İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SANAL RÖPORTAJ / NURETTİN TOPÇU: “ANADOLU’NUN KURTULUŞ SAVAŞI, RUH CEPHESİNDE HENÜZ YAPILMADI”

HAYATİ TEK: Siz, ömrünü fikri mücadeleye adayan bir dava ve aksiyon insanısınız. Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Derneği, Milliyetçiler Derneği ve Anadolu Fikir Derneği gibi yapılarda önemli görevler üstlendiniz. Büyük destek verdiğiniz Türk Milliyetçiler Derneği’ne yönelik çeşitli eleştiriler var. Bu eleştirileri yöneltenlerin amacı nedir?

NURETTİN TOPÇU: Bunlar, saltanatlarını sürdürdükleri devirlerde fütursuz ve kayıtsızdırlar, zira millet muzdaripken onları mesut idi. Ancak millet istiklal zaferini vatan sınırları içerisinde kazandığı gün bunları telaş aldı. Bu ana kadar huzur içinde barındıkları pusulardan dışarı fırladılar. Yedi yüz yıllık haçlı ordusunun ruh ve zihniyetinin damgasını taşıyan silahlarla Türklerin mukaddesatına zalimce saldırdılar. Biz millet hayatının temellerine ait neyi muhafaza etmek istedikse, hareketimize “irtica” damgasını vuran, benliğimizin her parçasını ondan koparıp atmaya azmetmiş, anarşist ve komünist bir hortlak zihniyet karşımıza çıktı(S.17).

HAYATİ TEK: Biraz daha açar mısınız, kimlerdir bunlar?

NURETTİN TOPÇU: Hakikatlerin düşmanı olan bu kafilenin arkasında pusu kuran ruh ise anarşist ruhudur. Hakikat aranırsa bu topraklarda yatan şehitlerin kemikleri üstünde kin ve gayz kusan haçlı ruhu bizi tehdit ediyor. Lakin Türk milleti bu gaddar tehdidin gerçek çehresini tanımaktadır. Bunlar vaktiyle, insanlığın tarihinde ilk defa görülmüş bir hadise olarak mabetsiz şehir kurmuş olmalarıyla öğünenlerdir(S.17).

HAYATİ TEK: Derneğinizin amacı nedir?

NURETTİN TOPÇU: Biz sade bir dernek değil, onun hayat ve kuvvet kaynağı olan Türk milletiyiz(S.17).

HAYATİ TEK: Bu tanımla güzel. Ancak sizi farklı kılan ne?

NURETTİN TOPÇU: İstiklal Savaşını unuttunuz mu? İzleri üzerinde yürüdüğünüz ellerin ganimetlerini paylaştığı istiklal cihadımız yapılırken her köy, her kağnı, her minare cephelere nasıl uzanmıştı? İşte biz de öyleyiz; o köylerin çocuklarıyız; o kağnıların yetimleri, o minarelerin müminleriyiz. O zamanki düşman da diller ve eller kesmiş, köyler yakarak minareler yıkmıştı. Bugün de aynı şerefsiz, merhametsiz ve seciyesiz harp tekrarlanıyor(S.18).

HAYATİ TEK: Nasıl?

NURETTİN TOPÇU: Bugün bu har vicdanların üstünde, beyinlerin ateşinde tekrarlanıyor. Biz bu haksız tecavüzlere fikir kılıçlarıyla çarpışarak şeref, haysiyet, ilim, ahlak cihadı yapmak suretiyle karşı koymaya karar verdik(S.18).

HAYATİ TEK: Sizi takip ettiğiniz yolu farklı kılan nedir?

NURETTİN TOPÇU: Biz, kendisine halkın emaneti olan mukaddes davadan “vazgeç” diyenlere gözyaşları ve içinde isyan yıldırımlarıyla dönüp de “Güneşi sağıma, ayı da soluma koysalar yine de bu işten vazgeçmem!” diyen büyük peygamberimizin izinden yürüyoruz. Millete söz verdik! Allah’a söz verdik! Eğilmeyiz, dönmeyiz ve dimağımızdaki son hücresinin hayatı baki kaldıkça bu mukaddes davadan vazgeçmeyeceğiz(S.18).

HAYATİ TEK: Sizin fikir dünyanızda Anadolu kavramının önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Anadolu’yu anlatır mısınız bize?

NURETTİN TOPÇU: Anadolu’nun kurtuluş savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmadı. Asya’nın ilk çağından arta kalan sefaletine varis çocukları, bu topraklarda kurdukları devletin ruhuna sahip olamadılar. Henüz, yerlerde sürünen Türk-İslam ruhunu tutup da kaldıracak olan irade, hayatımızdan davacı oluncaya kadar bu toprağın insanı, eşyadan farksız bir varlıktır, değersizdir, itibarsızdır, hürmet görmez, onun Allah’tan bir emanet olduğu bilinmez. Kuvvetlinin elinde her zaman esirdir. Kuvvet kazanınca da başka insanları esir edicidir(S.29).

HAYATİ TEK: Konuyu biraz daha somutlaştırabilir misiniz?

NURETTİN TOPÇU: Bir buçuk asırdan beri Garp taklidine özeniyoruz. Memleketimizde genç ruhlara sunulan her şey, program, kitap, metot, hepsi, hepsi garbın aktarma malı. Hükümdarlık rejimimiz Divaniyle, Kanunname-i Muhammedi’siyle bizim eserimizdir. Bizim tarafımızdan yaratılan, bizim olan özelliklerine sahipti. Yirminci asırda, demokrasiyi benimsedikten sonra, ona kendi hususiyetlerimizi veremedik(S.30).

Hukukumuz da henüz melezdir. İsviçre ve Alman hukuk zihniyetlerinin melezi. Türk hukukunu yaratmak iradesiyle, on üçüncü asra kadar olan İslam dünyasında, birer zirve olan Türk hukukçularının eserlerine uzanan bir el henüz görülmedi. Millet fikri bile, parti kavgalarıyla birbirini boğmak isteyen bu kütle, bugün bir yığın tasavvurundan ibaret(S.31).

HAYATİ TEK: O halde ne yapmalı?

NURETTİN TOPÇU: Rönesans’ımızı yapmak için, kültürümüzün kaynaklarına inmek lazım gelecek. Bu millet, büyük bir hayat aşkına yeniden kavuşmak için bir romantizm devrini her halde yaşatmalıdır. Yeni bir vecd, yeni bir neşe hayatımıza hız vermelidir. Dini de, sanatı da, ahlakı da gerçekten anlamak için, şu fani hayatımıza sonsuzluğun sahnesini getirmeliyiz(S.31).

HAYATİ TEK: Nasıl?

NURETTİN TOPÇU: Genç ruhları büyük ve yaratıcı yapacak olan, hayatın kurnazlığı ve siyaset hüneri değildir. Boşlukta bir büyük kalp çırpıntısı yaşatmalarıdır. Gençliğe en çok yakışan ahlak ve alicenaplık duyguları ise bugün bir seraba benziyor. Vaktiyle, ahlak hamurumuzun mayası olan din, dindar halkta bir kabuktan ibaret kaldı; yığın yığın kaidelerin bütünü, içi boşalmış bir kabuk. Mutlak adalet ve âlemşümul merhamet duyguları yerini, mayası menfaat cinsinden, dini bir benlik ve disiplin cihazına terk etti. Din artık bu insanlara hakikat ve insan sevgisi veremiyor. Bu durumda bulunan Anadolu’nun insanıyla sözde münevver arasında geniş bir uçurum açılmış bulunuyor(S.31).

HAYATİ TEK: Bu uçurum nasıl kapatılacak? Siyasi kadroları değiştirerek mi?

NURETTİN TOPÇU: Yapacağımız mukaddes cihadın siyaset cephesinde yapılacağını zannedenler, yakın tarihimizde birkaç kere yanıldıklarını gördüler(S.34).

HAYATİ TEK: O halde hangi alanda olacak?

