Türkiye – Hayati Tek https://hayatitek.com Wed, 23 Dec 2020 23:42:31 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 https://hayatitek.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-HT-1-32x32.png Türkiye – Hayati Tek https://hayatitek.com 32 32 MEHMET AKİF ERSOY VE HAL-İ PÜRMELALİMİZ https://hayatitek.com/mehmet-akif-ersoy-ve-hal-i-purmelalimiz/ Sun, 20 Dec 2020 18:59:19 +0000 http://hayatitek.com/?p=3741 HAYATİ TEK –

Mehmet Akif Ersoy denilince İstiklal Marşımız, Safahat ve bu şaheserin “Asım” bölümüne dualarla gömdüğü Çanakkale Şehitlerine şiiri gelir aklımıza.

Bağımsızlığımızın sembolü İstiklal Marşımızı ve Çanakkale Şehitlerine şiirini okurken gözyaşlarımıza hâkim olamıyorsak eğer; bunun nedeni sadece şiirlerin edebî gücü değil, aynı zamanda o muhteşem mısralara can veren berrak dimağın imanı, azmi ve samimiyetinin mısralara sinmiş olmasındandır. Büyük şairin güçlü karakterinin, samimiyetinin ve etkili ifade gücünün zaferidir gözyaşlarımız.

Bununla birlikte Akif sadece duygulara hitap etmez. Akıl, vicdan ve mesuliyet sahipleri için sayısız mesaj vardır şiir, yazı ve vaazlarında. Baştanbaşa bir dönem şaheseri olan Safahat’taki şiirlerin kiminde millî duygularımız şaha kalkarken, kiminde geri kalmışlığımızın sosyo-ekonomik sebeplerini, kiminde ise yakamızı bir türlü bırakmayan sorunlar yumağını nasıl çözeceğimizin yol ve yöntemlerini buluruz. Hatta bazı şiirlerinde, kendi halindeki bir insanın dramında hal-i pürmelalimizin sırrını keşfetmenin şaşkınlığını yaşarız.

Osman Yüksel Serdengeçti’nin şu tespiti Akif’in bu yönünü vurgular:

“Yalnız Akif’tir ki, veremlilerin öksürüğünden, cephelerdeki tekbir seslerine kadar, boylu boyunca bir milleti, bir cemiyeti bütün felaketleriyle birlikte kucaklamıştır(1).

Serdengeçti’nin dikkat çektiği bu yön, Safahat’ın sadece “Gölgeler” bölümünde değil eserin tamamında karşımıza çıkar. Osmanlı’nın çöküş yıllarının sebep ve sonuçlarına dair net bir fotoğrafı hükmündeki bu dev eser, hem destansı bir öz taşır hem de yüz yıl öncesinden bugünlere uzanan temel meselelerimizin kaynağında yatan sebepleri gerçekçi bir bakış açısıyla resmeder.

Bu nedenle Akif, Türkiye’de en çok okunan şairlerinden biri, belki de birincisidir. Çünkü her birimiz onun kaleminden kanatlanan her mısrada kendimizden bir parça bulur; etin kemikten ayrılması gibi tarifsiz acılarla veda etmek zorunda kaldığımız imparatorluğumuzun hazin çöküşüne şahitlik etmenin derin ıstırabını ruh kökümüzde ister istemez yaşarız.

“Edepsizlik başladığı noktada edebiyat biter(2) diyen büyük şair, kuru bir edebî başarının pespayeliğine hiçbir dönemde tevessül etmez; her işinde olduğu gibi şairlik ve yazarlığının merkezine de ahlak kavramını yerleştirir.

Ahlak, eğitim, vatan, hürriyet ve gayret kavramlarına yüklediği anlamlar, milli şairimizin şahsi ve mesleki karakterini analiz etmemizi sağlayan kılavuzlar gibidir.

Sanatını imanının emrine veren münevver şairlerimizden olan Akif, 1800’lerin son çeyreğinden itibaren ıstıraptan ıstıraba savrulan bir neslin mensubu ve temsilcisi olmakla taşıdığı mesuliyetinin farkındadır.

Bunun o kadar farkındadır ve bunun için o kadar çabalar ki, Hüseyin Nihal Atsız onun için şu ifadeleri kullanır:

Akif, şair, vatanperver ve karakter adamı olmak bakımından mühimdir. Vatanperverliği, tam ve tezatsız bir vatanperverliktir. Karakter adamı olmak bakımından Akif eşsizdir(3).

Yaşadığı devrin temel meseleleri hakkında önemli tespit ve önerilerde bulunan Akif’in dikkat çektiği sorunların aradan geçen yüz yıla rağmen hâlâ çözülememiş olması, onun tavsiyelerini can kulağıyla bir kez daha dinlememiz gerektiğini bizlere ikaz etmektedir.

Bundan bir asır önce ümitsizlikten, sabırsızlıktan, tembellikten, eğitimsizlikten, ahlaki zaaftan ve tefrikadan dert yanan Akif, sabrın, çalışkanlığın, eğitimin, ahlakın, birlik halinde yaşamanın ve tabii ümitvar olmanın erdemlerini anlata anlata bitiremez.

“ÜMİTSİZLİK İNTİHARDIR”

Ümidin şairidir Akif; hem de Nurettin Topçu’nun Fuzuli, Michel-Ange, Goethe, Beethoven, Dostoyevski ile birlikte adını zikredeceği kadar büyük bir ümit şairi(4)

Ümitsizliğe düşmenin intihardan farksız olduğunu(5) düşünen Akif, “Âtiyi Karanlık Görerek(6)” şiirinde, bu illetin girdabına kapılan toplumlara şu tavsiyelerde bulunur:

“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa eminim, budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle:

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle.

Ey dipdiri meyyit… iki el bir baş içindir.

Davransana… Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.

(…)

Âlemde ziya kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

Herkes gibi dünyada henüz hakk-ı hayatın,

Varken, hani herkes gibi azminde sebatın?

Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.

Ümmide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

(…)

Hüsrana rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;

Kendin yanacaksan bile, evladını yakma!

(…)

Sahipsiz, olan memleketin batması haktır;

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…

Uğraş ki: Telafi edecek bunca zarar var.

Feryad ile kurtulması me’mul ise haykır!

Yok yok… Hele azmindeki zincirleri bir kır!

‘İş bitti… Sebatın sonu yoktur…’ deme, yılma

Ey millet-i merhume, sakın ye’se kapılma.”

“ULUYAN YE’Sİ GEBERT, AZMİ UYANDIR.”

Ümitsizlik, “tembelliğe meşruluk vermekten başka bir işe yaramaz(7)” Akif’e göre. “Yeis Yok(8)” başlıklı şiirinde, hem ümitsizliğin bu yönüne dikkat çeker hem de asırların yorgunu aziz milletine umut aşılamaktan geri durmaz.

“Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,

Batmazdı bu devlet, ‘batacaktır!’ demeyeydik.

Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır;

Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır.

Kâfi ona can vermeye bir nefha-i iman;

Davransın ümidin, bu ne haybet, bu ne hirman?

Mazideki hicranları susturmaya başla;

Evladına sağlam bir emel mâyesi aşla,

Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol…

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”

BÜTÜN GÜZEL HUYLARIN ANASI: SABIR

Sabır, sadece ümidin değil “bütün güzel huyların anasıdır(9) büyük şairin nazarında. Sabrın “yokluğu yahut zayıflığı kadar büyük bir musibet(10) düşünülemez.

Sabır, “düşkünlüğe katlanmak değil hayatın sıkıntılarına göğüs germektir. Sonunda, katlanılmayacak acılara katlanmak mecburiyetine mahkûm olmamak için, önceden her türlü meşakkate, her türlü zahmete mertçesine, insancasına göğüs germek(11)”demektir.

Sabır konusuna yüklediği bir başka anlam daha vardır Akif’in:

“Allah yolunda, hak yolunda, din uğrunda, millet uğrunda rahatını, uykusunu, malını, canını feda edivermek yok mu? İşte sabır budur(12).

Her şeyini kaybetme tehlikesiyle burun buruna gelip varını yoğunu ortaya koyarak hürriyetini gasıpların elinden kurtaran bir milletin durumunu anlatmak için yüz yıl önce kurulan bu cümlenin bugün bile muhatabı olmak ıstırap verici olsa da çok sağlam bir kurtuluş yolu gösterir Akif, “İnsan(13)” şiirinde:

“Dayanmaz pîş-i ikdamında maniler müzahimler;

Kaçar, sen rezm-gâh-ı azme girdikçe muhacimler.

Karanlıklarda gezsen, şeb-çerâğın fikr-i hikmettir,

Ki her işrâkı bir sönmez ziyâ-yı sermediyettir;

Susuz çöllerde kalsan, bedrekan ilhâm-ı sayindir,

Ki her hatvende eşler sâye-küster vahalar zahir.

Ne zindanlar olur hâil, ne menfalar, ne makteller…

Yürüsün sedd-i râhın olsa hatta âhenîn eller.”

Yani diyor ki Akif:

Sen çabalarsan, karşına çıkan engeller ve düşmanlar sana karşı koyamazlar. Sen azmin savaş alanına girdikçe, sana hücum edenler kaçmak zorunda kalırlar. Karanlıkta olsan da hikmetli fikirler fenerin olur; zira fikrin aydınlığı sönmez bir ebediyet ışığıdır. Eğer azmedersen, susuz çöllerde de kalsan, gayretinin ilhamı gölgelik vahalar gibi sana kol kanat gerer. Eğer azmedersen, sana ne zindan ne sürgünler ne de idamlar engel olabilir. Demirden eller set çekse de yoluna, yıkar geçersin azim ve gayretin sayesinde.

SELAMET ANAHTARI: “VARSA YOKSA İŞ, HAYIRLI AMEL, İSLAM AKSİYONU”

Sabır ve azmi bu denli yücelten Akif, “Ümitsizlikten büyük tembellik sebebi, ümitsizlikten yaman alçalma sebebi, ümitsizlikten fena miskinlik sebebi mi olur?(14)diye sorduktan sonra şu çağrıyı yapar:

“Ey cemaat-i Müslimîn! Geliniz, ümitsizliğin, bıkkınlığın, tembelliğin küfrün ta kendisi olduğunu kafalarımıza iyice yerleştirelim de ilâhî din için vaat edilmiş olan apaydınlık geleceğe doğru bir an evvel yürümenin çaresine bakalım. (15)

Akif’e göre, “Hayatı gayret etmekle geçenler için vaat olunmadık nimet; manasız bir tevekkülle tembel yaşayanlarınsa mahkûm olmayacağı alçaklık yoktur. (16)

Ve insanın çalışmakla yükselemeyeceği sadece iki mertebe vardır:

“Biri Allah-u Zülcelâle has olan ulûhiyet mertebesi, diğeri de Hametül-enbiyadan sonra kimseye verilmeyecek olan nübüvvet mertebesidir. (17)

Selametin anahtarını “varsa yoksa iş, hayırlı amel, İslam aksiyonu(18) şeklinde tanımlayan Akif, “Ruha ümitsizlik denilen o lanetli hastalık çöktü mü artık vücutta hareket imkânı, çalışma imkânı, gayret gösterme imkânı kalmayacağı(19)”düşüncesindedir.

Bir tek dörtlükten oluşan “Çalışmak Sonra Dinlenmek(20)” başlıklı şiirinde aynı konuyu şu benzersiz ifadelerle ele alır:

“Beden hazzeyler amma, ruh zevk almaz atâletten

Çalışma sonra dinlenmektir, ancak kârı dünyanın

Eğer eğlence iş olmaz da, iş eğlence olmuşsa

Güzâr etmiş demektir zevk içinde ömrü insanın.”

“Durmayalım(21)” başlıklı şiirinde ise hem çalışmanın önemine işaret eder hem de İslam âlemine sert ikazlarda bulunur.

“Kurtuluş yok sa’y-i daimden, terakkiden bugün.

Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!

Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mı? Dur!

Mâsiva bir şey midir, boş durmuyor Hâlık bile:

Bak tecelli eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn ile.

Ey, bütün dünya ve mâfihâ ayaktayken, yatan!

Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan.”

“ÖLÜM DÜNYADA MAHKÛMLAR İÇİN SON BİR SAADETTİR”

İnsanlık âleminin, özellikle Batı’nın büyük keşifleri ve yoğun gayretleri sayesinde gelişerek dünyaya hükmettiğini, hatta zamanı bile teslim almak üzere olduğunu muhteşem metaforlarla anlatan Akif, “Alınlar Terlemeli(22)” başlıklı şiirinde, hürriyetin ancak hakkını koruyabilen insan ve milletler için mümkün olabileceğini söyler.

“Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,

Bugün bir serseri, bir derbedersin kendi yurdunda!

(…)

Emeklerken, sabi tavrıyla, topraklarda sen hâlâ,

Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istila!

Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyanın;

Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryanın;

Eşer a’makı, izler keşfeder edvar-ı hilkatten;

Deşer âfâkı, bir şeyler sezer esrar-ı kudretten;

Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta;

O heyhat istiyor hâkim kesilmek bu’d-u mutlakta!

(…)

Gebermek istiyorsan, başka! Lakin korkarım, yandın;

Ya sen mahkûm iken, sağlık, ölüm hakkın mıdır sandın?

Zimâmın hangi ellerdeyse, artık, onlarınsın sen;

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen!

Ezilmek, inlemek, yatmak, sürünmek var ki, adettir;

Ölüm dünyada mahkûmîne en son bir saadettir.

Desen bir kerre “insanım!” kanan kim? Hem niçin kansın?

Hayır, hürriyetin, hakkın masun oldukça insansın.

