Şehit – Hayati Tek https://hayatitek.com Thu, 06 May 2021 21:49:51 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 https://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Şehit – Hayati Tek https://hayatitek.com 32 32 ŞEHİTLERİMİZİN YÜREĞİMİZE OTURAN ACISI, BÜYÜK TÜRKİYE’NİN DOĞUM SANCISIDIR https://hayatitek.com/sehitlerimizin-acisi/ Thu, 29 Apr 2021 16:36:20 +0000 http://hayatitek.com/?p=4864 HAYATİ TEK –

Bölücü Kürtçülerin tepesine indirdiğimiz her yumruğun, Washington, Londra ve Paris gibi merkezlerden ses vermesi sebepsiz değildir.

Çünkü “Bölücü Kürtçülük” ve onunla at başı giden “Ermeni Meselesi”nin derin kökleri, 1815 Viyana Kongresi’ne kadar uzanır.

“Şark Meselesi” tezinin ortaya atıldığı Viyana Kongresi ile başlayıp Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam eden dönemin en önemli sonuçlarından biri olan “Ermeni Meselesi”, tehcir kararımız sayesinde akamete uğratılmıştır.

Musul merkezli Irak petrollerine göz koyan ancak Kût’ül-Amâre’de ummadığı bir tokat yiyen İngilizler, bu ağır mağlubiyetin acısını Mondros Mütarekesi sonrasında Yunanlıları cepheye sürerek çıkarmaya çalışmışlardır.

Milli Mücadele sonunda elde ettiğimi büyük zafer, “sözde Ermeni iddialarını” bir süreliğine rafa kaldırmış olsa da İngilizler başımıza yeni bir gaile açmakta gecikmemiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimize “bölücü Kürtçülük” tohumlarını ekmişlerdir.

TARİHİ ARKA PLAN VE SULTAN II. ABDÜLHAMİD

Ermeni meselesine uluslararası bir kimlik kazandıran Ayastefanos ve Berlin anlaşmaları imzalandığında henüz iki yıldır görevde ulunan II. Abdülhamid, bizi yaklaşık yüz elli yıl uğraştıracak olan meselenin kaynağını isabetle şöyle tespit etmiştir:

“Ermeni meselesi, Ermenilerin meselesi değildir.

Ermenilerin bizden hiçbir şikâyetleri yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki emellerine ulaşınca, Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeni bir parça daha koparmak için, Ermenileri parmaklarına doladılar.

Ruslar, gönderdikleri ajanlarla, önce papazları, öğretmenleri ele geçirdiler, sonra da buldukları macera düşkünü Ermenileri bizim aleyhimize çevirdiler.

Türk kılığına giren Ermeniler, kendilerine yardım etmek isteyen kendi vatandaşlarını öldürüp sonra da ‘Görmüyor musunuz, sizi Türkler kesiyor, siz hala bizimle birlik olmuyorsunuz.’ demeye başladılar.

Ermeni tahrikçileri özellikle Sason bölgesinde tahriklerini sürdürüyorlardı. Bu Ermeni-Müslüman kavgasını sona erdirmek için, Müşir Zeki Paşa emrindeki orduyu, bu sahaya sevk ettim ve ayaklanmayı bastırdım. Büyük devletler elçileri, birbiri peşinden Saraya koştular.

İngilizler, Ermeni meselesini ayakta tutmak için ellerinden geleni yaptı. Çükü bu suretle Mısır’da giriştiği işleri örtmüş oluyor, dünyanın dikkatini Türkiye üzerinde uyanık olarak tutuyordu.” (Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri; s. 56-58.)

“İNGİLİZ’İN ASIL GAYESİ BÜYÜK ERMENİSTAN İDEALİDİR.”

İstiklal Savaşı’nı yöneten Birinci TBMM’de Erzurum Milletvekili olarak görev yapan Hüseyin Avni Ulaş’ın, bir asır önce İngilizler tarafından Musul’da başlatılan “bölücü Kürtçülük” serüveninin arka planına dair tespitleri de hayati önemi haizdir.

İngilizlerin asıl gayesinin, Lozan’da Misak-ı Milli dışında bıraktığımız Musul‘da önce bir “Kürt hükümeti kurarak Türkiye’yi bölmek, ardından da Ermenistan’ın kurulmasına zemin hazırlamak” olduğunu bildiren Ulaş’ın şu sözleri, yaklaşık yüz yıl öncesinden yapılan önemli bir uyarıdır:

“Kürdistan hükümeti yapamaz. Kürdün lisanı yoktur. Yazısı yoktur. Kürt’ün harfi yoktur. Yarın oralara Ermeniler hâkim olacaktır. Ermeni harsı hâkim olacaktır. Yarın orada Ermeniler hükümet kuracaktır. Netice itibariyle Ermenistan meydana çıkar. Ben Ermeni idealinden korkarım.”

ERMENİ-BÖLÜCÜ TERÖR İŞBİRLİĞİ

1890’dan itibaren her fırsatta isyan çıkaran Ermenilerin Türk devlet adamlarına yönelik ilk terör saldırısı, 1905’te II. Abdülhamit‘e yönelik bombalı suikasttır.

Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslarla işbirliği yaparak milletimizi arkadan vuran Ermeniler, Mondros Mütarekesi’nin ardından Rus ve Fransız işgal bölgelerinde terör estirmeye devam etmişlerdir.

Milli Mücadelemiz sürerken, milletimizi bugünlere ulaştıran Tehcir (Yer Değiştirme) uygulamasının mimarı olan Talat Paşa’yı 15 Mart 1921 günü Berlin’de, Çukurova’daki Ermeni ayaklanmasını bastıran Cemal Paşa’yı ise 21 Temmuz 1922’de Tiflis’te şehit etmişlerdir.

İngiliz destekli Kürt ayaklanmalarına şahitlik ettiğimiz cumhuriyetin ilk yıllarında sessiz kalmayı tercih eden Ermeniler, 1965’te yeniden harekete geçmişlerdir.

Terör örgütü ASALA eliyle diplomatımızı, elçilik ve konsolosluk görevlilerimizi katletmişlerdir.

1980’li yıllarda ise bölücü terör örgütü PKK ile sıkı işbirliğine girmişlerdir.

Bu bağlamda;

  • 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan eden PKK, 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anmaya başlamıştır.
  • 8 Nisan 1980’de Lübnan’ın Sidon kentinde PKK ve ASALA ortak deklarasyon yayınlamıştır.
  • 19 Kasım 1980’de THY Roma bürosuna yönelik saldırıyı PKK ve ASALA birlikte üstlenmiştir.
  • Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı onur üyeliğine seçilmiştir.
  • Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.
  • Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü üyeleri, 4 Haziran 1993’te Batı Beyrut’taki PKK kampında ortak toplantı yapmışlardır.
  • 6 ve 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut’taki iki ayrı Ermeni kilisesinde düzenlenen toplantılarda; Türkiye’nin bölüneceği ve bir Kürt devleti kurulacağı iddia edilerek, Ermenilerden Kürtlerin mücadelesini desteklemeleri istenmiştir.

Bu bilgilerin teyidi noktasında, “Üretim Koordinatörü” olarak görev aldığım, dört dilde yayınlanan Ermeni Sorunu CD-ROM’u önemli bir kaynaktır.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun danışmanlığında hazırladığımız CD-ROM, Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır.

BÖLÜCÜ KÜRTÇÜLÜK VE MARKSİZM

ASALA’nın Türk diplomatlarını hedef aldığı dönemde strateji değiştiren “bölücü Kürtçü” yapılar, Türkiye İşçi Partisi’nin TBMM’ye girdiği 1960’lı yıllarda Marksist bir kisveyle yollarına devam etmişlerdir.

Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri, Devrimci Halk Kültür Dernekleri, Türkiye Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Öncü İşçi Partisi, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, Rizgari, Ala Rizgari, Kawa, Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları, Kürdistan Sosyalist Harekâtı, Kürdistan Sosyalist Birliği, Tekoşin gibi örgütler, 1984’ten sonra başlayacak olan bölücü terörün altyapısını oluşturmuşlardır.

Irak’taki Irak Kürdistan Demokratik Partisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği, Kürdistan Özgürlük Partisi ile İran’daki İran Kürdistan Demokratik Partisi, Kürt İşçileri Devrimci Örgütü ve tabii ki Suriye’deki Kürt Sosyalist Partisi ve Suriye Komünist Partisi’ni de bu cümleden saymak gerekir.

BİDEN’IN AÇIKLAMALARI VE SONRASI…

Böylesi bir tarihi arka plan üzerine inşa edilen; İngiltere, Rusya ve Fransa tarafından Lozan’a kadar ısrarla takip edilen, sonrasında “sözde Ermeni iddiaları” ve “bölücü Kürtçülük” gailesiyle devam eden süreç, ABD Başkanı Biden’ın son açıklamalarıyla yeni bir safhaya girmiş görünüyor.

Kanun yolunu takip etmeyenlerin nazarında, sunulacak hiçbir belgenin hükmü yoktur.

İstanbul’dan “Konstantinopolis” diye söz etme cüretini gösteren Biden’in açıklamaları; dünyayı orman kanunlarıyla yönetmeye yeltenen kontrolsüz bir gücün hezeyanı olsa da fiili durumu hafife almanın faturası ağır olacaktır.

Mehmetçiğimiz bugün, Suriye ve Kuzey Irak’ta ise; bunun sebebi, iki asır önce planlanan ve yüz yıldır her fırsatta kanatılmakta olan yarayı cerrahi operasyonlarla tedavi etmek içindir.

Konuyu, bazı güncel gelişmelerin akut bir sonucu olarak görmek, başımızı kuma gömmekten farksızdır.

Kuzey Irak ve Suriye’deki gelişmeler, iki asırlık kronik bir hastalığın günümüzdeki tezahürleridir ve bir an önce tedavi edilmek zorundadır.

1800’lü yıllarda İngiltere tarafından temeli atılan, Fransa ve Rusya’nın da dâhil olmasıyla daha geniş bir destekçi grubuna sahip olan “Bölücü Kürtçülük” ve “Ermeni Meselesi”nin hamiliğini, 1990’lı yıllardan itibaren ABD yapmaktadır.

