HAYATİ TEK –
İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı Tercüman Gazetesi’nin, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik!” sloganı…
Şiarı, “Allah, Vatan, İttihat ve Namus” olan İttihat Terakki Cemiyeti’nin kurulması…
Ziya Gökalp’in İttihat Terakki’ye katılması…
Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesi…
Genç Kalemler Dergisi…
Türk’ün asırlık fikir çınarı Türk Yurdu Dergisi’nin 1911’de yayına başlaması…
1912’de Türk Ocakları’nın kurulması…
Türk Yurdu bünyesinde çıkan haftalık Halka Doğru Dergisi…
Cumhuriyetimizin kurucu kadrosunun lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir.” sözü…
Atatürk’ün, 1926’da Bakü’de toplanan Birinci Türkoloji Kongresi’ne Türkiye’yi temsilen Ord. Prof. Dr. Mehmed Fuad Köprülü’yü göndermesi ve kongreyi yakından takip etmesi…
Yine Atatürk’ün, 1927 tarihli nutkunda tam 2.610 kez Millet, Milli ve Türk kavramlarını tekrar tekrar kullanması.
1928’de Türkiye’nin, 1929’da Azerbaycan’ın Latin alfabesine geçmesi…
Türk Ocakları’nın 1931’de kapatılıp, başta tarihi Türk Ocağı binası olmak üzere bütün mal varlığının Halkevleri’ne devredilmesi…
1932’de ilan edilen “Dil Devrimi” kapsamında, “öz Türkçe” ve “dilde özleşme” adı altında “kelime soykırımı” olarak nitelendirilebilecek bir yola girilmesi… Girilen yolun yanlış olduğunu anlayan Atatürk’ün, Falih Rıfkı Atay’a, “Çocuk, çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda bırakamayız. Tabii yola döneceğiz.” demesi…
Atatürk’ün, bu hatasını telafi etmek istercesine, 1935’te Güneş Dil Teorisini ortaya atması…
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Boğazlar üzerinde hak iddia eden Stalin’e şirin görünmek uğruna, Türk milliyetçilerini “Irkçı-Turancı” ilan etmesi ve Sovyetler Birliği bünyesindeki Türkleri yok sayması…
3 Mayıs 1944 günü başlayan Irkçılık-Turancılık Davası’nda, Hüseyin Nihal Atsız ve arkadaşlarının yargılanması…
Stalin’in, 18 Mayıs 1944 günü Kırım Türklerinin sürgün sürecini başlatması…
Bir gün sonra, 19 Mayıs 1944 Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarında halka hitap eden İsmet İnönü’nün, “Turancılar Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhal düşman yapmak için bir tılsım bulmuşlar. (…) Türkiye’nin ülke sınırları dışındaki Türkleri birleştirmek gibi amacı yoktur.” diyerek Türk milliyetçilerini ve Turan ülküsünü suçlaması…
Savaşın ardından İnönü’nün Batı’ya yanaşması…
Batıya yanaşma sürecinin Demokrat Parti döneminde hızlanması…
27 Mayıs 1960 darbesi…
“Temsilde adaleti öncelediği” varsayılan ve “en özgürlükçü anayasa” olarak lanse edilen 1961 Anayasası’nın sağladığı ortamda, Türkiye İşçi Partisi’nin TBMM’ye girmesi; bu partinin gölgesinde “bölücü Kürtçü” hareketlerin taban bulması ve üniversitelere yayılması…
Marksist solun, 1968 yılından itibaren Türkiye’de yükselişe geçmesi, üniversiteleri ve büyük şehirleri adeta istila etmesi…
Sokakları teslim alan Marksist solun, ordu içindeki cunta ile el ele vererek, “ülkeyi Marksist anlayışla yönetecek Baasçı bir idareyi” iktidara getirmek üzere 9 Mart 1971 günü darbeye hazırlanması…
12 Mart 1971 Muhtırası sonrası girilen ara dönemde başbakanlık koltuğuna oturtulan Nihat Erim’in, sola karşı “demir yumruk” siyaseti takip ederek önde gelen Marksistleri tutuklatması…
Kır gerillası Deniz gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın; adeta 27 Mayıs 1960 sonrası idam edilen Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun idamına bir karşılık olarak aynı yöntemle infaz edilmesi…
