaca Marksizm’in devlet anlayışından bahseder misiniz? Küresel proleter ihtilal gerçekleştiğinde nasıl bir anlayışla yönetilecek dünya?

LENİN: Tarihte devrimci düşünürlerin öğretileri ile, kurtuluşları için savaş veren ezilen sınıflar önderlerinin öğretileri başına bir çok kez gelen şey bugün Marks öğretisinin başına geliyor(14).

HAYATİ TEK: Ne gibi?

LENİN: Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıkla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları teselli etmek ve onları aldatmak için adlarını bir hale ile süslemeye çalışırlar(15).

HAYATİ TEK: Ödüllendirilmenin nesi kötü? Bunda gördüğünüz art niyeti açıklar mısınız?

LENİN: Böylelikle devrimci öğretiler içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir. Burjuvazi ve işçi harekete oportünistleri, bugün işte Marksizm’i evcilleştirme biçimi üzerinde birleşiyorlar. Öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılıyor ve övülüyor. Bugün bütün sosyal şovenler, -gülmeyin- Marksist’tirler(16).

HAYATİ TEK: Estağfurullah. Gülmek değil de… İnsanın buna inanası gelmiyor doğrusu…

Ve daha düne dek Marksizm’in kökünü kazıma işinde uzmanlaşmış burjuva Alman bilginleri, şimdi bir soygun savaşının yürütülmesi için son derece iyi örgütlenmiş o işçi sendikalarını eğitecek bir milli-Alman Marks’tan gitgide daha sık söz ediyorlar(17).

HAYATİ TEK: Yani Marksizm çarpıtılıyor mu? Peki, bu nasıl yapılıyor?

LENİN: Marksizm’in çarpıtılması iki ana çizgi izlemektedir. Bir yanda, karşı çıkılması imkânsız tarihi olguların baskısı altında, nerede sınıf çelişkileri ve sınıf savaşları varsa, ancak orada devletin var olduğunu kabul etmek zorunda kalan burjuva ve özellikle küçük-burjuva ideologlar, devleti sınıfların bir uzlaşma organı olarak ortaya çıkaracak biçimde, Marks’ı tashih ederler. Marks’a göre, eğer sınıflar arası uzlaşma imkânı olsaydı, devlet ne ortaya çıkabilir, ne de ayakta kalabilirdi. Bol bol Marks’tan söz eden hamkafa profesörler ve gazete yazarlarına göre devletin rolü, sınıfları uzlaştırmaktır(18).

HAYATİ TEK: Bunda ne kötülük var? Sınıfların uzlaşması barış ortamına katkı sağlamaz mı? Marks bunun tersini mi söylüyor?

LENİN: Marks’a göre devlet, bir sınıf egemenliği organı, bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organıdır. Sınıflar arasındaki çatışmayı hafifleterek, bu baskıyı yasallaştırıp pekiştiren bir düzenin kurulmasıdır. Böylece, 1917 Devrimi’nde, devletin anlamı ve rolü meselesi, pratik bakımdan ivedi bir eylem meselesi, üstelik bir yığın eylemi meselesi olarak tüm genişliğiyle ortaya çıktığı zaman, Devrimci-Sosyalistler ile Menşeviklerin hepsi, hemen ve gözlerini kırpmadan, sınıfların devlet tarafından uzlaştırılması küçük-burjuva teorisine dört elle sarıldılar(19).

HAYATİ TEK: Devletin temel rolü, toplumsal kesimler arasında uzlaşmayı sağlamak değil mi?

LENİN: Devlet, sınıf karşıtlarını frenleme gereksiniminden doğduğuna, ama aynı zamanda, bu sınıfların çatışması ortasında doğduğuna göre, kural olarak en güçlü sınıfın, ekonomik bakımdan egemen olan ve bunun sayesinde siyasal akımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devletidir. Antik devletle feodal devlet, kölelerle serflerin sömürülmesi organı oldular. Ama yalnızca onlar değil, modern temsili devlet de, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesi aletidir(20).

HAYATİ TEK: Bunun hiç mi istisnası yoktur?

LENİN: İstisna olarak, savaş durumundaki sınıfların denge tutmaya çok yaklaştıkları öyle bazı dönemler olur ki, devlet gücü, sözde aracı olarak, bir zaman için bu sınıflara karşı belirli bir bağımsızlık durumunu korur. Yani 17. ve 18. yüzyılların mutlak hükümdarlıkları gibi. Fransa’da Birinci ve İkinci İmparatorluğun Bonapartizmi gibi, Almanya’da Bismarc gibi. Buna Sovyetlerin, küçük-burjuva demokratlar tarafından yönelmeleri nedeniyle henüz güçsüz, buna karşılık burjuvazinin de Sovyetleri dağıtmak için henüz yeterince güçlü olmadığı bir anda, devrimci proletaryayı ezmeye başladıktan sonra, Cumhuriyetçi Rusya’daki Kerenski hükümeti gibi, diye ekleyeceğim(21).

HAYATİ TEK: Söz devletten açılmışken, “demokratik cumhuriyet” kavramı hakkındaki düşüncelerinizi almak istiyoruz. Zira birçok devlette olduğu gibi sosyalizmle yönetilen birçok ülkenin adının başında bu kavram var.

LENİN: Demokratik Cumhuriyet, kapitalizmin olanaklı en iyi politik biçimidir. Çünkü sermaye, demokratik cumhuriyeti ele geçirdikten sonra, iktidarını öyle sağlam, öyle güvenli bir biçimde kurar ki, burjuva demokratik cumhuriyetindeki hiçbir kişi, kurum ya da parti değişikliği, onu sarsamaz. Bizim Devrimci-Sosyalistlerimizle Menşeviklerimiz gibi küçük-burjuva demokratları, tıpkı ikiz kardeşleri olan Batı Avrupa sosyal-şoven ve oportünistlerinin tümü gibi, genel oy hakkında açıkça daha çok bir şey beklerler. Genel oy hakkının bugünkü devlet içinde, emekçiler çoğunluğunun iradesini gerçekten dile getirmeye ve bu iradenin yerine getirilmesini sağlamaya yetenekli olduğu fikrini paylaşır ve bu yanlış fikri halka da aşılarlar(22).

HAYATİ TEK: Demokrasi insanlığın ulaştığı en eşitlikçi yönetim sistemi kabul ediliyor. Üstelik sözlerinizden, devlet fikrine tamamen karşı olduğunuz anlamını çıkarıyorum.

LENİN: Burada yalnızca, Engels’in açık ve somut açıklamasının, resmi (yani oportünist) sosyalist partilerin propaganda ve ajitasyonunda her an değiştirilip çarpıtıldığına işaret ederek, bu yanlış fikrin altını çizmekten başka bir şey yapamayız(23).