1915’te uyguladığımız Ermeni tehciri nedeniyle, 1919’da Doğu Anadolu ve Çukurova’da “selef determinasyona” dayalı kukla Ermeni devletleri kuramayan ABD, bugün pişman mıdır, bilinmez…

Ancak görünen o ki; silahlı kuvvetlerimiz, Irak ve Suriye’deki bölücü örgüt yuvalarına darbe üstüne darbe vurdukça, Ermeni meselesi daha ciddi şekilde dünya kamuoyu gündemine getirilecek; bu iki kronik meseleden biri buzdolabına kaldırıldığında, diğeri masaya sürülecektir.

Bizlere düşen, bugün karşı karşıya olduğumuz meselenin iki asırlık bir geçmişe sahip olduğunu bilmek; Türk’ü Anadolu’dan atmak, İstanbul’un “İslam şehri” kimliğini ortadan kaldırmak ve 1071’den beri öç almak peşinde koşan Ehl-i Salip’e karşı sürekli uyanık kalmaktır.

Kurduğumuz bu son cümle, hamasi bir yaklaşımın değil, Anadolu’daki bir yıllık gerçeğimizin ifadesidir.

Malazgirt’ten bu yana şehitler ekiyoruz kutlu vatan toprağına.

Biliriz…

Tohumlar ölmeden, doğmaz çınarlar.

Biliriz…

Her şehit haberi, kor gibi düşer yüreğimize.

Önce hüzün kaplar içimizi, sonra dev bir öfke yumruklanır çelik bileklerimizde.

Harlanır hıncımız, mangal yüreklerimizde.

Yine biliriz ki…

Vatan toprağına tohum misali ektiğimiz şehitlerimizin yüreğimize oturan acısı, büyük Türkiye’nin doğum sancısıdır.

Konu, Türkiye’de yahut Türkiye üzerine hesap yapan herhangi bir ülkede kimin iktidarda bulunduğuyla değil, Türk’ün Anadolu’daki varlığıyla ilgilidir.

Bu nedenle ABD Başkanı Biden’ın çıkışına benzer gelişmelere ve çok daha fazlasına her an hazırlıklı olmalıyız.

Bilhassa, “demokratik görünümlü” ihanet hamlelerine karşı…

Anadolu’daki bin yıllık varlığımızdan biliriz…

İhanetin partisi, dini, cemaati olmaz.

İhanet, bunları sadece kullanır.

En çok da “milletimizin ortak değerlerini kullanmaktan” hoşlanır.

]]>
GÖKLERE ÇEKİLEN TOROS KARTALI https://hayatitek.com/goklere-cekilen-toros-kartali/ Sun, 02 Aug 2020 20:44:42 +0000 http://hayatitek.com/?p=3110

Gözleri kartal bakışlı, yüreği vatan nakışlı şehidimize…

Kalbim lime lime, yas damar damar,

Yangın yeri yürek ummanla kanar,

Mevla’m sevdiğini cananla sınar,

Sevda sevda kanıyorum şehidim.

Vatan âşıkları cenkte devleşir,

Hilalle yıldızı gökte birleşir,

Durmuş şimdilerde kimle söyleşir?

Hasret hasret kanıyorum şehidim.

Ayet-el Kürsimiz oldu Fatiha,

Şehit makamıdır nurdan şahika,

Başında al bayrak dalgalandıkça,

Dua dua kanıyorum şehidim.

Yörük ateşinden iman yükselir,

Şehit ocağından vatan yükselir,

Musalı’dan göğe bir ah yükselir,

İçin için kanıyorum şehidim.

Kanatları buzdan, yüreği güneş,

Var mıdır dünyada şehitlere eş?

Var sen ötelerde Resulle halleş,

Işık ışık kanıyorum şehidim.

Gafiller şehidi ölümlü sanır,

Şehitler ölmezler uçmağa varır,

Dili sussa bile ruhu haykırır,

Vatan vatan kanıyorum şehidim.

Bir can bu kadar da şeref verir mi?

Gözyaşıyla karlı dağlar erir mi?

Yürekteki hıncı hain bilir mi?

Yemin yemin kanıyorum şehidim.

Hayati Tek (21.01.2018)

]]>
MUSALI’NIN ŞEREF BAYRAĞI https://hayatitek.com/musalinin-seref-bayragi/ Sun, 02 Aug 2020 20:39:48 +0000 http://hayatitek.com/?p=3104

Gök ekinden biçilen şehidimin aziz hatırasına…

Kara haber verdi ak güvercinler,

Dediler, “Durmuş’un uçmağa vardı.”

Kar beyaz çehrede cennet muştusu,

Peygamber komşusu yiğit Durmuş’um,

Tekler’in gururu şehit Durmuş’um.

Durmuş zemheride yerde yatıyor,

Ak alnı, karlara nispet yapıyor,

Kanatlanmış aslan gökte uçuyor,

Babasının koçu yiğit Durmuş’um,

Tekler’in gururu şehit durmuşum.

Daha düne kadar Çavuş Durmuş’tu,

Kuduran haine kan kusturmuştu,

Ne bilsin kaderi pusu kurmuştu,

Toros’un kartalı yiğit Durmuş’um,

Tekler’in gururu şehit Durmuş’um.

