HAYATİ TEK –
Başkent Ankara Cumhuriyet Türkiye’sinin, Kızılay Ankara’nın merkezidir.
Atatürk Bulvarı’ndan başka Gazi Mustafa Kemal ve Ziya Gökalp caddelerini sıkı dostlar gibi birbirine bağlayan Kızılay’da iki büyük ismin yıldızı parlar: Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Ziya Gökalp…
Sorumluluk üstlenmiş münevver kimliğiyle kaleme aldığı yazı, şiir ve kitaplarında Cumhuriyet Türkiye’sinin fikir kumaşını ilmek ilmek dokuyan Gökalp’in Cumhuriyet başkentinin kalbinde Atatürk ile birlikte anılması bir tesadüf ya da bağış değil, bu büyük mütefekkirin hatıralarına anlamlı bir saygı duruşudur.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki bütün atılımların filizlenip boy attığı fikir iklimini temsil eden Türk Ocakları’nın kurucuları arasında yer alan Ziya Gökalp, Namık Kemal’in tohum misali milletimizin sinesine emanet ettiği Türk milliyetçiliği hissiyatını Türk milliyetçiliği fikriyatına dönüştürmekle bu onuru fazlasıyla hak etmiştir.
Üniversite yıllarımda kitaplarına aç kurt misali saldırdığım önemli isimlerden biriydi Gökalp. Okuduğum ilk eseri Türkçülüğün Esasları’ydı. Aklıma kazınan ilk sözleri ise Kızıl Elma kitabında karşılaştığım şu mısraıydı:
“Vatan ne Türkiye’dir Türkler’e, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan…”
Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak adlı eserini, Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset başlıklı makalesini okuduktan sonra daha iyi anlar olmuştum.
Aynı dönemde hatmettiğim Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in dokuz ciltlik Türk Kültür Tarihine Giriş ve Gökalp’in Türk Töresi, birbirini destekleyen iki temel kaynak olarak hafızamda derin izler bıraktı. Prof. Dr. Bahattin Ögel’in 1970’lerde yayımlanan ve yer yer çizimlerle desteklenen eseri, Gökalp’in yarım asır önce ortaya koyduğu tezler hakkında hazırlanmış detaylı bir belgesel gibiydi.
Ülkü Ocaklı genç bir Türk milliyetçisi olarak Gökalp’i okumam hem boynumun borcu hem de Cumhuriyetimizin kültür ve medeniyet kodlarını anlayabilmem için gerekliydi.
O’nun eski çağlardaki Türk töresi ve ahlakı hakkında yaptığı tespitleri okudukça milletime olan saygım, sevgim ve inancım daha da arttı.
Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak kitabında karşılaştığım “Muasır bir İslam Türklüğü ibda etmeliyiz” sözünü yıllar sonra S. Ahmet Arvasi’de “Yüzde yüz Türk, yüzde yüz Müslüman, yüzde yüz medeni olmak mümkündür” şeklinde görmek benim için hem şaşırtıcı hem de mutluluk vericiydi.
Şaşırdığım başka şeyler de vardı…
***
Türkçü ve Turancı fikirlerinden dolayı Gökalp’i ve onun izini takip edenleri 1940’lardan itibaren ırkçılık ve faşistlikle suçlayan CHP hakkında Türkçülüğün Esasları’nda yazanları okuduğum vakit neye uğradığımı şaşırmıştım.
Eserin 166’ncı sayfasında Cumhuriyet Halk Fırkası için şöyle diyordu Gökalp:
“Türkiye’de Allah’ın kılıcı halkçıların pençesinde ve Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde idi. Türk vatanı tehlikeye düşünce, bu kılıçla bu kalem izdivaç ettiler. Bu izdivaçtan bir cemiyet doğdu ki, adı Türk Milleti’dir.”
Gökalp bu kadarla kalmıyor, Halkçılık ile Milliyetçiliği yarınlarda da kol kola görmek istiyordu.
