İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SULTAN GALİYEV: “TURAN’IN BÖLÜNMÜŞ PARÇALARI, YENİDEN BÜTÜNLEŞME KONUSUNU GÜNDEME GETİRECEK; DAHA GÜÇLÜ, KUDRETLİ VE DÜZENLİ BİR DEVLET KURACAKLARDIR.”

HAYATİ TEK: Üstadım, siz, 20. Yüzyıl dünya tarihinde önemli bir yeri bulunan 1917 Bolşevik İhtilalinin, Lenin, Stalin ve Troçki ile birlikte önde gelen dört isminden birisiniz. Her ne kadar ihtilal sonraki süreçte merkez kadrodaki diğer isimlerle ters düştüğünüz noktalar bulunsa da özellikle komünizmin Doğu’ya yayılması konusunda Müslümanların önemine her fırsatta dikkat çektiniz. Özellikle Rusya içerisindeki Müslümanların dinden uzaklaştırılmasına yönelik yoğun öneriler getirdiniz. Buna rağmen Panislamistlik, Pantürkistlik ile suçlandınız. Elbette sizinle sosyalizmin temel prensipleri başta olmak üzere temel meseleleri konuşmak isterdik, ancak konuyu bir röportaj hacminde her yönüyle ele almamız mümkün görünmüyor. Bu nedenle sizinle özellikle taraftarı olduğunuz Turan fikri, Müslüman halkların dinden uzaklaştırılması ve Türkiye konularında söyleşmekle yetinmek durumundayız.

Bu kapsamda sormak istiyoruz; Müslümanların dinden uzaklaştırılması hatta ateist olması hakkında ne gibi çalışmalar yürüttünüz? Neden?

SULTAN GALİYEV: Hiç kuşku yoktur ki, biz komünistler için dine karşı propaganda, sadece Rusya Müslümanları arasında değil, sınırların ötesinde de tartışma götürmeyecek biçimde gereklidir. Bizim için bütün dinler aynıdır. Bu noktada sorun basittir ve hiçbir analizi gerektirmez. Zorluklar, istenen sonuca alabildiğince çabuk ve az eziyetli varabilmek için izlenecek olan yolun seçiminde ortaya çıkmaktadır(1).

HAYATİ TEK: Nasıl?

SULTAN GALİYEV – Bir düşmanı tanımadan onu yenebilmeyi ummak yersizdir. Ne olursa olsun, bir gece karşı uluorta savaşa girişmek, yenilgi olmasa bile bir başarısızlığı öncelikle kabullenmek anlamını taşır. Dolayısıyla Müslümanlar arasında dine karşı propagandanın yöntemlerine geçmeden önce İslam dininin ne olduğunu tanımlamak gerekmektedir.

Çok çeşitli nedenlerin bizi, Müslümanlara özel dine karşı propaganda yöntemleri uygulamaya zorladığını gördük. Aynı zamanda bu çeşitli nedenler, çeşitli Müslüman halklar için değişik yöntemler de gerektirmekte(2).

HAYATİ TEK: Ne gibi yöntemler?

SULTAN GALİYEV: İslam’ın durumunu belirleyen temel öge gençliğidir. Dünyanın tüm “büyük dinleri” içinde İslam, en genç, dolayısıyla en sağlam ve etkinlik yönünden en güçlü olanıdır. Bütün ciddi Avrupalı İslam bilimciler bu gerçeği kabul etmişlerdir. Toplumsal ve siyasal ögeleri en iyi koruyan İslam olmuştur. Öteki dinler genellikle töresel ve dinsel ögelere dayanmaktadırlar. İslam hukuku olan “şeriat” bir yasa kitabı ve yasalar ölçüsüdür. İnananların dünya üzerindeki tüm davranışlarını yönetir. “Şeriat”ın içinde tapınma şekilleri, çalışma, toplum, aile ve gündelik yaşamla ilgili tüm davranışlar en ince ayrıntılarına kadar düzenlenmiştir. Dinsel buyrukların çoğu olumludur.

Eğitimde Hz. Muhammed’in “Hadisi”, “Beşikten mezara kadar bilimi arayın”dır. Ticaret ve çalışma zorunluluğuna yer verilir. Ailelerin erginlik çağına kadar çocuklarını eğitme sorumlulukları getirilmiştir. Medeni evlenme kurumu vardır. Toprak, su ve ormanlar üzerinde özel mülkiyetin bulunmayışı, kör insanların kınanışı, büyücülük, talih oyunları, lüks tüketim, israf, değerli mücevher, altın ve ipeğin, alkollü içki kullanma ve insan eti yemenin yasak edilişi (son nokta özellikle Afrika için geçerli) İslam’ın özellikleridir. Ayrıntılı ve ilerici bir vergi sistemi, bu vergilerin nakit ya da mal karşılığı ödenmesi (zekât, fitre vb.) gibi konularda getirilmiş olan katı hükümler, dinin olumlu yönlerini yeteri kadar açığa çıkarmaktadır.

İslam’ın aile ve miras konusunda ortaya koyduğu hukuk da olumlu ilkeler taşımaktadır, çünkü doğduğu anda ve daha sonra da bu hukuk, putperest Araplar arasında hüküm süren anarşik durumu düzene sokmasını bilmiştir. Örneğin, İslam bilimciler Hz. Muhammed’in “çok kadınla evlenme” konusundaki Hadislerin bu olayı sınırlama amacını taşıdığını ileri sürmektedirler.

Toplumsal ve siyasal motifler taşıyan bir din olarak İslam, inananların ruhlarına öteki dinlerden daha fazla ve daha derin nüfuz etmektedir. Dolayısıyla ona karşı savaşmak çok daha zor, çok daha naziktir. Bunun en iyi kanıtı Müslüman din adamlarının kişisel durumlarıdır. Bu kişilerin durumu öteki dinlerin temsilcilerininkinden çok daha sağlamdır(3).

HAYATİ TEK: Nasıl bir farktan söz ediyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Örnek olarak, Rusya’da Müslüman din adamlarını ele alalım. Ruslarda 10-12.000 kişiye bir düşerken, Müslümanlarda, 700 ya da 1000 kişiye bir cami düşer. Ve her cami üç din adamı –“molla”, yardımcısı ve bir “müezzin”- barındırır.

Müslüman din adamları sınıfının gücü, aynı zamanda bu sınıfın Müslüman toplumu karşısındaki toplumsal ve siyasal durumuyla da açıklanabilir(4).

HAYATİ TEK: Nasıl?

SULTAN GALİYEV: Bir “Molla” aynı zamanda din adamı, (dinsel görevleri yerine getirmekle yükümlü), eğitimci (her “molla”nın kendi camiinin yanında ‘mektep’ ya da ‘medrese’si vardır, yönetici (miras konusu düzene sokmak, medeni durumda meydana gelen değişiklikleri kayda geçirmek de onun işidir), yargıç (evlilik, boşanma, miras işleri) ve hatta bazen hâkim bile olabilir.

Ayrıca, İslam din adamları sınıfı seçimle işbaşına gelmektedir. Bu durum onu daha üstün ve örneğin Rus din adamları sınıfına oranla daha sağlam bir duruma sokmaktadır. Yüksek yöneticiler tarafından atanan Rus din adamı, kuşkusuz “mahallesinde” faaliyet gösteren bir Tatar “Molla” ya da Özbek “ulema”sından çok daha az otorite sahibidir. Bu sonuncu kişiler “halkın hizmetkârları” sayılmakta, onun istekleriyle daha yakından ilgilenmektedirler. Daha demokratik ve halka daha yakındırlar. Büyük prestij sahibidirler. Etkileri Ortodoks papazının Rus “mujikleri” üzerindeki etkisinden çok daha fazladır(5).

HAYATİ TEK: Bunca güçlü yönünü saydığınız İslam’ı seçen Müslümanların dinden uzaklaşmasının önünde gördüğünüz diğer unsurlar nelerdir?

SULTAN GALİYEV: Müslümanlar arasında dine karşı propagandasını güçlendiren ikinci öge, son yüzyıllar içinde tüm Müslüman halkların içinde bulundukları toplumsal ve ekonomik durumdur. Arap kültürünün ve Türk-Tatar kültürünün gerileyişi…(6)

HAYATİ TEK: Nasıl bir gerileyiş bu?

SULTAN GALİYEV: Arapların İspanya’dan, Türk-Tatarların güneybatı Avrupa’dan çıkarılmaları, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslüman topraklarının Avrupalıların eline geçmişi, Rusların Tatarlar, Başkırdlar, Kafkas dağlıları ve Orta Asya Türk Devletleri üzerinde egemenlik kurmaları(7)

HAYATİ TEK: Anladım. Peki bu gerileyiş nasıl bir sonuç doğurdu?

SULTAN GALİYEV: Sonuç olarak dünya üzerinde yaşayan 300 milyon Müslüman’ın siyasal ve ekonomik açıdan teslim olmasıyla sonuçlanmıştır.

Son yüzyıl içinde Müslüman dünyanın tümü, Batı Avrupa emperyalizmi tarafından sömürüldü ve onun ekonomisine maddi dayanak oldu. Bu olay Müslümanların dinlerini derinden etkiledi. Batı emperyalizmi başlangıçta “Haçlı seferleri” biçiminde yayıldı, daha sonra ekonomik fetihlere dönüştü. Ama Müslümanların büyük çoğunluğu, bu savaşı her çağda bir siyasi çekişme olarak gördü, yeni İslam’a yöneltilmiş bir mücadele biçiminde. Zaten tersi olanaksızdı, çünkü Müslümanların gözünde İslam dünyası, ulus ve kabile ayrımı olmayan bir bütündür.