NURETTİN TOPÇU: Cihadımız fikir ve ruh cephesinde, ahlak ve iman cephesinde yapılacaktır. Bunu yapacak olanlar, bütün memleket gençliği değil, neslin hassa askerleridir. Mektebimiz ve devletimizle, hukukuz ve ahlakımızla, ilmimiz ve sanatımızla bizim benliğimizin mimarı olacak güzide bir fedakâr zümrenin mektepleşmesi zamanı gelmiştir(S.34).

HAYATİ TEK: Bu mektepleşme nasıl bir anlayışla gerçekleşecek?

NURETTİN TOPÇU: Biz bugün, yirminci asrın bütün yaratıcı kuvvetlerine sahip olarak, aynı kaynaklardan hayat almak mecburiyetindeyiz. Yarınki Türkiye’nin kurucuları “yaşama” zevkini bırakıp “yaşatma” aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lakin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir(S.34).

HAYATİ TEK: Bu konuda rol model kabul edilebilecek kişi ve akımlar var mı?

NURETTİN TOPÇU: Tarihte Ispartalı Leonidas, Hindli Gandi ve havari Sen Paul, her bir içtimai sınıfın mümessili olarak büyük fedakârlık örneği verdiler. Yarınki Türkiye’nin kurcuları, millet ve cemaat uğrunda fedakârlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif simalarda insanları şahıslarında birleştireceklerdir(S.34).

HAYATİ TEK: Hangi şahısların?

NURETTİN TOPÇU: Onlarda Yunus Yavuz’la birleşecek; Sinan Akif’e uzanacak, Ebu Hanife Hüseyin Avni’yi tebrik edecektir. Ve onların eseri olacak yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedi olduğuna inanmış bir ruh(S.34).

HAYATİ TEK: “Anadolu’nun toprağından kaynayan kan” tanımlamasıyla neyi kastediyorsunuz?

NURETTİN TOPÇU: Anadolu’nun, derin bir ruhi hayat sahibi olan insanını idare eden hangi kuvvetlerdir? Yakın zamana kadar, onu idare eden bütün kuvvet dinden geliyordu; ruhi hayatının bütün kaynağı dindi. Her sahada kemal sahibi insan yetiştirmenin mektebi olan din, tarihimizde bu kemalin binlerce misalini verdi. Alparslan’ın Romen Diyojen’e karşı alicenaplığı, kibirle debdebeden başka Kâbe bilmeyen Bizans İmparatorunu hüngür hüngür ağlatmıştı. Kudüs’ü tekrar aldığı zaman, tek Hıristiyan ferdini incitmeyen Selahaddin Eyyubi’nin bu hareketi Aslan Yürekli Rişar’ı hayretlere düşürmedi mi(S.51)?

Fatih’in İstanbul kapılarında sahip olduğu maddi kuvvet, muazzam ve o devrin en modern ordusu ise, buna üstün olan ruhi kuvveti, Akşemseddin’de timsalini bulan imanı idi. Mısır’ı fetheden, yeryüzünün halifesi unvan ve kudretini elde eden Yavuz Sultan Selim bu zaferinde dönüşte, halkın nümayişi önünde nefsine gurur gelmesin diye, ordusu ile birlikte Üsküdar’ın gerisinde geceyi geçirmiş, ertesi sabah güneş doğmadan ve bu şehrin halkı daha uyanmadan, sessizce İstanbul’a girmişti. Onu, ruhlar karşıladı. Onlar, ebediyet tarihine nakloşundular. Onlarla ve onların sayesinde, bir zerresini bile feda etmeyeceğimiz İslam ruhu, damarlarımıza nüfuz etti(S.52).

HAYATİ TEK: Bu ruha ne oldu?

NURETTİN TOPÇU: Biliyoruz ki din, maddi varlığımızın ruhi varlığımıza teslim oluşudur. Böyle bir anlaşmada beden bütün kuvvetlerini ve bütün hareketlerini, teslim olduğu ruhun hizmetine sokar; onun emrettiği disiplin kaidelerini kabul eder. Bir dinin cemaati arasında müşterek olan bu kaidelere şeriat denir. Bu müşterek yoldan, müşterek olan hedef varılır. Ana yolun etrafında birçok küçük yollar da vardır. Bu yollar, mezheplerdir. Beden dediğimiz madde, zamanın ve cemiyetin ihtiyaçlarına göre değişeceği gibi, dine götüren şeriat yolları da, hedefine götürmek şartıyla, daima değişebilir. Ancak o ana yolun hüviyetini muhafaza etmek şarttır(S.52).

HAYATİ TEK: Buradan nereye varmak istiyorsunuz?

NURETTİN TOPÇU: Bununla şunu belirtmek istiyoruz: Şeriat din değildir; ancak ruhun emrinde olan bedeni dine götürücü yoldur. Şeriatı yalnız ve kendine yeter olarak ele aldığımız zaman, ruhsuz bir iskelet kalır. Ona taassupla ve gaye olarak bağlandığımızda ise, bedeni ve beden hareketlerini kutsallaştırmaya, yani putperestliğe gidilir. Böylece ruhtan kopup ayrılmış beden gururların, gayzların ve galeyanların kaynağı olabilir. Gurur, gayz ve bunlarla galeyan ise, Allah’ın bizdeki düşmanlarıdır. En az üç yüz senelik din ve vicdan hayatımızdaki facianın içyüzü bundan başka bir şey değildir(S.53).

HAYATİ TEK: Biraz daha detaylandırır mısınız?

NURETTİN TOPÇU: Din, devlete götüren yol olduğu için, tarihimizin son asırlarında bütün süfli ihtiraslar, yükselme ümidini dindar gözükmede aradılar. Milletimiz yükselmede iken devlet, din yolu idi. Yıkılışla beraber din, devlet yolu oldu ve işte bu gaye ile vasıta arasındaki yer değiştirmeleri, izmihlalimizin sebebi olmuştur. Yine dini devlet yolu yapınız, dine saldıran bütün süfli ihtiraslar, ulema-yı İslam kesilecektir. Mesela anlaşıldı; ortada bir ihanet var(S.54).

HAYATİ TEK: Nedir o ihanet?

NURETTİN TOPÇU: Bu, din adamlarının ihanetidir(S.54).

HAYATİ TEK: Ama bu bir felaket! İşler, bu noktaya gelmeden engellenemez miydi?

NURETTİN TOPÇU: Bütün bunlar olacaktı(S.55).

HAYATİ TEK: Neden?

NURETTİN TOPÇU: Zira Garp’ta Rönesans yapılırken ve onun felsefe âlemindeki mümessili Dekart, “hür olmayan düşünce, düşünce değildir” derken, bir Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat Paşa, yüz bin Türk’ün kafasını keserek kuyulara dolduruyordu. Luther, Wittenberk kilisesinin kapısına doksan beş maddelik beyannamesini astığı zaman biz bab-ı içtihadı (içtihat kapısını) kapatıyorduk. Jan Jack Rousseau, tabiatın aşkında Allah’a götüren yolu ararken, biz inkılap diye Lale Devrini yaşıyorduk. Nihayet bunlar mutlaka olacaktı. Çünkü Anadolu, yirminci asırda yeniden istiklaline kazandıktan sonra İstanbul’a giren müfrezenin genç kumandanı, kendisine hazırlanan zafer tanklarının üstüne gecenin inmesini beklemeden koşarak, güneşle parıldayan şehrin alkışlarında neşe aramıştı. O zaman Yavuz Sultan Selim unutulmuş, Sezar tebcil edilmişti(S.55).

HAYATİ TEK: Sorunu teşhis ederken felsefi bir bakış açısı ortaya koydunuz. Sizce bütün bunları sebebi felsefeye gereken önemin verilmemesi mi?

NURETTİN TOPÇU: İnsanların bir kısmı düşünür, bir kısmı yaşar. Çoğunluğu teşkil eden düşünmeden yaşayanlar, hayat yolunda daha önceden hazırlanmış rayların üzerinde yürürler. Onları, örfleri ve alışkanlıkları idare eder; hazları ve hayati duygularıyla yaşarlar. Kısa ömrün verebileceği şeyleri mutlaka harcamaktan hoşlanırlar(S.70).