Bu hürriyyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa’y ister:

Nedir üç dört alın? Bu yurdun alnından boşansın ter.”

“ÇALIŞIP DİDİNMEZSEN, BEKA İKSİRİ İÇSEN YAŞAYAMAZSIN”

Sanatını imanının emrine veren büyük şair elbette tevekkül sahibi bir mümindir. Ancak Akif’in anladığı İslam, felçliler gibi sürekli yatarak tevekkül etmeyi değil, çalışıp didinerek ilerlemeyi emretmektedir. “Azimden Sonra Tevekkül(23)” şiiri, bu husustaki görüşlerini anlattığı ibretlik mısralarla doludur.

“Mefluc ederek azmini bir felc-i iradî,

Yattın, kötürümler gibi, yattın mütemâdi!

Madem ki didinmez, edemez, uğraşamazsın;

İksîr-i beka içsen, emin ol yaşamazsın.

Mevcûd ise bir hakk-ı hayat ortada, şayet,

Mutlak değil elbette, vazifeyle mukayyed.

(…)

Âlemde ‘tevekkül’ demek olsaydı ‘atalet’?

Mirâs-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet?

Çoktan kürenin meş’al-i tevhidi sönerdi;

Kur’an duramaz, nezd-i İlahî’ye dönerdi.

“Dünya koşuyor’ söz mü? Beraber koşacaktın;

Heyhât!, bütün azmi sen arkanda bıraktın!

Madem ki uyandın o medîd uykularından,

Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa kımıldan.

Ensendekiler “leş” diye çiğner seni sonra;

Ba’sin de kalır ta gelecek nefha-i Sûr’a!

Çiğner ya, tabii, ne düşünsün de bıraksın?

Bir parça kımıldan diyorum, mahv olacaksın!

Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;

Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz.

Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da;

Mâziyi fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda.

Ahlâfa döner, korkarım, eslâfa hücumu:

Mazisi yıkık milletin âtisi olur mu?”

ŞARK ÂLEMİNİN HAL-İ PÜR MELALİ

Batı’nın tehdit ve yükselişi karşısında sürekli gerileyen İslam âleminin perişan halini “Şark(24)” şiirinde tasvir eden Akif’in kullandığı kelimeler, hem kahredici bir itirafın hüznünü hem de yürek burkan bir özeleştirinin hazin tablosunu ortaya koyar.

“Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbusu,

Asırlar var ki, İslam’ın muattal beyni, bâzûsu,

‘Ne gördün, Şark’ı çok gezdin?’ diyorlar. Gördüğüm;

Yer yer,

Harab iller; serilmiş hânumanlar; başsız ümmetler;

Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar;

Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar;

Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar; kaynamaz kanlar;

Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar;

Tegallübler, esaretler; tehakkümler, mezelletler;

Riyalar; türlü iğrenç ibtilâlar; türlü illetler;

Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;

Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar;

Cemaatsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz başlar;

“Gazâ” namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar;

Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;

Emek mahrumu günler; fikr-i ferda bilmez akşamlar…”

Gördüğü tüm bu sahneler ağlatır Akif’i…

Geçerken ağlar, dururken ağlar Akif

Bakımsızlıktan viran olmuş şehirler, yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar, buruşmuş çehreler, bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, riyalar, türlü iğrenç alışkanlık ve illetler, örümcek bağlamış tütmez ocaklar, kimsesiz köyler, yanmış ormanlar, bereketsiz tarlalar…

Bütün bu vatan manzaralarını görüp de nasıl ağlamasın, nasıl kahrolmasın Akif?

Başsız ümmetler, zorbalıklar, esaretler, alçalışlar, cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar, aldırmayan yürekler, paslı vicdanlar, cihat adı altında dindaşlarını öldüren biçare Müslümanlar… Ve tabii tersiz alınlar, işlemez kollar, heyecanına yitiren kaynamayan kanlar, düşünmeyen başlar, emek mahrumu günler, yarına hazırlanılmayan akşamlar…

Bütün bu insan manzaralarını görüp de nasıl ağlamasın, nasıl kahrolmasın Akif?

Günümüzde altyapı sorunları çözülen şehirlere, bereketli tarlalara, artan nüfusa, konforlu hayata, vızır vızır arabaların işlediği otobanlara, nispeten dikleşen bellere ve kalınlaşan enselere bakıp “Yüz yıl öncesine göre çok ileride bulunduğumuzu” düşünenler elbette çıkacaktır.

Ya cihat adı altında dindaşının canına kasteden Müslümanları, aldırmayan yürekleri, paslı vicdanları, bir türlü kaynamayan kanları, düşünmeyen başları, emek mahrumu günleri, yarına hazırlanmayan buruk akşamları ne yapacağız?

Mamur görünen yönlerimizin çok ama çok daha iyisini yapan; karaları, denizleri fethedip fezayı hatta zamanı gözüne kestiren Batı ile aramızdaki farkı, yüz yıldır yapageldiklerimizle kapatabilecek miyiz?

Kapatamayacağımız ortada.

Bu devasa açığın kapatılma şartlarını ahlaki zaaflarımızı ortadan kaldırmaya, eğitime gerekli önemi vermeye ve birlik olmaya bağlayan Akif’in öğütlerini can kulağıyla dinleme zamanı daha gelmedi mi?

“AHLAK-İ MİLLİ, RUH-U MİLLİDİR”

Nurettin Topçu’nun “XX. Yüzyılda milletimizin ahlakının velisi olmuştur.(25) diyerek hakkını teslim ettiği Akif,

“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”

Mısraıyla başladığı “Ne İrfandır(26) şiirinde ahlakın bir toplum için ne kadar önemli olduğunu anlatır bize:

“Fakat, ahlakın izmihlali en müthiş bir izmihlal;

Ne millet kurtulur zira, ne milliye, ne istiklal.

Oyuncak sanmayın! Ahlak-i milli, ruh-u millidir;

Onun iflası en korkunç ölümdür: Mevt-i küllidir.

(…)

Olur cemiyyet efradınca şahsî menfaat ‘mabûd!’

Sorarsan kimse bilmez var mı ‘hak’ namında bir mevcud.

O, doymak bilmeyen mabuda kurbandan haya hissi,

Hamiyyet, ademiyyet hissi, ulvi hislerin hepsi!

Bu hissizlikle cemiyyet yaşar derlerse pek yanlış:

Bir ümmet göster, ölmüş maneviyatiyle, sağ kalmış?”

“BİR HALAS İMKÂNI VAR: AHLÂKIMIZ YÜKSELMELİ”

“Müslümanlık huyun güzelliğinden ibarettir” Hadis-i Şerifi ile başladığı “Biz ki(27)” şiirinde bir milletin yaşama şartını

“Gökten inmez bir de hiçbir şey… Bütün yerden taşar;

Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar”

Mısraıyla bir kez daha ahlaklı olmaya bağlayan Akif, şöyle devam eder:

“Çiğnenirsek biz bugün, çiğnenmek istihkakımız:

Çünkü izzet nerde, bir bak, nerdedir ahlakımız.