HAYATİ TEK: Ne diyor Engels?

LENİN: Engels, en tanınmış eserinde (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni) görüşlerini toplu bir biçimde şöyle özetler: “Demek ki, devlet düşünülemeyecek bir zamandan beri var olan bir şey değildir. İşlerini onsuz gören, hiçbir devlet ve devlet gücü fikri bulunmayan toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara bölünmesine mecburi olarak bağlı olan belirli bir ekonomik gelişme aşamasında, bu bölünme, devleti bir zorunluluk durumuna getirdi. Bu sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte, devlet de, kaçınılmaz bir biçimde yok olur. Üreticileri özgür ve eşitçi bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum, tüm devlet makinesini, bundan böyle kendisine layık olan yere, bir kenara atacaktır: asar-ı atika (eski eserler) müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına(24).

HAYATİ TEK: Devletin nasıl yok olduğu yahut yok olacağı konusunu biraz detaylandırır mısınız?

LENİN: Engels’in, devletin sönmesi üzerindeki formülleri öylesine yaygın, öylesine yinelenen, oportünist salçalı uzlaşmacı Marksizm’in alışılmış sahteciliğinin temelinde ne yattığını öylesine ortaya koyan şeylerdir ki, onlar üzerinde uzun durmak gerekir(25).

HAYATİ TEK: Biz yine de kısa kısa temas etsek diyorum… Tabii sizce de uygunsa.

LENİN: Engels şöyle der:

“Proletarya devlet iktidarını ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür. Ama, bunu yapmakla, proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır, bütün sınıf ayrımları ile sınıf karşıtlarını ve aynı biçimde, devlet olarak devleti de ortadan kaldırır. Sınıf karşıtları içinde evrimlenen daha önceki toplumun devlete, yani her durumda, sömürücü sınıfın kendi dış üretim şartlarını sürdürmek, öyleyse özellikle sömürülen sınıfı var olan üretim biçimi (kölelik, toprak köleliği, ücretlilik) tarafından verilmiş baskı şartları içinde tutmak için kurduğu bir örgüte gereksinimi vardı. Devlet, tüm toplumun resmi temsilcisi, onun gözle görülür bir kurul biçimindeki birleşimiydi. Ama bu, tüm toplumu, zamanı için, kendi başına temsil eden sınıfın devleti ilkçağda köle sahibi yurttaşların, orta çağda feodal soyluluğun, çağımızda burjuvazinin devleti olduğu ölçüde böyleydi. Sonunda gerçekten tüm toplumun temsilcisi durumuna geldiği zaman, kendi kendini gereksiz kılar. Devlet iktidarının toplumsal ilişkilere karışması, bir alandan sonra bir başkasına gereksiz duruma gelir ve sonra kendiliğinden uykuya dalar. Kişilerin hükümeti yerini, şeylerin idaresi ve üretim işlemlerinin yönetimine bırakır. Devlet ilga edilmez, söner. Özgür halk devleti üzerindeki kof tümcenin, ajitasyon aracı olarak geçici doğruluğu bakımından olduğu kadar, ilmi fikir olarak kesin yetersizliği bakımından da değerlendirilmesini; bunun gibi, anarşist denilen kimselerin, devletin bugünden yarına ortadan kaldırılması yolundaki istemlerinin değerlendirilmesini de, işte bu sağlar.”

Yanılgıya düşmekten çekinmeksizin söylenebilir ki, Engels’in düşünce zenginliği bakımından çok dikkate değer bu yazısı, bugünkü sosyalist partilerde, Marks’a göre devletin ortadan kaldırılması yolundaki anarşist öğretinin tersine, sönmesinin doğruluğu yolundaki bilgilerden başka bir sosyalist düşünce izi bırakmıştır(26).

HAYATİ TEK: Peki, bu düşünce tarzı Marksizm’i pasif düşürmüyor mu?

LENİN: Evet, Marksizm’i bu biçimde güdükleştirmek, onu oportünizme indirgemek demektir(27).

HAYATİ TEK: Nedenini açıklar mısınız?

LENİN: Çünkü, böylesine bir yorumdan sonra, bulanık, yavaş, eşit, kerteli, sıçramasız-patlamasız, devrimsiz bir değişiklik düşüncesinden başka bir şey kalmaz. Devletin sönmesi kavramı, yığınlar arasında genellikle yaygın bulunan günlük anlayışı içinde, hiç şüphe yok ki, devrimin uyutulması, hatta reddedilmesidir. Oysa, böylesine bir yorum, Marksizm’in, yalnızca burjuvazi için yararlı ve teorik olarak, mesela Engels’in “in extenso (enine boyuna)” aktardığımız yargılarında belirtilmiş bulunan başlıca şart ve düşüncelerin unutulması üzerine kurulu ve kaba çarpıtılmalarından biri olmaktan başka bir şey değildir(28).

HAYATİ TEK: Bu çarpıtma nasıl olmaktadır?

LENİN: Birinci olarak, akıl yürütmenin başında, Engels, proletaryanın devlet iktidarını eline geçirerek, böylece devlet olarak devleti ortadan kaldırdığını söyler. Bunun ne anlama geldiğini düşünmek adet olmamıştır. Çoğunlukla, ya bunun anlamı hiç anlaşılmıyor, ya da burada, Engels bakımından, Hegel’ci bir gevşeklik gibi bir şey görülüyor(29).

HAYATİ TEK: Engels’in devletlerin yok oluşunu açıklarken kullandığı “sönme” kavramını mı kastediyorsunuz? Gerçekte ne anlatmak istiyor Engels?

LENİN: Gerçeklikte, bu sözler proleter devrimlerin en büyüklerinden birinin deneyini, sırası gelince üzerinde uzun uzun durmak istediğim 1871 Paris Komünü deneyini, sıkıca dile getirirler. Engels burada, proletarya devrimiyle burjuvazinin devletinin ortadan kaldırılmasından söz eder(30).

HAYATİ TEK: “Sönme” betimlemesinde sanki bir edilgenlik, kendiliğindenlik var ama…

LENİN: “Sönme” üzerine söylediği şeyler, sosyalist devrimden sonra, proleter devletten ne kalmışsa onunla ilgilidir. Engels’e göre, burjuva devlet “sönmez”, devrim sırasında proletarya tarafından “ortadan kaldırılır(31).”

HAYATİ TEK: Peki, devrimden sonra sönen şey nedir?

