Aşk – Hayati Tek https://hayatitek.com Wed, 23 Dec 2020 23:47:58 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 https://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Aşk – Hayati Tek https://hayatitek.com 32 32 O. YÜKSEL SERDENGEÇTİ: “MİSAK-I MİLLİ RUHU VE ONUN MÜMESSİLLERİ, İTTİHAT VE TERAKKİ KOMİTACILARININ, SELANİK DÖNMELERİNİN HIŞMINA UĞRADILAR. ATILDILAR, ASILDILAR, KESİLDİLER.” https://hayatitek.com/o-yuksel-serdengecti-misak-i-milli-ruhu-ve-onun-mumessilleri-ittihat-ve-terakki-komitacilarinin-selanik-donmelerinin-hismina-ugradilar-atildilar-asildilar-kesildiler/ Wed, 10 Jun 2020 15:41:57 +0000 http://hayatitek.com/?p=1129 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Haziran 1991’da yayınlanan 87 sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu Osman Yüksel Sendengeçti idi.

]]>
BÜYÜK DOĞUNUN MİMARI: NECİP FAZIL KISAKÜREK https://hayatitek.com/buyuk-dogunun-mimari-necip-fazil-kisakurek/ Fri, 05 Jun 2020 21:51:37 +0000 http://hayatitek.com/?p=816 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Şubat 1990’da yayınlanan 71. sayısında yer alan “İz Bırakanlarla Mülakat”ımızın konuğu Necip Fazıl Kısakürek’ti.

]]>
S. AHMET ARVASİ: TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ DÜŞÜNMEYİ EMREDER https://hayatitek.com/s-ahmet-arvasi-turk-islam-ulkusu-dusunmeyi-emreder/ Fri, 05 Jun 2020 19:04:43 +0000 http://hayatitek.com/?p=787 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ocak 1990’da yayınlanan 70’inci sayısında “İz Bırakanlarla Mülakat”ımızın konuğu Seyyid Ahmet Arvasi idi.

]]>
ÜÇ METAFOR BİR AŞK… https://hayatitek.com/uc-metafor-bir-ask/ Sun, 31 May 2020 19:48:47 +0000 http://hayatitek.com/?p=433 HAYATİ TEK –

“Aşk insanı bülbül eder” derler ya, işte o sözün ilham kaynağı bülbülün güle olan destansı aşkı ve beyhude serenadıdır. Gündüzleri dut yemişe dönen bülbül, günbatımında umudun makamı Uşşak’la başladığı serenadını, gece yarısı neşe ve huzur bahşeden Rast’a çevirir. Uğruna diller döktüğü sevdiğine vuslat anı yaklaşınca ihtiyacı olan cesareti Saba’da bulur. Heyecanını bastırmak için öylesine paralar ki kendini, yorgunluktan bitap düşer. Hasretle gözlediği perde açılmayınca bir türlü, o görkemli şecaatin yerini süngüsü düşmüş bir tevazu alır. Hicaz’ın huzurlu salıncağında kendinden geçer, gaflete düşer bülbül… Oysa gülün gülümsemesine ramak kalmıştır. Bir anlık tebessüm uğruna yakan, kül eden bir devridaimdir yaşanan… Ne o seherler biter ne de bülbülün vuslat seferleri…

Soluğu kesilince sesin, ışığa boğulur dört bir yan… Güneş gülden, günebakan bülbülden devralır aşk bayrağını… Başrol güneşindir ama ilk sahne yer altında kurulur…

Nisan yağmurlarını kana kana içen “sadık yârin” koynunda başlar yeni aşkın doğum sancısı… Can suyuyla canlanan tohumun kalbi heyecanla atmaya başlar. Çatlayan kabuğun gözlerinden usulca süzülen filiz, karınca sabrıyla çalışır, incitmeden özenle deler toprağı; kaderinden habersiz… Adını aldığı alınyazısı 150 milyon kilometre ötede onu beklemektedir. Zamanı durduran o muhteşem an geldiğinde mesafeler kalkar aradan… Gözleri kamaşır toy filizin gökteki ihtişamdan…

