HAYATİ TEK –
Mübarek şehitlerimizin kanları pahasına elde ettiğimiz ve elimizde tuttuğumuz bin yıllık vatan toprağımız olmasının yanı sıra, insanlığın en kadim hatıralarını bugünlere ulaştıran on iki bin yıllık kılcal kökleri dolayısıyla da severim Anadolu’yu.
“Biz Türkiye’yiz Sanat Topluluğu” olarak ülkemizin çeşitli illerinde icra ettiğimiz “Aşk-ı Vatan” sahne gösterisinin senaryosunu yazarken klavyemden kanatlanan şu cümle, bu sevgimin ve Anadolu’ya yüklediğim derin anlamın ifadesidir:
Anadolu yeryüzünün en bilge coğrafyasıdır. İnsanı bilge, toprağı bilgi, ırmağı şiir, yağmuru masal, rüzgârı türküdür Anadolu’nun…
İşte bu nedenle hem Anadolu’yu hem de Anadolu’ya gönül verenleri bir başka severim.
Anadolu coğrafyasının, üzerinde yaşayan milletleri dönüştürdüğü tezine dayanan “Anadoluculuk” fikrinin en güçlü savunucusu Nurettin Topçu’ya olan muhabbetimin merkezinde de bu sevgi vardır.
Üniversite yıllarında keşfettiğim Topçu’nun ilk okuduğum ve hayli etkilendiğim kitapları “Yarınki Türkiye” ve “İsyan Ahlakı” idi. Bu iki şaheseri, birbirinden değerli diğer eserleri izledi.
Doktora mezuniyeti için hazırladığı “İsyan Ahlakı (Confirmisme et Revolte)” adlı teziyle birinci olunca Sorbone Üniversitesi Senatosu tarafından kendisine önerilen “Amerika seyahati” ve “altın saat” gibi hediyeleri reddedip, üniversitenin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat süreyle Türk bayrağının dalgalanmasını istediğini öğrendiğimde kendisine olan hayranlığım daha arttı.
Ele aldığı konuları disiplinler üstü bir yaklaşım ve sağlam bir metodoloji ile irdeleyen, ulaştığı bilgileri yaşadığı çağın idrakine uygun bir üslup ve ifade gücüyle açıklayan Topçu, bizim kuşağın fikri olgunlaşma sürecine önemli katkılar sağladı.
İslami ve insani esaslara dayalı ruhçu bir milliyetçilik anlayışını benimseyen ve bizi biz yapan değerlerin terki karşılığında elde edilecek bir batılılaşmaya karşı duran Topçu’nun katılmadığım tek fikri, Türkçülük ve Turancılık karşıtı söylemiydi.
Bu düşüncesini, milletleri var eden gücün ırk gibi maddi bir unsura değil ruhi köklerden ilham alan ortak ideallere dayanması gerektiği teziyle destekleyen Topçu, birçok açıdan haklıdır. Ancak Türkçü ve Turancıların birer Türkperest (Türk’e tapan) değil Türkperver (Türk’ü seven) oldukları gerçeğini göz ardı eden bu yaklaşım –itiraf etmeliyim ki- benim için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu.
Sosyoloji ilmini Türkiye’ye getiren, Namık Kemal’in harladığı milliyetçilik hissiyatını milliyetçilik fikriyatına dönüştüren ve Turan idealini ilk kez tarif eden Gökalp için kurduğu “Gökalp hayalci idi, gerçeği tanımıyordu. İnsanın yaşayışında o kadar kuvvetle hâkim olan vatan kıymetinin ve iktisadi değerlerin gözünde yeri yoktu. (Yarınki Türkiye, S. 135)” cümlesini, Türkiye Cumhuriyeti’nin fikir babasına hakaret olarak değerlendirmiştim.