LENİN: Devrimden sonra sönen şey, proleter devlet, başka bir deyişle, bir yarı-devlettir. İkinci olarak; devlet özel bir baskı gücüdür. Engels’in bu hayranlık verici ve son derece derin tanımlaması burada en yetkin bir açıklıkla dile getirilmiştir(32).

HAYATİ TEK: Buradan nasıl bir sonuç çıkarmalıyız?

LENİN: Bundan şu sonuç çıkar: proletaryaya karşı burjuvazi tarafından milyonlarca emekçiye karşı bir avuç zengin tarafından kullanılan bu özel baskı aracı yerine, burjuvaziye karşı proleterya tarafından uygulanan bir özel baskı gücü (proletarya diktatoryası) geçmesi gerekir. Devletin devlet olarak ortadan kalkmasının anlamı işte budur. Ve toplum adına üretim araçlarına el koma eyleminin de anlamı budur. Kendiliğinden anlaşılır ki, bir özel gücün (burjuvazinin devleti) bir başka özel güçle (proletaryanın devleti) böylesine bir yer değiştirmesi hiç bir zaman “sönme” şeklinde olmaz. Üçüncü olarak; bu “sönme” ya da daha renkli bir deyimle, bu “uykuya dalma”yı, Engels, hiçbir anlam belirsizliğine yer vermeksizin, “devlet tarafından, toplumun tümü adına üretim araçlarına el koyma”dan sonraki yani sosyalist devrimden sonraki döneme erteliyor. Hepimiz biliriz ki, devletin o andaki siyasi biçimi en tam demokrasidir. Ama, Marksizm’i utanıp sıkılmadan çarpıtan oportünistlerden hiçbirinin aklına gelmez ki, bu durumda Engels’te söz konusu olan şey demokrasinin “uykuya dalması” ve “sönmesi”dir. Bu, ilk bakışta çok garip görünür. Bununla birlikte, bu ancak demokrasinin de bir devlet olduğu ve bunun soncu, devlet yok olduğu zaman, aynı biçimde demokrasinin de yok olacağı gerçeğini düşünmeyen biri için anlaşılmaz bir şeydir. Burjuva devletini ancak devrim ortadan kaldırabilir. Genel olarak devlet, yani en tam demokrasi ise, ancak “sönebilir(33).

HAYATİ TEK: Bu konuda başka çarpıtma var mı?

LENİN: Evet, dördüncü çarpıtmada, Engels, ünlü “devlet söner” tezini formüle ederken, bu tezin hem oportünistlere, hem de anarşistlere karşı yönelttiğini somut bir biçimde gösterir. Ve Engels’te asıl önemli olan şey, onun “devletin sönmesi” tezinden çıkarılmış bulunan oportünistleri hedef alan sonuçtur. Devletin “sönmesi” konusunda bir şey okumuş, ya da bundan söz edildiğini duymuş 10.000 kişiden 9990’ının, Engels’in bu tezin sonuçlarını yalnızca anarşistlere karşı yönetilmediğini ya hiç bilmedikleri, ya da artık unutmuş oldukları üzerine bahse girilebilir. Ve geri kalan on kişinin dokuzu da, “özgür halk devleti”nin nemenem bir şey olduğunu ve bu belgeye saldırmakla, neden oportünistlere de saldırmış bulunduğunu kuşkusuz bilmez. Tarihi böyle yazıyorlar! Büyük Devrimci öğretiyi, egemen hamkafalığa çaktırmadan, yavaş yavaş, böyle uyduruyorlar. Anarşistlere karşı olan sonuç bin kez ele alınmış, bayağılaştırılmış, en dar düşünceli bir biçimde kafalara sokulmuştur. Bir önyargı gücü kazanmıştır bu sonuç. Oportünistlere karşı olan sonuç ise, karanlıkta kalmış ve unutulmuştur! Sonra, her devlet ezilen sınıfa karşı yöneltilmiş özel bir baskı gücüdür. O halde, hiçbir devlet, ne özgürdür, ne de halk devletidir(34).

HAYATİ TEK: Engels’in böyle bir söz ya da tespiti var mı?

LENİN: Bunun böyle olduğunu Marks ve Engels, 70 yıllarında (1870) parti arkadaşlarına birçok kez açıklamışlardır. Beşinci olarak; Engels’in, devletin sönmesi konusunda bir akıl yürütme bulunduğunu herkesin hatırladığı bu yeni eseri, zora dayanan devrimin önemi üzerine bir başka akıl yürütme de içerir. Zora dayanan devrimin oynadığı tarihi role verdiği değer, Engels’te zora dayanan devrimin gerçek bir övgüsü durumuna dönüşür. Ama bunu kimse hatırlamaz; günümüzün sosyalist partileri de, bu fikrin öneminden söz etmek, hatta bunu düşünmek, usulden değildir. Yığınlar arasındaki günlük propaganda ve ajitasyonda, bu fikirler hiçbir rol oynamaz. Oysa bu fikirler, devletin “sönmesi” fikriyle birlikte uyumlu bir bütün oluşturur ve ona çözümlemezcesine bağlı bulunurlar. İşte Engels’in akıl yürütmesi: “… Ama zor, tarihte, başka bir rol (kötülük kaynağı olmaktan başka bir rol) devrimci bir rol” de oynarmış; Marks’ın sözlerine göre, bağrında yeni bir toplum taşıyan her eski toplumun ebesiymiş; toplumsal hareketin sayesinde donmuş ve ölmüş siyasi biçimleri alt ettiği ve parçaladığı aletmiş(35).

HAYATİ TEK: Devletlerin yıkılmasıyla bir yönetim boşluğu doğmayacak mı? Bu boşluk nasıl doldurulacak?

LENİN: Marks, bu soruya, 1847’de Komünist Manifesto’da, henüz yalnızca tamamen soyut, ya da daha çok meseleleri belirten, ama çözüm yollarını göstermeyen bir cevap veriyordu(36).

HAYATİ TEK: Neydi o cevap?

LENİN: Devleti “proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi” ile demokrasinin fethi ile değiştirmek: Komünist Manifesto’nun cevabı, buydu(37).

HAYATİ TEK: Bu muğlak ve ütopik bir cevap gibi duruyor.

LENİN: Marks’ta ütopyacılığın zerresi yoktur. O tepeden tırnağa “yeni” bir toplum tasarlamaz. Hayır, o yalnızca yeni toplumun eskisinin içinden doğuşunu, eski toplumdan yeni topluma geçiş biçimlerini, tabii bir süreç olarak inceler(38).

HAYATİ TEK: Devletin yerinin nasıl doldurulacağı sorumuza henüz cevap alamadık.