Artık bizim değil milletin canı,

Vatan şehitliği değer cihanı,

Ezelden ebede yürüsün şanı,

Musalı bayrağı yiğit Durmuşum,

Tekler’in gururu şehit durmuşum.

Hayati Tek (21.01.2018)

]]>
ASKERİ MÜDAHALELER VE TÜRK BASINI-4: 12 EYLÜL 1980 İHTİLALİ https://hayatitek.com/askeri-mudahaleler-ve-turk-basini-4-12-eylul-1980-ihtilali/ Thu, 11 Jun 2020 11:31:11 +0000 http://hayatitek.com/?p=1342 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mart 1992’da yayınlanan 96. sayısı için Ali Yakuboğlu müstearıyla kaleme aldığım “Askeri Müdahaleler ve Türk Basını” başlıklı inceleme araştırma dizimizin dördüncü yazısı: “12 Eylül 1980 İhtilali.”

]]>
O. YÜKSEL SERDENGEÇTİ: “MİSAK-I MİLLİ RUHU VE ONUN MÜMESSİLLERİ, İTTİHAT VE TERAKKİ KOMİTACILARININ, SELANİK DÖNMELERİNİN HIŞMINA UĞRADILAR. ATILDILAR, ASILDILAR, KESİLDİLER.” https://hayatitek.com/o-yuksel-serdengecti-misak-i-milli-ruhu-ve-onun-mumessilleri-ittihat-ve-terakki-komitacilarinin-selanik-donmelerinin-hismina-ugradilar-atildilar-asildilar-kesildiler/ Wed, 10 Jun 2020 15:41:57 +0000 http://hayatitek.com/?p=1129 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Haziran 1991’da yayınlanan 87 sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu Osman Yüksel Sendengeçti idi.

]]>
M. AKİF ERSOY: “DİNİMİZDEN OLMAYANLARA KARŞI GÖSTERMEDİĞİMİZ NEZAKET KALMIYOR. BİRBİRİMİZİ BİR KAŞIK SUDA BOĞMAK İSTİYORUZ.” https://hayatitek.com/m-akif-ersoy-dinimizden-olmayanlara-karsi-gostermedigimiz-nezaket-kalmiyor-birbirimizi-bir-kasik-suda-bogmak-istiyoruz/ Tue, 09 Jun 2020 12:13:15 +0000 http://hayatitek.com/?p=856 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Mart 1990’da yayınlanan 72. sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu İstiklal Marşı’mızın yazarı, milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’du.

]]>
BÜYÜK DOĞUNUN MİMARI: NECİP FAZIL KISAKÜREK https://hayatitek.com/buyuk-dogunun-mimari-necip-fazil-kisakurek/ Fri, 05 Jun 2020 21:51:37 +0000 http://hayatitek.com/?p=816 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Şubat 1990’da yayınlanan 71. sayısında yer alan “İz Bırakanlarla Mülakat”ımızın konuğu Necip Fazıl Kısakürek’ti.

]]>
EROL GÜNGÖR: VİCDAN HÜRRİYETİ HERKESİN VİCDANINA AİT ŞEYLERİN YİNE VİCDANDA KALMASI DEMEK OLSAYDI O ZAMAN BUNA HÜRRİYET DEĞİL, ESARET DEMEK GEREKİRDİ https://hayatitek.com/erol-gungor-vicdan-hurriyeti-herkesin-vicdanina-ait-seylerin-yine-vicdanda-kalmasi-demek-olsaydi-o-zaman-buna-hurriyet-degil-esaret-demek-gerekirdi/ Fri, 05 Jun 2020 17:22:03 +0000 http://hayatitek.com/?p=758 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Kasım 1989’da yayınlanan 68. sayısında yaptığımız “İz Bırakanlarla Mülakat”ın konuğu Prof. Dr. Erol Güngör’dü.

]]>
ÜMMÜ https://hayatitek.com/ummu/ Sun, 31 May 2020 19:56:34 +0000 http://hayatitek.com/?p=437 HAYATİ TEK –

Dünya Savaşının çeşitli cephelerinde neredeyse tüm köylerinden yiğitler gönderen Mersin’in sadece Çanakkale’de bin beş yüze yakın şehidi vardı. Bunlardan üçü Kayrakkeşli köyündendi. Koca Mustafa oğlu Mehmet, Ali oğlu Osman, Settar oğlu Hüseyin, Yarbay Mustafa Kemal’in bir yıldız gibi parladığı, askerlerine “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum.” emrini verdiği Arıburnu Cephesinde şehit düşmüşlerdi.

Kayrakkeşli Osman’ın bahtına Çanakkale yerine Yemen çölleri çıkmış, esir düştüğü İngilizlerin işkenceleri sırasında gözlerini kaybetmişti. Arkadaşları gibi şehit olamasa da gazi unvanıyla dönmüştü köyüne. Yolunu gözleyen Ümmü, artık “Kör Osman” olarak anılmaya başlayan, hareket kabiliyeti büyük ölçüde azalan kocasına tüm sevgisini veriyordu. Yemen gazisi ile evli olmakla iftihar ediyor, kendisini zorlu bir hayatın beklediğini, bu yokluk yıllarında iki kişilik gayret göstermesi gerektiğini biliyordu. Cesareti ve azmi dillere destan Ümmü, dur durak bilmeden inançla ve inatla çalışıyor, çalışıyordu.