Ve tabii aynı kitapta Turancılık ideali hakkında kurduğu şu cümleleri okumaktan da hoşnut kalmamıştım:
“Millet şuurunu yeniden kazanmak için Türk ırkından yeni bir millet çıkaran Anadolu’nun tarihini ve toprağını gözlerden uzaklaştırarak, yerine mevhum bir Turan ülkesini ikame eden Turancılar, bugünkü kültür ve iman buhranımızın ilk mesulleridir. Bu buhrandan kurtulmak isteyen nesiller için tek çare, İslam’ın ruhu ile kültür ve iman kazanan Anadolu’ya yeniden dönüşe hazırlanmaktır. (S. 36)”
“Bizi yaşatacak olan kuvvetleri kâh Turan’da, kâh Paris’te aramaktan birkaç nesil yorgun düştü. Kendi içimizde aramanın sırası gelmiştir. (S. 77)”
“Turancılığa gelince, bu ülkünün daha hareket noktası çürüktü: Turancılar, soyu milletle karıştırıyorlardı. Hakikatte yalnız bir Latin milleti, Cermen milleti, İslav milleti olmadığı gibi bir Turan milleti de olamazdı. Turancılar, millet kurmamış olan soydaşlarımızla birleşerek aynı isimde, yani soyun adını taşıyan bir millet yapmak istiyorlardı. (S. 133)”
“Turancılık, ilk hakikatler diyebileceğimiz ve milletin temeli olan unsurları inkâr etmekle en büyük gaflete düştü ve neslin gözünü hakikatten hayale çevirdi, bir devri oyaladı. (S. 136)”
TOPÇU’NUN MİLLET ANLAYIŞI
Topçu’nun Turancılık hakkında olumsuz fikre kapılması şüphesiz reaksiyondan ibaret bir tutumla izah edilemezdi. O’nun Turancılığa mesafeli durması hatta karşı çıkması, üzerinde epeyce kalem oynattığı kendi “millet” tanımından kaynaklanıyordu.
Bu bahiste; “İnsanlık idealine âşık olanlar Türk’ün tarihini karıştırsınlar. Gözlerinin kamaşmaması kabil değildir. (S. 141)” gibi muhteşem bir cümlenin ardından milli tarih ve şuur için “Eski dediğimiz mazi bizim karakterimizin sanatkârı, hatta şuurumuzun yaratıcısıdır. Mazinin bittiği yerde, millet biter, insan biter, izan biter, nihayet bulurlar. (S. 201)” tespitini yapan; millet ile tarih arasındaki ilişkiyi “Millet, tarihinden ibarettir. Onu tarihten sıyırınız, insan sürüsü kalır. (S. 201)” cümlesiyle rapteden Topçu’nun Türk ırkının Anadolu’ya geldikten sonra milletleştiğini söylemesi, Orhun Kitabeleri (732-735) ve Divan-ı Lügat-it Türk’ü (1072-1074) yok sayan bir yaklaşım olarak canımı sıkmıştı.
Milletimizi tanımlarken, “Bizim milletimiz, Ortaasya’dan kaynayan Türk ırkından çıkmış ve dokuz yüz yıl önce Anadolu’da kurulmuştur. Göçebe olan Türkmen, Anadolu’da toprağa yerleşti; cenkçi iken çiftçi oldu. Şamanlıktan kurtulup İslam’a sığındı. (S. 141)” ifadelerini kullanan Topçu, “Anadolu milletinin bir parçası” muamelesi yaptığı Türk milletinin milletleşme süreci hakkında şu iddiayı öne sürüyordu:
“Kuruluşumuzun başlangıcı sayılan hadise, Malazgirt zaferinin kendisinden ziyade, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’e karşı büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın âlicenaplık ve serapa insanlıktan yapılmış bir ruh abidesi yaratması olmuştur, diyebiliriz. O ruh hâkim olmasaydı Bizans’ta barınamaz, Anadolu’da dokuz yüzyıl tutunamazdık. (S. 142)
Yıldırım Bayezid’de tamamlanacakken hain Timur tarafından darbelenen milli birliğimizi tekrar kurmaya muvaffak olan Fatih Sultan Mehmet ve Türk-İslam zincirini içinden parçalamaya çalışanları tepeleyerek kültürümüzün kaynakları olan İslami iktidarı Oğuz çocuklarına devreden Yavuz Selim, milliyetçilik davamızın asıl kahramanlarıdır. (S. 143)”
Türk’ün millet olma şuuruna erişme tarihini 1071’den başlatan, Turancılık fikrine karşı çıkan Topçu’nun bu fikirlerine katılmıyor olmam, O’nun diğer pek çok temel mevzudaki muhkem tespit ve önerilerini kabul etmediğim anlamına gelmiyor tabii.
Diğer konuları -başka yazılarda işlemek üzere- sonraya bırakarak, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle kaleme aldığımız bu çalışmamızda Topçu’nun özellikle eğitim ve öğretim hakkındaki görüşlerini aktarmaya çalışacağız.
