İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“YENİ OSMANLI” MI DEDİNİZ?

HAYATİ TEK –

Hafıza, maziden dersler çıkarmak, günümüzde ölümcül hatalar yapmamak, gelecekte karşılaşılacak muhtemel sıkıntıları kolayca çözebilmek, eh, biraz da hamasi hisleri dirilterek özgüven tazelemek için lazımdır milletlere.

Yoksa mazisini tarafsız bir gözle hatırlayan her millet, geçen zamanın bir daha asla aynı şekilde gelmeyeceğini bilir.

Yeni bir form, yeni bir anlayış, bambaşka bir çehre ile zuhur eder kadim hedefler; biz, maziyi aynıyla dirilttiğimizi sanırken bile…

“Geçmişi aynıyla diriltmek”, Kuyruklu Yıldız kadar gösterişli, lakin onun kadar kof bir söylemden ibarettir. Kutup Yıldızını, Kızılelma’yı, bir yüksek ideali tanımlamaktan çok uzaktır.

Sadece Heraklitos, “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz.” dediği için değil…

“İkinci Roma” namıyla maruf Bizans’ın sahneden çekilirken sergilediği hazin tablonun soluk tonları; Kostantiniyye “İstanbul” olduktan on dokuz yıl sonra XI. Konstantin’in yeğeni Sofia ile evlenen III. İvan’dan beri “Üçüncü Roma” hayaline kilitlenen Rusların boşa çektiği küreklerden yükselen su sesleri de aynı gerçeği terennüm ediyor.

Geçmişi aynıyla diriltilemez.

“Dünya tarihinin en güçlü devleti” unvanını Roma ile paylaşan, sonraları İngiltere, şimdilerse ise ABD’nin ulaşmaya çalıştığı “o yüksek yönetim çıtasının” standardını belirleyen Osmanlı’yı diriltmek de aynı hükme tabidir.

Bizden olunca, süfli sular birden berraklaşmaz, puslu havalar bir anda dağılmazlar.

Ezeli ve ebedi kaideler bütün toplumlar için geçerlidir.

Devletler değil, milletler; kurumlar değil, yüksek idealler dirilir.

Dirilen ideallerin tezahür şekilleri de daima birbirinden farklı olur.

Sinan’ın, asırlara meydan okuma konusunda Roma eserleriyle yarışan muhteşem yapılarının kötü birer kopyasını inşa etmekle nasıl Osmanlı’yı diriltmiş olmuyorsak; Osmanlı’nın kurumsal yapısını taklit ederek de “muhteşem mazimizi diriltmiş” olmayacağız.

Ne o kusursuz heykeller ve muhteşem anıt yapılar ölümsüz kılar Roma’yı, ne de Sinan’ın eserleri Osmanlı’yı…

Roma bir ruhtur, tıpkı Osmanlı gibi…

Bugün için Roma’yı ihya etmenin yolu nasıl ki heykel yontmaktan geçmiyorsa, Osmanlı’yı diriltmenin yolu da onun alfabesini, kurumlarını, devlet formunu bugüne taşımaya çalışmaktan geçmiyor.

Ruhlar yaşar, cesetler ölür.

Devletler, kurumlar, büyük liderler hatta peygamberler bile ölür iken; temsil ettikleri davalar, yeniden zuhur etmek için kendilerini temsil edebilecek güçlü bedenler arayan yüce ruhlar gibi göklerde dolanırlar.

Lakin gelen yeni bedenin ismi de cismi de öncekilerden bambaşkadır.

Kendisine kitap indirilen semavi din kurucuları başta olmak üzere, nice peygamberler gelip geçti dünyadan. Aynı gayeyi gütseler de her biri, yaşadıkları zamanın ruh ve idrakine uygun farklı bir yol ve yöntemle sahne aldılar.

Maziye ara ara bakmak gereklidir, amenna; lakin gözümüzü gelecekten ayırdığımız an, mahvolduk demektir.

Türkiye’nin dev hamlelere girişilebilmesi için yeni bir “Ulu Hakan” yahut “mavi gözlü sarışın dev” beklemek, geçmişi yâd etmek için sempatik bir söylem olsa da; bu yeni dev, karakaşlı ela gözlü çıkarsa, onu estetik cerrahına mı göndereceğiz?

Üzgünüm, Osmanlı yok artık.

Cumhuriyet’imizi kurduğumuz gün buharlaşmadı Osmanlı, son yüz yıl içinde varlığını sürdürse de zamana ayak uyduramayan nice kurumlarıyla hızla sahneden çekiliyor.

Biz artık Osmanlı’yı değil, onun da muharrik gücü olan ruhu diriltecek yeni ve çağdaş bir hamleyi, zamanın ruh ve idrakine uygun şekilde yapmak durumundayız.

Tedavülden kalkmış yahut can çekişen kurumları cilalayıp; yeni, süper, ultra, mega gibi sıfatlarla piyasaya sürmeye kalkışmanın kimseye, hele de Gökalp’in “Türkler her asrın yeni insanlarıdır. Bundan dolayıdır ki, yeni hayat bütün gençliklerin anası olan Türklerden doğacaktır.” diyerek yücelttiği aziz ve asil milletimize hiç bir faydası yoktur.

Eskiyi yeniymiş gibi göstermeye çalışarak kaybedecek ne vaktimiz kaldı ne de enerjimiz.

Üzgünüm, Osmanlı’nın son kalıntıları da can çekişiyor.

Onu “büyük devlet” yapan ruh ise, “Söğüt’te eğleşen dört yüz çadır” ahalisinden ibaretmiş gibi gösterilmeye çalışılan şanlı ecdadımızdan çok önceleri nice büyük devletimize ilham kaynağı olmuştu.

Diriltilmemiz gereken o ruhtur, kurumlar değil…

Diriltmemiz gereken o fikirdir, figürler değil…

Şekle, gerektiğinden fazla itibar etmeyelim.

Dem, kadim olan ruhu, çağın şartlarına uygun yeni bir formda ihya etme, koca Yunus’un hak söyleyen dilinden dökülen şu ebedi ikaza kulak verme demidir.

“Yunus öldü diye salâ verirler,

Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.”