Vefanın, sevginin, milli onurun her engeli aşabildiğinin canlı bir örneğiydi O. Sabah erkenden Osman’ı ekmekledikten sonra kızı Hasibe ile birlikte tarlaya gider ya da evin önündeki bostana inerek durmaksızın çalışırdı. Öğleye kadar bahçedeki işlerini tamamlar, eve dönüp Osman’ın öğle yemeğini hazırlardı. Öğleden sonra alt evin önüne kurduğu çulfalığın başına geçer, sadece eşi ve kızı için değil aynı zamanda Yoğurt Pazarında satmak ya da takas etmek için çiğ pamuk ipliğinden göyneklik kumaş dokurdu. Bu kumaşı kök boyaya yatırıp göklü bükme haline getirirdi. Göklü bükmeden diktiği yakasız gömleklerin düğmelerini, tespih ağacının giliklerinden özenle imal ederdi. Özene bezene dualar ederek hazırladığı göyneklerin yapımı zahmetli ancak alıcısı çoktu. Dört übüğünü işlediği mendilleri, paha biçilmez bir güzelliğe kavuştururdu. Köy delikanlıları düğünlerde görevli olduklarını belirtmek için güçlü pazularına bağlardı bu mendilleri. Fırsat bulduğunda ağaçtan yaptığı millerle kuzu yününden erkek çorapları örerdi. Özellikle kışın bu çoraplar şehirli erkekler tarafından adeta kapışılırdı. Bunlarla da yetinmez, mevsimine göre sumak kurutur, taş dibekte dövdükten sonra bir kısmını evde kullanmak üzere ayırır, kalanını satmaya götürürdü. Eğlencelik ve kahve çekirdeği olarak menengiç toplardı. Son zamanlarda Yoğurt Pazarındaki Tahmis Kahvecisi toplayabildiği kadar menengiç getirmesini istemişti.

Her şey onun eline bakıyordu. Yağmur mu yağdı? Akıtmasın diye toprak dama çıkıp saatlerce yuvak çekmek onun işiydi. Alt evdeki hayvanlara bakmak, sadırlarını temizleyip gübre olarak kullanmak üzere bir kenara yığmak, buğday ve arpa ekip biçmek, nohut yolmak, elinde nacak pinar, sandal, meşe odunu hazırlamak onun işiydi. Temmuz sıcağında elde orak ekin biçmek, döğen sürmek, buğday kaynatmak, kış için bulgur, döğme, peynir hazırlamak da… En zorlandığı iş, kızgın güneşin altında ekin biçmek, deste çekmek ve döğen sürmekti. Allah’tan daha iki ay vardı bu zorlu döneme girmek için. Tüm zorluklarına rağmen hiç bir iş onu yıldıramaz, bedenen yıpransa da büyük bir mutluluk duyar, geleceğe dair hayaller kurardı.

Gayet iyi at biner, dokuduğu kumaşları, diktiği göynekleri, ördüğü çorapları ve mevsimine göre evin önündeki bostanda yetiştirebildiği banadura, kabak ve soğanları Yaren’e yükler, sabah namazıyla birlikte yirmi kilometre uzaklıktaki Mersin’in yolunu tutardı. Yaren, kocası cephedeyken kaybettiği babasının yadigârıydı. Kocası askere gittiğinde kötüleyince, teselli bulsun diye bu güzel kısrağı ona hediye etmişti babası. Yaren koymuştu adını, Osman’ın yokluğunda yarenlik etsin diye. En geç öğleden sonraya kadar Yoğurt Pazarında ürünlerini satar, temel ihtiyaçlarını alıp köyüne dönerdi. Dikeceği göynekler için gerekli iğne, iplik ve çiğ pamuk ipliğinin yanı sıra tuz, birkaç somun ekmek ve bulabilirse bir miktar helva almayı asla ihmal etmezdi.

Osman cepheden dönse de, gözlerini kaybettiği için evine katkı sağlayamadığından aynı düzen işlemek, Ümmü mücadelesine devam etmek zorundaydı. Jandarmaların getirdiği haber, yükünün biraz olsun hafifleyeceği anlamına geliyordu. Eve gelen köy muhtarı, “Hadi gözün aydın Osman. Devlet, gazi maaşı bağlayacak sana. En kısa zamanda Mersin’e gitmen gerekiyor.” diyerek vermişti müjdeyi. Heyecanlanan Osman, kendinden çok karısını düşünüyordu.

“Hemen gidelim. Bir an önce varalım Hükümet’e. Alalım maaşımızı. Hem sen de bundan kelli paralamak zorunda kalmazsın kendini.”

“Dur hele Osman’ım.” dedi Ümmü, “Acele etme. Hazırlığımızı yapalım. Birkaç güne gider geliriz inşallah.”

Osman ısrarcıydı:

“Hemen gidelim.”

