İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

NİSPÎ BÜYÜKLÜK VE SİYASET

HAYATİ TEK –

Mimarî ve şehir plancılığı konusunda dünya çapındaki iftihar kaynağımız Turgut Cansever, çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan söyleşilerinden oluşan “Kubbeyi Yere Koymamak” adlı kitabında mimarîyi şöyle tarif ediyor:

“Mimarî, insan ile varlık arasındaki ilişkiyi, maddî, organik, ruhî ve fikrî bütün varlık alan ve tabakalarında düzenleyen disiplindir. (s. 93)”

Eserde, Osmanlı’daki şehircilik anlayışıyla ilgili çok değerli bilgiler aktaran Cansever, 1575’te ibadete açılan Selimiye Camii ve Edirne’nin o dönemdeki şehir planı hakkında şöyle diyor:

“Edirne Selimiye Camii’nin çevresindeki evlerin tavan yükseklikleri –ki bir grup ev Sinan tarafından inşa edilmişti, Edirne’nin Selimiye ile değişen siluetini tamamlamak için- 2.22-22.30 cm. olarak inşa edilerek Selimiye’nin yüceltilmesi amaçlanıyordu. Böylece Selimiye akıl almaz bir nispî büyüklük kazanıyor. (s 210)”

Bu sayede Selimiye’nin, kendisinden bir misli büyük olan Roma’daki Saint Pierre Kilisesi’nden kat kat fazla “büyüklük etkisi” oluşturabildiğine dikkati çeken Bilge Mimar, “ölçülendirme” meselesinde ulaştığı çarpıcı bir kanaati bizimle paylaşıyor.

“Osmanlı dünyasında var olan birbirine kıyasen büyüklüğün gerçek ölçek olduğunu, onun yanında, metre ile bir ölçüye dayanan büyüklüğün hiçbir şey ifade etmediğini fark ettim. (s. 211)”

Bu tespitinin hemen ardından da şu cümleyi kuruyor:

“Evlerini Osmanlı şehrinin odak noktalarının etrafında inşa edenlerin ölçülerini bu şekilde küçültmeleri, sadece abideleri değil, aynı zamanda insanları da yüceltiyordu. (s. 211)”

***

Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü üç kez kazanan dünyadaki tek mimar olan Cansever’in usta işi tespitleri, siyasî alana “nispî büyüklük” ölçüsüyle bakabilmemize fırsat tanıyor.

Ne kadar “serbest” olduğu hâlâ tartışılan 1946 genel ve 1947 yerel seçimleri bir kenara konulacak olursa, 1950’den beri epeyce demokrasi tecrübesi edinen ülkemiz; iki dünya savaşı arasındaki “tek adam” ve Soğuk Savaş yıllarının “lider odaklı” siyaset anlayışını sürdürüyor.

Siyasî partilerimiz, liderlik vasfı taşısın yahut taşımasınlar, tıpkı şehir merkezlerindeki “sembol yapılar” gibi merkezî bir konumda bulunan “liderler” tarafından yönetiliyor.

Elinizde “Selimiye ayarında bir lider” varsa, siyasî partiniz için “nispî büyüklük” yaklaşımı pekâlâ geçerli olabilir; parti kadrolarınız da, Selimiye’nin etrafındaki “basık evlerin” rolünü gönüllü bir şekilde üstlenebilir.

Eğer yoksa… İşte o zaman “nispî büyüklük”, sadece liderini daha azametli göstermek için “küçülen” merkez teşkilatı değil, bütün bir camiayı “küçüklük psikozuna sokma” riskini de beraberinde getirebilir.

İdeolojiler çağının hâkim rengi olan “erişilmez ve tartışılmaz liderlik” anlayışı, aradan geçen bunca zamana ve yaşanan onca gelişmeye rağmen Türk siyasetindeki etkisini koruyor.

Üstelik Bilge Mimar’ın dikkat çektiği “nispî büyüklük” yaklaşımını benimseyenler, “liderlerini büyüttükçe” hem kendilerinin, hem de partilerinin büyüyeceğini düşünüyor.

***

Türk’e yabancı ideolojileri, “idrakimize giydirilen deli gömlekleri” olarak nitelendiren Cemil Meriç’in, ideolojiler çağının Türkiye’si hakkında yaptığı tespiti hatırlayalım.

“Mefhumların kâh gülünç, kâh korkunç maskelerle raksa çıktığı bir karnaval balosu, fikir hayatımız. Firavunlara benziyorlar, kalabalığa çehrelerini göstermeyen firavunlara. Ve aydınlarımız, o meçhul heyulalar için ehramlara taş taşıyan birer köle. (Bu Ülke, s. 79)”

Yarım asırdır, geliştirmek şöyle dursun, pek çok bakımdan geriye düşürdüğümüz böylesi bir fikir atmosferinin siyasetteki yansımalarından ne kadar ümitvar olabiliriz?

Kişilere, olaylara ve toplum hayatına yön vermesi lazım gelen fikir, bunların peşine takılmış, hatta güç sahiplerine ram olmuşsa; böyle bir iklimden, yarınları kuracak mefkûreleri, geleceğe ışık tutacak mütefekkirleri, “büyük Türkiye’yi” inşa edecek liderleri nasıl çıkarabiliriz?

Mimar Sinan’ın, yüksek dağ ve tepe siluetinden mahrum Edirne’nin, bulabildiği en hâkim noktasına ustalıkla kondurduğu muhteşem Selimiye’yi daha azametli gösterebilmek gayesiyle çevresine basık evler inşa etmesi; hem bir saygı nişanesi, hem de cami merkezli Osmanlı şehir planına uygun sihirli bir dokunuştu.

Mimarî deha Sinan ve Bilge Mimar Cansever’den, her alandaki inşa hamleleri için alacağımız daha pek çok dersler var.

Herhangi bir tepeyi öne çıkarmak için diğerlerini tıraşlamayı değil, en uygun tepeye en ihtişamlı yapıyı inşa etmeyi mümkün kılacak bir fikrî ve siyasî iklime ne çok muhtacız.

Derin kökleri binlerce yıl öncesine uzanan büyük bir devlet tecrübesinin sağlam kaidesi üzerinde yükselen Cumhuriyetimizin itibarına yakışan da bu değil mi?