İşte bu nedenle İslam, pek çok Müslümanın gözünde ezilmiş ve savunmaya terkedilmiş bir din olarak kabul edilmektedir. Bir başka deyimle İslam’ın tarihsel gelişimi, çeşitli inanan gruplar arasında dayanışma duygusunu pekiştirmekte ve çekiciliği artmaktadır. Bu koşullar İslam dinine karşı bir kampanyanın zorluklarını doğurmaktadır(8).

HAYATİ TEK: Söz konusu olumsuzlukların Rusya’dan kaynaklanan yönleri de yok mu?

SULTAN GALİYEV: Rusya’da bu iş daha da ağırdır; çünkü Müslümanlar arasında dine karşı propagandayı yürütürken bizler, “İslam’ın son düşmanları”ı olan ve bu “mücadele” için milyonlarca para harcayan Rus misyonerlerine benzetilmek tehlikesi içine girmekteyiz… Bu hırslı gericilerin, Rusya’nın tüm Müslüman yörelerine koşuşarak, çürümüş misyoner kafalarının pis kokularını yaymalarının üzerinden henüz fazla bir zaman geçmiş değildir. Daha düne kadar bu topraklar, Müslümanlığa karşı savaşmak üzere “uzmanlar” yetiştirmek amacıyla kurulmuş yoğun bir “eğitim kuruluşu”, seminer ve dinsel akademi ağıyla örülmüş bulunuyordu. Dikkatsizce düzenlenmiş bir dine karşı propaganda, Müslümanların kafalarında bu yakın geçmişin kötü anılarını uyandırabilir ve çok olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Bir de, dine karşı propagandanın zorluklarını ele alırken çok önemli bir ögeyi gözden uzak tutmamak gerekir: Müslümanların tümünün kültürel gerilikleri(9).

HAYATİ TEK: Bu nokta biraz tuhaf değil mi? Bir yandan Müslümanları dinsizleştirmek zor, bir yandan da Müslümanlar kültürel açıdan geri durumdalar… Bunu biraz açar mısınız?

SULTAN GALİYEV: Bu konunun üzerinde fazla durmayacağım, çünkü kültürel gerilikle yobazlık arasındaki ilişkiye kimsenin itirazı yoktur. Bunlar ayrılmayacak biçimde birbirine bağlı, birbirini tamamlayan ve devamlı olarak güçlendiren iki olgudur.

Görüldüğü gibi, bir yandan ortaya çıkış tarihine bağlı olarak taşıdığı büyük canlılık, öbür yandan ezilmiş ve baskıdan henüz pek kurtulamamış (Rusya Müslümanları) olan Müslüman halkın psikolojik durumu dolayısıyla, İslam’ın özel konumu, dine karşı propagandada yeni yaklaşımlar ve yeni yöntemler gerektirmektedir(10).

HAYATİ TEK: Nedir o yeni yaklaşım ve yöntemler?

SULTAN GALİYEV: Her şeyden önce bu soruna dikkatle ve pratik olarak yaklaşmalıdır. Tüm bürokratik davranışlar, tüm saldırganlıklar geride bırakılmalıdır. Sorun dine karşı savaş değil, dine karşı propagandadır… Düşmanlarımızın bize saldırmak için kullandıkları silahları son olarak ellerinden almalıyız. Yüksek sesle ilan etmeliyiz ki, biz hiçbir dinle savaş etmiyoruz… Biz sadece dinsizlik olan görüşümüzü yaymak istiyoruz, bu da en doğal hakkımızdır. Sadece bu yaklaşım bizleri gerici Rus misyonerleriyle karıştırılmaktan kurtarabilir. Müslümanlara anlatmalıyız ki, dine karşı propagandasına girişirken Pobedonoscev’lerin ve Liminski’lerin çalışmalarına bıraktıkları yerden devam ediyor değiliz, biz Müslümanların içinden çıkmış aydınlarız, aynı işi yapıyoruz o kadar…

Saflarımızdan son olarak eski misyonerleri, girmişlerse kovmalıyız ve dine karşı propagandanın örgütlenmesi işini Müslüman komünistlere bırakmalıyız. Böyle bir çalışmanın içinde zararlı kişilere ve özellikle şarlatanlara hiç yer yoktur. Onlar sadece bizi Müslüman halkın gözünden düşürmeye yararlar.

Üçüncü olarak, dine karşı propaganda büyük ustalık ve pratik bir biçimde yürütülmeyi gerektirmektedir. Sadece broşürler ve iddialı başlıklar taşıyan küçük makaleler yayınlamak (bunları kimse okumaz) ya da konferanslar düzenlemek yeterli değildir. Kışkırtıyı gündelik yaşamın içine sokmalıyız. Bir başka deyimle sözün yerini eylem almalıdır. Üzerinde çalışan insan dine karşı propagandaya teslim olmaya hazırlandığın fark etmemelidir… Aksi halde daha başlangıçta ürkerek bizden uzaklaşacaktır. Bu yüzden bir Müslüman köyünde ya da Müslüman emekçiler arasında Müslüman dininin gereklerine aldırmayan gerçek bir komünistin bulunuşu, sayısız konferanstan, en parlak ve en etkili konuşmacıların nutuklarından çok daha faydalıdır. Müslümanlar yanı başlarında gerçek dinsizlerin yaşamalarına alışmalıdırlar. Onlar dinin varlığını hiçe sayan bir kişiyi yakından görmeli, onun olumsuz değil, olumlu bir varlık olarak bilmelidir. Dinsizin, insan kılığında bir şeytan olmadığını anlamalıdır. Çünkü çoğu kez onu böyle gösteriyorlar(11).

Dinsizin kendileri gibi, ama daha olumlu, daha kültürlü, daha sağlam ve daha enerjik bir insan olduğunu öğrenmelidirler. Bütün bunları sağlarsanız ideolojik savaşı kazanacağınızdan emin olabilirsiniz. Önemli olan ilk adımdı, öteki adımlar kolay atılacaktır(12).

HAYATİ TEK: Bu yöntemin sonuç vereceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Müslüman yörelerde dine karşı propagandanın bugün uygulanan biçimi önerilerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır(13).

HAYATİ TEK: Nasıl? Örnek verir misiniz?

SULTAN GALİYEV: Beceriksiz bir tahrikçi bir köye gelir, iğrenç, karanlık, karışık ve uzun saçlı; belinde tabanca ve kılıç taşıyan korkunç görünüşlü bir Tatardır bu… “Allah’a ve peygambere” küfür etmekle işe başlar, Kur’an’ı ya da Müslümanlar tarafından kutsal sayılan bir başka kitabı ayağı altına alıp çiğneyerek sözde “korkunç” tanrıtanımazlığını gösterir. “Görüyorsunuz… Kur’an’ı çiğniyorum, hiçbir şey olmuyor. Demek ki bu kitap kutsal değildir, öyle ise Allah yok, vs.” der. Bu sözde tahrikçinin çıkışları halk üzerinde en kötü etkileri yaratır(14).

HAYATİ TEK: Bu yöntemin zararıyla ilgili somut örnekler yaşandı mı?

SULTAN GALİYEV: Bir Tatar köyünde, böyle bir “konuşmacı” hakkında köylüler bana: “Onu yakalayarak oracıkta öldürmek istemiştik…” dediler. Ancak köylüler daha sonra, bir “Bolşevik” öldürdüklerinden ceza olarak asker gönderilmesinden korktukları için bu işten vazgeçtiklerini eklediler.

Buna karşılık, her türlü kurnazlıktan uzak bir mizah ve içten bir neşeyle, köylerinden geçen bir Rus Bolşeviğinin “papazlar” ve “mollalar” hakkında anlattığı eğlenceli hikayelerden söz açtılar. “Güleç ve basit bir adamdı, bizi güldürdü ve Rus “papazlarının” halkı nasıl aldattıklarını anlattı. Biz de, “mollalar” da buna benzer madrabazlıklar yapıyorlar diye düşündü…” dediler. İşte yaşamın gerçekleri bunlardır ve biz bunları yadsıyamayız. Bir başka olaya daha tanık oldum(15)

HAYATİ TEK: Onu da anlatır mısınız?

SULTAN GALİYEV: Bir Başkırd köyündeki kurban bayramında (her inanan Müslümanın camiye gitmesi gereken günde) köyün gençleri, köyde yaşayan tek komünist Başkırd’ın çevresinde toplanmışlar ve onun kahvesinde oturarak camiye gitmemişlerdi.

Bununla birlikte, eylem yoluyla yürütülecek propaganda sırasında “konuşma”ları da bir kenara bırakmamak gerekir. “Konuşma” ihmal edilmemelidir, ama bu yöntem sadece önceden hazırlanmış bir ortamda geçerlidir. Örneğin, neden din hakkında kentlerde Müslüman işçilerin yararını genel bir halka açık tartışmalar düzenlenmesinde bunlar daha sonra yavaş yavaş kırsal alana kaydırılmasın? Bütün bunlar sadece “ağız” propagandasıyla değil, aynı zamanda dine karşı yayınlarla da ilgilidir.

Ama hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Müslümanlar arasında dine karşı propagandanın en güç yanı bu kişilerin kültürel geriliğinden, siyasal ve ahlaksal katılıklarından kaynaklanmaktadır. Rus Çarlarının yüzyıllarca süren baskıları üzerinde derin izler bırakmıştır. Buna bir örnek olarak, özerk cumhuriyetlerin kuruluşundan sonra Müslümanların kendi cumhuriyetlerinin yönetimine ender olarak katıldıklarını anımsayalım(16).

Müslümanları özgürlüklerine kavuşturmadıkça ve onları sadece kağıt üzerinde değil, gerçekten özgür ve eşit Sovyet yurttaşları haline getirmedikçe, hiçbir dine karşı propaganda istenen sonuçlara ulaşamayacaktır(17).

HAYATİ TEK: Bunun yolu nereden geçiyor size göre?