“Tamam Osman’ım. Tamam Gazim. Sen dinlen şimdi. Ben hazırlığımızı hızlıca yaparım. Yarın Cuma. Hükümet kapalı olur. Cumartesi sabahtan çıkarız yola.”

Osman mutlu oldu.

“Öyle yapalım.”

4 Mayıs sabah namazından hemen sonra akşamdan hazırladığı yükünü, azık çıkınını heybelere doldurdu. Yola çıkarken yanından eksik etmediği kamasını kuşağına soktu. Kocasına seslendi:

“Ben Hasibe’yi Hatça ablaya bırakacağım. Yel gibi gider gelirim. Sonra çıkarız yola.”

“Tamam.” dedi Osman sevinçle.

Kızını komşuya bırakıp hemen döndü. Merdiven dibine çektiği Yaren’in sırtına bindirdi gazisini: “Bismillah.”

“He ya Bismillah.” dedi Osman, “Hayırlı, güzel bir yola çıkıyoruz inşallah.”

Yaren’in yularını kocasına veren Ümmü, önden yürüdü. Defalarca gidip geldiği yola alışmış olan Yaren, usulca takip etti yoldaşını. Yarım saate varmadan Efrenk yol sapağındaki Hacgediği’ne ulaşmışlardı. Yolun solundaki yamaç sık ormanlıktı, sağdaki çukur bölgede köylülerin ekip biçtiği tarlalar vardı. Biraz daha aşağıdaki Çukurkeşli kanyonu, çıkışı olmayan bir korku tüneli gibi gelirdi ona. Buradan ne zaman geçse yolun sağındaki uçurumla başlayıp kıvrıla kıvrıla kilometrelerce uzayıp giden bu gizemli kanyona bakıp ürperirdi. Yaren’i dehler, hızlıca yol alırdı. Ama bugün yanında Osman’ı da vardı. Bir saat kadar sonra Mersin-Gözne sapağına kavuştular. Sağa dönüp meyilli patikaya yöneldiler. Birkaç yokuşu daha aştıktan sonra Mersin’e kadar hafif meyilli yolda rahatça ilerleyeceklerdi. Dar patikanın hemen kenarındaki otlarla başlayan allı morlu renk cümbüşü, uzayıp giden çoğunluğu boş tarlalarda doyumsuz bir manzara oluşturuyordu. Solda biraz ilerideki tepenin ardında Araplar köyü vardı, sağdaki vadinin yamacında Işıktepe. Biraz daha aşağıda Hamzabeyli. İlerledikleri yolun sağındaki Çopurlu’nun biraz aşağısında Efrenk deresinin hayat verdiği geniş ve bereketli ovanın kıyısında Çavak, Kocavilayet, Menteş ve Karaisalı köyleri sıralanıyordu. Şehrin çıkışındaki Hıristiyan köyü sayılmazsa Çopurlu’dan sonra Mersin’e kadar bir tek Çavuşlu vardı. Orada kısa bir mola vermenin uygun olacağını düşünüyordu.

“Osman’ım, Gazim, biraz sonra Çavuşlu’da olacağız. Orada acık soluklanalım mı?”

“İyi olur. Gölük de biraz dinlenir.”

Bereketli topraklarda serpilen ekinler bel hizasına çıkmış, badem ağaçları meyveye, üzüm bağları koruğa durmuştu. Çavuşlu deresi kıyısındaki büyükçe bir harnup ağacına gelince durdular. Dikkatli bir şekilde indirdi Osman’ı. Sadakat timsali Yaren’i örklemeye gerek duymazdı hiçbir zaman. Yine öyle yaptı, ağacın serin koyu gölgesine bıraktılar kendilerini. Esen tatlı rüzgâr karşı yamaçtaki ekinlere türlü şekiller veriyor, tarlanın yüzeyi dalgalı yeşil bir denizi andırıyordu. Ekin tarlalarının bitimindeki üzüm bağlarının etrafı sınır çizgisi gibi badem ağaçlarıyla çevriliydi. Yeşil birer keçiboynuzunu andıran meyveleri usul usul sallanan harnup ağacında durmakla ne iyi ettiklerini düşündü. Uğuldayan yaprakların arasında kendince neşeli bir türkü tutturan Arap Bülbülünün içli sesi, benzersiz manzarayı cennete çeviriyordu. Bu güzel hayal fazla uzun sürmedi. Omuzunda heybesiyle yayan yapıldak yanlarından geçen bir köylü selam verip yoluna devam etti. Belli ki Yoğurt Pazarına gidiyordu. Neyi varsa satacak, ihtiyaçlarını alıp dönecekti köyüne. Çok zor bir dönemden geçiyordu memleket. Yokluk içerisinde canını dişine takıp ayakta kalmaya çalışan köylüler, hayatı idame destanı yazıyorlardı. Ancak asıl destanın gerçek kahramanları cepheden cepheye koşan yiğitlerdi. O yiğitlerden biri de, eşi Gazi Osman’dı. Ağacın gölgesinde sırt üstü uzanan Osman’a baktı. “Bahtsız yiğidim.” diye sessizce inledi.

“Bir şey mi dedin?”

“Yok Osman’ım. Hadi kalkalım artık.

“Tamam.” dedi Osman, çevik bir hareketle dineldi.

