HAYATİ TEK –
Türk düşüncesinin 20’nci yüzyılda parlayan yıldızı merhum Prof. Dr. Erol Güngör, yarın vefat yıldönümünü idrak edeceğimiz merhum Dündar Taşer Beğ için şu ifadeleri kullanır:
“Fazileti kıskanan biri olsaydım, bu adamdan nefret etmem için her türlü sebep mevcuttu. İyi niyetim kusurlarıma galebe çaldı ve ben onu bir insana duyulabilecek sevginin de ötesinde bir ihtirasla sevdim. Hayatta olduğu sürece ona olan yakınlığımı şiddetli bir dostluk gibi görüyordum; şimdi de bu dostluğun hatırası bana sonsuz bir gurur veriyor.”
Erol Güngör gibi güzide bir şahsiyetin kurduğu bu cümlelerin muhatabı ve öznesi olmak kaç faniye nasip olur?
Kendisini bizzat tanımasam da kitaplarıyla hemhal olurken, Erol Güngör’ün Taşer için kurduğu cümlelerde anlamını bulan duygulara kapılmadan edemem.
Bizim Ocak kadrosunda yer aldığım yıllarda okumak bahtiyarlığına eriştiğim “Mesele” kitabında yer alan; bir yandan yazıldığı dönemin nabzını tutarken öte yandan okuyanın önünde yeni ufaklar açan makaleleri, “Türk devlet geleneği” hakkında tarih kitaplarında öğrendiklerimden çok daha fazlasını bahşetti bana.
O gün bugündür, Dündar Taşer denilince ilk aklıma gelen kavram devlet, devlet denince de ilk aklıma gelen de Osmanlı’dır…
Bağımsızlığının sembolü olan bayrağı nereye gidiyorsa oraya yönelen, bayrağı nerede dalgalanıyorsa orayı vatanlaştıran Türk milletinin, “devlet kuruculukta verdiği en büyük eser ve en ahenkli yapının Osmanlı olduğunu” belirten Taşer’e göre; altı asır ayakta kalan bu muazzam cihaz, tarihin kaydettiği en adil, en kudretli ve azametli devlettir.
Binlerce yıllık tarihi boyunca on altı defa cihan hâkimiyeti kuran bir milletin, bu başarıyı Türkiye Cumhuriyeti ile on yedinci kez tekrarlayacağına olan inancını ısrarla ve inançla dile getiren Taşer, Türk milletinin mutluluğunun, “kuvvetli bir devlet” ile mümkün olabileceği görüşündedir.
Felaketin kaynağı ise; birlik, kardeşlik, eşitlik, adalet gibi masonik serenatlar uğruna devlet telakkisinin zaafa uğratılmasıdır. Onun, “Ne hürriyet, ne demokrasi, ne insan hakları; hiçbir şey, ülke bütünlüğünden daha aziz, istiklalden daha değerli değildir.” sözü, bu anlayışının en çarpıcı ifadelerinden biridir.
Çocukluk yıllarında mensubu olduğu köklü aileden sağlam bir Türk kimliği edinen; çok sevdiği askerlik mesleğini, milletine hizmet yolunda yüce bir görev olarak telakki eden; siyaseti bir “hizmet aracı” olarak gören bu büyük şahsiyetin büyük önem atfettiği bir başka temel konu “millî kültür” meselesidir. Devlet cihazının ve millet hayatının bozulmaz mayası, tartışmasız bir şekilde “millî kültür” olmalıdır.
“Darbeler ve Türk Basını” kitabımızın hazırlıkları sırasında Ziya Nur Aksun’un “Dündar Taşer’in Büyük Türkiye’si” kitabını gözden geçirirken şu sözü çok dikkatimi çekmişti:
“Ordular her şeye karşı olabilir de, milliyetçiliğe olamazlar; imamın namaza, papazın kiliseye, bankerin paraya karşı olmadığı gibi.”
1972’de aramızdan ayrılan Taşer, 12 Eylül’ü göremedi. Eğer görseydi, mutlaka ki, milliyetçiliği yargılayan, milliyetçileri işkenceye tabi tutan, Turancılığı suç sayan darbeciler hakkında söyleyecek çok şeyi olurdu.
Onun 1960’larda dile getirdiği pek çok meselenin bugün hâlâ çözülememiş olmasını neye yormak gerekir, inanın kestiremiyorum.
“Türkiye’de düzen çökmüştür; yeniden ve millî ölçülerle kurulması gerekir.” sözünün iktidarlar tarafından ciddiye alınması için, daha kaç badire atlatmamız gerekiyor?
“Tanzimat, Sultan Mahmud devrimlerinin tam bir neticesi ve bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet, Tanzimat’ın tabii neticesidir.” tespitinden yola çıkarak, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın devamı olduğu” gerçeğini günümüz gençliğine anlatacak bir eğitim sistemini ne zaman kuracağız?
Cumhuriyet-Osmanlı karşıtlığından beslenen kimi çevrelerin semirdikçe semirmesine daha ne kadar müsaade edeceğiz?
“Vatan toprakları üzerinde yaşayan, Türklük şuurunu taşıyan, Türk kültürünü benimseyen herkes Türk’tür.” sözünü anlayabilmek için daha kaç nesli feda etmek zorunda kalacağız?
Türk milliyetçilerinin “ırk ve genetik” esaslı değil “kültür esaslı” bir milliyetçiliği benimsediklerini; “Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatacak olan temel ilkenin milliyetçilik olduğunu” aynı vatanda aynı kaderi paylaştığımız insanlara anlatabilmek için, daha ne kadar dil dökeceğiz?
Onun, “Yolcuların çoğu tarafından istenilmek, insana kaptan olma özelliği kazandırmaz.” sözü, popülizmin zirve yaptığı sosyal medya çağında bambaşka anlamlar ifade etmektedir.
Ehliyet, liyakat ve adalet kavramlarının hayatımızdan sürgün edildiği günümüzde, onun bu sözü üzerinde bir kez daha düşünmekte yarar olduğu kanaatindeyim.
Türkiye’nin mevcut durumunu, binlerce yıllık kadim Türk tarihinin bütünlüğü ve geçmiş-gelecek kurgusu içerisinde analiz eden, orijinal fikirlerini derhal fiiliyata döken ve Milliyetçi-Ülkücü gençliğe aşılayan, kelimenin tam manasıyla bir “mefkûre adamı” olan Taşer’i anlamak, Türkiye’yi anlamaktır.
Derin tarih şuuru ve keskin zekâsıyla en çetrefilli mevzuları bile formülleştirme dehâsına sahip olan, genç denebilecek bir yaşta kaybettiğimiz bu muazzam şahsiyeti, vefatının 49’uncu yıldönümünde rahmet ve şükranla anıyorum.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.