“MİLLET RUHUNU YAPAN MAARİFTİR”
Nurettin Topçu’yu öne çıkaran en önemli vasıflarından biri, belki de birincisi O’nun eğitimci kimliği ve bu konuya verdiği önemdir.
Geleceğin Türkiye’sinin üzerinde yükselmesi gereken esasları belirlerken kullandığı şu ifadeler, eğitim sisteminin boy atmasını istediği iklimi de tarif etmektedir:
“Yarınki Türkiye, şu temeller üstünde kurulacak: Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh…” (Yarınki Türkiye, S. 14)
Yarınki Türkiye’yi kuracak olan neslin istenilen vasıflarla donatılması noktasında eğitimin önemine işaret eden Topçu, “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 27)” tespitini yaparak eğitim ve öğretim sisteminin omuzlarındaki yüke işaret etmektedir.
Özlenen gelişmelerin, “reflekslerin değil şuurun eseri” olan bilgilerle sağlanabileceğini belirten Topçu, “Bize teknik okuldan daha çok idealist insan yetiştirici mektepler lazımdır. (TMD, 175)” diyerek eğitim ve öğretim sisteminin öncelikli görevini tanımlamaktadır.
Dünyada ve Türkiye’de yaşanan sıkıntıların “maddeye bağlanan teknik kuvvetinin fikir kuvvetini yenmiş olmasından (Kültür ve Medeniyet, S. 26)” kaynaklandığını kaydeden Topçu, eğitim ve öğretim sisteminin, ülkemizin ve dünyanın gerçeklerine uygun, özgün ve orijinal olması gerektiği kanaatindedir.
Taklitçi ve tercüme eserlerden feyz alan bir eğitim sisteminin ihtiyacı karşılayamayacağı düşüncesini taşıyan Topçu, önümüzde duran en önemli problemlerden birini şöyle teşhis etmektedir:
“Tercüme ile taklitten ibaret münevver faaliyeti, hakikat aşkına doğuramaz. (…) İlim zihniyetini zincirleyen esaret kilidi şekil değiştirdi. Medreseden kalan paslı kilit, Batı pazarından getirilen yaldızlı kilit oldu.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 83)
DİN VE BİLİM SİYASETTEN UZAK DURMALI
Dünyada siyaset yapmayacak iki kuvvet varsa bunlardan birinin din, diğerinin ilim olduğunu savunan Topçu, “Bağdat medreseleri, Nizamülmülk’ün cihangir zekâsıyla cihana yayılacak bir milletin temellerini hazırlamış, Süleymaniye medreseleri bu millet abidesinin zirvesi olmuştu. (Kültür ve Medeniyet, S. 69)” diyerek, bu hatadan münezzeh bir eğitim sisteminin büyük atılımlara zemin hazırlayabileceğine dikkatleri çekmektedir.
Dünyadaki hiçbir fethin, “sınıf kapısını açmak kadar şerefli (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 184)” olamayacağını belirten Topçu’ya göre “İstanbul’u alan büyük atamız Fatih’in, fethinden daha büyük eseri Fatih Külliyesi, Kanuni’nin Mohaç ve Hint seferlerinden daha büyük eseri Süleymaniye Külliyesi olmuştur.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 185)
Millet olma şuurunun okullarda verileceğini ve “bir milletin mektebinde yükselebileceğini (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 185)” ifade eden Topçu’nun nazarında “Mektep koridorları gerçek fetihlerin yeridir. Harp cephesindekinden daha derin ve trajik duygular sisteminin yaşandığı muhteşem ve ilahi sahnedir.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 186)
Okulların, “gence bilgiler yükleyici bir fikir antreposu değil, aklın yetkilerini, ayrı ayrı işletmeyi öğretici bir maharet kazandırma ve olgunlaştırma atölyesi (Ahlak Nizamı, S. 54)” olarak faaliyet göstermesi gerektiğinin altını çizen Topçu, bu konuda ilk eğitim yeri olan ailenin önemini şu ifadelerle vurgulamaktadır:
“Aile; örf ve adetlerin ve bir dereceye kadar seciyemizin hamurunun yoğrulduğu mekteptir. Sevginin ve kalp alışkanlıklarının mektebidir. Sabrın ve müsamahanın mektebidir. Şefkatin ve anlayışın mektebidir. Fedakârlığın ve vazifeler yüklenmenin mektebidir.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 52)
“Bir memleketin gençliği, aşkın irşadlarıyla Allah’a kadar götüren yolu kalp âleminde aramıyorsa, o memlekette ilk aşkın beşiği olan aile mektebi yok demektir.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 45)
SANAT VE EĞİTİM
Başarılı bir eğitim sisteminin asla ihmal edilmemesi gereken yönlerinden birinin sanat olduğunu belirten Topçu’ya göre “Gençlere idealler sunmak için en kuvvetli vasıta sanattır.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 127)