HAYATİ TEK: Ya düşünenler… Onlar nasıl yaşarlar?

NURETTİN TOPÇU: Onlar, hayatın faniliğinden kaçarak barınacak bir ebedilik aramış ve düşüncelerine sığınmışlardır. Yaşanan bir ebedilik, dünyamızda bulunmasa bile, düşünen varlığın kavradığı bir ebedilik vardır. Ona “düşünen ebedilik” de diyebiliriz. O yüksekliğe ulaşanların düşüncelerinde kurdukları hakikat binasına felsefe deniyor. Felsefe bize, üstümüzde ve yükseklerde bulunan hedeflere doğru ilerlemesini öğretir(S.70).

HAYATİ TEK: Bu kapsamda ilk felsefi hareketler ne zaman ortaya çıktı?

NURETTİN TOPÇU: İnsan, düşünen varlık olduğu için filozoftur. İlk insan kendi felsefesini yapmıştı. İlk çağın felsefesini Yunan’a kadar dinlerde görüyoruz. Hind’in, Çin’in, İran’ın ve Mısır’ın felsefeleri dinlerinde yaşatılmıştı. Tao, Konfüçyüs, Zerdüşt, Buda, Brahma ve Mısır dinleri birer felsefi sistem ortaya koydular.

İlk çağ kavimlerinin felsefe ve hikmetleri dinlerinde barındığı gibi, Yunan ve Roma’nın büyük felsefi sistemleri ve her birinin kendine özel felsefi düşünüşleri vardı. Orta çağ, muhteşem bir Hıristiyan felsefesini yaşattı ve geliştirdi. Batıda Rönesans felsefesi metot sahasına kapılarını açtı. Sonra milletler kendi felsefelerini kendi ruh bölgelerinde işlediler. Bir Fransız, bir Alman, bir İngiliz felsefesi doğdu(S.71).

HAYATİ TEK: Bizim felsefemiz nedir?

NURETTİN TOPÇU: Bu soruya, Batı taklitçiliğine teslim olan iradesizlerimiz: “Batının felsefesi var ya! Batılılaştığımıza göre onlardan birini benimsemeliyiz” diye cevap veriyorlar. İnsan ruhuyla yaşamaktan korkan bu papağanlar, filhakika her siyasi mevsimde bir başka felsefenin reklamına koyuldukları halde, bunların hiç biri bizim olmuyor ve münevverlerinin takdim ettiği, onların alkışladığı felsefenin bir siyasi mevsimden fazla ömrü olamıyor(S.72).

HAYATİ TEK: Bu konuyu örneklendirir misiniz?

NURETTİN TOPÇU: Fransız’ınki gidiyor, Alman’ınki geliyor. Derken o gidiyor, İngiliz’inki, nihayet Amerika’nınki geliyor Ve millet, asıl tabaka bunların, bu yabancı elbiselerin hiç birini benimsemiyor, kendine mal etmiyor. O, kendi ruhuna kendinden aşı yapmak ihtiyacıyla hâlâ kıvranmaktadır.

Büyük millet kütlesinin tarafından ses veren muhafazakâr zihniyet ise, “Kur’an’ın varlığı kâfidir; felsefe lazım değil” diye cevap veriyor(S.72).

HAYATİ TEK: Bu bakış açısı hakkındaki düşünceniz nedir?

NURETTİN TOPÇU: Bu ifade de evvelkisi kadar tatminsizdir. Kur’an, Allah’ın kitabıdır. Felsefe ise, bizim onu anlayacak olan şahsiyetimizin örgüsüdür. Bizim düşünüş tarzımızdır(S.72).

HAYATİ TEK: Yani…

NURETTİN TOPÇU: Felsefi görüşümüz olmazsa bu büyük Kitabı hakkıyla anlayamayız, sadece ezberleriz ve ezber okuya okuya, doktorun reçete kâğıdını batırdığı bardağın suyunu içmekle tedavisini uman hastanın haline benzeriz.

İşte bu, felsefi olmayanların Kur’an anlayışıdır. Kâinatın muammasını çözebilen felsefe, kalbimizin mantığı, hükümlerimizin mektebidir. Felsefesiz yaşamakla kalbimiz yabancı inançlarla harap olur. Hükümlerimiz akla karşı isyan aline gelebilir. Kültürümüzün köklerini teşkil eden İslam dünyasında kendi felsefemiz olmayışı İslam âleminin hâlâ yerlerde sürünen perişan halini doğurmuştur(S.73).

HAYATİ TEK: Türk-İslam tarihinde de pek çok filozof görüyoruz ama…

NURETTİN TOPÇU: Öteden beri yanlış olarak İslam felsefesi denen felsefenin yapıcıları Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi filozoflar, Aristo’nun felsefesini İslam’ın esaslarına tatbik ettiler. İslam dininin hakikatlerini Aristoculukla ispata çalıştılar. Netice hüsran oldu ve bundan Gazali’nin açtığı “Tehafüt” (felsefenin yetersizliği, sürçmesi) münakaşası doğdu. Aristo felsefesi İslam’ın değildi. Yunan’ındı. Şu halde İslam felsefesi denen felsefe, İslam’ın ufuklarında Yunan felsefesinin hüküm sürmesi veya dalgalanması gibi bir hadiseden ibaret oldu(S.73).

HAYATİ TEK: Yani İslam felsefesi diye bir şey olmadı mı bugüne kadar?

NURETTİN TOPÇU: İslam’ın felsefesi hiç bir zaman yapılmamıştır ve para karşılığında Kur’an’ı bağıra bağıra tekrarlayan adamların kafalarını tedavi etmenin lüzumu anlaşılmadan, İslam Rönesans’ını açacak olan bu büyük eser yapılamayacaktır(S.73).

HAYATİ TEK: Ya tasavvuf… Odağına insan davranışlarını iyileştirme fikrini yerleştiren bu yaklaşım felsefi olarak nitelendirilebilir mi?

NURETTİN TOPÇU: Tasavvuf, Kur’an’da esaslarını bulduğu derin bir insan felsefesini ele almıştır. Bilahare Türk-İslam medeniyeti içerisinde de pek çok felsefi meselelerin münakaşası yapıldı. Anadolu devletini kuran Müslüman Türkler, tasavvuf sahasında yani insan felsefesinde deha gösterdikleri gibi, sırf akla dayanan felsefe zemininde hiç değilse görüşler ortaya koydular(S.73-74).

HAYATİ TEK: Birkaç örnek verir misiniz?

NURETTİN TOPÇU: Bunların sonuncusu 15. asırda İstanbul’u alarak yeni çağı açan padişah Fatih Sultan Mehmed’in Molla Zeyrek’le Hocazade arasında yaptırdığı “Tehafüt” münakaşası oldu. Bu münakaşada Farabi ve İbni Sina gibi filozofları savunan İbn Rüşd ile onları tenkit ve bazı noktalarda tekfir eden İmam Gazali arasındaki görüş ayrılıkları karşılaştırılıyordu. Molla Zeyrek filozofları, Hocazade Gazali’yi müdafaa etti. Padişahın bizzat takip ettiği ve hakemlik yaptığı bu münakaşa tam yedi gün sürdü. Sonunda Gazali’nin görüşünü müdafaa eden Hocazade münakaşayı kazandı. Fatih, Hocazade’yi takdir ederek bu fikirlerini bir eser halinde yazmasını söyledi.

Bu, bizde sonuncu felsefe hareketidir ve o günden beri kendi âlemimizin sınırları içinde ne bir dünya görüşüne ne de ciddi bir felsefe inancına rastlanmamıştır(S.74).

HAYATİ TEK: Neden yapılamadı?

NURETTİN TOPÇU: Tanzimat hareketini idare eden zihniyet hiç bir felsefi esasa dayanmadığı gibi daha sonra Ziya Gökalp’ın derme çatma parçalar halinde Durkheim gibi bir Yahudi mütefekkirinden adapte ettiği fikirlerle bizim felsefemiz yapılamazdı. Zira onda bizim ne imanımız, ne ahlakımız barınıyor, ne de mukadderatımızın tohumları bulunuyordu(S.74).