Müslümanlık pâk sîretten ibaretken yazık!

Öyle saplandık ki levsiyyâta: Hâlâ çıkmadık.

Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak;

Kendi âsûdeyse, dünya yansa, başkaldırmamak;

Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehâşî etmemek;

Kuvvetin meddahı olmak, aczi hiç söyletmemek;

Mübtezel birçok merasim: İnhinâlar, yatmalar,

Şaklabanlıklar, riyalar, muttasıl aldatmalar;

Fırka, milliyet, lisan namıyle daim ayrılık;

En samimi kimseler beyninde en ciddi açık;

Enseden arslan kesilmek, cebheden yaltak kedi…

…….

Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi!

Halimiz bir inhilâl etmiş vücudun halidir;

Ruh-u izmihlalimiz ahlakın izmihlalidir.

Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:

Bir halas imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli.

Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız…

Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız.”

“DÜNYA DA EĞİTİMLE, DİN DE EĞİTİMLE, AHRET DE EĞİTİMLE”

“Eğitim, eğitim! Bizim için başka çare yok; eğer yaşamak istersek her şeyden evvel eğitime sarılmalıyız. Dünya da eğitimle, din de eğitimle, ahret de eğitimle…(28)diyen Akif’in yüz yıl öncesinden bugünlere uzanan kurtuluş ve terakki reçetesinin önemli bir maddesi de eğitimdir.

“Hiç Bilenlerle Bilmeyenler(29)” şiirinde eğitim konusunu enine boyuna ele alan Akif’in bu konudaki tespit ve tavsiyeleri, bugün bile yolumuzu güneş misali aydınlatmaktadır.

“Olmaz ya… Tabii… Biri insan, biri hayvan!

Öyleyse, “cehalet” denilen yüz karasından,

Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet.

Kâfi mi değil yoksa, bu son ders-i felaket?

Son ders-i felâket ne demektir? Şu demektir:

Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!

Zira, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;

Zira, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!

(…)

Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık,

Silkin de: Muhitindeki zulmetleri yak, yık!

Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır;

Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır!

Eyvah… Bu zilletlere sensin yine illet…

Ey derd-i cehalet, sana düşmekle bu millet,

Bir hale getirdin ki ne din kaldı, ne namus!

Ey sine-i İslam’a çöken kapkara kabus,

Ey hasım-ı hakiki, seni öldürmeli evvel:

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el.

Ey millet, uyan… Cehline kurban gidiyorsun!

İslam’ı da “batsın…” diye tutmuş, yediyorsun!

Allah’tan utan… Bari bırak dini elinden…

Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!

Lâkin, ne demek bizleri Allah ile ıskât?

Allah’tan utanmak da olur ilm ile… Heyhat!”

“UZAKLAŞSAN DA İMANDAN, CEMAATTEN UZAKLAŞMA”

Akif’in şiir ve yazılarında en sık işlediği ve önem verdiği konulardan biri de İslam âleminin birlik ve beraberlikten yoksunluğudur.

“Alınlar Terlemeli(30)” şiirinde bukonuya dair öyle çarpıcı misaller getirir ki Akif, olağanüstü şartlarda birlik konusunu imanın bile önüne koyar.

“Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır: Devr-i cemiyyet.

Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet,

‘Şu vahdet târumâr olsun!’ deyip saldırma İslam’a;

Uzaklaşsan da imandan, cemaatten uzaklaşma.

İşit, bir hükm-ü kat’i var ki istinafa yok meydan:

‘Cemaatten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan.’

Nedir iman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı,

Perişan eylemek zaten perişan olmuş âhâdı?

Nasıl yekpare milletler var etrafında bir seyret?

Nasıl tevhîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret!”

BİRLİK SONA ERİNCE KIYAMET BAŞ GÖSTERİR

“Hâlâ mı Boğuşmak?(31)” şiirinde,

“Sen! Ben! desin efrâd, aradan vahdeti kaldır;

Milletler için işte kıyamet o zamandır.”

İkazında bulunan Akif, bir ülkeyi ele geçirmek isteyen “Avrupalıların önce o ülkenin halkı arasına ayrılık tohumları ekip yıllarca milleti birbiriyle boğuşturarak güçsüz bıraktığına(32)” dikkati çeker.

Birlikten ayrılan, birbirleriyle uğraşan milletlerin önce cesaret, metanet, özgüven gibi karakter özelliklerinden uzaklaştıklarını; sonra da kuvvet, heybet ve istiklallerine sonsuza kadar veda ettiklerini(33) belirten Akif, “Dinin bütün hükümlerindeki ruh: cemaate, birliğe sevk etmektir.(34) tespitini yaptıktan sonra İslam âlemine şu çağrıda bulunur:

“Ey cemaat-ı Müslimîn, Allah için olsun geliniz, bu ayrılıklara, bu kavimcilik, bu dil, bu bilmem ne gürültülerine son veriniz.(35)

Fertleri birbirine kaynaşmış bir cemaatin düşmanın topuyla tüfeğiyle kolay kolay devrilemeyeceğini(36) kaydeden Akif, fertleri birbiriyle boğuşan bir milletin, dışarıya karşı varlığını koruyabilecek maddi kuvvetler edinmeye ne vakit ne de imkân bulamayacağına(37) dikkat çektikten sonra şu hatırlatmayı yapar:

“İslam’ın ilk devirlerindeki Müslümanların tarihini okuyun da bakın. Dünya, dünya olalı o kadar müthiş bir birlik görülmüş müdür?(38)

“EĞER YÜREKLERİNİZ, AYNI HİSLE ÇARPARSA; BİR DE GAYENİZ VARSA…”

Safahat’ın “Süleymaniye Kürsüsünde (39)” bölümünde,

“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. (40)

Mısraına yer veren Akif, “Fatih Kürsüsünden” bölümündeki “Vaiz Kürsüde” şiirinde ise kurtuluş çaresini gösterir:

“Eğer yürekleriniz, aynı hisle çarparsa;

Eğer o his gibi tek, bir de gayeniz varsa;

Düşer düşer yine kalkarsınız, emin olunuz.

Demek ki birliği temin edince kurtuluruz. (41)

AKİF’İN MİLLETİNDEN BEKLEDİĞİ DURUŞ VE KARAKTER

Gerek Safahat’taki şiirlerinde, gerekse düzyazı, vaaz ve tefsirlerinde ülkemizin ve İslam âleminin içinde bulunduğu sorunların sebep ve sonuçlarıyla ilgili çağını aşan tespitler yapan Akif, içinde bulunulan açmazdan çıkabilmek için ortaya konulması gereken karakteri her yönüyle tarif eder.