Lise müfredatına “sanat tarihi” derslerinin mutlaka konulması gerektiğini kaydeden Topçu, müzik kültürünün orta ve lise sınıflarındaki gençlere yoğun bir şekilde verilmesini, her öğrencinin hiç olmazsa bir müzik aleti çalmayı mutlaka öğrenmesini, özellikle kız çocuklarında “sanat terbiyesine ileri derecede önem verilmesini” tavsiye eder. (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 127)
YABANCI OKULLAR
Eğitim ve öğretim sistemi kapsamında “yabancı okullar” meselesine ayrı bir önem veren Topçu’ya göre “Mektep; millet kültürünün, millet ruhunun bayrağıdır. Vatan topraklarında yalnız o bayrak dalgalanır. Yabancı mekteplerin yayacağı kültürler, bir memlekete medeniyet ve irfan getirmez, belki o milletin kültürünü yara bere içinde, perişan bırakır, milli şahsiyetin millet kültürü ile vücut kazanmasını imkânsız kılar.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 89)
Bu nedenden ötürü “yabancı okulların varlığına son verilmesi” gerektiğini, “Milliyetçiliğin temel şartlarından birinin de bu olduğunu (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 153)” belirten Topçu, Türkiye’deki yabancı okulları, “milli kültür ağacımızı köklerinden tahrip eden zararlı bir nebat” şeklinde tanımlar. (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 90)
“Millet kültürüne sokulmuş hançer” olarak nitelendirdiği yabancı okulların ülkemizdeki varlığını, “millî ruhun istiklalini koruma davasına sahip olmadığımızı gösteren (Ahlak Nizamı, S. 56)” bir örnek olarak sunan Topçu, bu durumun sorumluları hakkında şu cümleyi kurar:
“Lozan sulhu ile iktisadi kapitülasyonları kaldırıp maarif kapitülasyonlarının kalmasında mahzur görmeyenler, midelerinden yukarıda ruha sahip olmayanlardır; Anadolu’nun ruhuna bağlanmayanlardır.” (Ahlak Nizamı, S. 56)
“TÜRK MUALLİMİ YARINKİ TÜRKİYE’NİN TEMEL TAŞIDIR”
Öğretmenleri geleceğin güçlü ve müreffeh Türkiye’sinin mimarları olarak gören Topçu, bu meslek sahiplerinden beklentisini şöyle açıklar:
“Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lakin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir.” (Yarınki Türkiye, S. 14)
“Bizim bütün tarihimiz, muallimin yükseltildiği devirlerde şan ve şerefle medeniyet ve ahlakın zirvelerine tırmanmış, muallimin alçaltıldığı devirlerde ise uçurumlara yuvarlanmıştır (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 65)” diyen Topçu, “öğretmenine teslim olmayan bir milletin esarete düşeceği (Yarınki Türkiye, S. 270)” ikazında bulunur.
“Devleti ve medeniyetleri yapanın da yıkan da öğretmenler olduğunu (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 63)” kaydeden Topçu’ya göre “devlet adamı, muallimin emrinde bulunduğu müddetçe cemaat ikbal halinde yaşamış; muallim, devlet adamının bendesi olduğu zaman, cemaat bozulmuş, felaketler baş göstermiştir.” (Türkiye’nin Maarif Davası, S. 64)
ÖĞRETMENİN SAHİP OLMASI GEREKEN VASIFLAR
Topçu, “devirlerinin idealizmini yaşatan” kimseler olarak gördüğü öğretmenlerin sahip olmaları gereken özellikler hakkında, Türkiye’nin Maarif Davası adlı eserinde şunları yazar:
“Muallim ruhlar sanatkârıdır. Hiç işlenmemiş ruhlar üzerinde onun lüzumunu daha aşikâr bir şekilde görüyoruz.” (S. 62)
“Dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.” (S. 63)
“Balını yemeyip yaptıktan sonra bize bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal haline getirirseniz, onda muallimi bulursunuz.” (S. 66)
“Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı yerde muallimlik davası biter.” (S. 67)
“Realitenin üstadı bizzat kendisidir, idealin üstadı ise muallimdir.” (S. 68)
“Muallim, hakikatte doktorumuzdur, disiplin kurucumuzdur, toplum düzenimizin bekçisidir, ekonomik münasebetlerimizin düzenleyicisidir ve siyasi yaşayışımızın üstadıdır.” (S. 71)
“Hür olmayan muallim, muallim değildir. Mahkûm edilmiş fikir ve irfandır. Fikir ve kültürün mahkûmiyeti en az vatan toprağının esaret altında kalması kadar acıklıdır.” (S. 72)
SON SÖZ…
Elbette Topçu için yazılacak çok şey var. Fakat biz Öğretmenler Günü münasebetiyle kaleme aldığımız bu yazımızda O’nun eğitim ve öğretmenlik mesleği hakkındaki bazı tespitlerini sizlere aktarmakla yetindik.