SULTAN GALİYEV: Her şeyden önce genel eğitimi, her biçimde ve her aşamada yeniden düzenlememiz zorunludur. Müslümanları mümkün olan her yerde devletin ekonomik, idari ve siyasal organlarının içine çekmeliyiz. Partinin çalışmalarını güçlendirmeliyiz. Başarılı olmak istiyorsak bütün bunlar son derecede önemlidir.

Sonuç olarak, dine karşı propagandanın etnik gruplara göre, Rusya Müslümanları arasında bazı farklılıklar taşıması gerektiği konusunda da birçok sözcük ekleyelim. Bu gereklilik, Rusya’nın çeşitli Müslüman halkları arasında hüküm süren büyük ekonomik, toplumsal ve kültürel ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Dine karşı propagandanın yukarıda belirtilen genel ilkeleri sadece sorunun bütününü ilgilendirir. Ancak değişik etnik gruplarla ilişki kurulduğu zaman propagandanın “kişiselleştirilmesi” ve ayrıntılara yöneltilmesi gerekmektedir. Bu da aynı halkları birbirinden ayıran gelenek ve kültür farkları anlaşılmadan mümkün değildir(18).

HAYATİ TEK: Bu çerçevede Tatarlar arasında nasıl bir dinsizlik propagandası tekniği uygulanmalı?

SULTAN GALİYEV: Bazı özel nedenler Tatarlar arasında çalışmayı güçleştirir ve dine karşı propagandayı olumsuz yönde etkiler, bazılarının etkisi olumludur(19).

HAYATİ TEK: Sözünü ettiğiniz olumsuzluklar nelerdir?

SULTAN GALİYEV: Müslüman din adamları sınıfının sağlamlığı… Tatar din adamları sınıfı (Volga, Ural, Uç Rusya ve Sibirya), örneğin Kırgızistan ve Türkistan din adamları sınıflarına oranla daha iyi örgütlenmişlerdir. Bu sağlamlık onların Rus misyonerlerine karşı savaşta hep ön safta oluşlarına bağlıdır. Bu durum kendilerine sınırsız bir deney ve son yıllarda kişisel ve örgütsel planda derin iç yapı değişikliği sağlamıştır.

Tatar din adamları sınıfında “kişisel” ya da “îç yapı” değişikliğinin nedeni, Türkiye’de Jöntürk aydın sınıfının başardığı 1908 devriminin üzerinde yarattığı siyasi baskıdır. Bu olayın niteliğini ve anlamını daha sonra açıklayacağız. Örgütsel reform Şubat Devrimi’nden sonra gerçekleşmiştir. Müslüman din adamları sınıfı, bu tarihten sonra çeşitli kongreler, toplantı ve konferanslarla örgütsel içyapılarını düzelttiler ve onu daha sağlam, daha canlı, daha sürekli, daha esnek ve daha demokratik bir hale getirdiler. Örgütün başına yeni ir İç Rusya ve Sibiryalı Dinsel Yönetimi geçirdiler(20).

HAYATİ TEK: Tatarların İslam’a bağlılıklarının başkaca sebepleri var mı size göre?

SULTAN GALİYEV: İç psikolojik tepki… Bu tepki çeşitli Rus misyoner örgütlerini ve “Rus Halkının Birliği” militanlarının propagandaları yüzünden ortaya çıkmıştır. Bu “propaganda”nın Müslümanların direnişleriyle karşılaşması ve dinsel tutuculuklarını güçlendirmesi doğaldır. Bu konuda Tatarların, III. Aleksandr zamanında uygulanan dinsel baskılar çağında, yığınlar halinde Türkiye’ye göç edişleri anımsanabilir. Söz konusu “birliklerin” açtıkları derin izler henüz silinmemiştir, silinmesi için yüzyıllar geçmesi gerekir(21).

HAYATİ TEK: Tatarların dinsizlik propagandasına müsait gördüğünüz zaaf noktaları var mı peki?

SULTAN GALİYEV: Tatar yığınlarının proleterleştirilmesi… Bu yığın genel olarak Rusya’nın öteki Müslüman topluluklarına oranla daha gelişmiş durumdadır. Toprakların azlığı, kötü üretim, sürekli açlık, yerli endüstrinin çelimsizliği bu proleterleşmeyi kolaylaştırmakta, Tatar işçilerini Rusya’nın öteki endüstri bölgelerine göç etmeye zorlamaktadır.

Yakın bir zamanda sadece Kriovj-Rog-Donetz kömür havzasında Tatar işçilerinin sayıları 100.000’e ulaşmıştı. Ayrıca onbinlerce tatar işçisi Bakü ve Grozni petrol bölgelerinde çalışmaktaydı. Öbürleri de yığınlar halinde Ural fabrikalarında ve Sibirya’nın altın madenlerinde çalışıyorlardı. Belaja, Aşağı Kama ve Volga nehirlerinin doklarında çalışan işçilerin yarıdan fazlası Tatardı. Tatarlara, Murmansk ve demiryolu inşaatında çalıştıkları Amur üzerinde bile rastlanıyordu. Gereksinmeler onları Rusya’nın bir köşesinden ötekine atıyor, bir maden ocağından öbürüne sürüklüyor ve yavaş yavaş ruhlarını dinsizliğin tohumlarını ekiyordu. Açlık onları çalışmaya zorladığı zaman Allah’ı düşünecek zamanları olmuyordu. “Vatanından” koparılmış, serseri bir yaşam sürdürmeye itilmiş, Rus arkadaşlarını örnek alan Tatar işçisi, kendisini ataerkil yaşama biçimine bağlayan tüm bağları koparıp atıyor ve bu yoldan dinsel fanatizmin temellerini yıkıyordu.

Rusya çevresinde yaşayan öteki Müslüman halklara oranla daha üstün bir kültür düzeyi: Devrimden önceki onbeş ya da yirmi yıl, Volga Tatarlarının yeniden doğuş dönemi olarak ele alınabilir. 1905 Rus Devrimi, İran ve Jöntürk demokratlarının başlattıkları devrimler bu uyanışı geniş çapta destekleyen olgulardır. O andan sonra Tatarların kültürel merkezleri sayılan, ama aslında kültürel karanlığın ve dinsel yobazlığın yuvaları olmaktan başka nitelik taşımayan Türkistan ve Buhara, yerlerini İstanbul, Beyrut ve Kahire’ye bırakıyorlardı. Bu kentlerin üniversitelerinde okuyan ve diploma alan öğrenciler, Rusya’ya döndüklerinde yeni fikirler, kültür ve gelişmeyi sağlayacak ögeler getiriyorlardı. Beş milyon insanıyla derin bir uykuya dalan ve Tatar yazarı Ayaz İshaki’nin deyimiyle “yozlaşmış” görünen Tatar halkı yavaş yavaş uyanıyordu. “Kadimist”lerle (gelenekçi)  “Cedid”çiler (yenilikçiler) arasında bir savaş başlıyordu(22).

HAYATİ TEK: Bu savaşı biraz açar mısınız?

SULTAN GALİYEV: Müslüman din okullarında (Mektepler ve medreseler) reform yapılıyor ve laik dersler getiriliyordu. 1906’da Kazan’da ilk Tatarca tiyatro gösterisi yapıldı ve gerici din adamları yobaz halk yığınlarıyla birlikte ayağa kalktı. Estirilen protesto fırtınası uzun süre dinmedi. 1905 Devrimi’nden sonra ilk Tatarca gazeteler ortaya çıkmıştı. Kısa sürede Kazan, Astragan, Orenburg ve Ufa gibi büyük Tatar merkezlerinde, hatta daha sonra Moskova’da büyük sayıda Tatarca gazete ve dergi yayınlandı.

Tatar edebiyatı da kendini göstermekte gecikmedi ve Kazan’da birçok büyük Tatar basımevli kuruldu. Kadın hakları konusu da gündeme geldi. Yenilikçiler çarşafın kaldırılmasını istiyorlardı. Din adamları ve “kadimistler” bu yeniliklere karşı çıkıyorlardı. Yenilikçiler lanetlendi ve bazı bölgelerde onlar tarafından açılmış olan okullar kapatıldı. Laik konularla ilgili Tatarca okul kitapları yakıldı ve eğitimciler linç edildi vb… Ama bütün bunlar hiçbir işe yaramadı. Zafer yine yenilikçilerde kaldı. Sonuçta bir Tatar edebiyatı, bir Tatar tiyatrosu ve ulusal bir Tatar okulu doğdu. Tatar kadınları çarşaflarını attılar. Din adamları sınıfı, bu konuya büyük yer veren mizah dergileri tarafından (Cukreş, Yasin, Kormak) acımasızca eleştirildiler.

Kadimistlerle Cedidistler arasındaki mücadele din adamları sınıfına da yayılmıştı. Tüm tutucular, geri ve yobaz kafalılar “kadimist”lerin çevresinde toplanıyor, tüm ilericiler, sağlıklı kafa taşıyanlar ve devrimci olanlar “cedid”lerin çevresinde bir araya geliyorlardı(23).

HAYATİ TEK: Bunlar arasında ilk bakışta dikkat çeken kimler vardı?

SULTAN GALİYEV: Bunların arasında Musa Bigiev, Abdullah Bobi ve Ziya Kemli gibi reformatörler göze çarpıyordu. Musa Bigiev, İslam hukukuyla ilgili konularda risaleler kaleme aldı, bu metinlerde “ulema”nın arkaik durumuna saldırdı. “Rahmet-i ilahiyye” adını taşıyan eserinde, Musa Bigiev, yüzyıllardan beri yerleşmiş ve cennetin sadece Müslümanlara ait olduğu yolundaki görüşü eleştiriyor ve Kur’an’ın bazı “surelerine” dayanarak cennetin sadece Müslümanlara değil, layık olan “kâfirlere” de açık olduğunu belirtiyordu. Kâfirlerin kişiliğinde “kötülük”ten başka şey görmeyen bir Müslüman için, bu düşünceler gerçek bir devrim sayılabilirdi. M. Bigiev, bir başka eserinde de “oruç” farizasının yerine getirilmemesinin mümkün olabileceğini ileri sürüyordu. Bu da aynı şekilde bir fırtına yarattı. Çünkü o zamana kadar halkın üzerinde çok güçlü etkileri devam eden bağnaz din adamları sınıfı, böyle bir olanağı devamlı reddetmişti.