“Bir adam ki Müslümanların derdiyle dertlenmez; Müslümanların felaketinden üzüntü duymaz; onların imdadına koşmaz; o adam hiçbir vakit Müslüman olamaz.(42)diyen Akif, “Bu memleketin selameti, mutlak çoğunluğu oluşturan Müslüman unsurları İslam bağıyla birbirine sımsıkı bağladıktan sonra Müslüman olmayan kavimleri de vatan bağı ile o çoğunluğa katmaktır.(43) tavsiyesinde bulunur.

Tabii bütün bunlar sadece isteyince olmuyor; sağlam bir duruş ve tavır gerektiriyor.

İşte Akif, o beklenen tavrı “Asım” bölümünde şöyle anlatıyor:

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı, ,hatta boğarım…

– Boğamazsın ki!

– Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir aşıkım istiklale,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar da ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.(44)

SON SÖZ…

Türkiye ve İslam âleminde özlemini çektiği duruşu tarif ederken adeta haykıran Akif’in bu üslubunun gerekçesini şöyle izah eder Osman Yüksel Serdengeçti:

“Akif inkıraz devrinin çocuğudur. 3 kıta ve 7 deniz imparatorluğunun çöküş, yıkılış, dağılış devrine rastlar. Onun içindir ki, eserleri feryat ve figanlarla doludur.(45)

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecimizin hemen her alandaki sancılarına şahitlik eden, tespit ettiği yaralara yazarak ve kürsülerden feryat ederek merhem olmaya çalışan sorumluluk sahibi bir şair ve münevver olarak Mehmet Akif, Hüseyin Nihal Atsız’ın çok yerinde ifadesiyle “Karakter adamı olmak bakımından eşsizdir(46).”

Bu mümtaz şahsiyetin sadece yaşadığı çağın değil günümüzün temel sorunlarından bazıları hakkındaki his ve görüşlerine yer verdiğimiz yazımız elbette ki onu her yönüyle anlatmak iddiasını taşımamaktadır.

Milli şairimizin diğer konulardaki görüşlerini sonraki yazılarımıza bırakarak Nurettin Topçu’nun Akif ve Safahat hakkındaki şu harika önerisine dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

“Eğer millet eğitiminin kökleri olan ilk mektebi bugünkü karanlığından kurtarmak istiyorsak, Mehmet Akif’in yedi ciltlik Safahat’ını sayfa sayfa nesirleştirip, bazılarını nazmıyla aynen, ilkokulun beş yıllık okuma kitaplarına aktarmak icap edecektir.(47)

Topçu haklıdır. Safahat, aradan geçen bunca zamana rağmen güncelliğini halen korumaktadır. Sadece her eğitim öğretim kademesindeki Türk çocuklarının değil aziz milletimizin her ferdinin Safahat’la haşir neşir ve hemhal olması, mısralarının altını çize çize birkaç kez hatmetmesi, maziden ibret alarak yarınlara daha bir umutla bakmamız için hayati önem taşımaktadır.

Bu önemi idrak etmek için onun “Kıssadan Hisse” dörtlüğünü hatırlamak yeterlidir:

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?

Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?(48)

Milli Mücadelemizin devam ettiği 1921 yılında kaleme aldığı İstiklal Marşımızla, varlık yokluk mücadelesi veren aziz milletimizin ve cepheden cepheye kanatlanan Mehmetçiğimizin maneviyatını şaha kaldıran, “Türk milletinin eseri” olduğu için bu şiirini Safahat’ına almayan milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u vefatının 84’ncü yıldönümünde rahmetle ve şükran duygularıyla anıyorum. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

DİPNOTLAR

(1)  Osman Yüksel Serdengeçti; Bütün Eserleri, Cilt 2 (Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Gülünç Hakikatler, Akdeniz Hilalindir), Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2011, s. 113.

(2)    Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 108.

(3)   Hüseyin Nihal Atsız; Tarih, Kültür ve Kahramanlar, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2011,  s. 149)

(4) Nurettin Topçu; Kültür ve Medeniyet, Dergâh Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2010, s. 149.

(5) Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 56.

(6) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 786.

(7) Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 99.

(8) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 1218.

(9) Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 389.

(10) A.g.e., s. 390.

(11) A.g.e., s. 301.

(12) A.g.e., s. 301.

(13) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 566.

(14) Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 330.

(15) A.g.e., s. 352.

(16) A.g.e., s. 347.

(17) A.g.e., s.  517.

(18) A.g.e., s. 528.

(19) A.g.e., s. 516.

(20) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 372.

(21) A.g.e., s.  504.

(22) A.g.e., s. 1194.

(23) A.g.e., s. 1220.

(24) A.g.e., s. 1186.

(25)  Nurettin Topçu; Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 2010, s. 126.

(26) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 938.

(27)  A.g.e., s. 950)

(28) Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 420.

(29) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 794-796.

(30) A.g.e., s. 1196.

(31) A.g.e., s. 1208.

(32 Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 402.

(33) A.g.e., s. 321.

(34) A.g.e., s. 404.

(35) A.g.e., s. 319.

(36) A.g.e., s. 321.

(37) A.g.e., s. 321.

(38) A.g.e., s. 492.

(39) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 706-755.

(40) A.g.e., s.  741.

(41) A.g.e., s. 897.

(42) Mehmet Akif Ersoy; Düzyazılar, Makaleler, Tefsirler, Vaazlar, Beyan Yayınları, İstanbul 2010, s. 430.

(43) A.g.e., s. 81.

(44) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 1092.

(45) Osman Yüksel Serdengeçti; Bütün Eserleri, Cilt 2 (Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Gülünç Hakikatler, Akdeniz Hilalindir), Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2011, s. 107.

(46). Hüseyin Nihal Atsız; Tarih, Kültür ve Kahramanlar, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2011, s. 149.

(47) Nurettin Topçu; Türkiye’nin Maarif Davası, Dergâh Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2010, s. 105.

(48) Mehmet Akif Ersoy; Safahat, TOBB Yayınları, Ankara 2011, s. 1316.

]]>
“ATATÜRK’Ü SEVMİYORUM” TAG’İ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ https://hayatitek.com/ataturku-sevmiyorum-tagi-uzerine-birkac-soz/ Sat, 28 Nov 2020 16:44:40 +0000 http://hayatitek.com/?p=3637 HAYATİ TEK –

Bugün fark ettim.

Dün Twitter’da “AtatürküSevmiyorum” diye bir tag açmışlar.

28 Kasım 2020 tarihi itibariyle bu tag altında 15 Binden Tweet paylaşılmış.

Kayıtsız kalmak istesem de birden aklıma, Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet fırkalarının kapatılmaları üzerine yapılan “Atatürk, muhaliflerinin sayısını öğrenmek için bu partileri kurdurdu. Sonra da irticai faaliyetten kapatılmalarını sağladı. Bu partiyi destekleyen pek çok kişiyi de tutuklattı ve astırdı.” meyanındaki değerlendirmeler geldi.