1973 seçimlerinden birinci çıkan CHP’nin, MSP ile birlikte 1974’te Genel Af ilan etmesiyle cezaevinden salıverilen Marksistlerin kısa sürede ülkeyi yaşanmaz hale getiren terör sürecini yeniden başlatması…
Türkiye’yi SSCB’nin peyki haline getirmek isteyen Marksistlere karşı Türk milliyetçisi gençlerin teşkilatlanması ve karşı koyması…
1974-1980 arasındaki altı yılda, Marksist ve Ülkücü kanattan altı bin gencimizin teröre kurban gitmesi…
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında birer zulüm kalesine dönüştürülen askeri cezaevlerinde, güya “bir arada yaşama” dersi vermek amacıyla “karıştır-barıştır” uygulamasına geçilmesi; Marksistler ile Ülkücülerin aynı hücrelere kapatılması…
Sağ-sol eşitliğini sağlamak uğruna, dokuz Ülkücünün sehpaya çıkarılması… Bu kapsamda Mustafa Pehlivanoğlu, Cevdet Karakaş, İsmet Şahin, Fikri Arıkan, Cengiz Baktemur, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse, Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın idam yoluyla şehit edilmesi…
12 Eylül cuntasının, 1944 tabutluklarını aratmayacak usullerle yaptığı, akıllara durgunluk veren işkenceleri…
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nda, başta Alparslan Türkeş olmak üzere 587 Türk milliyetçisinin yargılanması…
Cezaevinden çıkan ülkücülerin kimileri ticarete, kimileri siyasete, kimileri yanlış yollara yönelirken, pek azının fikri sahaya iltifat etmesi…
İnönü’nün 1944’te yok saydığı Turan Türklerinin, 1991’den itibaren bağımsız birer devlet olması…
1970’li yıllarda, “Din-ü Devlet Mülk-ü Millet” uğruna canını ortaya koyan, ancak gadre uğrayan Ülkücülerin, sonuna kadar hak ettikleri teşekkürü almak bir yana, kimi çevrelerce hâlâ “ırkçılıkla” suçlanıyor olması…
Bir türlü alınamayan “o teşekkürün”, kimi Ülkücülerin tavır ve davranışlarına olan yansımaları…
Merhum Galip Erdem’in bütün ısrarlarına rağmen “birbirlerini sevmeyi” bir türlü öğrenememeleri…
Bu sevgisizliğin, Türkiye’nin ve Türk milletinin kaderine muhtemel tesirleri…
***
Tüm bunları hatırlayınca; yüz küsur yıllık Türk milliyetçiliği davasının en mühim dönüm noktalarından biri olan 3 Mayıs 1944 yargılamaları ve o yargılamaların bir numaralı sanığı Atsız’ın “Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır.” sözü üzerine düşünmeden edemiyor insan…
Ve şöylesi ifadeler dökülüyor zihninden, yüreğinden, kaleminden…
***
Türk, sadece etnik bir kimliğin değil, “Türk Kimliği” olarak adlandırabileceğimiz bin yıllardır var olan asil bir duruşun adıdır.
***
Türkçülük; Türk’ü diğer ırklardan üstün görmek değil, Türklüğümüzle iftihar etmektir. Türk’ün kültür ve töresini sevmeyi, korumayı, geliştirmeyi ve sonsuza kadar yaşatmayı öncelikli amaç edinmektir. Türklüğü, insanlığın dertlerine derman olacak kudrete ulaştırmak için azim ve sebatla çalışmaktır.
***
Milliyetçilik; vatanını, milletini, devletini sevmektir. Sevmek, sahip olma hakkından çok sahip çıkma, yaşatma ve geliştirme sorumluluğudur. Milletini bu anlayışla seven herkes, ister istemez milliyetçidir.
***
En temel meselelerimizden biri, belki de birincisi; çatışmadan beslenen çevrelerin körüklediği devletimizi köklerinden, milletimizi yarınlarından mahrum bırakan Osmanlı-Cumhuriyet karşıtlığıdır. Kökleri derinlere inmeyen bir ağaç asırlara meydan okuyamaz.
***
El birliğiyle atlattığımız nice büyük felaketlerin yaralarını gönül birliğiyle saran milletimizin önündeki en ciddi tehdit; terör ve ekonomiden ziyade her geçen gün artan ötekileştirme ve sevgisizliktir.