HAYATİ TEK: O halde tekrar başa dönelim ve soralım: felsefe niçin lazımdır?

NURETTİN TOPÇU: Bu sorunun cevabı pek geniş, pek şümullüdür(S.74).

HAYATİ TEK: Yine de sizden kısa bir değerlendirme rica ediyoruz…

NURETTİN TOPÇU: Felsefe her şeyden önce biricik kılavuzumuz olan aklın kullanılmasını öğretir. Elimizde fotoğraf makinesi var. Lakin onu nereye yerleştireceğiz? Manzaranın resmini hangi taraftan çekeceğiz? Eşyayı görüş açılarımız pek çok, belki sonsuzdur. Bizim eşyayı hangi açıdan görmemiz gerektiğini tayin eden felsefemizdir. Felsefemiz yoksa görüşlerimiz eşya ve olaylar hakkındaki hükümlerimiz başka başka olacak ve birbirleriyle çelişecektir. Eğer felsefesi varsa Türk çocuğunun bir dünya görüşü olacak ve bütün vatandaşlar bu görüşte birleşeceklerdir. Böyle bir görüş birliğini doğuracak felsefemiz yoksa, milli birliğimizden de bahsedilemez(S.75).

HAYATİ TEK: Bütün milletler milli birliklerini felsefe ile mi kurdular?

NURETTİN TOPÇU: Alman milletine mesut bir hayatın vadini getiren kuvvetin kaynağı Fichte’nin Alman milli birliğini kurmuş olan “benlik” felsefesi oldu. Sokrat’ın katili olan eski Atina, onunla birlikte milli birliğin istikbalini de gömdü. Çok geçmeden eski Yunan dünyası, parça parça olan milli birliğinin enkazı altında can verdi(S.76).

HAYATİ TEK: Felsefe sosyal hayatımızın hangi alanlarında kendini gösterir?

NURETTİN TOPÇU: Aklımızın âlemi bütün halinde kavrayışı demek olan felsefe, ahlakımızın da sanatkârıdır. Âlemi bütün halinde görüş ve anlayış sayesinde ahlakımızın rotasını çizebiliyoruz. Eğer dünyanın bütün halinde görüşüne, yani felsefi görüşe sahip değilsek, etrafta klişe halinde ahlak çerçeveleri araştırır, yabancı veya hurda haline gelmiş örfleri, hiç tenkit etmeden yani aklın potasından geçirmeden ahlak diye benimseriz ve her birimizin hurda çarşısından tedarik ettikleri örflerin kırıntısıyla birbirimize çarparız, deviririz. Felsefesi olmayan cemiyet, ahlak nizamı denen, vicdanlarımız denkleştirici selamete ulaştıramaz(S.76).

Eski Yunan’da madde dünyasının tanınmasından yani fizikten ahlaka yükselen felsefe büyük Yunan medeniyetinin kurucusu olmuştu. Bugün bizim de medeniyet semalarında yükseklere tırmanabilmemiz, maddenin ilgisinin üstünde bir ahlak ideali, bir ahlak felsefesi yaratmamızla kabil olacaktır(S.77).

HAYATİ TEK: O halde felsefenin siyasi yapıyla da direkt bir ilgisi vardır?

NURETTİN TOPÇU: Felsefe, siyasi nizamın da yapıcısıdır. Bir millet rejiminin hususiyetlerini, o milletin felsefesi tayin eder. Demokrasi asrın hâkim rejimi olmakla beraber her millet onu kendine has, kendi bünyesine uygun şekilde kullanıyor. Ayrı ayrı bir Fransız, bir Alman, bir İngiliz ve Amerikan demokrasisi bulunmaktadır. Bu rejimlerin kabul ettiği otoritelerin sınırları gibi, benimsedikleri liberal veya sosyalist prensipler de milletin kabiliyetinin ölçüsünü veren felsefeleriyle tayin edilmiştir(S.77).

HAYATİ TEK: Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki demokrasi ne durumda?

NURETTİN TOPÇU: Bizim demokrasimizin bütün kuvvet kaynakları gibi, otorite mihrakları ve dayanması lazım gelen temeller, içtimai ve iktisadi prensipler, bizim kendi milli bünyemizden doğmuş olmalıdır. Osmanlıların devlet olarak azameti, diğer sebepleri yanında bu devletin rejiminin, tarihinin seyri içinde kendi kendini yapmış ve kendi milli tekâmülü içinde olgunlaşarak kendini bulmuş bir rejim olmasından ileri geliyordu(S.78).

HAYATİ TEK: Sohbetimizin başında ilk çağ felsefelerinin dini karakter taşıdığını, orta çağda da benzer bir durum olduğunu söylediniz. Felsefe ile din arasında nasıl bir ilişki vardır?

NURETTİN TOPÇU: Felsefe dini inanışlarımızın üstadıdır. O olmazsa din adı altında halka sunulan her efsaneyi dini inanış yaparız. İbadet hareketleri yapan herkesin din adamı diye arkasından gideriz. Daha mabetlerini bir gulgule ticarethanesi olmaktan kurtaramayan adamların telkinlerine kıymet veririz. Ancak üstadımız felsefe sayesinde kalbimiz yaşadığı dini aklımıza telkin eder; kalp inanır, ona itimadı olan akıl da onu takip eder; beğenir ve takdir eder. Hayran olur; hareketlerin taklidi ile değil de kendi iç dünyasında derinleşme yoluyla Allah’a kavuşabileceğini anlar. İbadet hareketlerinin ise kendi içimizde derinleşmesinin vasıtası olduğunu tecrübeleriyle öğrenir(S.79).

HAYATİ TEK: Ya felsefe olmazsa…

NURETTİN TOPÇU: Felsefe olmazsa, dindarlık bir uyanık rüya, bir vehim, bir hastalık sanılır. Din, yaşamak korkusunun yarattığı bir vehim veya ahiret simsarlığı, bir cimrilik veya bir sersemlik sayılır. Dünya vehimlerinden bizi kurtararak duyularımızın bulanık rüyasının üstüne çıkaracak ve hakikatler zeminini, zekâmızı doyuran bir temaşaya yükseltecek olan felsefemizdir. Mezheplerin her biri, dini bir cemaat tarafından kabullenilen felsefi anlayış tarzsıdır. Her biri bir din felsefesidir. İslam’daki mezheplerin bir kısmı bizzat İslam dininin hukuki ve içtimai yönünden felsefi görünüşüdür. Bazıları ise İslam’ın ortadan kaldırdığı cemaatlerin, tarihi dinlerinin İslam kıyafetine bürünmüş felsefesidir(S.80).

HAYATİ TEK: Bunu örnekler misiniz?

NURETTİN TOPÇU:  Mesela Alevilik, İslami dekor ve İslami klişeler içinde barınan Zerdüşt dininin felsefesidir. Bektaşilik Şaman dininin felsefesidir. Tasavvuf ise, İslam’ın ahlaki özünü mistik tecrübenin konusu yapan derin bir felsefi yaşayıştır. Tasavvuf içinde de çeşit çeşit felsefi görüşler doğmuştur. Tasavvuf milletimizin ruhunu derinden derine işledi. Öyle ki, Yavuz’da Mevlana’dan cezbeler bulmak, Mehmet Akif’te Yunus’un çilsini tatmak kabildir. Ancak büyük milletin başardığı İstiklal Harbi ise Anadolu’nun ruhuna sinmiş bulunan bu cezbe ile bu sonu gelmeyen çilenin bir meyvesidir(S.80).

HAYATİ TEK: Bu bağlamda İslam dünyasının manzarasını tanımlar mısınız?

NURETTİN TOPÇU: İslam dünyası bir şaşkınlık içinde sarhoştur. Kur’an’ı çok okuyor ve az düşünüyoruz. Büyük Kitap bir musıki güftesi midir? Ne münasebet! Onu karşılayacak kalbimiz mi yok? Buna da inanılmaz(S.80).

HAYATİ TEK: O halde bizi şaşkına çeviren, sarhoş eden nedir?