Ziya Kemali ve Abdullah Bobi, Müslüman yüksek ve orta eğitim kuruluşları olan “medreselerin” yeniden düzenlenmesi için mücadele veren öncü kişilerdi. Yüksek Müslüman okulları meydana getirmişlerdi. Buralarda “şeriat hukuku” derslerinin yanında, matematik, tarih, coğrafya, doğa bilimleri, sosyal bilimler gibi “çağdaş” dersler okutuluyordu. Onlardan önce din okullarına bu tür dersler sokmak gerçek bir ihanet sayılırdı(24).

HAYATİ TEK: Bu tip çalışmalar yapan din adamlarından başka kimleri sayabilirsiniz?

SULTAN GALİYEV: Bir “Molla”, Gafuri adında biri, “İsabet” adını verdiği bir broşürde Hz. Muhammed’in peygamberliğini bile söz konusu ediyordu. Bu broşürün yazarı daha sonra İslam dünyasına katıldı, ama eseri Tatarların bilincinde derin izler bıraktı.

Tatar din adamları sınıfının tutucu kesimi, Tatar toplumunu bu “Genç Müslümanlardan” korumak istiyordu. Başlangıçta sözle harekete geçmişlerdi, sonradan bu aracın etkisizliğini görerek iğrenç bir şekilde Çarlık polisini kullandılar. Yenilikçileri “İslam birlikçisi” vb. şeklinde ihbar ediyorlardı. Ne var ki, bütün bunlar da işe yaramadı. Daha Ekim Devrimi’nden önce gerici ve bağnaz din adamları sınıfının siyasal gücü sıfıra inmiş ve yerine Tatarların dinsel tutuculuklarını önleyen yeni bir din adamları sınıfı geçmişti(25).

HAYATİ TEK: Sosyalist devrimin Tatarların dini tutumu üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

SULTAN GALİYEV: Sosyalist devrim Tatarlar arasında dine karşı savaşı güçlendirdi ve kadrolarını genişletti. Bu savaş sırasında pek çok eski “devrimci” direnişçiler saflarında yer alıyordu. Devrim, aynı şekilde Tatar din adamları sınıfının arasında ikilik yarattı. Birbirine düşman iki kamp meydana gelmişti. Bir yanda Sovyet iktidarı yanlısı “kızıl mollalar”, öbür yanda Kolçak ve Kurucu Meclis yanlısı “beyaz mollalar”… İkinciler görüşte Sovyet iktidarını kabulleniyorlar, ama gerçekte el altından bize karşı çalışıyorlardı. Belirtmek gerekir ki, gerici “mollalar” her tarafta Rus karşı-devrimci din çevreleriyle ilişki kurmuşlar ve böylece “komünist mollalara” karşı birleşik bir cephe oluşturmuşlardı. Bir örnek olarak, 1920 ilkbaharında Menzelinsk, Belebej ve Bugulma kantonlarında meydana gelen köylü ayaklanması öne sürülebilir. Olaylar sırasında isyancılar sadece komünistleri değil, aynı zamanda Tatar eğitmenleri ve “Cedid Mollaları” da kurşunlamışlardı.

Bu görüşlerimizi tamamlamak için şunu belirtelim ki, Tatarlar arasında ortam bir dine karşı propaganda için yeteri kadar hazırdı ve böyle bir çalışma ürün verebilir. Olumlu ögeler olumsuz ögelerden daha fazladır(26).

HAYATİ TEK: Başkırdların din konusundaki tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Başkırdistan’ın durumu biraz değişiktir. Burada dinsel tutuculuk daha azdır, ama aynı zamanda eski animist dinden kalma kör inanların izleri daha derindir. Başkırdlarda yobazlığın zayıf oluşu birkaç yönden açıklanabilir. Öncelikle Başkırdlar henüz göçebelikten çıkmamışlardır. Kabile yaşamının bazı ögelerini korumaya devam etmektedirler. Kırgız, Türkmen ve Bedevi Arap örnekleri göstermektedir ki, göçebelik hiçbir zaman dinsel tutuculuk için uygun bir ortam yaratmamıştır. Doğulu olsun Batılı olsun, tüm gözlemciler bu gerçeğe işaret etmişlerdir(27).

HAYATİ TEK: Bunun gerekçelerinden kısaca bahseder misiniz?

SULTAN GALİYEV: Bunu anlamak kolaydır. Göçebelik insanı doğayla yüz yüze getirmekte, onunla devamlı savaşmak zorunda bırakmaktadır. Bu savaş insana dini düşünmek için fazla bir zaman tanımaz. Tabii tapınmak için de zaman bulunamaz. Bilindiği gibi, bütün büyük dinler kentlerde doğmuş, kırsal alana ve çile daha sonra yayılmıştır(28).

HAYATİ TEK: Başkırdlara yönelik dinsizlik propagandasını olumlu kılan başka ne gibi faktörler vardır?

SULTAN GALİYEV: Başkırdlar İslam’ı doğrudan doğruya Araplardan ya da İranlılardan almamışlar, İslam’dan önce de kültürel etkilerini duydukları ve aramalarında erimeye başladıkları Tatarlardan öğrenmişlerdir. Onlar için Tatar “Molla” İslam’ın öncüsüdür. Kolaylıkla anlaşılmaktadır ki, bu koşullar altında Başkırdlar için İslam, yapay şekilde kabul ettirilmiş yabancı bir dindir. Bir de anımsamak gerekir ki, Tatarlar ve Başkırdlar arasında sınıfsal ve ırksal kökenli bir uyuşmazlık vardır(29).

HAYATİ TEK: Sözünü ettiğiniz uyuşmazlığın kaynağı nedir?

SULTAN GALİYEV: Bu tümüyle ekonomiktir. Daha gelişmiş olan Tatarlar Başkırdları ezmişlerdir. Tatar “Mollasının” Başkırd avulları üzerindeki etkisi sınırlıdır. Tatarlar ve Başkırdlar arasında ilk ciddi sürtüşme patlak verdiği sıra (Şubat Devrimi’nden sonra, özellikle Başkırdlar Tatarlara karşı özerklik istedikleri ve Tatarların da buna karşı çıktıkları günlerde) Tatar “molla”sı tüm gücünü ve kellesini birlikte yitirdi. Başkırd köylerinde “molla” ve Tatar eğitmen kıyımın bir ara gemi azıya aldığı bilinmektedir. Ayrıca, Başkırdların kör insanlara bağlılıkları kültürel geriliklerinden kaynaklanmaktadır. Şu kadarını anımsatmak yerinde olur ki, Başkırdlar bugüne kadar henüz bir edebi dil sahibi olamamışlar ve Tatar dilini kullanagelmişlerdir. Edebiyatları, tiyatroları ve sanatları da aynı şekilde Tatarlardan gelmektedir.

Dolayısıyla Başkırdistan’da bir dine karşı propaganda için zemin hazırdır. Sadece bu zemini daha verimli hale getirmek gerekir(30).

HAYATİ TEK: Size göre Türkler arasında dinsizlik propagandasının en hızlı şekilde ilerleyebileceği yer neresidir?

SULTAN GALİYEV: Dine karşı propagandanın en iyi sonuçlar vermesi gereken yer Kırgızistan’dır. Göçebe Kırgızlar dinsel önyargılara ve bağnazlığa öteki halklardan daha az eğilimlidirler. İslam dinini seçişleri Başkırdları anımsatır. Kırgızların din adamları tümüyle Tatar’dır. (Kırgızistan Orenburg Dinsel Kurulu’na bağlıdır). Eklemek gerekir ki, Tatar “mollalar” arasında en zayıf -gerçekten bir kenara atılmış- kişiler Kırgızistan’a gitmektedir. Her yaz Tatar Müslüman din okulları, saf Kırgızları din adına iyice sömürmeye kararlı sayısız “şakird”i (burslu öğrenci) Kırgızistan’a göndermektedir. Tatarların içinde “farraş” (cami hademesi) bile olamayacak kişiler orada “mollaeke” (dinsel yönetici) olmaktadırlar. Elbette bu kişiler gittikleri yerde sağlam ve süreli bir şey yaratamayacaklardır(31).

Kırgızların gelenek ve görenekleri her türlü dış etkenden uzak kalabilmiştir. Kırgızistan’da İslam, kadının durumunu bile değiştirememiştir. Her yanda onu köleliğe mahkûm ettiği halde, Kırgızistan’da kadın özgürlüğünü korumuştur. Bu ülkede kadın haklarında görülen bazı kısıntılar dinsel değil töreseldir(32).

HAYATİ TEK: Türkistan’da durum nasıldır?

SULTAN GALİYEV: Bu bölgede çalışma koşulları Tataristan, Başkırdistan ve Kırgızistan’ın koşullarından çok değişiktir. Son zamanlara kadar Buhara, Orta Asya’da dinsel tutuculuğun başlıca yuvalarından biri olarak kalmıştır. Türkistan ve Hive üzerindeki etkileri henüz bütün gücüyle devam etmektedir. Bu toprak, Tatar toplumunun daha önce geçtiği gelişim aşamalarından geçmemiştir. Türkmenlerde pek az gelişen edebiyat, tiyatro ve sanat, Buhara ve Hivelilerde henüz tomurcuk halindedir. Türkistanlılar ilk laik okulu ancak devrimden sonra görmüşlerdir. Buhara ve Hivelilerde bu okul, yine Tatarlar ve Türklerin öncülüğüyle daha yeni kurulmaktadır. Kadının durum orada daha düzenlenmemiştir. Bir taraftan Türkistanlılar ve Buharalılar, öbür taraftan Tatarlar arasında görülen zıtlıklar, dinsel tutuculuğa karşı savaş, Türkistan ve Buhara’nın kültürel geri kalışlarının bu yörede Tatarlar tarafından yönetildiğini göstermektedir.