Acaba malum “tag” de benzer bir amaçla açılmış olabilir miydi?

Bir çeşit toplum mühendisliği aracı mıydı?

Birileri Atatürk’ü sevenler ile sevmeyenler arasındaki yüzdelik oranı mı merak etmişti?

Atatürk’ün sevilme yahut sevilmeme gerekçesi hakkında kamuoyu yoklaması yapmak yerine böyle bir yöntemi daha mı uygun görmüştü bazıları?

Benzeri sorular peş peşe sökün edince, malum “tag” altındaki Tweet’lere ve bunlara verilen cevaplara şöyle bir göz atma lüzumunu hissettim.

Gördüğüm manzara ülkem ve milletim adına hiç de iç açıcı değildi.

Atatürk’ü seven veya sevmeyenlerin bilgiden çok yargıya dayanan gerekçelerini, bunları ifade ederken sarf ettikleri hakaretleri buraya taşıyıp propagandalarını yapacak değilim.

Ancak gördüğüm en temel sıkıntıya temas etmeden de geçemeyeceğim.

Bu “tag” altında paylaşılan sağduyulu Tweet’lerin, ilgi çekmek bir yana derhal linç edildiklerini gördüğümde, “Bîtaraf olan bertaraf olur” sözünü bir kez daha hatırlamadan edemedim.

Karşıt görüş sahiplerinin, fikirlerini çarpıştırmak yerine “En etkili küfür ve hakareti nasıl ederim?” sorusuna odaklandıkları meydandaydı.

Tartışmanın seviyesi için “yerlerde sürünüyor” demek bile iltifat sayılırdı.

Ancak beni asıl endişelendiren, Atatürk’e hakaret edenlerin ve onu savunanların aralarındaki hesabı “din” üzerinden görmeye çalışmalarıydı.

Ne hakla?

Merhum Cemil Meriç şöyle sorar Mağaradakiler’de:

“Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar? (S. 281)”

Tıpkı bu sözde olduğu gibi, inananların, Batı Çalışma Gurubu tarafından “kuduz köpek misali” takibat altına alındığı; bir gazeteci olarak şahsımın, “başörtüsüne destek verdiğim ve orduya hakaret ettiğim” gerekçesiyle yargılanıp hüküm giydiği 28 Şubat süreci, Twitter âleminde zombi misali yeniden hayat bulmuş gibiydi.

O talihsiz dönemde çeşitli toplum kesimleri, siyasi partiler ve maalesef Türk Silahlı Kuvvetlerimiz bazı açık hesapları din üzerinden kapatmaya kalkışmış, toplum yapımızdaki onulmaz yaralara yenilerini eklemişlerdi.

Tam da bu noktada çeyrek asır önce yaşadığımız şartlarla ilgili ibretlik bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.

***

Başörtüsü, sekiz yıllık kesintisiz eğitim, yeşil sermaye konuları etrafında dönen 28 Şubat tartışmaları sırasında dinî hassasiyetleri nedeniyle her an kovuşturulan, bu nedenle de sürekli stres altında bulunan azımsanmayacak bir toplum kesimi vardı. Homojen bir yapı oluşturmayan bu toplum kesiminin fikir ve inançları çeşitli siyasi partiler, gazeteler ve televizyonlar tarafından dile getiriliyordu.

Milli dirliğimizi tahrip eden ve dönemin Genelkurmay Başkanı tarafından “gerekirse bin yıl süreceği” ilan edilen bu hassas dönemde çok kritik bir gelişme oldu.

Hiçbir siyasi parti yahut toplum kesiminin dar kalıplarına sokulamaması gereken “tesettür” konusu, başındaki örtüyle TBMM’ye giren Refah Partisi Milletvekili Merve Kavakçı’nın ismi etrafında siyasi kapışmaların odağına yerleşti. O kadar yerleşti ki, sosyal anlamda 1930’lardan itibaren hissedilen, siyasi anlamda 1946’dan sonra Türkiye’nin yakasına yapışan “ötekileştirme” belası en olmayacak bir şekilde milli dirlik ve istikrarımızı tehdit etmeye başladı.

İslam’ın örtünme emrine destek verdiğini iddia edenlerin bir kısmı, “başörtüsünün kamusal alanda takılıp takılmaması” konusunda referandum isteme cüretini dahi gösterdiler.

İlahi bir emri savunduklarını öne sürenler, kahhar ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede böyle bir referandumun sonucundan emin görünüyor, buradan devşirecekleri gücü siyasi arenada kullanmayı hesaplıyorlardı.

Teklif, bu tarz düşünenlerin sözcülüğüne soyunan ve bugün de bir başka isimle yayın hayatına devam etmekte olan günlük bir gazete tarafından gündeme getirilmişti.

O yıllarda Gündüz gazetesinin genel yayınına bakıyordum.

Gazetenin vitrin sayfasına üç dört cümleden oluşan kısa bir yazı koyarak, aşağı yukarı şu ifadeleri kullanmıştım:

“Cenabı Allah’ın tesettür emrini kulun reyine sunmak hadsizliktir. Şu anda siz, çıkacak sonuçtan emin görünüyorsunuz ama yarın devran döner de birileri çıkıp İslam’ın bir başka emrini referanduma tabi tutmaya kalkışırsa, bu vebalin altında ne Merve Kavakçı kalkabilir ne de ona destek verenler.”

Yanılmıyorsam Hedef Radyo bu kısa yazıyı birkaç gün süreyle haber bültenlerinde dinleyicilerine defalarca duyurmuştu.

Güç devşirmek yahut siyasi çıkar sağlamak uğruna dini siyasete alet ederek “Cenabı Allah’ın emrini kulun reyine sunmaya” cüret edenlerin bulunduğu bir Türkiye vardı o yıllarda.

Hamdolsun başörtüsü meselesi bugün öncelikli gündem maddemiz olmaktan çıkmış durumda. Toplumsal ayrışmayı “toplumsal yarılma” noktasına taşıma potansiyeli bulunan böyle bir suni gündemi zor da olsa aşmış bulunuyoruz.

Ancak “AtatürküSevmiyorum” tag’i altında paylaşılan Tweet’ler gösteriyor ki, kanunen halledilmiş görünen bu mevzu zihinleri hâlâ meşgul ediyor. Hem de çeyrek asır öncesinden zerrece farkı bulunmayan bir üslup ve seviyesizlik halinde…

***

Açılmasının üzerinden henüz bir gün dahi geçmeden malum tag altında paylaşılan 15 Binden fazla Tweet’in özeti aşağı yukarı şöyle:

“Dindarlar cahildir, Atatürkçüler aydın.”

Cumhuriyet elitinin, iktidar gücünün yanı sıra kültür ve sanat alanındaki her mecrayı kullanarak onlarca yıldır işlemekte olduğu bu mesajın, 2020 Türkiye’sinde de aynıyla vaki olmasını bilmem nasıl anlamalı?

