İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ VE NAMIK KEMAL

İkinci Abdülhamid döneminin güçlü muhalefet cephesi Genç Osmanlılar Cemiyeti’nin Ali Suavi ile birlikte en önemli iki temsilcisinden biri olan Namık Kemal, yaptığı sert muhalefetin mükâfatı olarak yurt dışına çıkmak zorunda kalınca ilk adresi Paris olmuş, hemen ardından Londra’ya uzanmıştı yolu…

Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikâyesi” isimli başyapıtının başrolündeki bu iki şehirden de etkilenmişti. Ancak Londra’nın yeri bir başkaydı. Hatta göğüs kafesini hınçlı bir volkan gibi fokurdatan vatan ve hürriyet sevgisinin bu şehirde hayat bulduğu bile söylenebilirdi. Köklü İngiliz demokrasisinden oldukça etkilenen Namık Kemal’in Londra yıllarında kaleme aldığı meşhur Hürriyet Kasidesi, tüm benliğini kaplayan hürriyet ateşinden kopan kıvılcımların ışıltısı değil miydi?

1868 yılında İngiltere’de yaşanan falaka ve aleni idam cezasının kaldırılması, medeni kanunun dini otoritenin etkisinden kurtarılması gibi olaylar Londra’ya duyduğu aşkı daha da alevlendirirken, dönemin başbakanı Disraeli’nin politikalarına duyduğu sempati hayranlık düzeyine yükselmişti.

Tüm diğer Genç Osmanlılar gibi Namık Kemal de milliyetçilikten ziyade Osmanlıcıydı; millet sevgisinin odağında ise vatan kavramı vardı. Her milliyetten insanın bir arada barış, huzur ve kardeşlik içinde yaşayabildiği bir vatandı hayalini kurduğu… Osmanlı teb’asını oluşturan etnik topluluklar arasında İslam’ın hoşgörü bayrağı altında tam bir fikir beraberliği kurulabilirse, hayran kaldığı İngiltere gibi ileri bir toplum düzenine ulaşılabilirdi…

İdealist insanların hali bir başkadır. Başkalarına çılgınlık gibi gelen şeyler onlar için sıradandır…

Nitekim Namık Kemal’in vatan sevgisi o kadar ağır bastı ki, hürriyetinden vazgeçip, her türlü riski göze alarak vatanına hizmet için payitahta umutla döndü…

Londra yıllarında iyice olgunlaşan vatan ve hürriyet duyguları, meyvelerini çok geçmeden vermeye başladı. Ömrünün son demlerine kadar vatan ve hürriyetten başka, uğruna kaside yazılacak değer bulamadı.

Ancak öylesine yürekten ve öylesine etkili yazdı ki, sonraki yıllarda birçok yazar ve şair onu kendine rehber edindi.

“Biz, millî hudutlarımız dâhilinde hür ve müstakil yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz”, “Millî hudut dâhilinde vatan bir bütündür”, “Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün, Nâmık Kemal’i “Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği sesi” olarak nitelendirmesini de bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

13 Ocak 1921’de Büyük Millet Meclisi kürsüsünden milletvekillerine umut ve heybetle hitap eden Atatürk’ün okuduğu şu dizeler de Namık Kemal’e aitti:

“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,

Yok mudur kurtaracak bahtı kare maderini.

İşte ben de bu kürsüden, bu Meclisin Başkanı sıfatıyla, Heyetinizi teşkil eden bütün milletvekilleri namına ve bütün millet namına diyorum ki;

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kare maderini.”

Namık Kemal’in Londra’da bulunduğu yıllarda müdavimi olduğu “Pavilion” isimli bir bar vardı. Bu bar, daha sonra Osmanlı – Rus Savaşında beklenmedik önemli bir rol oynayacaktı. 1878 yılında Pavilion’da söylenen bir şarkı halkı galeyana getirmiş, İngiltere’nin Ege denizine bir donanma göndererek Ruslara karşı Osmanlı’nın yanında olmasını sağlamıştı. G. W. Hunt isimli bir İngiliz’in bestelediği şarkıyı Macdermott isimli şarkıcı okumuş, halkı coşturmuştu. Şarkının nakaratları şöyleydi:

“Harpte bezimiz yok ama istersek vallahi,

Gemimiz var, askerimiz var, paramız da var yani…”

Halk o kadar coşmuştu ki, Macdermott şarkıyı defalarca söylemek zorunda kalmıştı. Ona coşkuyla eşlik eden halk, bardan taşarak Londra sokaklarını inletmişti. Şarkının yarattığı atmosfer sonucunda Hariciye Nazırı ertesi akşam bizzat Pavilion’a gelerek şarkıyı dinlemişti. Le Figaro’da söz ve notaları yayınlanan şarkı sayesinde, Rusların Osmanlı’yı işgal ihtimali İngiliz kamuoyunda ses bulmaya başlamıştı. Duruma seyirci kalamayan İngiliz Hükümeti politikasını değiştirmiş; ilk mağlubiyetini yıllar sonra Çanakkale’de tadacak olan yenilmez armada Britanya Donanmasını boğazlara göndermişti. Londra’nın bu kararlı tutumu karşısında Ruslar çekilmek zorunda kalmıştı. Tabii uluslararası ilişkilerde hiçbir şey karşılıksız olmadı; Kıbrıs adası 92.000 altın karşılığında İngiltere’ye kiralanmıştı. Rus işgali önlenmişti ancak Kıbrıs’ın kopma süreci de böylece başladı.

İngiliz müzik ve siyaset tarihine geçen, nakaratı olan “vallahi” ile İngilizceye “by jingo” kelimesini kazandıran bu şarkı, elbette ki Namık Kemal’i de uzaktan uzağa heyecanlandırmış olmalıydı…

Şarkının etkisi bununla sınırlı kalmadı: Londra’da bir köşkte yaşayan Lady Charlemont, Türk-Rus savaşında yaralanan veya hastalanan Türklerin tedavisi için büyük hizmetlerde bulundu. Rus aleyhtarı ve Türk taraftarı toplantılara da destek veren Lady Charlemont’un Cantebury’de düzenlediği bir eğlencenin tüm hasılatı da Türk yaralıların tedavisi için kullanıldı.

İngiltere’de bu gelişmeler yaşanırken, o günlerde Midilli Adasında sürgünde bulunan Namık Kemal, vatanın hazin durumu üzerine şiirler yazıyordu…

“Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır

Serhaddimize kal´a bizim hâk-i bendedir

Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir

Gavgâda şehadetle bütün kâm alırız biz

Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

***

Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda

Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda

Her gûşede bir şîr yatar toprağımızda

Gavgâda şehadetle bütün kâm alırız biz

Osmanlılarız can verir nâm alırız biz

***

Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın

Cennet kapusu can veren ihvâna açılsın

Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın

Gavgâda şehadetle bütün kâm alırız biz

Osmanlılarız can verir nâm alırız biz…”