LENİN: 1871 Paris Komünü, emeğin ekonomik kurtuluşun gerçekleştirmeyi sağlamak için proleter devrim tarafından en sonu bulunmuş olan biçimdir. Komün, proleter devrim tarafından, burjuva devlet makinesini parçalamak için yapılmış ilk girişimdir. Parçalanmış olan şeyin yerine geçmesi mümkün ve gerekli olan, en sonu bulunmuş olan siyasi biçimdir. Daha ilerde, 1905 ve 1917 Rus devrimlerinin, ayrı bir çerçeve ve başka şartlar içinde Komün’ün eserini sürdürüp Marks’ın dâhice tarihi çözümlemesini doğruladıklarını göreceğiz(39).

HAYATİ TEK: O halde Paris Komünü örneğinden yola çıkarak komünist toplumun yapısının nasıl olacağını anlatır mısınız?

LENİN: Şimdi, mesele biraz başka türlü konuyor: komünizme doğru giden kapitalist toplumdan komünist topluma geçiş, siyasi bir geçiş dönemi olmaksızın imkânsızdır(40).

HAYATİ TEK: Tam da onu soruyoruz. Devrim sonrası kurulan ve Engels’in tanımlamasıyla sönecek olan devlet, nasıl bir devlettir?

LENİN: Bu dönemin devleti de, proletaryanın devrimci diktatoryasından başka bir şey olamaz. En sonu, ancak komünizm, devleti büsbütün gereksizleştirir, çünkü o zaman, sırtı yere getirilecek hiç kimse, sınıf anlamında hiç kimse yoktur. O zaman nüfusun belirli bir bölümüne karşı sistemli bir savaş, artık yoktur(41).

HAYATİ TEK: Açıkçası bu düşünce de biraz ütopik görünüyor. Sıfır hatalı bir sosyal yapı kurulabilir mi? Hiç mi çatlak ses çıkmaz?

LENİN: Biz ütopyacı değiliz ve şahsi aşırılıkların mümkün ve kaçınılmaz şeyler olduğunu hiçbir zaman reddetmiyoruz. Ama bu aşırılıkları bastırmanın gerekli olduğunu da reddetmiyoruz. Marks, ütopyaya düşmeden, bu gelecek konusunda şimdiden tanımlanabilecek şeyi, yani; komünist toplumun alt ve üst safhası arasındaki ayrımı en teferruatlı bir biçimde tanımlamıştır(42).

HAYATİ TEK: Nasıl?

LENİN: Kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan ve bütün alanlardaki eski toplumun izlerini taşıyan komünist toplumu, Marks, komünist toplumun birinci ya da alt safhası olarak adlandırır. Üretim araçları, daha şimdiden, artık şahısların özel mülkiyetinde değildir. Tüm toplumun malıdır(43).

HAYATİ TEK: Özel mülkiyet ortadan kalkınca eşitlik ve adalet sağlanmış mı olacak?

LENİN: Komünizmin ilk safhası, adalet ve eşitliği gerçekleştiremez. Zenginlik bakımından insanlar arasındaki farklılıklar, hem de haksız farklılıklar sürecektir. Ama insanın insan tarafından sömürülmesi de imkânsız olacaktır. Çünkü üretim araçları, yani fabrikalar, makineler, toprak vb. üzerinde, özel mülkiyet olarak, egemenlik kurulamayacaktır(44).

HAYATİ TEK: Bu bağlamda demokrasi kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?

LENİN: Demokrasi, eşitlik demektir. Proletaryanın, sınıfların ortadan kalkması anlamında almak şartıyla, eşitlik ve eşitlik sloganı için mücadelenin taşıdığı çok büyük önem kolay anlaşılır. Ama demokrasi yalnızca “şekli” eşitlik anlamına gelir. Ve bütün toplum üyelerinin üretim araçları mülkiyetine göre eşitliği, yani emek eşitliği, ücret eşitliği gerçekleşir gerçekleşmez, şekli eşitlikten gerçek eşitliğe, yani “herkesten yeteneklerine göre, herkese ihtiyaçlarına göre” ilkesinin gerçekleşmesine geçmek için, insanlığın karşısına tamamlanması gereken yeni bir ilerleme probleminin dikildiği görülecektir(45).

HAYATİ TEK: Nasıl bir problem?

LENİN: İnsanlık bu yüce ülküye doğru hangi safhalardan, hangi pratik önlemlerden geçerek girecektir, bilmiyoruz, bilemeyiz de. Ama önemli olan sosyalizmin ölü, donmuş, değişmez bir şey olduğu yolundaki yaygın burjuva düşüncesinin içinde sakladığı büyük yalanı görmektir. Oysa gerçekte, toplumsal ve özel hayatın bütün alanlarında hızlı, dinamik, gerçek bir yığın niteliğine sahip ve önce çoğunluğun, sonra da tüm nüfusun katılacağı bir ilerleme hareketi, yalnızca sosyalizm ile başlayacaktır(46).

HAYATİ TEK: Eşitlikçi bir yönetim biçimi olarak demokrasi, sosyalizmle bağdaşmaz mı?

LENİN: Demokrasi bir devlet biçimidir, çeşitli devlet biçimlerinden biridir. Öyleyse, her devlet gibi demokrasi de “zor”un; örgütlenmiş olarak sistemli biçimde insanlara uygulanmasıdır. İşin bir yanı bu. Ama öte yandan, demokrasi vatandaşlar arasındaki eşitliğin, herkese eşit olarak devletin biçimini belirleme ve onu yönetme hakkının resmen tanınması anlamına gelir. Öyleyse bundan şu sonuç çıkar ki, demokrasi, gelişmenin belli bir safhasında, önce, proletaryayı, bu devrimci anti-kapitalist sınıfı birleştirir. Sonra da, onun, cumhuriyetçi de olsa, burjuva ve devlet makinesi, yani sürekli orduyu, polisi, bürokrasiyi yıkmasını parçalamasını, yeryüzünden silip atmasını ve onlar yerine “milis”e katılan silahlı işçi yığınlarını, sonra kademeli olarak, tüm halk biçimi altında, daha demokratik, ama gene de bir devlet makinesi olmaktan geri kalmayan bir devlet makinesini geçirmesini sağlar. Bu safhaya eriştikten sonra demokrasi, burjuva toplum çerçevesinden çıkar ve sosyalizme doğru evrimlenmeye, sosyalizme dönüşmeye başlar(47).

HAYATİ TEK: Bu sözlerinizden, demokrasiyi sürekli bir yönetim şekli olarak değil, bir ara süreç olarak gördüğünüz anlaşılıyor. Sosyalizmden komünizme geçildiğinde demokrasinin durumu ne olacak?