Çok yakın bir geçmişte, daha 1918’de, Buhara din adamları sınıfı, başlarında Emir olmak üzere Tatarlara karşı büyük bir “soykırım” düzenlemişler ve “Cedid” olarak suçladıkları beş binden fazla insanı kesmişlerdi. Buhara’da İslam’ın gücünü ortaya koymak için, Sovyet rejiminin kuruluşundan sonra bile bu ülkede, bazı yörelerde “Şeriat” kanunlarının henüz yürürlükte olduğunu anımsatmak yeterlidir. (Örneğin vergi sistemi.). Ancak bu konuda Türkistan’ın durumunun pek az farklılık taşıdığı da bir gerçektir. Rus fatihlerinden sonra Türkistan’da değişiklik olmuştur. Ülkede din, medeni ve idare hukukun yerine geçmemektedir. Bununla birlikte Türkistan’da dinsel tutuculuk henüz çok güçlü ve dine karşı savaş Tataristan ve Kırgızistan’da olduğundan çok daha zordur(33).

HAYATİ TEK: Kafkasya ve Kırım’daki dinsizlik propagandasını nasıl bir zeminde yürütmeyi düşünüyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Dine karşı propagandanın örgütlenmesi açısından Azerbaycan, Türkistan’a oranla daha uygun bir ortam oluşturmaktadır. Türkiye’ye yakınlık, daha gelişmiş bir endüstri, az çok bilinçli yerli bir proletaryanın var oluşu, daha geniş bir kültürel uyanma, (Azerbaycan’da Tatarca ilk gazete 25-30 yıl öncesinde yayınlanmıştı, oysa Türkistan’da Sart dilinde ilk gazete sadece 1915’te yayınlandı, misyonerler tarafından yayınlanan Resmi Gazete’yi söz konusu ediyoruz…) Azerbaycan’ı Türkistan ve Buhara’dan onlarca yıl ileriye götürmektedir. Daha yavaş olsa da, Azerbaycan’ın gelişmesi Volga Tatarlarınınkini anımsatıyor. Hiç kuşkusuz, bu ülkede dine karşı propagandayı Türkistan ya da Buhara’ya oranla daha kolay yürütmek olasıdır. Kırım’da aynı koşullara rastlanıyor… Belki bu ortam Azerbaycan’dan da uygun. Çünkü Kırım’da dinsel tutuculuk daha da zayıftır. Kırım, Azerbaycan ve Tataristan arasında bir yer tutmaktadır.

Dağıstan ve Kafkas dağlıları arasında durum daha zordur. “İmamlığın” (Şamil ve öbürleri) izleri, “adet”lerin gücü, bir ulusal edebiyatın yokluğu (yerine Arapça edebiyat), siyisal ve dinsel yalnız bırakılmışlık, bu ülkede dinsel önyargılara bağlılığın Rusya’nın bütün öteki Müslüman bölgelerine oranla neden daha ileri boyutlara vardığını gözler önüne sermektedir. Dağıstan’a ve Dağlılar Cumhuriyeti’nin birkaç yöresine “Şeriat Mahkemesi”nin daha yeni girdiğini anımsamak gerekir. İç savaş sırasında bazı köylerin, hatta koca koca dağlı aşiretlerin, sırf dinsel nedenlerle, Sovyetlerin yanında yer aldığı, Biceraho ve Denikin kuvvetleri ile çarpıştığı görülmüştü. “Sovyet iktidarı bize Beyazlardan daha fazla dinsel özgürlük tanıyor” diyorlardı. Kafkas Kızıl Ordu saflarında “şeriat” bağlı süvari bölükleri ve birlikler görülmüştü. (Kabard “molla” Katkahanov’un “Şeriat” süvari bölüklerinde birkaç bin savaşçı vardı).

Burada ortam dine karşı propagandaya hazır değildir ya da henüz çok az olanak tanımaktadır(34).

HAYATİ TEK: Bu konuyla ilgili olarak söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?

SULTAN GALİYEV: Tekrar edelim ki İslam, temeli ve tarihiyle öbür dinlerden farklıdır ve onunla savaşmak için değişik yöntemler gerekmektedir. Ama aynı zamanda her İslam ulusu için, coğrafi özelliklerine, tarihine, kültürüne, toplumsal ve ekonomik koşullarına bağlı olarak ayrıca özellikler taşıyan yöntemler kullanmak gerekir. Tatarlar için iyi olan Kırgızlara yaramayabilir, Rusya Müslümanlarına uygun düşen Afganistan ve Buhara’da uygulama ortamı bulamayabilir ya da bunun tersi olur. Her ulusun psikolojisine ve ruhuna uygun ayrı bir taktik gereklidir. Doğu’da propaganda kışkırtma çalışmamızın bize yüklediği en ivedi görevlerden biri, bu sorunun uygulama alanında, tüm derinlik ve ayrıntılarıyla incelenmesidir. Parti yayın organları konuya ciddi şekilde eğilmelidirler. Bu çabaları göstermeyecek olursak sağlam bir zemin üzerinde asla yürüyemeyeceğiz. Karşılaşacağımız sorunları asla çözemeyeceğiz. Şu anda içinde (1921 sonları) bulunduğumuz fikir anarşisi ortamından asla çıkamayacağız(35).

HAYATİ TEK: Ekim Devrimi’nden 1923’e kadarki görüşleriniz böyle… Ancak, bu tarihten sonra işler pek de istediğiniz gibi yürümedi. Siz her ne kadar Müslümanların dinsizleştirilmesi üzerine projeler üretseniz de, Stalin tarafından Panislamistlik, Pantürkistlik ve tabii olarak hainlikle suçlandınız. Ve sonuçta Komünist Parti’den atıldınız. Oysa siz, yasal yollardan yürüttüğünüz iç muhalefet sırasında; “Henüz düşman sınıflara ayrılmamış olan kapitalizm öncesi Müslüman toplumuna sosyalist sistemi getirmek”, “Sosyalist dünya içinde İslam’ın yeri” ve “Komintern’in stratejisi içinde sömürge dünyasının yeri” gibi üç ana konuyu temel sorunlar olarak ele alıyordunuz. Komünist Parti’ye girdiğinizde, geri kalmış halkların kalkınmaları için tek yolun yerel ve yabancı kapitalizmi ezmek olduğuna inanıyordunuz. Size göre kapitalizm, sadece “tutucu İslam’ın yandaşlarının içinde bulundurduğu geri durumdan” kaynaklanıyordu. Devrimi, yabancı egemenliğine karşı direnen bir ulusal devrim olarak nitelendiriyordunuz. Temel sorunları bu şekilde ele alışınızın sebebi nedir?

SULTAN GALİYEV: Örneğin en gelişmiş olanını İngiliz proleter sınıfını ele alalım. İngiltere’de devrim zafer kazanacak olursa, bu proletarya sömürgeleri ezmeye devam edecek ve bugünkü burjuva hükümetinin politikasını izleyecektir. Çünkü sömürgeciliği sürdürmeye niyetlidir. Doğu emekçilerinin ezilmelerini önlemek istiyorsak, Müslüman yığınları yerli özerk bir komünist hareket içinde birleştirmeliyiz(36).

HAYATİ TEK: Yani “Müslüman halklar kendi sömürgeler enternasyonalini kurmalı ve kalkınma hamlelerine bundan sonra girişilmeli… Sosyalizme geçiş Müslümanlar için kademeli olarak gerçekleştirilmeli” mi diyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Bir tek işçi sınıfının diktatörlüğünü temsil eden Sovyet rejimi, sanayi sermayesinin doruğuna ulaştığı Merkezi Rusya’da haklı bir zafer kazanmıştır. Ancak ticaret kapitalizmi çağının henüz eşiğinde bulunan göçebe Müslüman yığınları içinde bu rejim, yaşama şansına sahip olamaz.

Anlayamayacağımız ve kabul edemeyeceğimiz hükümet şekillerine birdenbire atlamak yerine, ekonomik gelişmenin doğal aşamalarını güvenle geride bırakabilmek için yardım istiyoruz. Türkistan’da, Kırgızistan’da, Başkırd bölgesinde, Kafkasya’da, Tataristan’da ve Kırım’da sınıf iktidarı değil, ulusal iktidar ilkeleri kabul edilmelidir(37).

Müslüman toplumu birbirine düşman sınıflara ayrılmadığına göre ve bu toplum henüz sanayi proletaryasına sahip olmadığına göre, onların içinde “proleter” devrimi olanaksızdır. Şimdilik sınıf savaşından uzak bir “Sovyet” devrimiyle yetinmek gerekir(38).

HAYATİ TEK: Sizin “Ezilmişlerin Ezilenlerden İntikamı” adını verdiğiniz ve 1918’den itibaren Komünist Parti içinde dillendirmeye başladığınız bir teziniz var. Bu tezden kısaca bahseder misiniz?

SULTAN GALİYEV: Müslüman toplumun hemen tüm sınıfları bir zamanlar sömürgeciler tarafından fark gözetilmeden ezildiği için, sömürgeleştirilmiş tüm Müslüman halkları proleter topluluklardır. Hepsi proleter olarak anılmaya layıktır.

Müslüman halkları proleter halklardır. Örneğin İngiliz ya da Fransız proleteriyle Afgan yahut Fas proleteri arasında büyük bir ekonomik fark vardır. Dolayısıyla denebilir ki, Müslüman ülkelerde ulusal kurtuluş savaşları bir sosyalist niteliği taşır(39).

