İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SANAL RÖPORTAJ / ADOLF HİTLER: “Şeref ve namustan yoksun milletler, er geç, hürriyet ve bağımsızlıklarını kaybeder.”

ADOLF HİTLER

HAYATİ TEK: Söyleşimize, ustalıkla kullandığınız propaganda konusuyla başlamak istiyoruz. Propagandanın önemini ilk ne zaman fark ettiniz ve niçin bu kadar önem verdiniz?

ADOLF HİTLER: Siyasal yolları izlerken propaganda faaliyeti ile ciddi bir şekilde daima ilgilendim. Ben propagandayı Marksist-sosyalist teşkilatın esaslı biçimde vakıf olduğu ve pek ustaca kullandığı bir silah olarak kabul ediyorum. Bunun bir sanat olduğunu anladım. Bu sanatın burjuva partileri tarafından bilinmediğini gördüm. Yalnız, bu silahtan Hıristiyan-Sosyal hareketi ve bilhassa Lueger zamanında istifade edildiğini ve başarı sağlandığını teşhis ettim.

Fakat ilk defa, savaş sırasında başarı ile yönetilen bir propagandanın ne olağanüstü sonuçlar sağladığını gördüm. Esasen burada her şeyi karşı tarafın nezdinde incelemek gerekiyordu. Çünkü maalesef, bizim tarafımızdaki faaliyet çok geri idi. Almanlarda önemli nispette propaganda yokluğu, her askerin gözüne açıkça batıyordu. Propaganda ile şaşaalı biçimde meşgul olmamın sebebi işte budur(1).

HAYATİ TEK: Propagandanızın ana gayesi neydi?

ADOLF HİTLER: Propaganda bir vasıtadır, bu durumda hakkında gaye bakımından hüküm verilmelidir. Bundan dolayı, şeklin, hizmet ettiği gayeye yardımcı olması için uygun bir surette intibak ettirilmesi gerekir. Bu durumda propagandanın önemini çeşitli şekilde takdir etmek mümkündür. Savaş sırasında, uğrunda can verilen gaye insanın tahayyül edebileceği gayelerin en asili ve en büyüğüdür. Gaye milletimizin, hürriyeti, bağımsızlığı, emniyeti idi, gelecek için ekmek idi, şeref ve namusu idi. Muhalif fikirlere rağmen böyle şeyler vardı ve var olması gerekirdi. Çünkü şeref ve namustan yoksun milletler, genellikle er geç, hürriyet ve bağımsızlıklarını kaybeder. Bu da yüksek bir adalete uygundur. Çünkü şerefsiz bir sürünün nesiller hiç bir hürriyete layık değildir. Köle olmak isteyen bir kimse şeref ve namusa sahip olamaz. Eğer olmaya kalkarsa, böyle bir namus ve şeref kısa bir zaman sonunda hafife alınır(2).

HAYATİ TEK: Savaşta propagandanın önemi konusun biraz açar mısınız?

ADOLF HİTLER: Propaganda savaş sırasında, bir gayeye ulaşmak için kullanılan vasıta idi. Yani Alman milletinin hayatı uğrunda yapılan mücadele söz konusu idi. Bundan dolayı propaganda bu gaye için değeri olan ilkelerden hareket etmek suretiyle muhakeme edilmeliydi. En zalimane silahlar, en insancıl silah haline giriyordu. Propaganda daha seri bir zaferin şartı idi ve millete hürriyet, şeref ve haysiyetini sağlamasına yardım ediyordu. Yaşamak için yapılan mücadele “savaş propagandası” hakkında aldığım vaziyet buydu. Hükümetçe bu husus açıkça anlaşılmış olsa idi, bu silahın kullanılması şeklin hakkında hiç bir zaman tereddüde düşülmeyecekti. Çünkü kullanılmasını bilenin elinde, bu silahı gerçekten korkunç ve dehşet erici bir şey oluyordu(3).

HAYATİ TEK: Propaganda sizce kime hitap etmelidir? Aydınlara mı, sade vatandaşa mı?

ADOLF HİTLER: Propaganda daima, münhasıran topluluğa hitap etmelidir(4).

HAYATİ TEK: Neden?