LENİN: Devletin büsbütün sönmesinin ekonomik temeli, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki tüm karşıtlık yok olacak ve dolayısıyla çağdaş toplumsal eşitsizliğin, yalnız üretim araçlarının toplumsallaşmasının, yalnız kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinin hiç bir biçimde kökünü hemen kurutamayacağı başlıca kaynaklardan biri yok olacak kadar yüksek bir gelişme derecesine erişmiş komünizmdir(48).

HAYATİ TEK: Nasıl olacak bu?

LENİN: Toplum “herkesten yeteneklerine göre, herkese ihtiyaçlarına göre” ilkesini gerçekleştirmiş olacağı zaman, yani, insanlar, yeteneklerine göre isteye isteye çalışacak kadar toplum içinde yaşamanın temel kurallarına uymaya alışacakları ve emeklerinin bunu sağlayacak kadar üretken bir duruma geleceği zaman, devlet büsbütün sönebilecektir. Komünizmin üst evresinin gelmesini beklerken, sosyalistler toplumdan ve devletten, çalışma ve tüketim ölçüsü üzerinde en sıkı denetimi uygulamalarını isterler(49).

HAYATİ TEK: Bu denetimi kim, nasıl uygulayacak?

LENİN: Bu denetim kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerindeki denetiminden başlamalı ve memurlar devleti tarafından değil, “silahlı işçiler” devleti tarafından uygulanmalıdır(50).

HAYATİ TEK: Sohbetimizin son bölümünü, izninizle din konusuna ayırmak istiyoruz. Din olgusuna bakış açınız nedir?

LENİN: Başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilemeyen isteklerden ve yalnız bırakılmışlıktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir. Doğaya yenik düşen ilk insanların tanrılara, şeytanlara, mucizelere ve benzeri şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizliği de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeği sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverlik yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir(51).

HAYATİ TEK: Bununla birlikte bazı sosyalistler, “Din, kişinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir” düşüncesini savunuyorlar. Bu sözde bir din karşıtlığı bulunmuyor. Oysa siz, tıpkı Marks gibi dini afyon hatta insanların içinde boğulduğu ruhsal bir içki olarak nitelendiriyorsunuz.

LENİN: Sosyalistler, din konusundaki tavırlarını genellikler bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlış anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamı kesinlikle açıklanmalıdır(52).

HAYATİ TEK: Lütfen…

LENİN: Devlet açısından ele alındığı sürece, dinin kişisel bir sorun olarak kalmasını isteriz. Ancak, Partimiz açısından dini kişisel sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle ilişkisi olmaması, dinsel kurumların hükümete değin yetkileri bulunmaması gerekir(53).

HAYATİ TEK: Biraz daha somut cümleler kurar mısınız?

LENİN: Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaşın dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiç bir devlet yardımı yapılmamalı, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen bağımsız, aynı düşüncedeki kişilerin oluşturduğu kurumlar niteliğinde olmalıdır. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaşların ise kiliseye feodal bağımlılıklarının sürdüğü, (bugüne kadar ceza yasalarımızda ve hukuk kitaplarımızda yer alan) engizisyon yasalarının var olduğu ve uygulandığı, insanları inançları ya da inançsızlıkları nedeniyle cezalandırdığı, insanların vicdan özgürlüğünü baltaladığı ve kilisenin şu ya da bu afyonlamasıyla hükümetten gelir ya da mevki sağladığı utanç verici geçmişe son verilebilir. Sosyalist proletaryanın modern devlet ve modern kiliseden istediği, kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrılmasıdır(54).

HAYATİ TEK: Buna laiklik deniyor zaten. Din karşıtlığı değil bu yaklaşım.

LENİN: Sosyalist proletaryanın partisi açısından din kişisel bir konu değildir(55).

HAYATİ TEK: Peki, nedir o zaman?

LENİN: Partimiz, işçi sınıfının kurtuluşu adına bir araya gelmiş sınıf bilinçli, ileri savaşçıların toplandıkları bir yerdir. Böylesi bir birlik dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen sınıf bilinci yoksunluğuna, bilgisizliğe ve geri kafalılığa kayıtsız kalamaz ve kalmamalıdır. Din diye tanımlanan ve halkın üzerine indirilen koyu sisle, sözlerimizi ve yazılarımızı kullanarak tamamen ideolojik silahlarla savaşabilmek için kilisenin kaldırılmasını istiyoruz(56).

HAYATİ TEK: Az önce kurduğunuz “kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrılması” düşüncenize ne oldu?

LENİN: Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisini, işçilerin her türlü dinsel uyutmacadan kurtulması adına mücadele etmek için kurduk. Bizim için ideolojik mücadele kişisel bir sorun değil, bütün Partinin, bütün proletaryanın sorunudur(57).

HAYATİ TEK: Peki, bu sorunla nasıl mücadele etmeyi düşünüyorsunuz?

LENİN: Hiçbir koşulda din sorununu burjuva radikal demokratlarının sık sık yaptığı gibi, soyut, ülkücü bir biçimde, sınıf mücadelesinden kopuk “entelektüel” bir sorun gibi ortaya koyma yanlışına düşmememiz gerekir. Aşırı baskı temeline oturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinsel önyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yok edilebileceğini sanmak budalalık olur. İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlanmadıkça, ne kadar bildiri dağıtılırsa dağıtılsın, ne kadar söz söylenirse söylensin proletaryayı aydınlatmak olanaksızdır. Bizim açımızdan ezilen sınıfın; bu dünyada bir cennet yaratmak adına gerçek devrimci mücadelede birleşmesi, öteki dünya cenneti konusunda proletaryanın görüş birliğine gelmesinden daha önemlidir(58).

HAYATİ TEK: Bu düşüncenizi niçin açık açık söylemiyorsunuz da, “kilise ile devletin ayrılması” şeklinde formüle ediyorsunuz? Açıkça “ateistiz, Allah’a inanmıyoruz” deseniz olmaz mı?

LENİN: Programımızda ateist olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız(59).

HAYATİ TEK: Neden ama?

LENİN: Eski önyargılarını henüz sürdüren proleterlerin partimize katılmalarını engellemiyoruz ve engellememek zorundayız. Biz her zaman bilimsel dünya görüşünü öğütleyeceğiz ve çeşitli Hıristiyanların tutarsızlıklarıyla savaşacağız. Fakat bu hiçbir zaman, yeri olmadığı halde din sorununun birinci plana alınması demek değildir. Yine bu hiçbir zaman, gerçekten devrimci ekonomik ve siyasal mücadele güçlerinin üçüncü sınıf görüşler ya da anlamsız fikirler nedeniyle birbirlerinden kopmasına, siyasal önemlerini kaybetmesine, ekonomik gelişim karşısında bir yana itilivermesine göz yummamız da demek değildir(60).