NURETTİN TOPÇU: Örfler ve adetler, her akşam birkaç kadeh içenler gibi bizi şaşkına çevirmiştir. Neden Türk çocuğu düşünen dünyanın ortasında ve muazzam bir hikmet hazinesinin başında manayı bırakır da iskelete bağlanır(S.81)?

HAYATİ TEK: Sahi neden?

NURETTİN TOPÇU: Bu şuursuzluk, hayır bu duygusuzluk anlaşılır gibi değildir(S.81).

HAYATİ TEK: Peki, hiç mi umut yok?

NURETTİN TOPÇU: Her halde İslam’ın felsefesi yirminci asırda başlayacaktır(S.81).

HAYATİ TEK: “İnşallah” diyerek bir belki de felsefenin temelini oluşturacak bir konu hakkındaki görüşünüzü almak istiyoruz: Hürriyet…

NURETTİN TOPÇU: Felsefe, hürriyetimizin de hayat kaynağıdır. Düşünen adam hürriyetini anlar, hareketini doğurmuş olan sebepleri bilen insan, o sebeplerin idaresini kendi eline alabilmekle hürriyetini gerçekleştirir. Bizi hayat yolunda durdurup düşündüren felsefe, her adımda hürriyet sunmaktadır. Biz gördükçe düşünüyoruz, düşündükçe görüyoruz. Ve her an görüşümüzün ufukları genişledikçe insanlığın her derdine deva olmak isteğiyle doluyoruz. Kendi kendimize hem teklif hem de kabul ettiğimiz mesuliyetimizin sahası genişliyor. Çok tahammül edilmeyecek kadar genişlediği zaman, sonsuzluğu temaşa ettiren vicdan kucağında selametle huzuru buluyoruz. Dünyamızda bulunmayanı sonsuzluğun vecdinde arıyoruz(S.81).

HAYATİ TEK: Nasıl?

NURETTİN TOPÇU: Bakınız Mevlana ruhundaki, dünyada mükemmel insanı yaşatmak idealini sonsuzluğun vecdinde nasıl huzura kavuşturuyor:

“Şehrin dışında dolaşıyorum. Bir adam gördüm; elinde fenerle bir şey arıyor gibiydi. Yaklaştım; ne arıyorsun dedim. Bir şey mi yitirdin? Adam cevap verdi: hayır. Vahşi hayvanlar arasında yaşamaktan usandım; insan arıyorum. Zavallı, dedim, beyhude yoruluyorsun. Onu asla bulamazsın. Ben diyarımı terk ettim de yine bulamadım. Evine git! Rahatına bak… Adam cevap verdi: Bulamayacağımı ben de biliyorum. Lakin ben onu aramakta vecd buldum. Bana dokunma. Bulmasam da arayacağım.”

İşte hürriyetimizin içimizdeki çerağı, sönmeyen nuru, bu vecdimizdir. O yoksa hürriyetimiz bir vehim, bir kibir, bir benlik ifadesidir, o kadar. Onsuz insan, hem nefsinin, hem arzın, hem gayrın, hem de her şeyin esiridir(S.82).

HAYATİ TEK: Bu arayış hem insanın kendi içine doğru derinleşiyor hem de tüm kâinata doğru genişliyor gibi…

NURETTİN TOPÇU: İnsan anlaşılmadan insanlık âleminde inkılap yapılmaz. Nedir bu insan ki hayvanların hepsi ondadır; öyle iken Allah’a götüren yol da ondadır. Varlığımızın Allah’la münasebetinin sırrına ermesek bile, kendimizi bilmeden Allah’ı anlamıyoruz. İnsanı tanıtan felsefe olduğuna göre inkılaplarımızın hepsi ona muhtaçtır. Hangi inkılap felsefesiz yapıldı? İslam’ın nuru Kur’an’ın felsefesinden çıkarak âleme yayıldı(S.83).

HAYATİ TEK: Diğer büyük inkılaplar da böyle midir?

NURETTİN TOPÇU: Avrupa, Rönesans’ını ve romantizmini felsefe sistemleri içerisinde hazırladı. Fransız ihtilali bir felsefenin meyvesi oldu(S.83).

HAYATİ TEK: Gelecekte de böyle mi olacak?

NURETTİN TOPÇU: Akıbetimizin düşüncesi de bir felsefeye bağlanacaktır. “Yarınımız ne olacak? Nereye gidiyoruz?” sorusu şuurda önceden açılmış yollar arar. Nereye gitmede olduğumuzu takdir için, cemiyetimizin temayüllerini, ideallerini, kabiliyetlerini, yani bütün hayati kuvvetlerini yüksekten bakışla görebilmemiz lazımdır. Hayat tecrübesinin yaşandıktan sonra vereceğini, o yaşanmadan önce felsefe tanıtır, sezdirir, hem de zaruretler halinde ortaya koyar(S.83).

HAYATİ TEK: O halde insan toplumlarının felsefesiz yaşamadığını ve yaşayamayacağını söyleyebilir miyiz?

NURETTİN TOPÇU: Hikmetsiz hayat olmaz. Mesele, yaşatan felsefenin sistem halinde ifadesini ortaya koymaktır; bütün bir cemiyeti bir hikmet sofrasının etrafında toplamaktır(S.83).

HAYATİ TEK: Artık asıl sorumuzu sorabiliriz: Yirminci yüzyılda doğacağını söylediğiniz Türk felsefesinin kimliği hakkındaki öngörünüz nedir?

NURETTİN TOPÇU: Felsefe, bizdeki can denilen nesne cinsinden en çok bizim olan şey olduğundan başkalarından iğreti alınmayacak, mutlaka bizim eserimiz olacaktır. O halde felsefemizi meydana getirecek unsurları, binamızın malzemesini bir bir araştıralım(S.84).

HAYATİ TEK: Lütfen…

NURETTİN TOPÇU: Felsefenin eşiğindeki ilk endişemiz şu olmalıdır: Asrımıza asırların hediye ettiği fikir dünyasının şu iki altın anahtarını ele geçirmeden binamızın kapısını zorlamayalım(S.84).

HAYATİ TEK: Nelerdir o iki anahtar?

NURETTİN TOPÇU: Biri dünyamızı idare eden “tekâmül” prensibi, öbürü aklın mükemmel işleyişini düzenleyen “metotlu düşünme” prensibi.

İkinci prensip, aradığımız cemiyet nizamını kuracak: Çoğunluğu çiftçi olan Anadolu’nun, kendi içinden gelen evrimi takip eden toprağa bağlı insanını, toprağın sahibi, hâkimi yapacak ve altın terinin meyvesi olan mülke hürmet ederek sade üretimi sosyalleştirici bir çalışma nizamı. Bu Anadolu’nun sosyalizmidir(S.84).

HAYATİ TEK: Sosyalizm mi? Sosyalizmin, sizin çok önemsediğiniz dinle pek de ilgili olduğu söylenemez. İnsanın iç yapısını neyle yoğuracağız?

NURETTİN TOPÇU: Kur’an’ın, zulmün karşısına sabrı, kinin karşısına affı koyan, ölümü ümit ile karşılayan, sonu olan varlığımızı sonsuzluğun yolcusu yapan ve Allah’ı insanda tanıyan, insan anlayışı. Bu ahlakımızın temelini teşkil eden İslam ruhçuluğudur(S.84).

HAYATİ TEK: Metotlu düşünme, Anadolu sosyalizmi ve İslam ruhçuluğunun nasıl hamur haline getirileceğini merak etmiyor değilim. Ancak sohbetimizin insicamını bozmamak adına çizdiğiniz yoldaki bu üç prensipten başka bir temel prensip olup olmadığını da sormak istiyorum.

NURETTİN TOPÇU: Dördüncü ve sonuncu prensip, şahsiyetçiliği esas olarak kabul eden idealizmimiz olacaktır(S.85).

HAYATİ TEK: Metotlu düşünme, Sosyalizm, İslam ve İdealizm… Gerçekten enteresan bir yaklaşım oldu. İdealizm her ideoloji ve düşünce sistemi için kendine özgü bir şekilde mümkün olabilir. Sizin önerdiğiniz sistemde idealizmin yerini biraz somutlaştırabilir misiniz?

