İsyan – Hayati Tek https://hayatitek.com Wed, 23 Dec 2020 23:16:44 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 https://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png İsyan – Hayati Tek https://hayatitek.com 32 32 KÜRESEL GÜÇLERİN “GERÇEK GÜNDEMİNİ” DOĞRU OKUYOR MUYUZ? https://hayatitek.com/kuresel-guclerin-gercek-gundemini-dogru-okuyor-muyuz/ Sun, 28 Jun 2020 16:51:12 +0000 http://hayatitek.com/?p=2520 HAYATİ TEK –

Bozgunla sonuçlanan 1683 İkinci Viyana Kuşatmasının hemen ardından başlayıp 1699 Karlofça Antlaşması ile sona eren bir dizi hezimet, aynı zamanda 1453’te başlayan Pax Ottomana (Osmanlı Barışı) döneminin sona erdiğinin ilanıydı. Avrupa gözünde Türkler, artık “yenilebilir” bir millettiler.

1700’ler boyunca biz gerilerken, İngiltere yükseldi. Yüz yıl sonra ilan edeceği Pax Britannica’yı kuracak kudreti, sömürgeleştirdiği topraklardan devşirdi. Altın vuruşu Büyük Okyanus kıyılarında yaptı. 1753’te Fransızları mağlup ederek Hindistan’ı sömürgeleştirdi. Elde ettiği Babür hazineleriyle kasasını ağzına kadar doldurdu. Temerküz eden parayı nereye yatıracağına karar vermek için çok uğraşmadı. James Watt’ın 1763’te buharlı makineyi bulmasıyla sanayi devrimini başlattı.

RÖNESANS’IN KÜRESEL ÇOCUĞU: FRANSIZ İHTİLALİ

1789 Fransız İhtilali, Rönesans ile birlikte girilen aydınlanma çağının küresel sonuçlar doğuran ilk meyvesi oldu. Egemenliğin halka ait olduğu fikrini en yüksek perdeden dile getiren Fransız İhtilali, bir yandan çok uluslu devletlerin parçalanması öte yandan dağınık haldeki milletlerin siyasi birliklerini sağlamasıyla sonuçlanacak milliyetçilik akımını başlattı. Fatih’in 1453’te açtığı Yeniçağ, yerini Yakınçağ’a bıraktı.

Girilen çağın dünya tarihine armağanı Sanayi Devrimi oldu. Buharlı makinenin keşfiyle İngiltere’de başlayan devrim, buhar gücünün 1807’de Robert Fulton tarafından gemilere uyarlanmasıyla bir başka boyut kazandı. Böylece okyanus ötesi deniz seferleri hızlı ve güvenli bir şekilde yapılmaya, sömürgeler daha kolay denetlenmeye, yeni sömürgeleştirilen topraklar süratle çoğalmaya başladı.

WATERLOO VE PAX BRİTANNİCA

Prusya ile ittifak edip, 1815 Waterloo Savaşı’nda Napolyon’u kesin yenilgiye uğratarak “Pax Britannica” dönemini başlatan İngiltere, gözünü Bereketli Hilal’e, dolayısıyla Ortadoğu’ya dikti.

Ancak bölge, her ne kadar kan kaybetse de Asya, Avrupa ve Afrika’daki nüfuzunu devam ettirmekte olan Osmanlı’nın kontrolündeydi. Bir tercih yapmalıydı. Osmanlı ile direkt çarpışmak yerine onu denizlerde kuşatmayı, içerde isyanlarla istikrarsızlaştırmayı tercih etti.

Bu kapsamda Arap Yarımadasında tarihi bir rol oynamaya hazırlanan Vahhabilik hareketine destek verdi. Din âlimi Muhammed İbn Abdulvahhab’ın 1700’lerin ortalarında temellerini attığı Vahhabilik, Emir Muhammed İbn Suud ve oğlu Abdülaziz’in da katılımıyla hayli güçlendi, Necid bölgesinin tamamında etkin fiili bir devlet haline geldi. 1803’te Kuveyt ve Bahreyn’i ele geçiren bu fiili devlet, etki alanını Basra Körfezi kıyılarına kadar genişletti.