HAYATİ TEK: Anladığım kadarıyla, komünist anlayışın toplumun tüm kesimleri tarafından -tabii bu arada inançlı olanları tarafından- kabul edileceği güne kadar “ateist” olduğunuzu ilan etmeyecek, bunu da bir stratejinin gereği olarak yapacaksınız. Cevaplarınız bizi tam tatmin etmese de, dinle ilgili bir başka konuya geçmek istiyoruz: ahlak. Din konusunda ikircilikli bir tutum sergileyen komünizmin bir ahlak anlayışı var mı?

LENİN: Hiç kuşkusuz vardır. Kendimize özgü ahlak görüşümüz olmadığı sık sık söylenmekte; burjuvazi, biz komünistleri her türlü ahlakı reddetmekle suçlamaktadır. Bu ortalığı karıştırmak, işçi ve köylülerin gözlerini bulandırmak için seçilmiş bir yöntemdir(61).

HAYATİ TEK: Yani ahlaka karşı değil misiniz?

Ahlakı tanrı buyruğuna dayandıran burjuvazinin verdiği anlamda ahlaka karşı çıkıyoruz. Bu noktada, kuşkusuz tanrıya inanmadığımızı, din adamlarının, toprak ağalarının ve burjuvazinin kendi sömürücü çıkarları adına tanrının adından yararlandıklarını bildiğimizi söylüyoruz. Ya da ahlak görüşünü, ahlakın gereklerine dayandırmak yerine, Tanrının buyruklarına, Tanrı buyruğuna pek benzeyen idealist veya yarı idealist sözlere dayandırdıklarını söylüyoruz(62).

HAYATİ TEK: Biraz daha net olur musunuz? Ahlaka karşı mısınız, değil misiniz?

LENİN: İnsan dışı ve sınıf dışı kavramlara dayandırılan her türlü ahlak görüşüne karşıyız. Bunun, toprak ağaları ve kapitalistlerin çıkarları adına işçi ve köylüleri aldatmak demek olduğunu söylüyoruz(63).

HAYATİ TEK: Peki, sizin ahlak görüşünüz neye dayanmaktadır?

LENİN: Bizim ahlak görüşümüzün tamamen proletaryanın sınıf mücadelesi çıkarlarına bağlı olduğunu belirtiyoruz. Bizim ahlak görüşümüz, proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarlarından uç alır(64).

Eski toplum, işçi ve köylülerin toprak ağaları ve kapitalistler tarafından ezilmesi esasına dayanıyordu. Onların hepsini yıkmak, alaşağı etmek zorunda kaldık, ama bunu yapmak için birlik yaratmamız gerekiyordu. İşte bu Tanrının yaratamayacağı bir şeydir. Bu birliği ancak fabrikalar, ancak uzun süreli uykusundan silkinmiş ve eğitilmiş proletarya sağlayabilirdi. Proleter devriminin bütün dünyada nasıl gelişmekte olduğunu görüyoruz. Deneylerimize dayanarak söylüyoruz ki, dağınık ve birbirinden kopuk köylülerin izleyeceği, peşine takılacağı gücü, sömürücülerin saldırıları karşısında ayakta kalacak gücü ancak proletarya yaratabilirdi. Emekçi kitlelerin birleşmesini, kendi saflarına katılmasını ve bunun sonucu olarak da komünist toplumu kurmasını, savunmasını, güçlendirmesini sadece proletarya sağlayabilir.

İşte bu nedenle, bizim için insan toplumunun dışında kalan bir ahlak görüşü olamaz diyoruz. Böyle bir görüş aldatmacadır. Bize göre ahlak proletaryanın sınıf mücadelesi çıkarlarına bağımlıdır(65).

HAYATİ TEK: Sözünü ettiğiniz sınıf mücadelesi neleri kapsıyor?

LENİN: Sınıf mücadelesi çarı devirmeyi, kapitalistleri devirmeyi ve kapitalist sınıfı ortadan kaldırmayı içerir(66).

HAYATİ TEK: Genel anlamda sınıf nedir?

LENİN: Sınıf, toplumun bir kesiminin, öteki kesimin emeğini satın almasına olanak tanır. Eğer toplumun bir kesimi bütün toprakları elinde tutuyorsa, o zaman ortada bir toprak sahipleri sınıfı, bir de köylüler sınıfı vardır. Eğer toplumun bir kesimi fabrikalara, hisse senetlerine ye sermayeye sahipse, toplumun öteki kesimi de bu fabrikalarda çalışıyorsa, o zaman ortada bir kapitalist sınıf, bir de proleter sınıf vardır(67).

HAYATİ TEK: Sınıfsız bir toplum kurma yolundaki devrim mücadeleniz sırasında ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

LENİN: Çarı uzaklaştırmak zor olmadı, bunu başarmak için sadece birkaç gün yeterli oldu. Toprak ağalarını devirmek de pek zor olmadı, o da birkaç ay içinde çözümlendi. Kapitalistleri yenmek de fazla çetin iş değildi. Ama sınıfları ortadan kaldırmak, bunlarla karşılaştırılamayacak oranda zordur. Bugün bile işçiler ve köylüler diye bir ayrım sürmektedir(68).

HAYATİ TEK: Bu konuda neden zorlanıyorsunuz?

Köylü toprağını işler ve artık ürününü, yani kendisi ve hayvanları için gerekli ola üründen fazlasını kendine mal eder, bu arada halkın geri kalan kesimi ekmeksiz kalırsa, o zaman köylü sömürücü olur. Ne kadar ürün elde ederse, bu işi o kadar kazançlı bulur, geri kalanlar da açlarından ölsünler isterlerse. Sömürücü duruma gelen köylü, “Onlar ne kadar açlık çekerse, ben ürünümü o kadar daha pahalıya satarım” diye düşünür. Herkes bir tek ortak plana göre, ortak toprakta, ortak fabrikalarda ve ortak bir sistem uyarınca çalışmalıdır. Bunu gerçekleştirmek kolay mıdır? Gördüğünüz gibi bunu gerçekleştirmek, çarı, toprak ağalarını ve kapitalistleri devirmek kadar kolay değildir(69).

HAYATİ TEK: Köylü sınıfı varlığını sürdürdüğüne göre, sınıfsız toplum hedefinize nasıl ulaşmayı planlıyorsunuz?

LENİN: Gerekli olan, proletaryanın köylünün bir kesimini yeniden eğitmesi, zengin olan ve ötekilerin yoksulluğu sırtından kazanç sağlayan köylülerin direnmesini kırmak için emekçi köylüleri proletarya safına kazanmasıdır.