NURETTİN TOPÇU: Cemiyet için nefsini feda etmek en aşırı ferdiyetçi idealizmin davasıdır. Hz. İsa’dan sonra Hallac-ı Mansur ve nihayet asrımızda Gandi bu davanın kahramanı oldular. Anadolu’nun mukaddes kurbanları olmadığını kim söyleyebilir? Anadolu’da da sefil ve perişan kalabalıklar, aç ve çıplak çocuklar, göğüsleri kurumuş anneler vardır. Ancak bugüne kadar Dostoyevski gibi bir sanatkârını bulamamıştır(S.87).

HAYATİ TEK: Sahi, neden bir Dostoyevski çıkaramıyor Türkiye?

NURETTİN TOPÇU: Zira sanat kendi kendine var olmaz. Cemiyet örflerini, ahlakını, din duygusunu ve dünya anlayışını kendinde birleştiren felsefesinden kuvvet ve ilham alır. Felsefe ise doğabilmek için cemiyette hazırlanmış bir tarih, çekilmiş ıstıraplar, devrilmiş iradeler, birlikte benimsenen inanışların asırlarca yaşanmış saltanatı gibi hayati unsurlar arar. Biz bunların hepsini yaşadık. Tarihin mutlak emirlerinin önünde eğilmeye mecburuz. İnsan anlayışımız bütün bir sistem halinde ifadesini istiyor. Her tarafta onu arıyoruz(S.88).

HAYATİ TEK: O halde kendi felsefemizi kurmak noktasında hayli iyimser olabilir miyiz?

NURETTİN TOPÇU: Anadolu, bin yıllık tarihinin muzdarip macerası içinde, felsefesinin bütün unsurlarını ortaya koymuş bulunuyor. Kendi felsefesini yapacak çocuklarını da yine kendi bağrından çıkaracaktır(S.88).

HAYATİ TEK: Son üç yüz yıldır yönünü Batı’ya çeviren bu millet olarak bunu nasıl başaracağız?

NURETTİN TOPÇU: İnsanlığın her yeni doğuşu, yani her Rönesans kendi dışından tedarik edilen yaşatıcı kuvvetlerle kendi benliğine doğuştur. Bu sebepten Rönesans hareketi, büyük zekâ eserlerinin tanınmasıyla başlıyor. Bir Rönesans’ı hazırlayanlar, bu ilk devrede, başka medeniyetlerin zekâ eserlerini tekrarlıyorlar, onların esaslı vasfını değiştirecek yeni tertipler arıyorlar. Bu hazırlık dış âlemde, fizik ve madde sahasında oluyor. Sonradan beliren Rönesans dış âlemin bütün dağınık izahlarını insan ruhunda birleştiriyor. Şarkın eski Yunanistan’da Rönesans’ı demek olan Yunan medeniyeti, fizikten ahlaka doğru bir yürüyüştür(S.89).

HAYATİ TEK: Nasıl bir yürüyüştü bu?

NURETTİN TOPÇU: Sofistlerden önceki ilk Yunan filozofları, şark kavimlerinden aldıkları fikri unsurlarla madde olan kâinatın izahına çalışıyorlardı. Sofistlerden sonra Sokrat, Eflatun ve Aristo’da felsefenin mihverini ruh ve ahlak meseleleri teşkil ediyordu. “Kendini tanımak” düsturunun Sokrat tarafından ortaya atılması Yunan Rönesans’ının ilk müjdesi olmuştur, denebilir(S.90).

Onuncu asırda Harran’da doğan İslam Rönesans’ı, ahlaki feyzini, İslam’ın özü halinde Hz. Muhammed’in samimi tarikatı olan tasavvufta verdi ve bu hareket ilk hamlesiyle İslam dinine giren Türkmen’den, o asırlarda Anadolu’da bir millet yarattı. Biz bu Rönesans’ın yarattığı milletiz. Bu Rönesans ahlaki değerlerini, her yerde olduğundan fazla 11. asırda başlayan milli tarihimiz içinde, bu tarihin 15. asırda Bizans’ın alınmasına kadar, milli varlığımızı temsil eden asırlarında yaşattı. İtalya’da 15. asırda başlayan garp Rönesans’ı, haçlı seferlerinden sonra İtalya’ya götürülen Şark ve İslam metinlerinin Latince’ye tercümesiyle ve bütün orta zaman Hıristiyan âlemi içinde hazırlanan ilim eserlerinin girdikleri yeni terkipler arasında doğdu. Fizik, âlemin izahı olan ilimlerden ve bu âlemin tasavvuru olan şekil sanatlarından felsefe ve ahlaka doğru yükseldi. Descartes ve Pascal’da kemalini buldu(S.90).

HAYATİ TEK: Türkiye’nin mevcut durumunu bu çerçevede nasıl değerlendiriyorsunuz?

NURETTİN TOPÇU: Türk milliyetçiliği içinde Rönesans yapmanın zamanı gelmiştir(S.95).

HAYATİ TEK: Türk gençliğinin gidişatından memnun olmayanlar da az değil…

NURETTİN TOPÇU: Bu hareketi bugünkü neslin başaracağına inanmayanlar, gençliği iyi tanımıyorlar. Eğer bugünkü neslin zaafları varsa, bunlar neslin mürebbilerine aittir. En büyük hata, gençliğe değer vermemekten doğuyor. Bu nesil bir Rönesans yapabilir(S.95).

HAYATİ TEK: Bu nesle bu kadar güvenmenizin sebebi nedir?

NURETTİN TOPÇU: Çünkü bir Rönesans için önceden lazım olar şartlar meydana çıkmış ve yaşanmıştır. Her yerde Rönesans’ın doğuşu, yeni medeniyetin kendine özel içtimai ve insani değerlerini, din, ahlak, sanat mefkûrelerini meydana getirmektedir. Bu işi, bir cemiyet yapar, o da insanlığın medeniyet yaşatmaya kabiliyetli zümrelerine örnek olur. Biz yarım asırdan fazla zamandır, temasında yaşadığımız Avrupa medeniyetinden zaman zaman birçok maddi malzeme, parça parça fikirler ve teknik araçlar aldık. Bugün bu medeniyetin tesir sahasına çok yaklaşmış bulunuyoruz. Şimdiye kadar yaptığımız garp taklitçiliği yolunda daha asırlar da geçse kendimize özel bir medeniyet yaratamayacağımızı nihayet anladık. Garptan neyi almamak lazım geldiğini idrak için bile şimdiye kadar öğrendiklerimizin yardımıyla benliğimize dönmezi ve seçim hakkını bizi idare eden içtimai zaruretlere vermemiz lazım geldiğini zannediyoruz. Ancak böyle bir kendimize geliş sayesinde, insanlığa örnek olacak bir Rönesans yapabileceğiz(S.96).

HAYATİ TEK: Bu nasıl olacak?

NURETTİN TOPÇU: Vakıa, Rönesans ferdi dehaların eseridir, onları mektep yetiştirmez. Ancak, kitap yakanlar zihniyetinin nihayet bularak kitap yapanlar zihniyetinin doğmasına elverişli muhit hazırlamak, bir Rönesans’ın kurucu ve yaşatıcılarına hayat verecek zemin üstünde bir mektep açmamız lazımdır. Bugünkü mektep, yirminci asır skolastiğini yaşatıyor. İlk ve orta öğretim on bir sene aynı fabrikadan çıkan klişeleri her zihinde tekrarlatan cihazlardır. Yüksek öğretim, bu ezberciliği ve düşünme hürriyetine savuşturmayan, yaratıcılıktan mahrum metotları mahdut bir sahaya tatbik ediyor. Üniversiteye kadar küçük memur hazırlayan öğretim, fakültelerde esnaf ve memur yetiştirici iki büyük kola ayrılıyor. Psikoloji kültürü olmadan edebiyat okutmanın neticesi, gazete ile sinemayı Fuzuli’nin ve Goethe’nin okunmasına tercih eden halk adamları yetiştiriyor. Tarih kitaplarının vitrinlerinde büyük adamlar diye sıralanan, yüzlerce devlet adamının körü körüne değerlendirilmesi, millet hayatında mücadeleden aciz Enderunlar yetiştiriyor(S.131).