BALKANLAR VE ORTADOĞU KAYNADIKÇA KAYNIYOR

1806’da Ruslarla savaşa tutuşan Osmanlı, dikkatini Balkanlara yöneltmişken, 1807’de Ortadoğu karıştı. Vahhabiler büyük bir isyan başlattılar. Fırsatı ganimet bilen İngilizler, eşzamanlı olarak İskenderiye’ye saldırdılar. Kavalalı M. Ali Paşa’nın sert savunması karşısında cephede geri adım atan İngilizler, beşinci kol faaliyetlerinde hız kesmediler.

1812’de öncekine nazaran daha büyük bir kalkışmada bulunan Vahhabiler, M. Ali Paşa tarafından ezildiler. Bu arada altı yıldır devam etmekte olan Osmanlı-Rus Savaşı sona erdi. 28 Mayıs 1812’de imzalanan Bükreş Antlaşması ile Sırbistan’a özerklik verildi.

YUNANİSTAN’IN BAĞIMSIZLIĞI VE CEZAYİR’İN KAYBI

Sırplara verilen özerklik bir işaret fişeği gibiydi. 1821’de Eflak ve Mora’da Rumlar ayaklandı. Üç yıl boyunca bastırılamayan isyanın sona erdirilmesi için 1824’te bir kez daha M. Ali Paşa’ya müracaat edildi.

1827’de isyanı bastıran ve Atina’yı teslim alan M. Ali Paşa’nın donanması İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının ortak baskınıyla Navarin limanında yok edildi.

Altı ay sonra Rusya, Osmanlı’ya bir kez daha savaş ilan etti. Bu savaşı sona erdiren 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması, Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan ediyordu.

1830’da Fransızlar Cezayir’i işgal ettiler.

Osmanlı, iç istikrarıyla birlikte Akdeniz’deki üstünlüğünü de hızla kaybediyordu.

İSYAN BASTIRAN M. ALİ PAŞA, İSYANCI OLUYOR

1832’de bu kez Mısır Valisi M. Ali Paşa isyan etti. Oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır güçleri 1832 sonunda Konya,  1833 başında Kütahya’ya kadar ilerledi.

Dört bir yanda sorunlarla boğuşan ve toprak kaybeden Osmanlı, İstanbul’u gözüne kestiren M. Ali Paşa’ya karşı Ruslarla anlaşma yoluna gitti. Süreç, Kütahya ve Hünkâr İskelesi antlaşmalarıyla sonuçlandı.

DENİZE DÜŞEN OSMANLI, YILANA SARILIYOR

İyice köşeye sıkışan Osmanlı, isyanlarla kendini gösteren milliyetçilik akımının etkisini azaltmak ve Avrupa’nın içişlerine müdahalesini önlemek üzere 1839’da ilan ettiği Tanzimat Fermanı, Batılılaşma anlamında önemli bir adım olmakla beraber derdine derman olamadı. Üstelik çeşitli zaaflar oluşturdu.

Tanzimat Fermanı’nı devletin bütün topraklarında hayata geçirmeye çalışan Payitaht, 1841’de yarım asırdır Lübnan Emiri olarak görev yapmakta olan Beşir Şihabi’yi azledip bölgeyi merkezi yönetime tabi kılmak isteyince yeni bir sorun baş gösterdi.

Şihabi’nin yerine getirilen Emir Kasım’ın uygulamaları, Dürziler ile Marunîler arasında çatışmaya neden oldu.

İngiltere, Fransa ve Rusya, din bağını bahane ederek bölgeye müdahil oldular. Aynı yıl Mısır, İngiltere’nin aracılığıyla Mehmed Ali Paşa’ya bırakıldı.

İSYAN YANGINI DÖRT BİR YANI SARIYOR

Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Osmanlı toprakları İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kışkırtma ve müdahaleleri nedeniyle alev alev yanıyordu.