Bu tag’i açanların yahut onlar üzerinden dine ve dindarlara hakaret edenlerin adeta fırsat kolladıklarını anlamak için kâhin olmaya gerek yok.

10 Kasım 2020 günü kaleme aldığımız “ATATÜRK, BİR SİYASİ PARTİNİN TESCİLLİ MARKASI DEĞİL AZİZ MİLLETİMİZİN ORTAK DEĞERİDİR” başlıklı yazımızda dikkat çekmeye çalıştığımız temel sorunun milletimizi ayrıştırmaya, kaos ortamından beslenenlerin ekmeğine yağ sürmeye devam ettiği gün gibi aşikâr.

O yazıda Atatürk’ün “milletimizin ortak değeri” olduğu ifade etmiştim.

Genellikle olumlu karşılanan bu düşüncemizi onaylamayanlar da vardı.

Bir kişi, olay ve kavrama olumlu yahut olumsuz yaklaşabilirsiniz. O konudaki düşüncenizi, hakaret cümleleri kurmadan ifade ettiğiniz sürece muhatabınızdan alacağınız cevap “teşekkürden” ibaret olacaktır.

Nitekim öne sürdüğümüz fikirlere karşı çıkanlar, bu düşüncelerini gayet medeni bir şekilde ifade ettiler ve karşılığında hak ettikleri teşekkürlerini fazlasıyla aldılar.

Herkes aynı düşünceyi taşımak durumunda değil. Eşyanın tabiatına aykırı olan ve insanlığın gelişmesi önündeki en büyük engeli teşkil eden bu durum, istenilecek bir şey değil aynı zamanda.

Kutsal ya da değil, her fikri temsil eden figürler tarih boyunca var olmuştur, olacaktır.

Temsil ettikleri fikirlerin önüne geçen figürleri kutsallaştırmak, her şeyden önce o figürlerin varlık sebebi olan fikirlere saygısızlık değil midir?

Figürlerin ömrü temsil ettikleri fikirler kadardır.

Türk tarihinin son asrına damgasını vuran en güçlü figür durumundaki Atatürk’ün hâlâ yaşıyor olması, temsil ettiği fikirlerin gücünü göstermektedir.

Ancak önümüzde şöyle bir tehlike var:

Çağ değişiyor, ülkemizin ve insanlığın karşısına yeni yeni tehditler çıkıyor. Bu tehditlere kafa tutabilmemiz için içinde bulunduğumuz çağın idrak ve gerçeklerine uygun fikir ve araçları kuşanmamız gerekiyor.

Atatürk’ün yüz yıl önce ortaya koyduğu fikirlerinin, yaşadığı dönemin şartlarına uygun tavır ve politikalarının sonsuza kadar aynıyla geçerli olacağını düşünmek, “Muallimler! Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” diyen bir inkılapçıyı yeterince anlamamak değil midir?

Atatürk nasihat işitmeyi seven biri değildi; ancak buna karşı olduğu da söylenemez.

Kurduğu şu cümleler bu özelliğini anlatır:

Tuhaf bir halim daha var, ne ana—babam çok erken ölmüş—, ne kardeş, ne de en yakın akrabamın kendi zihniyet ve telâkkilerine göre bana şu veya bu tavsiye ve nasihatte bulunmasına tahammülüm yoktu. Aile arasında yaşayanlar pekâlâ bilirler ki sağdan soldan, pek saf ve samimî ihtarlardan masun bulunamazlar. Bu vaziyet karşısında iki tarz-ı hareketten birini intihap etmek zarurîdir. Ya itaat, yahut bütün bu ihtar ve nasihatleri hiçe saymak. Bence ikisi de doğru değildir. İtaat nasıl olur, en aşağı benimle yirmi, yirmi beş yaş farkı olan anamızın ihtarlarına itaat maziye ricat demek değil midir? İsyan etmek, faziletine, hüsnüniyetine, yüksek kadınlığına kani olduğum anamın kalbini, telâkkilerini altüst etmektir. Bunu da doğru bulmam. (Milliyet, 13 Mart 1926)”

Atatürk’ün yolundan gitmek demek, O’nun yüz yıl önce dile getirdiği fikirleri bir slogan halinde tekrarlamaktan ibaret olamaz, olmamalıdır.

Fikirle hemhal olmadıkça, sloganlarla yetindikçe, Atatürk gibi yeni ve güçlü figürler çıkarma isteğimiz sadece bir temenniden ibaret kalır.

Atatürk’ü yaşatacak olan O’nun yüz yıl önceki sözlerini tekrarlamak veya dönemin şartları gereği takındığı tavır ve izlediği politikaları “taklit” etmek değil, “çağın gerçeklerine uygun yeni fikirler” üretmektir.

***

Atatürk’ü sevmek yahut sevmemek, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olan herkesin ihtiyarına kalmış bir konudur.

Hiçbir kişi, kurum ve kuruluş bu konuda kimseye baskı uygulamak hak ve salahiyetine sahip değildir.

Yeter ki lehte ve aleyhteki his ve görüşler, kimseye ve özellikle de milletimizin ortak değer ve mukaddeslerine hakaret edilmeksizin dile getirilsin.

Güçlü karakterler hakaret etmezler, hareket ederler.

Ne düşündüklerini dağdağalı bir üslupla cihana ilan etmek yerine, bunu icraatlarıyla gösterirler.

Tıpkı Atatürk’ün dediği gibi:

“Büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakikî mefkûre neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin, herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda mukavemetsiz olacaksın, önüne namütenahi manialar yığacaklardır, kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin. (Milliyet, 13 Mart 1926)”

***

Hülasa edersek…

Farklı fikirler toplumların kalp atışlarıdır.

Namık Kemal’in tavsiyesine uyup fikirlerimizi çarpıştırmak yerine, çeşitli figür ve mukaddesleri kendimize kalkan edip rakiplerimize hücum etmek alışkanlığımızı bir an önce terk etmeliyiz.

Atatürk’ü seviyorum.

O’nu sevmeyenlerin hakaret içermeyen fikirlerine saygı duyuyor ve gerekçelerini anlamaya çalışıyorum.

Ne olur, ötekileştirme illetinin değirmenine su taşıyan rövanşist yaklaşımları bir kenara bırakalım.

1970’li yıllarda, “Türkiye, yalan ve iftiranın saltanat sürdüğü bir diyardır. Gerçekler, en ufak bir merhamet duyulmadan kurban ediliyor. (Ülkücünün Çilesi, S. 15)” diyen merhum Galip Erdem’e kulak verelim.