HAYATİ TEK: Eğitim ve öğretim hayatımız böyle. Ya dini sosyal hayatımız? Onun da eğitim hayatımızdan farkı yok gibi…

NURETTİN TOPÇU: Felsefesiz, din öğretiminin verdiği acı neticelerin hepimiz şahidiyiz. En sonunda, ruh ve imandan şüpheli bir cemaat, hep yabancı medeniyetlerin eteğine yapışıyor. Hayat sahnemiz sıskadır, günümüz ruhları doyurucu değildir. Sebebi şu ki, bizim olmayan bir vücut, bizim olan bir ruhun yerine geçti ve bizim ruhumuzu, bize düşman bir vücut kemirdi. Kendimizi yine kendimizde aradığımız şu anda ruh dünyamızda bir Rönesans yapmak, devletimizin Anadolu’da kurulduğu günden bu yana kazanılmış en büyük zafer olacaktır(S.132).

HAYATİ TEK: Biz de bunun nasıl gerçekleşeceğini merak ediyoruz. Az önce “Rönesanslar ferdi dehaların eseridir” dediniz. Bu dehalara sahip miyiz? Ayrıca bu dehaların fikirlerini aksiyona geçirecek insanlarımız var mı? Bu tip insanlar ne gibi özellikler taşımalı?

 NURETTİN TOPÇU: Hareket adamının türlü görünüşleri vardır. O bazen vatanperver olur, bazen âlim, bazen sanatkârdır. Bazı kere devlet adamı vaziyetinde görünür. O her zaman ahlak adamıdır, kâmil insandır(S.158).

HAYATİ TEK: O kâmil insanların ahlakını nasıl kuracağız? Piyasadaki ahlak kitaplarıyla mı?

NURETTİN TOPÇU: Evet, kitaplardan her şeyi öğreniyoruz. Ancak, kitapların kendisinde birleştiği bir hakikati aramak, aklın daha üstün bir vazifesidir. Ahlak sistemlerinin, vazife ahlakının olsun, merhamet ahlakının olsun, aşk ahlakının olsun, hepsinin birleştikleri nokta, bizim yalnız varlığımıza, bize hâkim bir kuvvetin iştirakinin aranmasıdır(S.158).

HAYATİ TEK: Nedir o kuvvet?

NURETTİN TOPÇU: Bu kuvvet, yalnız kaldığı müddetçe anarşist rolünü yapan bizde kendi içinde kapanmış dar benliğimizi namütenahiye götüren kuvvettir(S.159).

HAYATİ TEK: Bir çeşit manevi dönüşümden mi bahsediyorsunuz?

NURETTİN TOPÇU: Ruhi hayatımızın zirvesi, dini tasavvurların dünyasıdır. İslam dininin, milletimizin kuruluşunda en büyük rolü oynadığını biliyoruz. Türk’ün Müslüman olması, maddi hayattan ruhi hayata geçiş diye vasıflandırılabilir. Böyle bir gidiş, insanın tabii ilerleyişidir. Gayesi ruha kavuşmak olan dini hareket, yalnız ibadetler halinde görülen disiplinli bazı hareketlere münhasır değildir. O müminin bütün hayatına yayılmıştır. Gerçek dindarın hareketi ibadet, sözü dua, bakışı rahmet, beraberliği kuvvettir. Bu hale ulaşabilme, duyulardan akla, akıldan kalbe ve ilhama yükselme sayesinde mümkün oluyor(S.133).

HAYATİ TEK: Günümüz şartlarına bakınca, sözünü ettiğiniz hamlenin başlaması pek de kolay görünmüyor…

NURETTİN TOPÇU: Bugün bizim işimiz güçleşmiştir. Yeni neslin bazı mütalaaları var; dindar nesil onu reddediyor ve bu mütalaaları sebebiyle yeni nesle dinin kapılarını sımsıkı kapatıyor. Düşünmüyorlar ki, biz hangi şekil ve kabul içinde dövüşürsek dövüşelim, zafer yine Allah’ındır.

O halde bir ıslah hareketi zaruridir ve bu ıslah hareketi ebedi olan dinin ruhunu her mevsime göre değişen şekiller ve renklerle muhafaza etmenin sırının bize öğretecektir(S.134).

HAYATİ TEK: Bu ıslah hareketinin kapsamı ve şekli nasıl olacak?

NURETTİN TOPÇU: Bugün yapılması gereken ıslahat, dinin ruhu demek olan tasavvufla ona uygun şekiller arayan şeriatın uzlaştırılması olmalıdır. Bu, ruhlar âleminde yapılacak bir müdahale olacaktır. Buna muvaffak olmak için şiddete, ithama, gayza, galeyana veda etmeliyiz. İbadetlerimizde kemiyetin bize, keyfiyetin Allah’a ait olduğunu bilerek sayı sayma heveslerini çocuklarımıza bırakalım(S.135).

HAYATİ TEK: Bu sözlerinizin günümüzdeki cari tasavvuf yaklaşımlarına pek de uygun olmadığı aşikâr… Konuyu biraz daha açar mısınız?

NURETTİN TOPÇU: Dualarımızda, dağın ardındaki sağırlara haykırmak değil de, bize bizden yakın olan Allah’a çevrilmek ve ona sığınmak lazım geldiğini unutmayalım. Allah’ı bırakıp halka yaranmak için haykıran mabet artistlerine haddini bildirelim.

Haccın, bir şehre gidip gelmek ve bir şehrin halkını sevindirmek olmadığını, ruhtaki beşaretle beraber bir İslam kongresi olduğunu anlamakta daha geç kalmayalım. Mübarek beldeye şuurumuz ve ideallerimizle koşmasını bilelim(S.135).

HAYATİ TEK: Bu çapta bir ıslahatı kimlerle başarmayı düşünüyorsunuz?

NURETTİN TOPÇU: Beşeri sefaletlerimizi tedaviye muktedir ruh doktorlarından meydana gelecek bir sınıfın yetiştirilmesi, bu davanın halline ulaştırabilir. Bu sınıfın gönülleri, matematikten metafiziğe, güzel sanatlardan iktisat ve siyasete kadar bütün zekâ ve irfan sahalarında ihtisas sahibi olmalarıdır. Bunları yetiştirecek okullara ve üniversiteler ihtiyacımız vardır. Bu müesseselerin yetiştireceği imanlı ve aydınlık gençlik, cemiyette sarsılan iman birliğini yeniden kuracaktır. Biz aynı zamanda Rönesans’ımızı da yapacağız. Bunu hazırlayacak üniversiteleri açacağız(S.135).

HAYATİ TEK: Zaten üniversitelerimiz var? Sizin düşlediğiniz nasıl bir üniversite?

NURETTİN TOPÇU: Kendi kabuğuna çekilmiş, tahsisat paylaşmakla meşgul, saray cüsseli üniversiteler değil, hukuk doktrini, dünya görüşü, millet anlayışı, sanat sistemi ortaya koyan, bir kelime ile milletimizin kültürünü yoğuran üniversiteler(S.135).

HAYATİ TEK: Sözünü ettiğiniz Rönesans’ın hayli zaman alacağı ve pek de kolay olmayacağı ortada. Hâlihazırdaki nesil bunun ancak altyapısını kurabilecek gibi görünüyor. Önce öğretici idealistler yetişecek; sonra da onların gayretiyle sözünü ettiğiniz hasletler milletin yükseltici gücü olacak…

NURETTİN TOPÇU: Vatanın atisi, ilimle faziletin yayıcısı olacak zümrenin, öğretmenlerin elinde bulunuyor. Kaybettiğimiz bütün değerleri bize yeniden kazandıracak olan onlardır. Bizim kurtuluşumuz ne kaba kuvvetin, ne ağır sanayinin ve Batı tekniğinin daima artan gücüne teslim olmanın eseri olacaktır. Teknikte ilerleyiş, planlı iktisat, demokrasi denemeleri, Anadolu’nun hayati gücünü harcamaktan başka bir şey yapmayacaktır(S.204).

