HAYATİ TEK –
Ortaokul çağlarımda Yavuz Bahadıroğlu’nun Endülüs’e Veda’lı, Buhara Yanıyor’lu, Şirpençe’li serisi ile başlayan tarih şuuru edinme maceram, lise yıllarımda Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Kilit, Anahtar, Kapı, Konak, Çatı beşlemesi, üniversite dönemimde ise Bahaeddin Özkişi’nin Bir Çınar Vardı, Göç Zamanı, Sokakta, Köse Kadı ve Uçtaki Adam’ıyla devam etti. Eşzamanlı olarak H. Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Dalkavuklar Gecesi, Z Vitamini, Ruh Adam, Yolların Sonu ve Deli Kurt kitapları aldı sahneyi.
Deli deli akan kanımın güzergâhını kâh Tuna’ya kâh Ceyhun’a çeviren; Tanrı Dağı yamaçlarından Issık Gölü temaşa etmemi, Zümrüdüanka’nın kanatlarında Kafdağı’nın ötelerine süzülmemi sağlayan efsanevî bir üslupla yazılan eserlerin çizdiği bir hayal tablosuydu zihnimde canlanan.
Bu emsalsiz ve büyüleyici tablo, merhum Prof. Dr. Osman Turan hocamızın Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi kitabıyla gerçek bir fotoğrafa dönüştü. Ziya Gökalp, H. Nihal Atsız, Erol Güngör, Cemil Meriç, Osman Yüksel Serdengeçti, Nurettin Topçu, Galip Erdem, Dündar Taşer, Necip Fazıl Kısakürek’le renklenen fikir dünyam, S. Ahmet Arvasi’nin Türk-İslam Ülküsü’nde ideal terkip ve ahengini buldu.
Ancak asıl etkilendiğim eser Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi’ydi.
İlmî disiplinini Prof. Dr. Fuat Köprülü’den alan, Ziya Gökalp’in rüyasını gördüğü davayı, tarih şuuru ve bütüncül tarih yaklaşımıyla ete kemiğe büründürerek eserine isim yapan Turan, “Millî kültür ve mefkûrenin bozulması, münevver sükûtu ve suikastların başlıca kaynağıdır” derken ne kadar da haklıydı.
Aydınlarla yükselmesi gereken Türkiye’nin bir aydınlar suikastı ile karşı karşıya bulunduğuna işaret eden büyük Hoca, insanlığı hak, adalet ve saadete eriştirmek amacıyla ilahî bir buyrukla kurulan Nizam-ı Âlem ve İ’lay-ı Kelimetullah idealinin çağın şart ve idrakine uygun şekilde ihyasını düşlüyordu.
1850’lerden itibaren “hasta adam” olarak anılan Osmanlı’nın yeniden dünyanın süper gücü haline gelmesi fikri ilk bakışta pek inandırıcı gelmese de kadim tarihimiz umutları yeşertecek sayısız örneklerle doluydu.
Tarih sahnesinden çekilirken bile dünya dengesinin önemli sacayaklarından birini teşkil eden Osmanlı’yı Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e taşıyan sancılı bir süreçte dünyaya gelen Osman Turan’ın çocukluk yılları, Birinci Dünya Savaşı ve istiklal mücadelemizin ıstıraplı günlerine tesadüf eder.
Trabzon, Bayburt ve Ankara’da geçen ilk ve orta öğrenimi cumhuriyetin kuruluş yıllarına denk düşen Turan, dünyanın büyük ekonomik krizlerle boğuştuğu bir dönemde başladığı üniversite tahsilini zorlu şartlar altında tamamlayarak başarılarla dolu akademik hayatına doğru yelken açar.
İlim adamı kimliğiyle ulaştığı değerli bilgileri halkın idrakine uygun bir şekilde işlemeyi bilen Turan, üniversitede edindiği birikimlerini milletvekili sıfatıyla siyasî sahada da kullanır.
İki dünya savaşı gören, kıtlıkla imtihan edilen bir ülkede akademik çalışma yürüten, siyasî tarihimizin ilk askerî darbesi sonrasında suçsuz yere on yedi ay cezaevine konulan merhum Osman Turan Hocamızın mücadele dolu hayatı, Türk milliyetçileri için dersler çıkarılacak mesajlarla doludur.
Hocaların hocası Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün öğrencisi ve ilk asistanı olma bahtiyarlığına erişen Turan’ın Türk milliyetçiliğine yaptığı en mühim katkılardan biri, günümüzün pek çok millî ve milletlerarası sorununa çözüm üretebilecek formülleri de bünyesinde barındıran “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” paradigmasını gün yüzüne çıkarmış olmasıdır.
Sonraki yıllarda merhum S. Ahmet Arvasi tarafından “Türk-İslam Ülküsü” olarak adlandırılan bu yaklaşımın temellerini Mete Han’a kadar götüren Hocamız; Hun ve Gök-Türk kağanlıkları ile Selçuklu ve Osmanlı sultanlıklarını Türk cihan hâkimiyetinin dört büyük devri olarak nitelendirir.
Osmanlıların yalnız eski imparatorluklar değil, hürriyet, demokrasi, laiklik ve insanlık fikirlerinin yaygın bulunduğu modern çağ imparatorluklarından da ileri ve emsalsiz bir nizam kurduklarını hatırlatan Turan’ın kaleme aldığı eserler, özellikle Anadolu’nun ırkî, dinî, kültürel ve ekonomik topografyasının ortaya konulması bakımından önemli değere sahiptir.
Mensubu olmakla iftihar ettiğim Türk Ocakları’nın bir dönem genel başkanlığını da yapan Prof. Dr. Osman Turan’ı, vefatının 44’üncü yıldönümünde rahmet ve şükranla anıyorum…
Ruhu şad, mekânı cennet, makamı âli olsun.