HAYATİ TEK: Yani devrim, Rusya ile sınırlı kalmamalı ve tüm dünyaya yayılmalı.

SULTAN GALİYEV: Başlangıçtan beri Rus devrimi bir dünya devrimi olmalıydı. Sosyalizmin temel yasası budur. Aksi halde Rusya’da sosyalist devrim tüm anlamını yitirecektir(40).

HAYATİ TEK: Sovyet Rusya’yı böyle bir tehlike mi bekliyor?

SULTAN GALİYEV: Bugüne kadar Sovyet Rusya ile Doğu arasındaki ilişkileri düzene sokmak için alınan tüm önlemler yüzeysel ve geçicidir. Bundan daha kötüsü, bizim politikamız acınacak güçsüzlüğümüzün yansıması ve itirafıdır. Örneğin Rus birliklerinin İran toprağından çıkışı ya da ulusal kurtuluş savaşlarına karşı platonik sevgi gösterileri ve yine örneğin Afganlıların İngilizlere karşı ayaklanışları sonucunda Doğu’da devrimci isteklere karşı yapılan destek vaatleri sonuca ulaşamamış ve davranışlar karşısındaki tutumumuz.

Aslında Rus yöneticiler Batı’yı… Sadece Batı’yı düşünüyorlar. Taktik açıdan devrim kötü yönetilmektedir. Önemli görünen aslında ikinci derecede kalır. Doğu bir buçuk milyar insanıyla belki tümden unutulmuştur. Sadece bazı ender kişiler Doğu’da devrimi düşünüyorlar, ancak onlar devrimin coşkun denizlerinde bir damla su olmaktan öteye geçemiyorlar. Doğu hakkındaki bilgisizlik ve onun yarattığı kuşku yüzünden, Doğu’nun dünya devrimine katılabileceği kabul edilmiyor…

Bütün bunlar sonunda çok basit olan şu gerçeği anlamamıza yol açmıştır. Sosyalist devrim Doğu’nun katkısı olmadan asla başarıya ulaşamaz. Hindistan, Afganistan ve İran’dan yoksun kalan ve öteki sömürgelerinden kovulan Avrupa emperyalizmi çökecek ve doğal bir ölümle yok olup gidecektir(41).

HAYATİ TEK: Sosyalist devriminin Türk dünyasındaki geleceği açısından neler yapılmalıdır?

SULTAN GALİYEV: Azerbaycan’ın Sovyetleşmesi komünizmin Orta Doğu’da yücelmesi için birinci derecede önemlidir. Eğer Kızıl Türkistan, Çin Türkistanı, Tibet, Afganistan, Hindistan, Buhara ve Hive’ye devrimci ışığını saçmışsa, Sovyet Azerbaycan’ı da aynı şekilde, eski ve deneyimli proletaryası ve oldukça güçlü Komünist Partisi’yle, İran, Arabistan ve Türkiye için bir kızıl ışık kaynağı olacaktır. Azeri dili İstanbul Türkleri, Tebriz İranlıları, Kürtler, Kafkas ötesi Türk halkları, Gürcüler ve Ermeniler tarafından anlaşıldığına göre, Sovyet Azerbaycan’ının uluslararası değeri giderek artacaktır. Buradan İran’daki İngilizleri tedirgin edebiliriz, Arabistan’a elimizi uzatabiliriz ve az çok bağımsız bir sınıflar savaşı halini alıncaya kadar Türkiye’deki devrimci hareketi yönetebiliriz(42).

HAYATİ TEK: Bu çerçevede Sovyet Rusya’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği formülüyle gelişmesini sürdüren eski Rusya, sonsuza dek ayakta kalamaz. Sovyet Rusya geçici bir olaydır. Rus halkının öbür halklar üzerindeki hegemonyası, zorunlu olarak bu halkların Rus halkı üzerindeki diktatoryasıyla yer değiştirecektir(43).

HAYATİ TEK: Nasıl olacak bu?

SULTAN GALİYEV: Biliyoruz ki insanlığın değişmesi için gerekli olan maddi ögeler, sömürgeleşmiş ya da yarı-sömürge durumundaki ülkelerin sanayi metropolleri üzerinde diktatorya kurmalarıyla elde edilebilir ancak.

Sömürgeleşmiş ülkelerin bu dev planı gerçekleştirmeye hazır olmaları için, komünist ama Üçüncü Enternasyonal’den ayrı, hatta öncekiler gibi sanayi toplumlarının temsilcileriyle dolu olan bu örgüte karşı bir “Sömürgeler Enternasyonali”nde birleşmeleri gereklidir. Bu Sömürgeler Enternasyonali tüm ezilmiş halkları içine almalıdır.

Komünist ama endüstriyel bir güç olan Sovyet Rusya bu örgütün dışında bırakılmalı, ancak Rusya’nın Müslüman toprakları örgüte dâhil edilmelidir(44).

HAYATİ TEK: Doğu’da bu kadar ısrar etmenizin başka gerekçeleri de var mı?

SULTAN GALİYEV: Biz Doğu’ya gitmek istemesek de hatta (Batı’da toplumsal devrim başlamış olsa dahi), bize karşı harekete geçmek isteyen güç ile doğuda karşılaşacaktık. Fakat Doğu’nun bize karşı değil, bizim yanımızda hareket etmesine ihtiyacımız vardır(45).

HAYATİ TEK: Bunu nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Doğunun içgüdüsel olarak Batı emperyalizmine karşı yürümekte olduğunu görüyoruz: Burada Batı Emperyalizminin baskısıyla muhtelif akımlar ortaya çıkmaktadır. Burada tüm Müslüman halkları (dünya emperyalizmine karşı mücadele amacıyla) birleştirmek isteyen ve Panislamist olarak adlandırılan akımlar oluşmaktadır. Diğer taraftan burada, Doğunun tüm Moğol kökenli halklarını birleştirmeyi amaçlayan Panmoğolist akımlar ortaya çıkmaktadır.

Uluslararası emperyalizm, günümüzde böyle bir akım içinde bulunmaktadır: İtilaf Devletleri olarak Doğu’yu (uluslararası devrime karşı mücadele amacıyla) kullanmak istediğini görüyoruz. İngiltere’nin İran ile anlaşma yaparak, onun Rusya toplumsal devrimi ile mücadeleye katılmasını talep ettiğini görüyoruz; görüyoruz ki, Fransa ve diğer devletler, tüm emperyalist orduları Türkiye üzerine gönderiyorlar(46).

HAYATİ TEK: Bundan neyi amaçlıyorlar? Türkiye’yi parçalamış olsalar ellerine ne geçecek? Türkiye’nin önemi nereden kaynaklanıyor?

SULTAN GALİYEV: Burasını çökertmek parçalamak ve kendilerine karşı başlatılacak olan her türlü hareketin kökünü ta baştan kazımak istiyorlar. Fakat Doğu’nun emperyalist unsurlarının da kendi aralarında birleştiklerini, keza Batı Avrupa’da (muzaffer itilaf devletlerine düşman olan) diğer Avrupa emperyalistleri ile birleşme yolları aradıklarını, Alman emperyalizmi ile birleşme gayreti içinde olduklarını görüyoruz. Bu çok önemlidir(47).

HAYATİ TEK: Neden? Birinci Dünya Savaşı’nda karşı cephede yer almadılar mı?

SULTAN GALİYEV: Alman emperyalizmi, Doğu’da yeni akımlar oluştuğunu, milli devrim ruhunun canlandığını ve bunun uluslararası emperyalizme ve esasen İngiliz emperyalizmine karşı yöneleceğini görmüştür.Doğu’da toplumsal hareketlerin var olduğunu görüyoruz, gözlerimizin önünde Panislamizm ve Panmoğolizm var(48).

HAYATİ TEK: O halde komünizmi Doğu’ya yaymak için nasıl bir strateji öngörüyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Önce uluslararası emperyalizmin işini bitirmek zorundayız: Demek ki, bu amca hizmet eden tüm hareketleri desteklemeliyiz.

Görüyoruz ki, uluslararası emperyalizmin bir objesi olan Doğu, bu emperyalizme karşı ayaklanmaktadır. Bu veya diğer adlar altında bu emperyalizme isyan etmektedir.  

Açıkça görülüyor ki, biz bu hareketi, uluslararası emperyalizm devrilinceye kadar, batı Avrupa işçileri kendi diktatoryasını tesis ederek batı Avrupa’da işçi ve köylü Sovyetlerinin hakimiyetini kuruncaya kadar desteklemeliyiz.

Fakat bu noktadan sonra, (uluslararası emperyalizm olarak batı Avrupa emperyalizminin yenilmesinden sonra) belki de öyle bir dönem başlayacak ki, doğu ülkelerinde bir doğu emperyalizmi ortaya çıkacak: Türkiye, İran, Hindistan, Çin ve Japonya’nın emperyalist unsurları kendi aralarında birleşerek sarı derililerin Avrupa’ya yürüyüşünü başlatacaklar.

Biz, bu amaçla Doğunun anti-emperyalist partisini kurmaya başlamalıyız.

Biliyoruz ki, İran’da ve Azerbaycan’da emperyalist partiler vardır. Fakat Türkiye’de emperyalist parti yoktur. Çin’de yoktur, Japonya’da sosyalist partiler vardır. Fakat belirgin bir komünist partisi yoktur.

Bir sonraki meselemiz, Doğuda ki çalışmaların başlıca meselesi, komünist partisinin kurulması olacaktır. Bunun temellerini atmalıyız. Bu konuda geç kalmadan çalışmalar yapmalıyız(49).

HAYATİ TEK: Türk dünyası komünizmin bugünü ve geleceği açısından niçin bu kadar önemli?