1853’te Fransa ile Rusya arasında Kudüs odaklı Kutsal Yerler Meselesi baş gösterdi. Aynı yıl Osmanlı ile Rusya, Kırım için savaşa tutuştu. İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Rusya’yı mağlup eden Osmanlı, tarihinde ilk kez borçlandı.

Savaşın son demlerinde büyük Avrupa devletlerinin arzuları doğrultusunda 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanını ilan eden Osmanlı, 30 Mart 1856 Paris Antlaşması’nda amacına ulaşarak Rus tehlikesini bertaraf etti ancak Eflak ve Boğdan’a muhtariyet vermek zorunda kaldı. Bağımsızlık hesabı yapan Sırbistan, hak ve imtiyazlarını korudu.

Antlaşmadan en karlı çıkan İngiltere oldu. Karadeniz donanmasını tamamen kaybetse de gücünü ispat eden Rusya yönünü Orta Asya coğrafyasına çevirirken, İngiltere Akdeniz ve Hindistan’a giden ticaret yollarını güvenceye almıştı.

Osmanlı’nın gücünün çok üzerinde ağır borç yükü altına girmesi, Karadeniz’deki filoları imha edilen Rusya’nın Akdeniz’de tehdit oluşturmaz hale gelmesiyle İngiltere, asıl hedefine ulaşma yolunda stratejik bir başarı elde etmişti. Nitekim Osmanlı maliyesi 1881’de iflasını ilan etmek zorunda kaldı.

SÖMÜRGE POLİTİKASI KURAL TANIMIYOR

1858’de yaşanan Cidde olayları sırasında İngiltere ve Fransa tıpkı Lübnan olaylarında olduğu gibi, Paris Antlaşması hükümlerine rağmen Osmanlı’nın içişlerine müdahale ettiler.

Bu olayla eş zamanlı olarak özerk statüdeki Karadağ karıştı. İki yıldan fazla süren kargaşa sonunda Karadağ, durumunu sağlamlaştırdı.

Tam Karadağ duruluyor derken 1860’da Lübnan ve Suriye olayları patlak verdi. 1961’de Lübnan imtiyazlı bir eyalet haline geldi.

Karadağ, Hersek isyanına destek verince Osmanlı bölgeye ikinci harekâtı yapmak zorunda kaldı. İsyan bastırılsa da sorun çözüme kavuşturulamadı.

İsyan alevi 1866’da Girit’e sıçradı. 1867’de Sırbistan’daki son Osmanlı askeri çekildi.

SÜVEYŞ KANALI AÇILIYOR

Mısır Valisi Said Paşa zamanında bir Fransız şirketi tarafından 1859’da yapımına başlanan Süveyş Kanalı’nın 1869’da tamamlanması, uluslararası güç ve ticaret dengelerini değiştirecek bir adım oldu. Sokullu Mehmed Paşa’nın hayali üç asır sonra gerçeğe dönüştü ama Süveyş’in nimetlerini yemek Osmanlı’ya değil İngiltere’ye nasip oldu.

“Eski Dünya” çalkantılı bir dönemden geçerken, “Yeni Dünya” Amerika’da insanlığın kaderini yakından ilgilendiren bir gelişme yaşandı. 1850’lerde ABD’de fark edilen petrol, buhar makinesinde kullanılmaya başlandıktan sonra ticari amaçla üretilmeye başlandı.

Ülkenin önde gelen zenginlerinden Rockefeller, Standard Oil Company’i kurarak petrol işine girdi. 1873’te Nobel ailesi, o yıllarda Rusya sınırları içinde bulunan Bakü’de petrol kuyuları açtı.

KOYUN CAN, KASAP ET DERDİNDE

Osmanlı hinterlandı can derdindeyken İngiltere, Fransa ve Rusya, sürekli güç kaybeden Osmanlı’dan en büyük parçayı koparma telaşındaydı.

1870’lerle birlikte Balkanlarda Panislavit faaliyetlerini yeniden yoğunlaştıran Rusya’nın kışkırtmalarıyla 1875’te Bosna-Hersek, 1876’da Bulgar isyanları patlak verdi. 1876’da Karadağ, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

Büyük umutlar ve şaşaalı beyanlarla 23 Aralık 1876’da dünyaya duyurduğumuz Birinci Meşrutiyet de dertlere derman olmadı.