Hükümet binasına vardıklarında vakit öğleye yaklaşıyordu. Yaren’i görkemli yapının demir çitlerine bağladıktan sonra binaya girdiler. Hayli kalabalıktı.

“Bu iyi olmadı.” dedi Ümmü, “İş öğleden sonraya kalacak gibi. Gecikmesek bari.”

Ne olup bittiğini görmek ister gibi etrafa bakınan Osman, elini salladı.

“Kaygılanma. İş olacağına varır.”

Gerçekten de sıra kendilerine gelmeden çalışanlar yemek molası verdiler. Osman’ı hükümet konağı bahçesindeki palmiyelerden birinin dibine oturtan Ümmü, Yaren’e yöneldi. Biraz saman, biraz da arpa koyduğu yem torbasını boynuna taktıktan sonra gelip kocasının yanına oturdu. Akşamdan suladığı yufkayı, haşlanmış yumurta, peynir, zeytin ile birlikte afiyetle, sohbet ederek yediler.

Resmi daire açılınca gazilik maaşı için gerekli başvurularını yaptılar. Hayli vakit alan işlemleri, ancak ikindiye doğru bitirebildiler. Mutlu bir şekilde ayrıldılar binadan.

Yaren’in yularını çözerken Osman’a döndü:

“Osman’ım, Gazim. Akşamdan biraz öteberi hazırlamıştım. Yoğurt Pazarında hızlıca satıp ihtiyaçlarımızı alalım.”

Osman duygulandı. Vefakâr, çalışkan karısı Mersin’e gelecek olmalarını fırsat bilmiş, onca işinin arasında satacak bir şeyler hazırlamıştı.

“Vakitlice dönelim diyordun. Gecikmeyelim.”

“Şimdi bunları geri götürmek de olmaz. İnşallah çabucak satar, çıkarız yola.”

“Tamam.” dedi Osman.

“Gölüğe binmeyeyim ben. Yoğurt Pazarı yakın sayılır. Yürüyelim.”

“Olmaz. İşimiz acele. Hasibe’m bizi bekler. Haydi, sen bin Yaren’in sırtına.”

Öyle yaptılar.

Mersin’in kalbi her zaman olduğu gibi hızlı hızlı atıyor, cıvıl cıvıl pazaryeri adeta insan kaynıyordu. Fazla bir şeyleri olmasa da bir türlü satılamıyordu. Vakit ilerledikçe Ümmü hayıflanıyor, kendi kendine söyleniyordu.

“Hayırdır Ümmü’m?”

“Bir türlü alıcı çıkmıyor. Akşama kalacağız böyle giderse.”

“Hayırlısı neyse o olur.”

“Öyle de. Hayli geciktik.”

Getirdiklerini ancak akşamüzeri satabildiler.

“Osman’ım, Gazim. Bu saatten sonra yola düşmek akıl kârı değil. En iyisi biz bu geceyi dayımlarda geçirelim. ‘Sabahın şerri akşamın hayrından evladır’ der atalar.”

“Öyle deme Ümmü’m. Şer sabah da olsa şerdir, akşam da olsa. Ocaktan ırak. Biz tedbiri elden bırakmayalım. Takdir Allah’ın. Dediğin gibi yapalım. Dayınlara gidelim.”

İhtiyaçlarını alelacele alıp pazardan çıktılar. Yeğenini sevgiyle karşılayan dayısı, onları rahat ettirmek için ne gerekiyorsa yaptı. Sofranın kurulmasına yardım eden Ümmü, yengesiyle hasret giderdi. Köyden havadis verdi. Vakitlice yatıp uyudular. Kahvaltıdan sonra izin istediler.

“Biz fazla gecikmeden gidelim Dayı. Hasibe’mi komşuya emanet ettim. Bize müsaade.”

“Müsaade sizin kızım.”

Helalleştiler.

Yolda, dün mola verdikleri ağacın gölgesinde dinlenen Çukurkeşli köyünden Molla Mustafa ile karşılaştılar.

“Selamün aleyküm Molla Mustafa.”

“Ve aleyküm selam Ümmü gelin. Selamün aleyküm Gazi Osman. Hayırdır.”

Yaren’in üzerindeki Osman’ı gösterdi Ümmü.

“Gazimin maaşını bağlattık dün. İş uzayınca bugüne kaldık. Köye bir an önce varalım diye erkenden yola çıktık.” Biraz durdu. “Yüküne bakılırsa, Yoğurt Pazarına gidiyorsun her hal.”

“Heye. Öyle. Gelin, siz de soluklanın biraz.”

Acele köye varmak niyetindeydiler ama Molla Mustafa’yı kırmak istemediler.

“İyi madem. Biraz soluklanalım mı Osman’ım.”

“Olur tabii. İyi oldu Molla Mustafa ile karşılaştığımız. Soracaklarım vardı.”

Ümmü, tam Osman’ı attan indirecekti ki, duyduğu seslerle irkildi.