ADOLF HİTLER: Propagandanın gayesi tek tek ve bilimsel surette kişileri bilgi sahibi kılmak değildir. Görevi, kitlelerin dikkatini belirli olaylar, zaruret ve gerekler üzerine çekmektir. Bu hususun önemi ise halka ancak bu vasıta ile anlatılabilir(5).

HAYATİ TEK: “Propaganda akıl yerine duygulara hitap etmelidir mi” diyorsunuz?

ADOLF HİTLER: Propaganda daima duygulara ve pek az da akla hitap etmelidir. Her propaganda halkın anlayacağı alanda yapılmalıdır. Manevi seviyesini, hitap ettiği topululuğun içindeki kafaları en dar olanların anlayabileceği biçimde tutmalıdır. Başarı, bir propagandanın değeri hakkında en büyük delildir. Bir kaç kimse veya bir-iki genç estetin tasvip ve takdiri bunun yanında hiç kalır(6).

Propaganda sanat, düşünce gücünün çalıştığı durumlarda, içgüdünün egemenliği altındaki büyük toplulukların anlayabileceği bir noktaya gelerek, psikolojik yönden uygun bir şekil alıp, o çevrenin kalbine girecek yolu bulmaktır(7).

HAYATİ TEK: Propaganda da dikkat edilecek en önemli husus nedir?

ADOLF HİTLER: Bilhassa, meşgul olunan ve hedef alınan bir konu hakkında sistemli şekilde tek taraflı bir durum almak gerekir. Bu propagandanın en önemli ilk şartıdır(8).

HAYATİ TEK: Propagandanın hedeflediği halk yığınlarını nasıl analiz etmek gerekir?

ADOLF HİTLER: Bir milletin büyük topluluğu politikacılardan, amme hukuku profesörlerinden ve hatta yalnız hüküm vermeye yetenekli kimselerden meydana gelmez. Şüphe ve kararsızlık içinde yüzen kimselerden oluşur. Bizim kendi propagandamız hasım tarafa küçükte olsa bir hak verecek olursa, kendi hakkımızdan şüphe etmek için bir adım atılmış olur.

Halkın büyük bir çoğunluğu tıpkı bir kadın ruh hali içindedir. Bunlar fikir ve düşüncelerini fiil ve hareketlerden ziyade duyguların doğurduğun intibalardan çıkarırlar. Bu intibalar karışık olmayıp, gayet basit ve sınırlıdır. Bunların arasında bir takım ince farklar yoktur, sadece sevgi veya kin, hak veya haksızlık, gerçek veya yalan, olumlu veya olumsuz mefhumlar vardır. Hiçbir zaman yarım duygusallığa tesadüf edilmez(9).

HAYATİ TEK: Propagandanın başarıya ulaşması için nasıl bir teknik kullanılmalıdır?

ADOLF HİTLER: Propaganda gayet sınırlı konulara temas etmeli ve bunları devamlı bir şekilde tekrarlamalıdır. Dünyadaki diğer işlerde olduğu gibi bunda da sebat ve ısrar başarının en önde gelen şartıdır.

Propaganda her şeye kanıksamış küçük beylere devamlı vakit geçirecekleri meraklı vasıtaları sağlamak için yapılan bir şey değildir. Propaganda kanaat ve telkin içindir. İkna edilmesi söz konusu olan kuvvet de topluluktur. Topluluğun ise daima o ağırlığı içinde bir fikri anlayabilecek duruma gelmesi için, bir zamana ihtiyacı vardır. En basit kavramlar defalarca tekrar edilmeden, hafızasını onlara açmaz(10).

HAYATİ TEK: Propagandada teşkilatın yeri ne olmalıdır? Hangi önde gelir; propaganda mı, teşkilat mı?

ADOLF HİTLER: Propaganda teşkilattan çok önde yürümeli ve önce bu teşkilatla yoğrulacak insan malzemesi sağlanmalıdır. Bunun için, ben bilgi satan ve bilgiçlik taslayan teşkilata karşıyım. Bu şekilde hareket edilmezse ortaya ölü bir mekanizma çıkar, canlı bir teşkilatın meydana geldiği enderdir.

Bir teşkilat varlığını organik bir hayata ve organik bir gelişmeye borçludur. Belirli miktarda birtakım insanlar arasında yayılan fikirler devamlı bir düzene doğru meyleder. Bundan büyük bir netice çıkar. Fakat burada da insanların zaaflarını dikkate almak şarttır. İnsanların bu zaafları bağımsız ve kişisel bir otoriteye karşı, içgüdüleri ile direnme göstermeleri şeklinde tezahür eder. İşte böyle bir şekilde, bir teşkilat tepeden aşağıya doğru mekanik bir yolla gelişirse, büyük tehlike doğar(11).