Hızlıca boy atar haziran sıcağında… Nazım’ın o ünlü dizelerini haklı çıkarırcasına kutlu bir akın başlatır güneşe doğru… Bıraksalar arşa, hatta daha ötelere yol bulacak… Bu elbet mümkün olmaz; muhaldir, güneşe o kadar yaklaşılamaz. Umurunda mı günebakanın? Başında kavak yelleri esen delikanlılar gibi daha bir hevesle kaldırır başını, daha yükseğe, en yükseğe ulaşmak için…

İmparatorluğunun yükselme devrinde, Cleopatra’yı hasetten çatlatacak kadar görkemli bir taç kondurur mağrur başına… Zamanla tılsımlı bir nakış, gizemli bir yazı belirir görkemli tacın orta yerinde…  İşte o yazı engeller güneşin zaptını; ve o olmaz olası gurup vakitleri… Her şafakta düğün dernek kuran günebakan, günbatımında hüzünlere savrulur. Sevdiğinin ardından bakakalan âşıklar gibi umutsuzca yumar gözlerini, kirpiklerine kelepçe vurur…

Günler, haftalar geçtikçe, yaşanmışlıklar arttıkça önce büker boynunu, sonra vakur bir huzurla rükûa iner… Olgunluğun zirvesinde rükû secdeye, yüreğindeki fırtına melteme döner. Bir daha kalkmaz o baş… Belki de tenezzül etmez! Olmak ölmektir çünkü… Ferman da, dağlar da padişahındır artık… Saygıyla, şükranla, minnetle bükülen baş, teslimiyetle uzatılır aşk Zülfikar’ına… Kuantum köpüğü kaplar dört bir yanı… Fenâfilaşk makamında semaya başlar bütün kâinat…

Bu bitimsiz dansın rüzgârı, hazin bir aşkın kandilini tutuşturur… Vuslat nârıyla kavrulan akrep, alev saçan ejderhalarla mücadeleyi göze alarak peşine düşer yelkovanın… Korlar ülkesine doğru çıkılan zorlu mu zorlu bir serüvendir bu… Tam kavuştum derken yeni bir koşunun başladığı nihayetsiz bir maraton… Ve çoğu kez, ateş çemberiyle kuşatılan biçare akrebi şuh kahkahalar eşliğinde kıvrandıran elemli bir kader… Ya intihar ya ölüm! Zordur seçim yapmak… Şimdi ya da biraz sonra; ölüm muhakkak…

Ne gam? Ateş denizlerinde kulaç atmaya dünden razıdır sevdalılar. Alevde serinler, közde yürürler… Hallerine bakıp onları meczup sananlar, aşksız bir dünyada ceset sürürler…

Denemek gerek bazen. Yaşamadan bilemezsin. Her faniye nasip olmayan bu şans bir kere gülmüşse yüzüne, sırtını dönmek neden?

Ah mine’l aşk! Her şey senden mülhem, sana bağlı, senin yüzünden…

]]>
KARDELENİN GÖZYAŞLARI… https://hayatitek.com/kardelenin-gozyaslari/ Sun, 31 May 2020 19:04:53 +0000 http://hayatitek.com/?p=421 HAYATİ TEK –

Kar beyaz duvağının açılacağı ânı heyecanla bekleyen asil bir gelindir kardelen… Baharla birlikte açılır telli duvağı, inci taneleri gibi dökülmeye başlar mutluluk gözyaşları…

Başı dumanlı zirvelerden telaşla süzülen her damla, mevsimlik gözlerden sızan diğer sulara bir an önce karışmak, onlarla güç birliği ederek hızlıca Akdeniz’e ulaşmak ister.