Ustalıkla kaleme aldığı eserleriyle modern zamanların neredeyse bütün temel kavramlarına yeni tanım ve yorumlar getiren Topçu, özellikle gençlerimiz tarafından itinayla okunmayı ziyadesiyle hak etmektedir.
İnsanlığın Rönesans’tan beri vurdumduymazca ihmal ettiği ruhçu kimliği ihya etmek noktasında yoğun bir çaba sarf eden Topçu’nun aşk, ahlak, eğitim, vatan, devlet ve daha pek çok temel kavrama dair tespitleri gelecekte de yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Türkiye’nin kalkınmasını burjuvazi kurmaya, burjuvaziyi de milyonerlerin sayısını artırmaya endeksleyen yaklaşımları eleştiren Topçu’nun, “Bizce mukaddes dava, her mahalleden bir milyoner çıkarmak değil, emeğiyle övünen namuslu adamlar çıkarmaktır (Ahlak Nizamı, S. 196)” sözü, ilk okuduğum günden bu yana hafızamda yer etmiştir. “Davamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır (Yarınki Türkiye, S. 199)” sözü de aynı şekilde.
Devlete bakışı da muazzam olan Topçu’nun “Devletin iktidarsızlığı da zorbalığı kadar tehlikelidir (İradenin Davası – Devlet ve Demokrasi, S. 149)” tespiti, bu vadide söylenmiş en etkili sözlerden biridir.
Ezcümle, Topçu’yu tanımak demek, uçsuz bucaksız ufuklara yelken açmak demektir.
Bu vesileyle 10 Temmuz 1975 günü aramızdan ayrılan merhum Nurettin Topçu’ya Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum.
“Devrimizin idealizmini yaşatan” bütün öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü tebrik ediyorum.
Sevgili Hayati Hocam ve Saygılar Sunuyorum Uygarlık Medeniyetine Batı ile Bilim Akıl Hukuk Demokratik Hukuk Devleti Ulaşamadık Birlikte Yaşama Din Algımız Din Düşüncemiz neden Nasıl Birlikte Yarınlarda Huzur içinde olacağız Putlarımızı Nasıl yıkarak Şahsiyetli Bireyler olabileceği Kalın Ssğlıcakta Allaha Amanet olunuz
Cins beyinlerimiz, birikimli insanlarımız, vatansever kalemlerimiz ülke ve insanlık meselelerine çözüm üretmek yerine eğlencelik yazılar yazmayı, politik polemiklerle vakit geçirmeyi bıraktıkları zaman sanırım…
Sözünü ettiğiniz temel meseleler, yasak savıcı popülist yaklaşımlarla değil üzerinde ciddi ciddi düşünülerek ve emek verilerek çözüme kavuşturulabilir. Bir ülkenin münevver kesiminin ekseriyeti bu konulara eğilmeden yol almamız çok zor görünüyor.
İçinde bulunduğumuz bilgi ve bilişim çağında eğlence ve konfordan ziyade daha çok çalışmaya, üretmeye ihtiyacımız var. Tabir yerindeyse eli kalem tutanların, eli silah tutanlar kadar vatanlarını sevmeleri gerekiyor.
Vatanseverlik; eli silah tutanı, vatanı ve mukaddesleri için canını ortaya koyan kahramanları alkışlamak ve yüceltmekten ibaret değil.
Özlediğimiz büyük Türkiye’yi kurmak için cephedeki kahramanların gayreti yeterli değil, cephe gerisinde de kahramanları çıkarmamız gerekiyor.
Kalem işini yapmadıkça, eli silah tutan daha nice yiğidimizi şehit vermek zorunda kalıyoruz maalesef.