“İstikbalde daima halkçılıkla Türkçülük el ele vererek mefkûreler âlemine doğru beraber yürüyeceklerdir.”
Türk milletinin benimsemesi gereken ilkeleri belirleyen Gökalp, bunları şöyle sıralıyordu.
“1) Milliyetçilik,
2) Halkçılık,
3) Garp Medeniyetçiliği,
4) Cumhuriyetçilik.”
Bunlardan Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Milliyetçilik Laiklik ilkesi ile birlikte 1927 yılında CHP’nin parti tüzüğüne girdi. İnkılapçılık olarak nitelendirebileceğimiz “Garp Medeniyetçiliği” ise Devletçilik ile birlikte 1935’te parti tüzüğündeki yerini aldı. Toplam sayısı altıya ulaşan ilkeler 1937’de çıkarılan bir kanunla 1924 Anayasası’na eklenerek sadece CHP’nin değil Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri olarak günümüze kadar ulaştı.
Atatürk’ün “fikir babam” dediği, partilerinin ambleminde yer alan altı okun dördünü belirleyen Gökalp’i ırkçılık, Turancılık ve faşistlikle suçlama cüretini gösteren CHP’lilerin hangi cumhuriyete inandıklarını gerçekten merak ediyorum.
Türk Yurdu Dergisi bünyesinde 1913-14 yılları arasında 52 sayı çıkan Halka Doğru Dergisi’nin ve Cumhuriyetin ilanı sonrasında Anadolu’yu kalkındırmak için alınan kararların Türk halkına benimsetilmesi görevini büyük bir hizmet aşkı ve fedakârlıkla bizzat yürüten Türk Ocakları’nın tarihi misyonu ve Gökalp’in hâlâ geçerliliğini koruyan fikirleri günümüz nesli tarafından en detaylı şekilde öğrenilmelidir.
Türk Ocakları ve Ziya Gökalp anlaşılmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin fabrika ayarları ve Atatürk ilkelerinin fikir kodları doğru bir şekilde idrak edilemez.
***
Gökalp okumaları sırasında epeyce şaşırdığım bir diğer husus Feminizm hakkındaki görüşleriydi. 1960’lardan itibaren kadın haklarını savunmaktan ziyade kadınları erkeklerin rakibi olarak gören ve gösteren bir anlayışla yükselen ve günümüze kadar sol ideolojilerin mütemmim cüzü muamelesi gören Feminizm kavramı hakkında Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda şunları yazıyor:
“Feminizm, demokrasinin, yani müsavatın kadınlara ait bir tecellisinden ibarettir. Dünyanın en demokrat kavmi eski Türkler olduğu gibi, en feminist nesli de yine eski Türklerdir(S. 138).”
“Eski Türk kadınları, tamamıyla hür ve serbest oldukları halde, havai işlerle iştigal etmezlerdi(S. 150).”
“İstikbaldeki Türk ahlâkının esasları da millet, vatan, meslek ve aile mefkûreleriyle beraber demokrasi ve feminizm olmalıdır(S. 152).”
Feminizmi gelecekteki Türk ahlakının esasları arasında gören Gökalp nasıl olur da kendilerini Feminist olarak adlandıranlarca suçlanabilir? Cumhuriyetin fikri köklerini incelemek için birazcık zaman ayıran ve kafa konforunu azıcık bozan bir kimse, Feminizmin 1920’lerin Türkiye’sindeki en güçlü temsilcisinin Gökalp olduğunu ayan beyan görecektir.
***
Bazı kavramların izini sürmek bazı kurumların ve ülkemizin nereden nereye sürüklendiğini anlamak için gayet isabetli bir yöntemdir. Halkçılık ve Feminizm kavramlarının serencamı bu bakımdan hayli dikkat çekicidir.
Halkçılık doktrininin kurucusu Türk milliyetçilerinin ve Gökalp’in günümüzün Halkçıları tarafından suçlanması bu bağlamda tam bir kara mizah örneğidir.
Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” şeklinde formülleştirdiği bütünleştirici Halk ve Millet anlayışı, 68 kuşağı tarafından “Halkların Kardeşliği”, 1990’lardan itibaren de “Halklara Özgürlük” noktasına kadar savruldu ve nihayet bugün milli bütünlüğümüzü tehdit eder hale geldi.
Gökalp ve Atatürk’ün Halk kelimesine yüklediği anlam tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Kurumsal olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve kendisini Atatürkçü olarak nitelendirenlerin geldiği nokta hem Gökalp’in hem de “fikir babam” dediği büyük mütefekkiri saygıyla yâd eden Atatürk’ün kemiklerini sızlatmaktadır.
Son yüz yıl içerisinde şekilden şekle giren Feminizm kavramının durumu vahimden de vahim.
Bugün haklı olarak mesafeli durduğumuz Feminizm kavramı, 1920’lerin Türkiye’sinde en itibarlı çağını yaşıyordu. Gökalp’in de dikkat çektiği gibi masal çağlarında bile kadın ile erkeği sosyal hayatın tam merkezinde dayanışma içerisinde gören Türk milleti kadınına hak bahşetmeyi bile ar meselesi yapacak bir medeniyetin mümessilidir. Müşterek hayatta söz sahibi olmak, Türk kadını için kazanılması gereken bir hak değil Türk töresinin bir gereğidir. Gökalp’in Türk töresini hatırlatarak dikkat çektiği kadının eşitliği prensibinin 1930’da seçme, 1934’te seçilme hakkı şeklinde kadınlarımıza verilmesi, kırk asırlık kadim bir hakkın iadesinden başka bir şey değildir.
Kadını aydın olan toplumların pırlanta gibi parıldayacağını binlerce yıl öncesinden gören Türklerin medeniyetçi vasfını idrak edebilmek için Gökalp’i ve Atatürk’ü yeniden ve dikkatle okumak durumundayız.
***
Kızılelma, Ülkü, Halkçılık gibi pek çok kavramı Türkçeye armağan eden, kadim Türk tarihini Tuğrul Kuşu misali küllerinden doğuran, kültür ve medeniyet kavramlarını ilk kez disipline kavuşturan Gökalp basiretli ve inşacı bir münevver, cesur ve üretken bir mefkûre insanıdır.
Durkheim’den esinlenerek oluşturduğu kültür ve medeniyet tanımları sonraki yıllarda çokça tartışılsa da Türk kültürünün Hunlara kadar uzanan köklerini ilk kez gündeme getiren, Türkçülüğün ırkçılık olmadığını ilk kez ortaya koyan, Batı medeniyeti dairesine hiçbir komplekse kapılmadan katılmamız gerektiğini ifade eden Gökalp, cumhuriyet dönemi Türk fikir hayatının kutup yıldızı olarak doğru yönü göstermeye devam etmektedir.
Türk üniversitelerine sosyoloji disiplinini getiren ilk isim, kültür ve medeniyet meselesini Türkiye’de ciddi manada ele alıp tanımlayan ilk müderris ve Türkçülük fikrinin ana çerçevesini çizen ilk mütefekkir olarak Gökalp’in eserleri sadece milliyetçiler tarafından değil bütün toplum kesimleri tarafından dikkatle okunmalı ve itinayla incelenmelidir.
İttihat ve Terakki iktidarının teklif ettiği Eğitim Bakanlığı’nı kabul etmeyip İstanbul Üniversitesi bünyesinde sosyoloji bölümünü kuran, Cumhuriyet’i ilan eden İkinci Dönem TBMM’ye Diyarbakır milletvekili olarak seçildiği halde siyasette yükselmek yerine tüm enerjisini dünya klasiklerinin Türkçeye tercüme edilmesine hasreden Gökalp “modern Türkiye’nin fikir mimarı” olarak nitelendirilmeyi fazlasıyla hak etmektedir.
Doksan yedi yıllık cumhuriyetimizin fikir planındaki lideri olan merhum Ziya Gökalp’i vefatının doksan altıncı yılında rahmetle anıyorum.
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.