HAYATİ TEK: Bu enteresan yaklaşımı bir örnekle açıklar mısınız?

ADOLF HİTLER: Örneğin, kendisini henüz yeter derecede yetenekli görmeyen ve lideri olduğu partinin fikirlerine intibak edemediğini itiraf eden bir kimse, partinin içinden daha yetenekli kimselerin yükselmelerine ve ön plana geçmelerine kıskançlık sevki ile engel olmaya teşebbüs eder. Böyle bir şey ihtimal dâhilinde olsa bile meydana geldiği takdirde bundan en çok zarar gören, genç hareket olur(12).

HAYATİ TEK: Bu durumu biraz daha açar mısınız? Doğru lider nasıl tespit edilmelidir?

ADOLF HİTLER: Bir süre propaganda ile meşgul olarak, ilk önce merkezi bir noktaya ait bir fikri yaymalı, daha sonra yavaş yavaş çoğalmış olan insanlar arasında “Führer kafalar” aramalıdır. Bu “kafaları” tecrübe etmek gereklidir. Çünkü öyle tesadüfler olur ki, esasen pek değersiz olan kimseler, “anadan doğma Führer” diye nitelendirilirler(13).

HAYATİ TEK: Bu kişiler diğerlerinden nasıl ayrılacak?

ADOLF HİTLER: Teşkilatçı her şeyden önce bir psikolog olmalıdır. Teşkilatçı insanı olduğu gibi kabul etmelidir. Bu bakımdan teşkilatçı, insanın değerini az görmemeli, fazla görmekten de kaçınmalıdır. Sarsılmaz bir hayat kuvvetine sahip olması gereken teşkilatçı, bir fikri yaymaya ve o fikri başarıya ulaştıracak yolu açmaya yetenekli bir insan grubu meydana getirmek zorundadır. Ancak bütün bunları yaparken de insan zaafını dikkate almalıdır(14).

HAYATİ TEK: Buraya kadar anlattıklarınızı özetlemek gerekirse; bir siyasi hareket veya teşkilatın ayakta kalabilmesi için öncelikle bir ideolojisinin olması ve bunun sürekli propaganda edilmesi gerekiyor. Acaba bir siyasi ya da ideolojik hareketin ideolojisini kuranlar, doktrinini ortaya koyanlar, sözünü ettiğiniz “führer” kimliğine haiz insanlar mıdır her zaman?

ADOLF HİTLER: Büyük bir nazariyeciden büyük bir Führer çıkması ender görülen bir olaydır. Bir hareketi yöneten bir kimse, çoğu zaman bir Führer olabilir. Oysa bilimsel bir ruha sahip olan kimselerin büyük bir bölümü, bu gerçeği akla uygun bir şey olmasına rağmen pek kolay teslim etmezler.

Bu fikri, geniş topluluklara yaymak yeteneğini ortaya koyan bir hareketin elebaşısı, bir demagogdan ibaret olsa bile, onun mutlaka bir psikolog olması gereklidir. Böyle bir kimse, insanlardan uzak kalarak düşüncelere dalan bir nazariyeciden çok daha iyi bir Führer olacaktır(15).

HAYATİ TEK: Neden?

ADOLF HİTLER: Çünkü insanları yönetme meziyetinin, bir Führer’in liyakat ve yeteneği ile münasebeti yoktur(16).

HAYATİ TEK: Aksiyonun fikirden önemli olduğunu mu söylüyorsunuz?

ADOLF HİTLER: Önemli olan ülkü ve insanlık gayelerini bulmak değildir. Önemli olan, bu ülkü ve gayeleri fiile çıkarmaktır. Eğer ikincisi olmazsa, birinci daima ahmakça bir şey gibi kalmaya mahkûmdur. Fevkalade olan nazari bir telakki, eğer topluluklar Führer tarafından bu fevkalade inanca doğru sevk edilmezlerse gayesiz ve değersiz kalır(17).

HAYATİ TEK: Fikrin hiç mi önemi yok?