***
Milli bir değeri benimsemek başkadır, onu tekeline almaya çalışmak başka. Milletimize ait olan bir değerin ötekileşmesine zemin hazırlamak, hadsizliktir. Milletimize ait olması gerekeni kendimize saklamak, bencilliktir.
***
Millete mal olmuş değer ve sembolleri belli bir kesimin sadece kendisine izafe etmesi, bu harikulade bağları zayıflatır, tartışma ve rekabet odağı haline getirir.
***
Türk milleti, teşkilatçılık ve medeniyet inşa kabiliyeti bakımından eşsizdir.
***
Kızılelma’yı “Güneş tuğumuz, gökyüzü çadırımız olsun” sözüyle tarif eden Oğuz Kağan’dan “Ya istiklal ya ölüm!” diyen Atatürk’e kadar bütün liderlerimiz, “devlet-ebed-müddet” yolunda uğraş vermişlerdir.
***
Devlet, milletin zırhıdır; delinir, paslanır, hatta parçalanır bazen. Daha sağlamını yapar yoluna devam eder büyük milletler. Tıpkı Osmanlı yerine Cumhuriyet zırhını kuşanan biz Türkler gibi…
***
Cumhuriyetimiz, gökten zembille inmedi; derin kökleri binlerce yıl öncesine uzanan büyük bir devlet tecrübesinin sağlam kaidesi üzerinde yükseldi.
***
Türkiye Cumhuriyeti, “Türk’ün cumhuriyeti” olmakla şereflerin en büyüğüne mazhar olmuştur. Onu yüceltmek için başkaca sıfat ve gerekçeler aramaya lüzum yoktur.
***
Türk devletsiz yaşamadı, yaşayamaz; nice zorluklara katlanarak kurduğumuz Cumhuriyetimiz, uğruna nice şehitler verdiğimiz vatanımızla birlikte en değerli varlığımızdır.
***
Tarihimiz sadece zaferlerden ibaret değil. Hatırlamak bile istemediğimiz nice büyük hatalarımız, mağlubiyetlerimiz oldu. Biz, bunlardan çıkardığımız derslerle büyük milletiz. Çünkü büyüklük, ağır mağlubiyetlere rağmen küllerinden doğabilen asil milletlerin ölümsüzlük nişanıdır.
***
Sınırsız sevgi ıstırap kaynağıdır. Türk’ün canı, mukaddeslerine fedadır. Türk; vatanını, milletini, dini, devletini ve töresini, tıpkı bir karasevdalı gibi hesapsız, kitapsız, karşılıksız ve sınırsız sever. Türk’ün ıstırabı bundandır. Türklüğü konusunda tereddüde düşen; kafatasını değil, yüreğini yoklasın.
***
Arap’ın helvadan Tanrı yapıp acıktıkça yediği dönemde bile tek bir Yaratıcıya (Gök Tanrı) iman eden Türk için din; iki cihan saadetinin, ideallerinin ve Türk’ü Türk yapan değerlerin bütününü temsil eden törenin sembolüdür.
***
Türk milleti, Gök Tanrı’ya inandığı çağlardan beri adalet timsalidir. Kâh “Tanrı’nın Kırbacı” Attila ile sağlar adaleti, kâh Peygamber buyruğu olan “Allah’ın Ordusu” sıfatının hakkını vererek…
***
1970’lerin “Önce Müslüman mısın Türk mü?” zırvasını hortlatanlar, bin yıllık terkibimize bir kez daha saldırıyorlar. İnsan atasını seçemez ama soysuzluğu tercih edebilir. İslam’ı hiç olmadığı kadar sulandıranlara karşı “Türk kimliğini” korumak öncelikli ödevimiz olmalı.
***
Türkiye’nin selamet formülü, Türk’ün Anadolu’da kurduğu bin yıllık terkibidir. Kan, ter ve gözyaşı pahasına yurt edindiğimiz bu topraklarda sabır, sebat, azim ve umutla güçlenecek, sonsuza kadar var olacağız.
***
3 Mayıs 1944’ün zihnimizde uyandırdığı daha pek çok çağrışım var elbette.
Ancak biz, bugünlük bu kadarla yetinelim ve Atsız Ata’nın bir sözüyle noktayı koyalım:
“Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir!”