Görülüyor ki, çarı devirdikten, toprak ağalarını ve kapitalistleri yendikten sonra proletaryanın mücadelesi sona ermiyor. Bu mücadelenin tamamlanması proletarya diktatörlüğü dediğimiz sisteme düşen görev oluyor. Sınıf mücadelesi bugün de sürüyor. Bugünkü mücadelenin sadece biçimi değişmiş durumda(70).

HAYATİ TEK: Nasıl bir değişim?

LENİN: Eski sömürücülerin geri gelmesini önlemek, dağınık durumdaki aydınlanmamış köylü kitlelerinin tek bütünde birleşmesini sağlamak poletaryanın sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi sürmektedir ve bütün çıkarları bu mücadeleye bağlamak da bizim görevimizdir. Komünist ahlak görüşümüz de bu mücadeleye bağlıdır.

Biz diyoruz ki: Eski sömürgen toplumu yıkmaya ve bütün emekçileri yeni, komünist bir toplum kurmakta olan proletaryanın çevresinde toplamaya yarayan şey ahlaktır.

Komünist ahlak da bu mücadeleye hizmet eden emekçi halkı her türlü sömürüye, özel mülkiyete (çünkü özel mülkiyet bütün toplumun emeğiyle yaratılmış olanı bir tek kişiye aktarır. Bizim ülkemizde toprak ortak maldır) karşı birleştiren kavramdır(71).

Bize ahlaktan söz ettikleri zaman diyoruz ki: Bir komünist için ahlak demek, sömürücülere karşı ortak disiplin ve bilinçli kitle mücadelesi demektir.

Biz sonsuz bir ahlaka inanmıyoruz ve ahlak konusundaki bütün masalların aldatmacasını açığa çıkarıyoruz. Ahlak, insan toplumunun daha yüksek düzeye ulaşmasına ve kendini emek sömürüsünden kurtarmasına yardımcı olmayı amaçlar(72).

HAYATİ TEK: Bu hedefe nasıl ulaşmayı planlıyorsunuz?

LENİN: Bunu başarabilmek için, burjuvaziye karşı disiplinli ve amansız mücadele ortamında siyasal olgunluğa erişmeye başlayan genç kuşağa ihtiyacımız var. Genç kuşak bu mücadele içinde gerçek komünistleri yetiştirmektedir. Genç kuşak bu mücadeleye bağlanmalı ve öğreniminin, eğitiminin her adımını bu mücadele ile bağlamalıdır.

Komünist gençliğin öğrenimi, onlara ahlak dersi vermekten ibaret kalmamalıdır. Eğitim bu demek değildir. İnsanlar, toprak ağaları ve kapitalistlerin boyunduruğu altında ana babalarının sürdürdükleri yaşam biçimini görerek, sömürücülere karşı mücadeleye girenlerin çektiği acıları kendileri çekerek, kazanılanı korumak için yapılan fedakârlıkları ve kapitalistlerle toprak ağalarının ne belalı birer düşman olduğunu görerek komünist olmayı öğrenirler.

Komünist ahlakı, komünizmin tamamlanması ve pekişmesi için verilen mücadeleye dayanır. Bu aynı zamanda komünist eğitimin, öğretimin ve öğretinin de temelidir. Komünizm nasıl öğrenilmelidir sorusunun cevabı da budur(73).

HAYATİ TEK: Böylece söyleşimizin de sonuna gelmiş olduk. Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

LENİN: Biz kendimize komünist diyoruz. Komünist nedir? Komünist Latince bir sözdür. Communis, “ortak” sözünün Latincesidir. Komünist toplum, her şeyin, toprağın, fabrikaların ortaklaşa sahip olunduğu ve halkın ortak çalıştığı bir toplumdur. İşte bu komünizmdir(74).

VLADİMİR İLYİÇ ULYANOV (LENİN) KİMDİR?

(1870-1924)

1917 Bolşevik İhtilali’nin lideri olan Vladimir İliç Lenin 22 Nisan 1870’de Simbirsk’te doğdu.

İlk başkanlığına yaptığı (1917-24) yeni Sovyet devletinin temellerini atan Lenin, Dünya işçi hareketinin öncü örgütü III. Enternasyonal’i (Komintern) kurdu. Marks sonrası dönemin en etkili sosyalist düşünürü olarak kabul edilir. Marks’ın kuramlarına yaptığı katkılardan dolayı, 20. yüzyılda komünist hareketin dayandığı ideolojik ve siyasal platform genellikle Marksizm-Leninizm olarak anılmıştır.

1887’de Kazan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. Üç ay geçmeden yasadışı bir öğrenci toplantısına katıldığı gerekçesiyle okuldan atıldı. Bu sırada daha yaşlı sürgün devrimcilerle tanışarak devrimci siyasal literatürü okumaya başladı. Özellikle Marks’ın Das Kapital’i, üzerinde derin bir etki bıraktı. Bu okuma süreci içinde Marksizm’i benimsedi.

1889’da ailesiyle birlikte Samara’ya taşındı. Hukuk Fakültesi sınavlarını dışardan girme izni alarak Kasım 1891’de mezun oldu.  1893’te Petersburg’a yerleşti. Avukat olarak çalışırken, Marksist çevrelerle ilişkilerini geliştirdi. 1895’te Rusya’nın en etkili Marksist düşünürü Georgi Plehanov ve öteki sürgün devrimcilerle bağlantı kurmak üzere arkadaşları tarafından Avrupa’ya gönderildi.

Dönüşünde L. Martov ve başka önderlerle birlikte başkentteki Marksist grupları İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği’nin çatısı altında birleştirdi. İşçiler arasında Marksist düşünceleri yaymaya çalışan örgütün öteki yöneticileriyle birlikte Aralık 1895’te tutuklanarak 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezayı çektikten sonra üç yıllık bir dönem için Sibirya’ya sürgün edildi. Nisanlısı Nadejda Krupskaya ile orada evlendi.

Sürgün cezasını bitirerek Ocak 1900’de yurtdışına çıkan Lenin, İskra adlı derginin yayın kurulunda Plehanov, Martov ve öteki üç üyeyle birlikte yer aldı. İskra’nın Rus aydınlarını Marksizme çekmede sağladığı başarılardan sonra Lenin ve yoldaşları devrimci bir parti kurma zamanının geldiğine karar verdiler. Görüşlerini “Bize bir devrimciler örgüt verin, Rusya’yı altüst edelim” biçiminde özetledi.