ADOLF HİTLER: Akıllı bir nazariyeci de, insanlığın mücadelesi için gayeleri tespit etmelidir. Yoksa bir Führer’in bütün deha ve yeteneği iş görmez(18).

HAYATİ TEK: Anladım. Fikir ve aksiyon birbirini desteklemeli, ancak aksiyon bir adım önde olmalı diyorsunuz.

ADOLF HİTLER: Demek oluyor ki, nazariyeci, teşkilatçı ve Führer bir kimsede birleşirse bu müthiş bir şey olur. Buna dünyada pek ender rastlanır. Bu birleşme büyük adamı vücuda getirir(19).

HAYATİ TEK: Siyaset sahnesine çıktığınızdan beri şahsınıza yönelik çeşitli suçlamalar yapılıyor. Bunlar içerisinde en dikkat çekici olanı ırkçılık. Özellikle ari ırk teziniz.

ADOLF HİTLER: Bütün insanlar, dünya üzerinde dolaşır dururlar ve her şeyi öğrenmek ve bilmek isterler. Fakat hiç kimse dünya üstünde canlıların çeşitli gruplara ayrılmış olduğunu göremez(20).

Birbirine eşit olmayan iki yaratığın birleşmesi sonucu meydana gelecek ürün iki ebeveynin değerleri arasında bir değere sahip olur. Yani çocuk, canlılar merdiveninde aşağı ırka mensup olan ebeveynden daha yüksek bir yerde, fakat yüksek bir noktada olan diğer ebeveynden ise daha aşağı seviyededir. Bu bakımdan çocuk ilerde bu üstün ırka karşı girişeceği mücadelede yenilecektir. Böyle bir çiftleşme, canlıların değerlerini yükseltmeyi gaye edinmiş olan tabiatın iradesine ters düşer. Tabiatın bu gayesi çeşitli değerlerdeki kimselerin çiftleşmeleri ile gerçekleştirilemez, ancak en yüksek değeri temsil edenlerin tam ve kesin zaferleri ile sağlanır. Daha kuvvetli olanın rolü, hükmetmektir; daha zayıf olanla kaynaşmak değildir(21).

HAYATİ TEK: Bu yaklaşımınızı neye dayandırıyorsunuz?

ADOLF HİTLER: Eğer üstün ırk böyle davranmazsa kendi büyüklüğünü feda etmiş olur(22).

HAYATİ TEK: Birçok insana zalimce gelebilir bu yaklaşımınız.

ADOLF HİTLER: Bu yasayı sadece doğuşları itibariyle zayıf olan yaratıklar zalimane bulabilirler. Fakat bu hususta onun zayıf ve sınırlı bir kimse oluşundan ileri gelir. Çünkü bu yasa onun vücudunu ortadan kaldırmasa idi, bütün canlıların gelişmesi akla sığmaz bir şey olurdu(23).

HAYATİ TEK: Güçlü ya da zayıf olmanın ölçüsünü nasıl belirleyeceksiniz?

ADOLF HİTLER: Tabiatta ırkın temizliğini aramak ve devam ettirmek için var olan bu genel temayülün sonucu sadece özel ırklar arasında dış görünüşlerindeki bir farkta değil, her birinin kendisine özgü niteliklerin benzerliğini haiz olmasıdır(24).

HAYATİ TEK: Yani aynı ırk içinde de farklılıklar olabilir. Bir ırkın tüm fertleri aynı güç veya zayıflıkta değildir.

ADOLF HİTLER: Aynı ırka mensup fertler arasında teşhis edilen farklar, özellikle, sahip oldukları enerji, canlılık, zekâ, ustalık ve mukavemet gibi yeteneklerin toplamındaki eşitsizlikten ileri gelir. Fakat hiçbir zaman tabii bir doğuştan kazanılmış yeteneğin sevkiyle, kazlara iyi kalple hareket edecek bir tilkiye veya sıçanlara karşı merhamet besleyen bir kediye tesadüf edilemez(25). Bundan ötürü, ırkların birbirleri ile mücadelelerine sebep, derin bir antipatiden çok, açılık ve aşktır. Her iki durumda da tabiat ilgisiz ve duygusuzdur(26).

HAYATİ TEK: “Tabiat ilgisiz ve duygusuzdur” derken neyi kastettiniz?

ADOLF HİTLER: Tabiat zayıf kimselerin kuvvetlilerle çiftleşmelerini istemez, yüksek bir ırkın, basit bir ırkla karışmasını kabul etmez(27).