Sadece dört ay sonra, 24 Nisan 1877’de Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) patlak verdi. Balkanlar ve Doğu Anadolu Rus işgaline uğradı. Savaşı sona erdiren Ayestefanos Antlaşması 3 Mart 1878 tarihinde imzalandı.

Osmanlı açısından son derece ağır maddeler içeren antlaşma, Rusya’yı Balkanlar’da tek güç haline getirdiği için Avrupa’nın büyük devletlerini de rahatsız ediyordu. 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması, Osmanlı’dan çok İngiltere ve Fransa’nın işine yaradı. Sıcak denizlere inme hayali suya düşen Rusya ekarte edilince, İngiltere Ortadoğu’da daha da rahatladı.

Balkanları küçük parçalara ayıran bu anlaşmayla birlikte Osmanlı’nın Ortadoğu ve Balkanlardaki sorunlarına bir de “Ermeni Meselesi” eklendi.

TUNUS, SUDAN, HABEŞİSTAN ELDEN ÇIKIYOR…

Berlin Antlaşması’nın üzerinden henüz üç yıl geçmişti ki, Fransa Tunus’u işgal etti. Bir yıl sonra İngiltere Mısır ve Sudan’ı ele geçirdi. Böylece denizlerin hâkimi İngiltere, önemli bir su geçidi olan Süveyş Kanalını da kontrolüne almış oluyordu.

İtalya da boş durmadı, 1885’te Habeşistan’ı topraklarına kattı. Aynı yıl Bulgaristan, sınırlarını doğuya doğru biraz daha genişletti.

SANAYİ DEVRİMİNE PETROL DOPİNGİ

Sanayi ve teknolojideki gelişmeler cephelerde yaşananlardan daha sönük değildi. İlk benzinli otomobilin 1887 yılında Alman Gottlieb Wilhelm Daimler tarafından icat edilmesi, petrolün yükselişine olağanüstü hız kazandırdı ve petrol alanları sömürgeci devletlerin radarına girdi.

1900’lerin başında bu kara altın, sömürge imparatorluklarının aç kurt gibi saldırdığı bir enerji kaynağı olarak coğrafyaların kaderini belirleyen önemli bir stratejik faktör haline gelmişti.

ARAP YARIMADASI’NA İNGİLİZ ABLUKASI

1861-1865 yılları arasında yaşanan kanlı iç savaşın ardından birliğini sağlamakla meşgul olan ABD bir kenara konursa, 1900’lerin başında İngilizler rakipsizdi.

1882’de Mısır’ı işgal ederek Süveyş Kanalı’nı da kontrolüne alan İngiltere, Pax Britannica’nın denizlerdeki hâkimiyetine engel teşkil edebilecek Osmanlı coğrafyalarını tek tek kendi çeperinde topladı.

Basra Körfezi’ni Büyük Okyanus’a açan suların kontrolünü sağlayan Bahreyn’i, Sünni El Halife ailesiyle anlaşarak 1783’ten itibaren zaten himayesine almış, Kuveyt ve Katar’ı da 1800’lerin sonunda aynı yöntemle kendisine bağlamıştı.

Ortadoğu’daki petrol alanlarını denizden kuşatma sürecini tamamlayan İngiltere, petrolün bulunduğu alanların nokta tespitini yapmak üzere Osmanlı’ya yanaştı.

İKİNCİ ABDÜLHAMİD’İN İBRETLİK ANILARI…

İsmet Bozdağ’ın, “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” kitabında detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere, İkinci Abdülhamid döneminde İngiltere, arkeolojik kazı bahanesiyle kopardığı izinle Musul ve Bağdat civarında petrol aramaya başladı.