Lenin’in öncülük ettiği Bolşevikler ile Martov’un başını çektiği Menşevikler arasındaki görüş ayrılığı, politika, taktik ve program düzlemine de çıkarak sürekli derinleşti. Bolşevik grup, 1912 Prag Konferansı’nda Menşevik grupla bütün bağlarını kopararak ayrı bir partiye dönüştü.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında İsviçre’ye giden Lenin (Eylül 1914) burada savaş karşıtı Bolşevik ve Menşevik siyasal göçmenlerden oluşan küçük bir gruba katıldı. Savaş hakkındaki görüşlerini “Emperyalizm: Kapitalizmin En yüksek Aşaması” adlı kitabında sistemleştirdi. Dünya savaşı sürerken savaşın olumsuz etkileri, yoğun çelişkilerin yaşandığı geri ve zayıf bir sisteme dayalı Rusya’da sarsıcı boyutlara vardı. Petrograd’da ayaklanan işçiler ve askerler kısa sürede Çarlık düzenini yıktı.  (8-15 Mart 1917).

Bu gelişmeler üzerine Lenin, Almanya ve İsveç üzerinden gizlice Rusya’ya geçti. 20 Ekim 1917’de gizlice Petrograd’a giderek Merkez Komitesi’nin 23 Ekim’de düzenlediği gizli toplantıya katıldı. Yaklaşık 10 saat süren hararetli tartışmaların ardından çoğunluğun yanında tutum almasını sağladı.  Böylece Bolşevikler Petrograd Sovyeti’ni savunma görüntüsü altında işçi milislerini silahlı ayaklanma için hazırlamak ve askerlerin desteğini kazanmak üzere yoğun çalışmaya girişti. Ayaklanma konusunda Lenin’in görüşlerini destekleyen Troçki’nin Petrograd Sovyeti’nin başkanlığına getirilmesi Bolşeviklere önemli bir mevzi sağladı. 6 Kasım gecesi Merkez Komite üyelerine hemen harekete geçme yolunda bir mektup gönderdi. Bolşeviklerin yönettiği Kızıl Muhafızlarla devrimci asker ve denizciler 7-8 Kasım gecesi pek bir direnişle karşılaşmadan Geçici Hükümet’i devirdiler. Hemen ardından 2. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi, Boşleviklerin ve Sol Sosyalist Devrimcilerin oylarına dayanan ezici bir çoğunlukla bütün iktidar yetkilerini elinde topladığını ilan etti. Lenin Halk Komiserleri Konseyi’nin başkanlığına getirildi. İtilaf Devletleri’nce tanınmamasına rağmen İttifak Devletleri’yle barış görüşmelerine oturdu.

1920’ye kadar milyonlarca kişinin ölümüne ve büyük yıkıma yol açan iç savaştan ilk zarar görenlerden biri Lenin’in kendisi oldu. Ağustos 1918’de konuşma yaptığı bir fabrikadan ayrılırken Fanni Kaplan adlı bir sosyalist devrimcinin saldırısına uğrayan Lenin, ağır yaralandı.

Ameliyat edildiyse de kısmi felç geçirerek konuşma yeteneğini yitirdi. Yaklaşık bir yıl felçli kaldıktan sonra 21 Ocak 1924’te 54 yaşında öldü.

ESERLERİ

Çeşitli gazete ve dergilerde çıkan makaleleri ile konuşmaları ölümünden sonra Toplu Eserler adı altında 55 cilt olarak basılan Lenin’in 100’ü geçen kitabı yayınlandı.

Bazı kitapları şunlardır:

Marksist Felsefe Yazıları (1976)

Materyalizm ve Ampiriokritisizm (1968)

Din Üzerine (1975)

Kadınların Kurtuluşu (1975)

Sanat ve Edebiyat (1968)

Sosyalizm ve Savaş (1970)

Bir Adım İleri, İki Adım Geri (1969)

Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi (1969)

Kitle İçinde Parti Çalışması (1971)

Toprak Meseleleri (1969)

İşçi ve Köylü İttifakı (1970)

Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı (1968)

Doğuda Ulusal Kurtuluş Hareketleri (1970)

Seçme Yazılaır (1966)

Mektuplar (1969), Son Yazılar Son Mektuplar (1975)

(Kaynak: Ana Britannica)  

DİPNOTLAR

1) Leonhard, Wolfrang-; Bugünkü Sovyet İdeolojisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1980, s. 30

2) a.g.e., s., 30

3) a.g.e., s., 31

4) a.g.e., s., 31

5) a.g.e., s., 59

6) a.g.e., s., 60

7) a.g.e., s., 61

8) a.g.e., s., 62

9) a.g.e., s., 206

10) a.g.e., s., 210

11) a.g.e., s., 354

12) a.g.e., s., 354

13) a.g.e., s., 355

14) Lenin, V. İ.-; Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara 1989, 7. Baskı, s. 16

15) a.g.e., s., 16

16) a.g.e., s., 16

17) a.g.e., s., 16

18) a.g.e., s., 17

19) a.g.e., s., 20

20) a.g.e., s., 23

21) a.g.e., s., 25

22) a.g.e., s., 25

23) a.g.e., s., 26

24) a.g.e., s., 27

25) a.g.e., s., 27

26) a.g.e., s., 27-28

27) a.g.e., s., 28

28) a.g.e., s., 28

29) a.g.e., s., 28

30) a.g.e., s., 29

31) a.g.e., s., 29

32) a.g.e., s., 29

33) a.g.e., s., 29-30

34) a.g.e., s. 31

35) a.g.e., s., 32

36) a.g.e., s., 59

37) a.g.e., s., 59

38) a.g.e., s., 60

39) a.g.e., s., 60

40) a.g.e., s., 102

41) a.g.e., s., 102

42) a.g.e., s., 103

43) a.g.e., s., 104

44) a.g.e., s., 105

45) a.g.e., s., 111

46) a.g.e., s., 111

47) a.g.e., s., 112

48) a.g.e., s., 105

49) a.g.e., s., 107

50) a.g.e., s., 109

51) Lenin, V. İ.-; Din Üzerine, Ser Yayınevi, Ankara 1975, S. 10

52) a.g.e., s., 11

53) a.g.e., s., 11

54) a.g.e., s., 11

55) a.g.e., s., 13

56) a.g.e., s., 13

57) a.g.e., s., 13

58) a.g.e., s., 14

59) a.g.e., s., 14

60) a.g.e., s., 15

61) a.g.e., s., 84

62) a.g.e., s., 84

63) a.g.e., s., 84

64) a.g.e., s., 85

65) a.g.e., s., 85

66) a.g.e., s., 86

67) a.g.e., s., 86

68) a.g.e., s., 86

69) a.g.e., s., 86

70) a.g.e., s., 87

71) a.g.e., s., 87

72) a.g.e., s., 87

73) a.g.e., s., 89-90

74) a.g.e., s., 91