HAYATİ TEK: Neden istemesin?

ADOLF HİTLER: Çünkü binlerce yüzyıldan beri tabiatın insanlığı yüceltmek için izlediği amaç, bir anda boş bir iş durumuna sokulmuş olur(28).

HAYATİ TEK: Bu tezinizi destekleyecek örnek verebilir misiniz?

ADOLF HİTLER: Üstün bir ırk kendi kanını, daha aşağı bir topluluğun kanı ile karıştırdığı takdirde, ortaya çıkan melezlik, uygarlık getirecek olan milletin felaketi şeklinde sonuçlanır. Renkli ırklarla pek az karışmış olan Cermen unsurlarının meydana getirdiği Kuzey Amerika’ya nispetle başka bir topluluktur ve başka bir uygarlık arz eder(29). Orta ve Güney Amerika’da Latin ırk yerlilerle daha çok karışmış olduğu için, Kuzey Amerika halkı, kıtanın hâkimi durumuna geçmiştir. Bu hal, herhangi bir bulaşıklık olmadığı takdirde böyle sürüp gidecektir.

Sözün kısası bu ırk çatışmasının sonucu şudur: a) Yüksek ırkın seviyesi düşer. b) Fiziki ve fıtri bir çöküş başlar. Bunlara da sebep olmak yaratıcımız olan Allah’ın iradesine karşı günah işlemektir(30). Dünya üzerinde saf ırk olmayan her şey, rüzgârın sürükleyip götürdüğü bir saman çöpünden ibarettir(31).

HAYATİ TEK: Irk meselesini sonlandırmadan önce, sadece üstün ırkların idealist olabileceğine dair iddianızın dayanağını sormak istiyorum.

ADOLF HİTLER: İnsanlar şahsi çıkarlarını ikinci plana atmaya ne kadar taraftar iseler, onların büyük topluluklar kurma yetenekleri de o kadar büyük olur(32).

HAYATİ TEK: Yine aksiyon konusuna döndük sanırım…

ADOLF HİTLER: Üstün ırkların uygarlık kurma yeteneklerinin kaynağı fikri melekeleri değildir. Eğer başka kaynaktan kuvvet almasalardı, birer tahripkâr gibi hareket ederler ve hiçbir zaman teşkilatçı olamazlardı(33).

HAYATİ TEK: Neden öyle olsun ki?

ADOLF HİTLER: Çünkü her teşkilatın en esaslı şartı, ferdin gerek kişisel fikir ve mütalaası, gerek özel çıkarlarının her şeyden önce geldiğini kabul etmekten vazgeçmesi ve bunları topluluğun lehine feda etmesidir. Genel hayır ve genel çıkar lehine yapılan fedakârlık, dolambaçlı bir yol takip ettikten sonra sahibine çıkar sağlar(34).

HAYATİ TEK: Yani fert, toplum çıkarları için kendisini feda etmeli, öyle mi?

ADOLF HİTLER: Fert sadece kendisi için çalışmaz. Genel kadro içinde, kişisel çıkarı için değil, kamunun yararına olacak şekilde hareket eder. Ferdin çıkarını toplumun devamı lehinde ikinci plana atan ruhi yetenek, gerçek bir uygarlığın en önde gelen şartıdır(35). Toplumun hayatını korumak için kendi hayatını vermek, fedakârlık ruhunun en yüksek noktasıdır(36).

HAYATİ TEK: Neden?

ADOLF HİTLER: Adolf Hitler – Çünkü ancak böyle davranılırsa, insan eli ile meydana getirilmiş olan binanın yine insan eli ile veya tabiat tarafından tahrip edilmesi önlenebilir(37).

HAYATİ TEK: Yani idealizmin temel şartı insanın toplum çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutması mıdır? Bunu mu demek istiyorsunuz?

ADOLF HİTLER: Bizim Almancamızda bu asil ruh tarafından ilham edilen faaliyetleri pek güzel ifade eden bir kelime vardır. Görevini yerine getirmek, yani sadece kendi ihtiyaçlarını tatminle kalmamak, topluma da hizmet etmek. Bu şekilde bir faaliyetin kaynağı olan esaslı ruhi yeteneğe, bencillikten ayırt etmek için “idealizm” diyoruz(38).