Ve O’nun “Ülkücünün Çilesi” kitabında yer alan şu sözlerini hatırlayalım:

“Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarlarını yitirmekten kurtulamazlar. Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez. Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir. (S. 172)”

“Bir millet ancak sınır boylarında dövüşür, vatanının, imanının,  soyunun düşmanlarına karşı dövüşür. Kardeş kavgası başlarsa kimin haklı olduğunu araştırmanın bile bir değeri kalmaz. Milliyetçilik iddiasını güdenler, kendi hesaplarına zararlı sonuçlar verse de, gittikçe büyüyen düşmanlığı önlemeye mecburdurlar. Doğruluğu şüpheli ucuz hükümlerin peşine takılmak, ‘millete fenalık edenlerle dövüşüyoruz’ demek, hataların bağışlanmasına yetmez. (S. 173)”

“Türk milletini sevmekte birleşenler, birbirlerini sevmekte birleşmeye de mecburdurlar. Aksi takdirde millet sevgileri kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır. (s. 174)”

Ve yine Galip Erdem’in şu “yakarışıyla” vermek istediği mesajdan hesabımıza düşen hisseyi almaktan lütfen çekinmeyelim:

“Sevmesini unuttuk, Allah’ım. Aşk yolunu bıraktık, kin yoluna girdik. Önce seni sevmeyi unuttuk, hatta seni sevmeyi suç saydık. Sonra birbirimizi sevmeyi unuttuk. Dostluğun hazzını teptik, düşmanlığın zehrine alıştık. Seni sevmeyince, birbirimizi zaten sevemezdik. Birbirini sevemeyen, birbirini yumruklamağa hazırlanan insanların artık bir millet sayılamayacaklarını, birlikte yaşama isteğinden gittikçe uzaklaşacaklarını düşünemedik. (S. 163)”

1970’li yıllarda ülkemizi yangın yerine çeviren, 28 Şubat sürecinde bir başka çehre ile ortaya çıkıp aynı sonuçları doğuran kardeş kavgaları ve ötekileştirme illetinden ders çıkarabilmek için yeni bedeller ödemeye ne lüzum var?

Bu yolda atılacak en güzel adım; fikirlerimizi, hakaret içermeyen ifadelerle dile getirmek ve farklı fikirlere tahammül göstermektir.

Merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun şu muhteşem tespitiyle noktalayalım:

“Türkiye’de küfür ve Türkiye’de nifak kemalini bulmuş ve zevali olmuştur. Şimdi riya, saltanatını sürüyor. Onun da ömrü çok kısadır. Gelecek bir mübarek vakte hazır olunuz. (Gerçek Olan Aşktır, S. 188)”

]]>
ASKERİ MÜDAHALELER VE TÜRK BASINI https://hayatitek.com/askeri-mudahaleler-ve-turk-basini/ Thu, 11 Jun 2020 08:40:04 +0000 http://hayatitek.com/?p=1272 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Aralık 1991’da yayınlanan 93. sayısı için Ali Yakuboğlu müstearıyla kaleme aldığım “Askeri Müdahaleler ve Türk Basını” başlıklı inceleme araştırma dizimizin ilk yazısı…

]]>
HAKİMİYET MASALINA DARBE: ÇEKİÇ GÜÇ https://hayatitek.com/hakimiyet-masalina-darbe-cekic-guc/ Wed, 10 Jun 2020 16:50:52 +0000 http://hayatitek.com/?p=1178 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ağustos 1991’da yayınlanan 89. Sayısı için kaleme aldığım “Hâkimiyet Masalına Darbe: Çekiç Güç” başlıklı yazı.

]]>
KÜLTÜR MEDENİYET TARTIŞMALARI-7: POPÜLER KÜLTÜR, ARABESK, MODA https://hayatitek.com/kultur-medeniyet-tartismalari-7-populer-kultur-arabesk-moda/ Wed, 10 Jun 2020 15:55:08 +0000 http://hayatitek.com/?p=1138 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Haziran 1991’da yayınlanan 87. Sayısı için hazırladığım “Kültür Medeniyet Tartışmaları-7” başlıklı soruşturma dosyası.

]]>
O. YÜKSEL SERDENGEÇTİ: “MİSAK-I MİLLİ RUHU VE ONUN MÜMESSİLLERİ, İTTİHAT VE TERAKKİ KOMİTACILARININ, SELANİK DÖNMELERİNİN HIŞMINA UĞRADILAR. ATILDILAR, ASILDILAR, KESİLDİLER.” https://hayatitek.com/o-yuksel-serdengecti-misak-i-milli-ruhu-ve-onun-mumessilleri-ittihat-ve-terakki-komitacilarinin-selanik-donmelerinin-hismina-ugradilar-atildilar-asildilar-kesildiler/ Wed, 10 Jun 2020 15:41:57 +0000 http://hayatitek.com/?p=1129 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Haziran 1991’da yayınlanan 87 sayısında çıkan İz Bırakanlarla Mülakat’ımızın konuğu Osman Yüksel Sendengeçti idi.

]]>
BİR BAŞKA AÇIDAN FRANSIZ İHTİLALİ https://hayatitek.com/bir-baska-acidan-fransiz-ihtilali/ Tue, 09 Jun 2020 17:35:47 +0000 http://hayatitek.com/?p=925 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ağustos 1990’da yayınlanan 77. Sayısı için hazırladığım “Bir Başka Açıdan Fransız İhtilali” başlıklı yazı.

]]>
KAPİTALİST KÜLTÜR EMPERYALİZMİNİN KEŞİF KOLU: TRT https://hayatitek.com/kapitalist-kultur-emperyalizminin-kesif-kolu-trt/ Tue, 09 Jun 2020 15:51:17 +0000 http://hayatitek.com/?p=901

HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Haziran 1990’da yayınlanan 75. Sayısı için İsmail Bayram ve Ahmet Güven kardeşlerimle birlikte hazırladığımız kapak dosyası.

]]>
80 SONRASI SAĞ BASIN https://hayatitek.com/80-sonrasi-sag-basin/ Fri, 05 Jun 2020 18:36:25 +0000 http://hayatitek.com/?p=772

HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Ocak 1990 tarihinde yayınlanan 70. sayısının Kapak Dosyasını Ali Osman Soydemir ve Doğan Kutlu ile birlikte hazırlamıştık.

]]>
EROL GÜNGÖR: VİCDAN HÜRRİYETİ HERKESİN VİCDANINA AİT ŞEYLERİN YİNE VİCDANDA KALMASI DEMEK OLSAYDI O ZAMAN BUNA HÜRRİYET DEĞİL, ESARET DEMEK GEREKİRDİ https://hayatitek.com/erol-gungor-vicdan-hurriyeti-herkesin-vicdanina-ait-seylerin-yine-vicdanda-kalmasi-demek-olsaydi-o-zaman-buna-hurriyet-degil-esaret-demek-gerekirdi/ Fri, 05 Jun 2020 17:22:03 +0000 http://hayatitek.com/?p=758 HAYATİ TEK – Bizim Ocak Dergisinin Kasım 1989’da yayınlanan 68. sayısında yaptığımız “İz Bırakanlarla Mülakat”ın konuğu Prof. Dr. Erol Güngör’dü.

]]>