SULTAN GALİYEV: Günümüz dünyasının ekonomik ve siyasi sistematiği içerisinde çağdaş Türk Dünyası’nın yeri ve rolü konusunun çok önemli bir mesele olduğu kanısındayız. Asya ve Avrupa Türk halklarının sosyo-politik, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin esasları ile ilgili çözüm yollarını, buradan hareketle çizebiliriz. Dünyanın sosyal ve hukuksal ilişkileri kapsamında, kim ve ne olduğumuzu, bu ilişkilerin içeriğini anlamadan, ne ve kim olmamız gerektiğini de tespit edemeyiz(50).

HAYATİ TEK: Yani?

SULTAN GALİYEV: Konunun analizini, ikinci bölümünden, diğer bir deyişle çağdaş dünyanın sosyal ve hukuksal- ekonomik, politik ve kültürel sistematiğini ele alarak başlatabiliriz(51).

HAYATİ TEK: Ancak bu teferruatlı konuya girersek röportaj hacmini çok aşmış olacağız. Bu nedenle konuyu biraz daraltmakta yarar görüyoruz. Sınıfların kendi aralarında verdikleri mücadele, belli ölçülerde siyasi iktidarı ele geçirme isteklerini yansıtıyor. Ancak, bazı durumlarda metropollerin sömürgelere yönelik baskı gücünü zayıflatacak bir fonksiyon da görmez mi?

SULTAN GALİYEV: Bu noktada, Rusya’nın 1904 yılında Rus-Japon Savaşı’nda yenilgiye uğramasını örnek gösterebiliriz. Bu dönemde, Rusya içinde yeterince açık görülen bir sınıf mücadelesi yaşanmış… Liberal Rus ticaret-sanayi burjuvazisi, feodal-toprak burjuvazisine yönelik birtakım talepler ileri sürmüştü. Rus işçi sınıfı da, bunların her ikisine yönelik siyasi taleplerle ayaklanmıştı. Bu durum, Rusların savaş alanında yenilmelerinin başlıca nedenini oluşturmuştu(52).

HAYATİ TEK: Verdiğiniz örneği çürüten olaylar da vardır muhakkak…

SULTAN GALİYEV: Bu örneğin tersini kanıtlayan diğer bir örnek olarak da, yenilenmiş Türkiye’nin uluslararası emperyalist çeteler üzerinde 1922 yılında muzaffer oluşunu gösterebiliriz. Ki bu zaferin esasen bir nedeni vardı: Bu dönemde ayaklanmış olan Kemalist Türkiye, ulusal bağımsızlık tutkusuyla birlik olan Türk ulusunun tüm sınıflarının oluşturduğu bir bütündü. Düşman cephe ise, ulusal ve sınıf çelişkilerinin fokurdatmakta olduğu bir volkandı.

Ve biz burada bir hususu tespit etmek zorundayız: Çağdaş koşullar içerisinde metropollerde sürdürülen sınıflar mücadelesi ve bunun gelişmesi, yine de batı hegemonyasının ilerlemesini engelleyici bir faktördür(53)!

HAYATİ TEK: Mutlaka sözünü ettiğiniz bu son tespit de önemli. Bununla birlikte Türkiye’nin durumunu biraz daha detaylandırabilir misiniz?

SULTAN GALİYEV: Bu ülkede olup bitenler, çilekeş Türk ulusunun en azılı düşmanlarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu ülkede yeni baştan sağlıklı bir ulusal canlanma süreci yaşanmaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular. Türkiye’nin ulusal kalkınmasına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydınlarının süngüleri, gereken kişilere gereken dersleri vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler. Eğer, 400 yıl önce Rus Çarları, Kazan’ı, Kuzey Türklüğünün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının cesetleri üzerinden geçerek Doğu’ya doğru ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün için de Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğu’ya doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türkleri -Osmanlıları- yenmek zorundalar. Batılı halkların doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadı mı?

Batılı halklar, Asya ve Afrika’daki durumu gerçek anlamda kontrol altına alabilmek için Türk-Osmanlı savaşçılarının cesetlerinin üzerinden geçmek zorundalar. Kazan’ın Rus saldırıları karşısında düşüşü de bir gün içinde gerçekleşmiş değildir. Ruslar, buraya onlarca kez saldırdılar. Tataristan’ın işgaline kadar, dönemin iki kuzeyli devi Moskova ile Kazan arasındaki mücadele, on yıllar boyunca sürüp gitti. Bu zaferi sağlama almak, galip taraf için de pek kolay olmadı. Yenilenler ile yenenler arasında acımasız katliamlar ve kıyımlarla dolu bir gerilla savaşı, on yıllarca devam etti. Bundan sonra, yenilenlerin azimleri kırıldı.

Türkleri zayıflatmak; Balkanlar’ı, Mısır’ı, Arabistan’ı, Mezopotamya’yı Türklerin ellerinden almak için Avrupa yüzyıllar boyunca mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye’yi sindirmek kısmet olamadı. Olamayacaktır da… Türkiye yaşıyor ve yaşayacaktır. Türkiye, yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Orta Doğu’ya da hayat verecektir(54).

HAYATİ TEK: Söyledikleriniz gerçekten heyecan verici… Bu bağlamda başka kurtuluş mücadeleleri de var mı? Varsa durumları nedir: gerçekten de gelişiyor ve büyüyorlar mı?

SULTAN GALİYEV: Bu sorulara gerçeklerin dili ile cevap verelim(55).

HAYATİ TEK: Lütfen…

SULTAN GALİYEV: Yarım asır önce Japonya, fazla büyük olmayan yarı-sömürge bir ülke idi. Uluslararası politikalara karışmayı hayal bile edemezdi. Fakat bir kez uyanmaya başlaması, Asyalı halkların korkulu düşü olmaya, Avrupa’nın jandarması ve azılı feodal emperyalist olan Rusya’yı tuzla buz etmeye yetti ve arttı bile!.. Aradan 10 yıl bile geçmemiştir ki, Japonya, Rusya’dan sonra diğer bir Avrupalı emperyalist devletin, Almanya’nın ezilmesine iştirak ediyor. Uzun süreli mi, değil mi? Şimdilik, Almanya, rayından çıkartılmıştır. Japonya ise İngiltere’ye karşı, Fransa-Çin ve Rusya’yı da içine alan bir blok oluşturmaktadır. Eğer bu niyetleri gerçekleşirse, yarın deniz ötesi devleti ABD’ye karşı bloka da iştirak edecektir. Japon halkının geleceği, yerleşim için Sibirya kapılarının açılması, Japon ticaret ve sanayi sermayesinin faaliyetleri için Çin ve diğer ülkelerin kapılarının açılmasını zorunlu kılmaktadır. Avrupalı emperyalist devletlerin parça parça edilerek ezilmeleri, Japonya’nın çıkarlarına uygun düşmektedir(56).

HAYATİ TEK: Benzer değerlendirmeler Çin için de yapılabilir mi?

SULTAN GALİYEV: Dünya üzerindeki eski halkların en eskisi olan Çin Halkı, uzun süre uyudu. Fakat sonunda gözlerini açtı. Şimdilerde uyanmak üzeredir. Asırlık uykusundan uyanıyor. Şimdilik yatağında uzanmış bir haldedir ve uyuşmuş olan eklemlerini doğrultmakla meşguldür. Ama, yakında ayağa kalkacaktır. Artık hiç kimse onu yatakta tutamaz. Son yıllar içerisinde olup bitenler, bu halkın canlanmakta olduğunu göstermektedir. Çin Halkı 1911 Devrimi’ni yapabildi. Bir devrim daha yapabilir. Çin’in bölük pörçük olan parçaları, bu devrim sonrasında öylesine çelik bir yumruk haline dönüşür ki, Batılı halklar, bu yumruğu yedikten sonra kendilerine çok zor gelirler. Çin’de periyodik olarak görülen iç savaş patlamaları, 400 milyonluk (1920’ler itibariyle) Çin Halkının vereceği büyük konserin sadece uvertür kısmıdır. Çin Halkı’nın bu kanlı iç savaşında on binler, hatta yüzbinler ölebilir. Fakat, bu kurban verişler kaçınılmazdır ve verilen kurbanlar boşuna verilmiş olmayacaktır. Çin’de iç savaşlar, Çin Halkı’nın bütünleşme sürecinin bir ifadesidir. Bu sürecin tamamlanabilmesi için birkaç on yıl daha geçecektir.

Hindistan da uyanmaktadır. Hindistan’ın canlanma süreci, Çin’e kıyasla daha sancılı yaşanmaktadır ve bu anlaşılabilir bir durumdur(57).

HAYATİ TEK: Neden?

SULTAN GALİYEV: Hindistan, Avrupalı eşkıyalar arasında en güçlü olanın -İngiltere’nin- sömürgesidir. Fakat bu eski deniz korsanı her ne kadar korkunç olursa olsun, Hindistan’ın kurtuluş hareketinin karşısında dayanamayacaktır. İngiltere; baskı, satın alma, provokasyon ve diplomatik cambazlıklar ile Hindistan’ın kurtuluş sürecini belki bir parça geciktirebilir, ama asla durduramaz(58).

HAYATİ TEK: Hindistan’ın bu konudaki çabaları sizce yeterli mi?