Yanına bolca mühimmat alan Fransız üniforması giyinmiş çete, 4 Mayıs gecesini Hıristiyan Köyü’ndeki Fransız Birliği Karargâhında eğlenerek geçirmiş, sabah erkenden kuzeydeki Buluklu köyü istikametinde Toroslara doğru harekete geçmişti. Yarım saat olmadan Çavuşlu civarına ulaşmışlardı. Dere yatağını takip ederek sessizce yürüyorlardı. Biraz ileride harnup ağacının gölgesinde eğleşenleri görünce, hızla oraya yöneldiler.

Oturmakta olan Molla Mustafa endişeyle kalktı. Şalvarının cebinden çıkardığı hilal şeklindeki tırtıklı bağ bıçağını açarak tedbirini aldı. Ne yapacağını şaşıran Ümmü, Yaren’in yularını bırakıp belindeki kamaya davrandı.

Çoktan yanlarına ulaşan çeteden biri, vurduğu dipçik darbesiyle atın üzerindeki Osman’ı ekinlerin arasına yuvarladı. “Ona dokunmayın. Gözleri görmüyor.” diyen Ümmü’nün etrafı çoktan çevrilmiş, üç dört kişi de Molla Mustafa’ya hücum etmişti.

Arşak zaman kaybı istemiyordu.

“Hemen işlerini bitirin yolumuza devam edelim. Daha yapacak çok işimiz var. Ateş etmek yok. Süngü kullanın. Hadi çabuk!”

İlk hücumda sağ omuzundan yaralanan Molla Mustafa, ekinlerin arasına atmıştı kendini. Çete de peşinden daldı ekine. Yarasının sıcaklığıyla pek bir şey hissetmeyen Molla Mustafa can havliyle koştu, koştu. Az ilerideki tepeyi aştıktan sonra izini kaybettirmeyi başardı.

Bu arada Ümmü, kendini korumaya çalışıyor, tir tir titriyordu. Karabet, gayet güzel Türkçesiyle ünledi.

“Hayrola Yörük güzeli, ne yapacaksın o kamayla?”

Ses vermedi Ümmü. Gözlerinde korku ve endişe vardı.

“Merak etme güzelim. Seninle azıcık eğlenip yolumuza devam edeceğiz.”

“Yaklaşmayın, yakarım” dedi Ümmü.

Gür bir kahkaha atan Karabet üzerine yürüdü. Kamayı savurdu Ümmü, ancak isabet ettiremedi. Diğerleri, yılışık yılışık gülerek izliyorlardı sahneyi. Bir hamle daha yaptı Karabet. Kendini cesaretle savunan Ümmü’nün boş olmadığını anladı. Arkadaşlarına seslendi.

“İyice kıstırın.”

Sırtını ağaca veren Ümmü, kolay teslim olmayacağını gösterdi.

“Gelin bakalım it soyları. Geleceğiniz varsa göreceğiniz de var.”

Onun bu kendine güvenli hali ve hakareti iyice tahrik etmişti Karabet’i. Bu arada diğerleri ağacın etrafını kuşatmış, adım adım yaklaşıyorlardı. İşin iyice sarpa sardığını gören Ümmü, namusunu korumaya kararlıydı. En iyi savunma hücumdur diyerek bir daha saldırdı. Ancak ensesine inen dipçik darbesiyle bir anda yere yığıldı.

“Yaşa Serkis!” diye haykıran Karabet, uçkuruna davrandı.

Karabet’in niyetini anlayan Arşak, hiddetle bağırdı.

“Hemen işini bitirin beceriksiz herifler. Yeterince zaman kaybettik.”

Yerde baygın yatan yiğit Ümmü’nün bedenini süngüleriyle delik deşik ettiler.

Çığlıkları duyan Osman, seslerin geldiği yöne doğru düşe kalka ilerliyor, “Ümmü! Ümmü! Durun yapmayın.” diye haykırıyordu. Karısının sesi çıkmaz olmuştu artık. Durumu anlayan Osman, olduğu yere yığılıp kaldı.

“Yeterli.” dedi Arşak, “Ötekileri de çağırın.”

Sefer itiraz edecek oldu:

“Ya köye haber verirse.”

“Zaten mühim bir yara aldı. Düşer kalır bir yerlerde. Biz yolumuza devam edelim. Çabuk.”

Osman’ı gösteren Sefer, “Bunu ne yapalım?” diye sordu.

“Onu öldürmek iyilik olur. Bırakın bu acıyla bir ömür boyu yaşasın. Zaten görmüyor. Kime ne anlatacak.”

Aslında işini şansa bırakmayı sevmezdi Arşak. Ancak daha fazla vakit kaybetmek, dahası fark edilmek istemiyordu.

Molla Mustafa’nın peşinden gidenler de dönünce, hızla toparlanıp yola koyuldular.

Olay sırasında ürküp kaçan Yaren, uzaklardaki tarlalarda bir süre dolandıktan sonra sahibinin yanına dönmüştü. Dibinde bir şehit yatan Harnup ağacını yurt edinen Arap bülbülü, sanki olup bitenleri anlamış gibi hicranlı bir ağıt yakıyordu. Çetenin kör diye sağ bıraktığı Osman, talihsiz eşinin başında hıçkırıklara boğulmuştu.

Coğrafya, sadece milletlerin değil kendi halinde insanların kaderini de belirliyordu. Hatta atların bile…

]]>