HAYATİ TEK: Bu saydıklarınız çağımızın gerçeği değil mi? Nasıl milletimizin zararına işleyebilirler?

NURETTİN TOPÇU: Bunlar, her köşe başında birkaç milyoner yaratan ve halkın serbest seçim hevesini kullanma yolunda ruhundaki millet sevgisini eriten tedbirlerdir. Milli iradenin tam şuurlanıp dışındaki ağırlıkları atamadığı bir ülkede bunlar, binlerce sefil insanla particilik adına kardeşi kardeşe düşman olan bir cemiyet yaratır. Bizi düşündürecek, bizi kendi ruhumuza çevirecek ve ruhlarımızı da yükseltecek mürşitlere muhtacız(S.204).

HAYATİ TEK: Kimlerdir o mürşitler?

NURETTİN TOPÇU: Anadolu’nun beklenen kurtarıcısı silahsız, servetsiz, hem de partisiz ve garazsız, yalnız faziletle ilim havarisi olacak öğretmenlerdir. Öğretmenine teslim olmayan millet, esir millettir(S.204).

HAYATİ TEK: Buna bir itirazımız tabii ki olamaz. Peki, ortaya çıkan her idealist fikir, her idealist hareket başarıya ulaşmış mıdır ki, bu kadar emin konuşuyorsunuz?

NURETTİN TOPÇU: İdealizm, gerçek idealistin elinde, her zaman zafere ulaşır. Eğer onu yükseltecek kahraman tam bir idealist değilse, tehlike o zaman gözükür(S.206).

HAYATİ TEK: O halde gerçek idealist hangi özelliklere sahip olmalıdır?

NURETTİN TOPÇU: Evvela onun; vatanı aşk ile sevmesi lazımdır. Aynı zamanda gerçek idealistin hikmet sahibi olması şarttır. O, yürüdüğü yolda içgüdüsüyle değil, aklın bütüne çevrik ve tek taraflı hikmetine bağlanmalıdır. Aşkın çizdiği hikmet yolu, Pascal’ın sözüyle; “Kalbin ortaya koyduğu ve aklın asla bilemediği” sebeplerin çizdiği yoldur. Ondan başka bir türlüsü düşünülemez. O tek yoldur.

Hem de büyük idealist, cemaatin mesuliyetini yüklenmiş olandır. O, başına gelen felaketten korkmaz, kelle düşünmez; aklı fikri davadadır. İdealizmin en fazla tiksindiği şey, hesapçılıktır.

Büyük idealist fedakârlığı vecd ve ibadet haline getirmiş “hizmet ehli”dir. Dava uğrunda, hizmet sevgisinde servetini, şöhretini, evini, atisini, varlığını bile fedadan çekinmez(S.206).

HAYATİ TEK: İdealist, bunca fedakârlığı yaparken neye güvenir?

NURETTİN TOPÇU: Her büyük hareketi başarabileceğini düşünür. Onun cesareti, çok kere akıllara hayret vericidir ve hesapçı akıllar onu anlayamazlar.

Bugün bizim de dertlerimize çare getirecek olan, bu karakterleri ile harekete geçecek bir büyük idealizmdir(S.206).

HAYATİ TEK: Sözünü ettiğiniz idealin, Türk milletini yoğuracak olan ruhun ne gibi ayırt edici özellikleri vardır?

NURETTİN TOPÇU: Cemiyeti yoğuracak ruh, ne bir sihirbazın ruhudur, ne de Gordiyon’daki düğümün üzerine kılıcını indiren kahramanın ruhudur. O bir halaskarın zafer neşesiyle sarhoş ruhu olmadığı gibi, kara kaplı, kaba cüsseli kitapların üzerine eğilen bilgiçlerin ruhu da değildir. Taklit mayası onu yoğuramayacağı gibi, itham ve inkâr mayası da onu yoğuramaz.

Cemiyeti yoğuracak ruh, eski Asya’nın hikmetiyle Kur’an’daki ilhamı kendinde birleştirmiş, ilme hayran, Anadolu dervişinin ruhudur(S.217).

Bizi kurtaracak ruh bize Hira dağında bırakılan mukaddes mirastır. O ümitsizlikten uyuşmuş gönülleri bin şevk ile açacak. Mantıkla ilhamı yan yana yaşatacak. Kalp ile Kur’an’ı birleştirecek. Hayatın süreksiz ve kesiksiz bir ibadet aşkı olduğunu, hareketlerimizin bir iman ve heyecan yarışı olduğunu, asrın soluk benizli, ümitsiz ve inanmaya takatsiz çocuğuna öğretecek(S.218).

Bizi kurtaracak ruh, sonsuzluğun sevgisine susamış olan ruhtur. Sonsuzluğa, sonu olan varlıklara irca eden değil, fanileri sonsuzluğa yüceltendir. İlhamdan akla geçiren, ilhamı akla irca eden değil, aklı ilhama yükseltendir. Bir ilhamın huzurunda secdelere kapanarak bin ilham müjdesini elde edendir. Bizi fena içinde fanilikten kurtarıp bekaya kavuşturandır(S.219).

HAYATİ TEK: Nerede bulacağız o ruhu? Kimden bekleyeceğiz?

NURETTİN TOPÇU: Yeni nizamı hayatımızın her sahasına getirecek kuvvet, Anadolu’nun toprağından, İslam’ın nurundan, insanlığın beş bin yıllık hikmet ve ilminden ilham ve hayat alacak, Anadolu’da yeni bir kültür ve medeniyetin doğuşunu müjdeleyecektir(S.249).

HAYATİ TEK: Bu müjdeye nasıl ulaşılacak?

NURETTİN TOPÇU: Siz zafer arıyorsunuz değil mi(253)?

HAYATİ TEK: Zafer aramaktan ziyade, bu zafere nasıl ulaşılacağını anlamaya çalışıyoruz…

NURETTİN TOPÇU: Her şeyden vazgeçmelisiniz. Karı, kardeş ve akrabanızdan, ikbalinizden, istikbalinizden, servet ve şöhret heveslerinizden. Bu olmayan şeylerin hepsi size düşmandır. Bunların iğreti olduğunu bildiniz mi, ruhunuzu kendi kendine zulümden kurtardınız, demektir.

Zaferin ikinci şartı da sabretmektir. Sabrın erkânı üçtür: Sonu olmamak, yanıp yakılmamak, mükâfat ummamak. Buna da tahammülün yoksa yanıp kül olursun. Ruh sahibi olanlar böyle oldular: Eyüp Peygamber, Rabbinin verdiği bütün hastalıklardan bir kere şikâyet etmedi. Gandi düşmanı olan İngilizlere bile garazkârlık gütmedi, kendi katiline karşı zalim olmadı. Erzurumlu Hüseyin Avni (Ulaş) yirmi beş yıllık hüsranın içinde bir kere ye’se kapılmadı. Istırabı tattıkça seveceksiniz. Hâlbuki ruhun düşmanı olan saadete siz hemen teslim oluyorsunuz(S.253).

Zaferin üçüncü şartı af ve şükürdür. Şahsınıza yapılan zulümleri affediniz ki zalim olmayasınız. Elinizden kapanı affediniz ki hain olmayasınız. Yoksa dost, kardeş, akraba ve ortak olduğunuz halde hep bir birinize düşman olursunuz.

Hallac’a göre: “Ruh, nefis ve şehvet bağlarından sıyrıldı mı, insan Allah’a yaklaşır ve kendisinden insanın doğduğu ilahi ruh o adama girer. Ondan sonra o adamın her hareketi Allah’ın hareketidir ve onun her emri Allah’ın emridir.”

Beşerin sefil ihtirasları ile meydana getirilen hareketlerin kâbusundan ilahi iradenin saltanatına doğru yol aramak: İşte bizim için asıl zafer budur(S.254).

KAYNAK: Nurettin Topçu; Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1978.