İngilizlerin oyununu keşfederek kazıları sona erdiren ve açılan kuyuları kapattıran İkinci Abdülhamid’e İngilizlerin cevabı, Cemaleddin Efgani yolu ile Hilafet meselesini kurcalamak oldu. Hicaz Emirini ele geçirerek maksatlarına ulaşmak istediler.

Abdülhamid buna karşılık, büyükçe bir derviş kafilesini Hindistan Müslümanları arasına gönderince, İngilizler Girit gailesini çıkararak karşılık verdiler. Hatta daha da ileri giderek, Rusya ve Fransa’yı da yanlarına alıp Abdülhamid’i tahttan düşürmeyi denediler.

ALMANLAR DA PETROL İÇİN OSMANLI’YA YANAŞIYOR

Ok yaydan çıkmış, İngilizler kokusunu aldıkları petrolü Osmanlı toprakları olan Musul ve Bağdat’ta bulmuşlardı.

İşin ilginç yanı Almanlar da İngilizlerin istediğinin peşindeydiler. İstanbul’u ziyaret eden Alman Kayzeri Wilhelm’in yanındaki bazı bilim insanları da tıpkı İngilizler gibi kazılara meraklıydılar! Almanlar arkeologlar, özellikle Musul çevresinde arkeolojik kazı yapmak istiyorlardı. Buna izin verdi Abdülhamid. Şayet petrol bulurlarsa ceplerine koyup götürecek değillerdi ya!

SYKES-PİCOT GİZLİ ANLAŞMASI

Daha Birinci Dünya Savaşı devam ederken 1916’da İngiltere ile Fransa arasında imzalanan gizli Sykes-Picot Anlaşmasındaki toprak paylaşımına bakıldığında, petrolün ne kadar belirleyici olduğu kolayca anlaşılıyordu.

İngiltere’nin beklenti ve hedeflerini tam karşılamayan bu harita iki yıl sonra değişecek, Mondros Mütarekesi’ne göre İngilizler Ortadoğu’daki en değerli petrol yataklarını kontrollerine alacaklardı.

İNGİLTERE AMACINA LOZAN’DA ULAŞTI AMA…

İngilizlerin İkinci Abdülhamid döneminde petrol buldukları Musul, Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsız bir devlet olarak dünyaya kabul ettiren Lozan’da çözüme kavuşturulamayıp Cemiyeti Akvam’a (Birleşmiş Milletler) havale edilen en önemli konu oldu.

1700’lerin sonundan itibaren Suudileri de kontrol altında tutmakta olan İngiltere amacına ulaşmıştı. Ortadoğu’daki petrol hazinelerini İngilizlere açan Birinci Dünya Savaşı, tarihin garip bir cilvesi olarak Pax Britannica’nın sonu oldu.

ABD, BAŞKAN WİLSON’LA SAHNE ALIYOR

Birinci Dünya Savaşı sonunda toplanan Paris Barış Konferansı’na damgasını vuran Başkan Wilson ile birlikte ABD, küresel güç dengesinin merkezine yerleşti.

Dünya tarihinde üç küresel barış döneminden bahsedilir: Pax Romana, Pax Ottomana ve Pax Britannica.

1815 Waterloo Zaferi ile başlayan ve 1914’te sonra eren Pax Britannica döneminin ardından dünya henüz yeni bir “Küresel Pax (Barış)” düzeniyle tanışmadı.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayıp 1991’e kadar devam eden Soğuk Savaş yıllarının iki aktöründen biri olan SSCB sahneden çekilince tek başına kaldığı görülen ABD, henüz küresel bir barış sağlayabilmiş değil.

FUKUYAMA VE HUNGTİNTON GERÇEĞİ DEĞİL BEKLENTİYİ TARİF EDİYOR

SSCB’nin dağılma sancıları çektiği 1989’da yayınlanan Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu Mu?” ve 1993’te yayınlanan Samuel Hungtinton’ın “Medeniyetler Çatışması” tezleri, aslında “Pax Americana” iddiasının dünyaya deklare edilmesinden başka bir anlam taşımıyordu.