Karlar ülkesindeki aşk nöbeti sona erince sabrın yerini vuslat heyecanı, suskunluğun yerini meyilli arazide kendine yol bulan şirin derelerin mırıldandığı mısralar alır… Yeni kolların katılmasıyla dereler ırmaklara, mısralar şiirlere dönüşür. Rüzgâr tezenesi olur Karacaoğlan’ın gönül telinin; türküler yankılanır esrarlı vadilerin sarp yamaçlarında…

Kavuştuğu her dereyle daha da güçlenen ırmaklar,  özgüvenin Nirvana’sına yükselirler. Kavileşince cesaret, korkuya değil heyecana davetiye çıkarır derin uçurumlar… Pek bilinmez, şelaleler akarsuların kahkahasıdır… Kanatlanıp uçarken yükseklerden Pegasus’tan rol çalan akarsular, biraz daha aşağılarda usta birer mimara dönüşürler. Kalkerli kayaları özenle oyarak ve dantel gibi işleyerek gizemli kanyonların mimari projesini çizerler.

Kimi sığ kimi derin göllerde soluklandıktan sonra tekrar yola koyulur; kıymetli alüvyal yüklerini cömertçe serdikleri ovalara bereket bahşederler… Lezzet sunağı bahçelerin, hasat zamanını gözleyen çiftçilerin, rengârenk çiçeklerin yüzünü güldürürler…

Meşakkatli yolculukları sırasında biriktirdikleri hatıraları, upuzun saçlarını Rapunzel misali kendilerine uzatan salkım söğütlerin kulağına fısıldar; sabır ve zarafet sembolü kardelenlerin, göklerin hâkimi kartalların, Torosların Dede Korkutları asırlık ardıçların, zümrüt ormanların, haylaz sincapların ve tabii ki karizmatik dağ keçilerinin selamını iletirler. Hercai rüzgârı sıkı sıkı tembihleyip, vaktin yaklaştığı haberini uçururlar gizlice…

Hemen kanatlanır rüzgâr, güllere doğru…

Tutkuyu simgeleyen, kalıcı aşkı müjdeleyen gelin çiçeği için elbirliği eder kırmızı-beyaz gül ittifakı… Efsanevi bir buket hazırlarlar şiirsel bir merasimle…

Vakit tamam olmak üzeredir…

Bilgeler bilgesi Akdeniz, altın sarısı güneşin sımsıcak ısıttığı gümüş kumsallara yolladığı her buseye bir pusula iliştirmekte, aylardır beklediği hazinenin yolunu gözlemektedir.

Salına salına akarken hiç de acelesi yokmuş gibi davranan, oysa yüreğinde fırtınalar kopan ırmak, kıymetli yüküyle birlikte asilce ilerler kadere doğru…

İçi içine sığmayan, heyecanla çırpınan Akdeniz, şeref misafirini tebessümle buyur eder huzur ülkesine. Saflık, temizlik ve bereket timsali şeffaf sular aşk deryasına ulaşınca; önce turkuaz olur rengi, sonra maviye döner… Hasretle, şefkatle, minnetle kucaklaşır iki kadim dost. Dertleşirler, halleşirler uzun uzun…

Artık emaneti sahibine teslim etme vaktidir. Kutsal bir sır gibi koynunda sakladığı gözyaşlarını vakur bir reveransla Akdeniz’e sunan ırmak, sessizce çekilir…

Hazinesine sıkı sıkı sarılır Akdeniz, nemli gözlerini başı dumanlı Toroslara doğru usulca kaldırır… Omuzunu şefkatle sıvazlayan dost meltemlere açılır samimiyetle, imkânsız aşkın yakıcı hikâyesini anlatır…

Meltemler poyrazlara, poyrazlar Toroslar’a söz eder mi kumsaldaki yangından? Bilinmez…

Lakin size bir sır vereyim: zirvelerden çağlayıp gelen buz gibi akarsular kardelenlerin gözyaşları, sahile vuran her dalga imkânsız bir aşkı terennüm eden bitimsiz notalardır…

]]>