SULTAN GALİYEV: Hindistan’ın kurtuluş hareketi, dalgalı bir seyir sergilemektedir. Devrimsel gerilimin yükselişi, zaman zaman yerini inişlere terk etmektedir. Fakat bir husus gayet iyi bilinmektedir. Hindistan Halkı’nın davranışlarında görülen bu tür geçici inişler, yalnızca bir soluk alma niteliğinde olup, daha güçlü ve çok daha korkunç dalgaların gelmekte olduğunu haber vermektedir. Biz, kesinlikle eminiz ki, bir gün gelecek, Hindistan’ın kurtuluş hareketi, İngiltere’nin oluşturduğu her türlü yapay barajları aşacak ve tüm dünyayı -Mısır’ı, Marakeş’i ve Rusya’nın sömürgelerini de etkileyecektir. Batı’nın zulmünden kurtuluş korosu Mısır, Marakeş ve Rusya sömürgelerinin hareketleri ile bir kat daha güç kazanmaktadır. Ve bu hareketler Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin kurtuluş hareketlerinden hiçbir şekilde farklı değillerdir. Bu hareketlerin tümü de emperyalizmden, daha doğru bir deyişle batılı halkların egemenliğinden kurtuluş sloganı altında yürütülmektedir. Yalnızca, ülkelerin ve zamanlarının koşullarına. bağlı olarak biçim ve tempo yönünden farklılık arz edebilirler. Güçlü veya zayıf… Hızlı veya yavaş… Fırtınalı veya sakin… Büyük veya küçük çaplı olabilirler(59).

HAYATİ TEK: Rusya’nın sömürgelerinde durum nasıl? Onlar için de kurtuluş umudu var mı?

SULTAN GALİYEV: Bizim tespitlerimize göre, Rusya’nın sömürgelerinde – Türkistan, Kafkasya, Ukrayna, Belarusya’da- Türk-Fin ve Moğol halklarının kurtuluş hareketleri açıkça ortadadır. Rusya’nın Japonya karşısında aldığı ve 1905 Devrimi’ne neden olan yenilgi, bu ülkenin sömürgelerinin ve ezilen halklarının ulusal bilinçlerinin uyanmasına imkân saplamıştı. Rusya’nın dünya savaşı sırasında Batı ve Kafkas cephelerinde uğramış olduğu yenilgiler, 1917 Devrimi’ne neden oldu ve bu halkların kurtuluş süreçlerini hızlandırdı.

Polonya, Finlandiya ve küçük Baltık devletlerinin Rusya’dan kopmaları, egemenlik haklarının genişletilmesi için sürekli olarak mücadele veren Tataristan, Başkurdistan, Kırgızistan, Orta Asya, Güney Kafkasya, Ukrayna ve Belarusya ile diğer cumhuriyetlerin, bunlarla birlikte tam 10 adet özerk ulusal cumhuriyetin kurulması, bu görüşün en somut kanıtlarıdır.

Pan-Rusistler ve Pan Rusistler’in yandaşları, ‘demokrat’ veya ‘komünist’ hangi maskenin arkasında saklanırlarsa saklansınlar, bu hareketi istedikleri kadar yok etmeye ve bu bölgeleri sıradan Rus eyaletleri durumuna sokmaya ve zayıflatmaya çalışsalar da, şimdilere kadar bu arzularını gerçekleştirememişlerdir. Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için mücadele veren ulusların artmakta olan aktifliği karşısında, ne tür cambazlıklara başvursalar da, yine de yapamayacaklardır. Bugüne kadar her ne yapmışlar ise her şey, onların istediklerinin tamamen tersine sonuçlar vermiştir.

Pan-Rusistler, SSCB’nin kurulması ile fiilen tek ve bölünmez Rusya’yı yeniden ihya etmek, diğer halkların üzerinde Velikorus egemenliğini yeniden temin etmek istediler. Aradan bir yıl bile geçmemişti ki, tüm halklar, Moskova’nın Pan-Rusist merkeziyetçi eğilimleri karşısında itiraz seslerini yükselttiler. (Sovyetler Birliği Merkez İdare Kurulu’nun son genel kurulunda Milletler Sovyeti toplantısında olduğu gibi(60).

HAYATİ TEK: Türkistan Türkleri Rus sömürüsüne karşı başarıya ulaşabilecekler mi?

SULTAN GALİYEV: Moskova, Türkistan’ı ekonomik ve siyasi yönden zayıflatmak için, Turan halklarını muhtelif küçük kabilelere bölmektedir. Fakat en geç iki yıl içerisinde, Turan’ın bu bölünmüş parçaları, yeniden bütünleşme konusunu gündeme getirecek; daha güçlü, kudretli ve düzenli bir devlet kuracaklardır.

Rusya, bugün Moğolistan’ı Çin’den ayırmakta ve bu ülkeyi de kendi elinde ‘ehlileştirmek’ istemektedir. Moğolistan da, Moskova’nın kucağına oturmanın pek aleyhinde değilmiş gibi gözüküyor. Fakat bu Moğolistan yarın kendi ayaklarının üzerinde doğrulmayı başarır da kendi Kuruldan’ını (kurultay) sağlamlaştırırsa, bu duruma ne der, orası belli değildir(61).

HAYATİ TEK: Bu son sözleriniz Moskova’nın pek hoşuna gedecek cinsten değil doğrusu…

SULTAN GALİYEV: Rusya’da iktidara hangi sınıf gelir ise gelsin, bu ülkenin eski ‘ihtişam’ ve ‘gücü’nü hiç kimse yeniden geriye getiremez. Rusya, çok uluslu bir devlet ve bir Rus Devleti olarak kaçınılmaz olarak parçalanmaya ve bölünmeye doğru gitmektedir. Sonuçta iki şeyden biri olacaktır: Ya Rusya ulusal parçalarına ayrılarak birkaç yeni ve ulusal devlet oluşacak. Ya da Rusya’daki Rus hâkimiyetinin yerine ulusların ortak hâkimiyeti gelecektir. Diğer bir deyişle, Rus halkının tüm diğer halklar üzerindeki diktatoryasının yerine, bu halkların Rus halkı üzerinde diktatoryası gerçekleşecektir(62).

HAYATİ TEK: Bu iki ihtimalden hangisini daha güçlü buluyorsunuz?

SULTAN GALİYEV: Bu ikilem, koşulların oluşturduğu tarihsel bir zarurettir. İhtimaldir ki, birinci şık gerçekleşecektir. İkincisinin gerçekleşmesi halinde ise bu durum, birinciye geçiş için yalnızca bir basamak teşkil edecektir. Bugün SSCB adı altında yeniden kurulmuş olan eski Rusya, uzun ömürlü değildir. Geçici ve muvakkat bir şeydir.

Bu durum, ölmekte olan birinin son nefesi, son çırpıntılarıdır. Rusya’nın dağılması fonunda, şu sıraladığımız ulusal devletlerin görüntüleri açık ve net biçimde belirmektedir: Ukrayna (Kırım ve Belarusya ile birlikte), Kafkasya (Kuzey Kafkasya’nın diğer Kafkas bölümleri ile ittifakı şeklinde varolabilir), Turan (Tataristan, Başkurdistan, Kırgızistan ittifakı ve Türkistan Cumhuriyetleri Federasyonu olarak), Sibirya ve Velikorusya… Artık Rusya’dan kopmuş bulunan Finlandiya, Polonya ve küçük Baltık devletlerini burada saymıyoruz(63).

HAYATİ TEK: O halde son sözünüz…

SULTAN GALİYEV: Sömürge ve yarı-sömürgelerin kurtuluş hareketlerinin gerçekleri bu şekilde ortadadır. Bu kurtuluş hareketleri vardır… Gerçektir… İlerleyecek ve gelişecektir(64)!

DİPNOTLAR

1) Bennigsen, Alexandre; Quelquejay, Chantal-; Sultan Galiyev ve Rusya Müslümanları, Çev: Nezih Uzel, Hür Yayın, İstanbul 1981, 1. Baskı, s. 188.

2) a.g.e., s. 188.

3) a.g.e., s. 189

4) a.g.e., s. 189

5) a.g.e., s. 189

6) a.g.e., s. 190

7) a.g.e., s. 190

8) a.g.e., s. 190

9) a.g.e., s. 191

10) a.g.e., s. 190

11) a.g.e., s. 191

12) a.g.e., s. 192

13) a.g.e., s. 192

14) a.g.e., s. 192

15) a.g.e., s. 192

16) a.g.e., s. 192

17) a.g.e., s. 193

18) a.g.e., s. 193

19) a.g.e., s. 193

20) a.g.e., s. 193

21) a.g.e., s. 194

22) a.g.e., s. 194

23) a.g.e., s. 195

24) a.g.e., s. 195

25) a.g.e., s. 196

26) a.g.e., s. 196

27) a.g.e., s. 196

28) a.g.e., s. 197

29) a.g.e., s. 197

30) a.g.e., s. 197

31) a.g.e., s. 197

32) a.g.e., s. 198

33) a.g.e., s. 198

34) a.g.e., s. 199

35) a.g.e., s. 199

36) a.g.e., s. 82

37) a.g.e., s. 82-83

38) a.g.e., s. 83

39) a.g.e., s. 83-84

40) a.g.e., s. 86

41) a.g.e., s. 87

42) a.g.e., s. 110

43) a.g.e., s. 144-145

44) a.g.e., s. 145

45) Galiyev, Sultan-; “Doğu Halkları Komünist Teşkilatları II. Umum Rusya Kurultayında Sultan Galiyev’in Şark Meselesine ilişkin konuşması (26 Kasım 1919)”, Parti Merkez Arşivi, Fon 583, Liste 1, Dosya 4, Varak 140-148, Stenografi.

46) a.g.m.

47) a.g.m.

48) a.g.m.

49) a.g.m.

50) Kakınç, Halit-; “Sultan Galiyev: Görüşlerim”, Toplumsal Tarih Dergisi ve KGB Arşivi, 4. numaralı sandık, 2 numaralı cilt, 1 numaralı liste (Eser, Tataristan’da 1995 yılında ikinci kez basılmıştır).

51) a.g.m.

52) a.g.m.

53) a.g.m.

54) a.g.m.

55) a.g.m.

56) a.g.m.

57) a.g.m.

58) a.g.m.

59) a.g.m.

60) a.g.m.

61) a.g.m.

62) a.g.m.

63) a.g.m.

64) a.g.m.