Petrol odağında başlayıp, doğalgaz etrafında kopan gürültülerle devam eden Enerji Hâkimiyeti Teorisi, Pax Americana’nın asgari şartına dikkat çekse de, bu amaç için girişilen Büyük Ortadoğu Projesi de ABD’yi amacına tam olarak ulaştırabilmiş sayılmaz.

TARİH BİZE NE ANLATIYOR, BİZ NE ANLIYORUZ?

Bugün odağında Türkiye’nin yer aldığı bir coğrafyanın kaderinin son üç asırda –bilhassa 1800’lerden sonra- nasıl satır satır yazıldığına dikkat çekmeye çalıştığımız genel bakış çabamızın amacı, geçmişi yâd etmenin ötesinde bir anlam taşımaktadır.

Günümüzdeki Ortadoğu, Balkanlar ve Afrika fotoğrafı, Osmanlı’nın yavaş yavaş sahneden çekilmeye başladığı dönemlerden sonra yaşanan güç mücadelesinin; bilhassa sanayi devrimi ve petrolün keşfi sonrasında bambaşka bir noktaya taşındığına dikkat çekmek ve bu fotoğraftan yola çıkarak 2000’lerin vereceği fotoğraf karesinin nasıl olabileceğine dair öngörüler için bir altlık oluşturmaktır.

BÜTÜN DİSİPLİNLERİN EKOSİSTEMİ: TARİH

Tarih bütün disiplinlerin ekosistemidir. Her bir disiplin için, istemediğiniz kadar malzeme vardır orada. Bu malzemelerin birini ya da birkaçını bir araya getirip geleceğe dair yeni bakış açıları ortaya koyabilirsiniz.

Bizim tarihe başvurmamızın nedeni, bugünü doğru anlama ve mümkünse yarını doğru planlama yolundaki arayışlara “bakış açısı” desteği sağlamaktır.

Tarihteki bazı kritik kırılmak noktaları kum saatinin ince beline benzer. Ve tarihin devasa kum saati, bu kırılma dönemlerinde ters çevrilir.

Tarihin kum saati Birinci Dünya Savaşı’nda ters çevrilirken, eski dönemden aşağıya düşen son kum tanesi ABD oldu. Başta tarafsız kalmak isteyen ancak ABD’yi yöneten WASP’ların büyük ağabeyi İngiltere’yi de boynu bükük bırakmaya gönlü razı olmayan Wilson, savaş konunda Paris’te kurulan masanın en güçlü aktörüydü.

Aynı senaryo İkinci Dünya Savaşı sırasında da yaşandı ve ABD bir kez daha ağabeyinin yanındaki yerini aldı. Napolyon’dan sonra sadece Hitler, bu ada ülkesini gözüne kestirmiş ve istila etmeye bu kadar yaklaşmıştı. Koskoca Avrupa’nın “dur” diyemediği Hitler, Avrupa’ya lojistik sağlayan Amerikan gemilerini vurunca, karşısında ABD’yi buldu ve yenildi.

BÜYÜK DEĞİL İRİ ÜLKE ABD, ROMA OLMAYA ÖZENİYOR

Yüz yıl önce dünya güç dengesinin merkez dairesine dâhil olan ABD, tüm asır boyunca olağanüstü bir hızla gelişti ve bugün Pax Americana hayallerini gerçeğe dönüştürmeye çabalıyor.

Yolu, yöntemi tanıdık. İngiltere, Fransa ve İtalya’dan devraldığı sömürgecilik müktesebatının gereğini yapıyor. Hiçbir insani kaygı taşımadan girdiği yeri dümdüz ediyor. Tek hedef Pax Britannica ve Pax Ottomana’yı da gölgede bırakıp Pax Romana olabilmek…

Orman kanunlarına dayalı sübjektif bir adalet anlayışıyla ve “özgürleştireceğim” deyip köleleştirme yöntemiyle, adaletin simgesi olmuş Pax Romana’yı kurabilmek elbette muhaldir.

Büyük değil iri devlet cüssesindeki ABD, Pax Britannica mirası üzerine oturduğu için, adaleti önceleyen Pax Ottomana ve Pax Romana’yı anlamaya mezun değildir.

“GERÇEK GÜNDEMİ” GÖZDEN KAÇIRMAMAK LAZIM

Pax’lar meselesi aslında ayrı bir yazı konusudur. Burada bizim dikkat çekmek istediğimiz husus, Osmanlı topraklarının paylaşıldığı Birinci Dünya Savaşı öncesinde nelerle, niçin meşgul olduğumuza dair hatırlatmalarda bulunmaktır.

Biz Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı elimizde tutmaya çalışır ve tüm enerjimizi İngiltere, Fransa ve Rusya’nın kışkırtmalarıyla pıtrak gibi çoğalan isyanlara hasrederken; İngiltere’nin adım adım uygulamaya koyduğu “gerçek gündem” çok daha farklıydı.

Nasıl ki, 18 Haziran 1815’ten itibaren kurulan Pax Britannica’nın kurucusu Büyük Britanya başta olmak üzere, Fransa ve Rusya, 99 yıl sonra patlak verecek Birinci Dünya Savaşı’ndan en karlı ülke olarak çıkabilmek için gerekli adımları attılarsa, 20. Yüzyıldaki iki dünya savaşının sonuçlarını da bugün yaşıyoruz.

DÜNYAYI NASIL BİR GELECEK BEKLİYOR?

Peki, yarınlarda bizi ne bekliyor? Bu soruyla ne kadar ilgiliyiz?

İzin özü, bugünü anlayabilmek için 1815’ten itibaren olup bitenleri –özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşananları- doğru anlamamız; yarını doğru kurgulayabilmek içinse, bugün neler olup bittiğine tarihi perspektif içinden bakabilmemiz gerekiyor.

Bunları yapabilmek elbette tarihteki tüm olayları hafızamıza depolamakla ilgili değil. Olup bitenlerin niçin olduğu ve ne gibi sonuçlar doğurduğu/doğurabileceği sorularına cevap verebilecek “felsefi” bir bakış açısına ihtiyacımız var.

Elimizde doğru formüller yoksa olayların peşinde sürükleniriz, tarihin o güçlü rüzgârında savrulan güz yapraklarına döneriz. Mazideki zaferlerimizle güler, hezimetlerimiz için ağıtlar yakarız.

Osmanlı’nın bundan üç yüz yıl -bilhassa son iki yüz- içinde çekildiği coğrafyalar bugün yeniden dizayn ediliyor. Ve biz, tıpkı yüz küsur yıl önce Ortadoğu’yu kaybetme arifesinde Balkanlar, Kafkaslar ve Doğu Anadolu’daki karışıklıklarla meşgul olduğumuz gibi, bugün Suriye, Irak ve Libya kaynaklı sorunlarla boğuşuyoruz.

TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK ŞERİDİ

Türkiye Cumhuriyeti bu coğrafyalarla elbette ilgilenmek zorundadır. Zira Türkiye’nin güvenlik şeridini 783,562 metrekarelik vatan sınırlarımız değil, 17’inci asırdan bu yana çekildiğimiz coğrafyalar belirler.

Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’daki Osmanlı bakiyesi 64 ülkenin yanı sıra, gönül bağımızın üstüne bir de Enerji Hâkimiyeti Teorisi’nin odağında yer alan Türk dünyasında pozisyon almak, Türkiye için tercih değil mecburiyettir.

Ancak başta Suriye ve Irak olmak üzere söz konusu coğrafyalardaki mücadelemizin sadece sınır meselesi olmadığını, Libya’da varlığımızın sadece romantik bir anlam taşımadığını idrak etmeliyiz.

Dikkatimizi biraz da sınırların çoktan ortadan kalktığı bir alana, “Cloud Computing (Bulut Bilişim)” teknoloji dünyasına yöneltmek zorundayız.

Eğer orayı boş bırakırsak, bugünkünden çok daha fazla şehitler vermek zorunda kalacağımız bir dünya düzeniyle yüzleşmek zorunda kalacağız.

Sahi, orada olup bitenlerle ne kadar ilgiliyiz?

]]>