HAYATİ TEK: Araya epey konu ve kavram girdi. Toparlamak gerekirse, idealizm kelimesinden tam olarak ne anlamamız gerektiğini net bir şekilde açıklar mısınız?

ADOLF HİTLER: Bu kelimeden çıkardığımız anlam, ferdin toplum ve hemcinsleri uğruna kendini feda etmesidir. İdealizm, hissiyatın ihmali kabil olan bir tezahürü değildir. Bilakis gerçekte uygarlığın en önde gelen şartı olduğuna ve daima böyle kalacağına ve hatta insan mefhumunu onun yarattığına kanaat getirmek birinci derecede önemli bir durumdur. Üstün ırklar dünyadaki mevkilerini ancak ruhun bu yeteneğine borçludur. Çünkü yalnız bu yetenek, saf fikrin içinde yaratıcı kuvveti çekip çıkarmıştır(39).

Bu meyanda yaratıcı kuvvet ve kendi tarzında yegâne bir birleştirme yapmış, yumruğun kuvvetini dehanın zekâsına yerleştirerek uygarlığın inançlarını ortaya koymuştur. İdealizm olmasa idi, düşünce gücünün melekeleri hiç bir zaman büyük bir değeri bulunmayan, yaratıcı bir kuvvet durumuna gelmeyen dış görünüşten ibaret kalırdı(40).

HAYATİ TEK: Size yönelik eleştirilerden biri de Yahudi düşmanlığı. Yahudilerden bu kadar nefret etmenizin sebebi nedir?

ADOLF HİTLER: Yahudi, üstün ırk ile en bariz, en açık tezadı vücuda getirir. Dünyada başka bir millet yoktur ki, Yahudiler kadar beka içgüdüsü ile gelişmiş olsun. Bu iddianın en açık delili bu ırkın günümüze kadar ayakta kalmış olmasıdır. Son iki bin yıl içinde, yeteneklerinde, karakterlerinde Yahudi milleti kadar az değişikliğe uğramış bir başka millet yoktur. Yahudiler kadar hiçbir millet büyük inkılaplara karışmamıştır. Bu olaylar Yahudilerin, büyük ve sonsuz inatçı bir yaşama iradesine sahip olduklarının ve ırklarının devamında büyük bir sebatla hareket ettiklerinin açık ve kuvvetli bir delilidir. Yahudilerin fikri melekeleri yüzyıllar boyunca gelişmiştir. Yahudi’ye bugün “kurnaz” denilmektedir. Fakat bir anlamda o her zaman kurnaz olmuştur. Yahudi’nin zekâsı gizli bir gelişmenin sonucu değildir. Bu zekâ, yabancıların Yahudi’ye verdiği hayat dersinden yararlanmıştır(41).

HAYATİ TEK: İyi ya, her şeye rağmen ayakta kalmaları, onları güçlü ırklar arasına sokmaz mı?

ADOLF HİTLER: Yahudi’de beka içgüdüsü, diğer milletlere oranla, daha kudretli olmasına rağmen bu kudret Yahudi’ye uygarlık yapıcı bir millet olması için en esaslı ilk şartı sağlamamıştır. Sözün kısası: Yahudi’de idealizm yoktur(42).

HAYATİ TEK: Bunu nasıl söylersiniz? Yahudilerin idealizminden şüphe edilir mi? O idealizm değil midir, Yahudileri hâlâ ayakta tutan?

ADOLF HİTLER: Yahudi milletinde, fedakârlık ferdin basit beka içgüdüsünden ileri gitmez. Yahudilerde görünen milli birlik duygusu bu dünyada daha başka birçok yaratıklarda rastlanan pek ilkel bir sürü topluluğun içgüdüsünden başka bir şey değildir(43).

Yahudiler kendilerine özgü vasıfları olan bütün fikri melekelerine rağmen gerçek bir uygarlığa özellikle kendi yapısına uygun bir uyarlığa sahip değildir. Bugün Yahudi’nin uygarlık adına sahip olduğu şey, başka milletlerin büyük bir bölümü itibariyle onun elinde berbat olmuş malından ibarettir(44).

HAYATİ TEK: Bu çok iddialı oldu. Biraz açar mısınız?

ADOLF HİTLER: Yahudi’nin uygarlık karşısında yerinin ne olduğunu anlamak için şu esaslı gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir: Hiç bir zaman bir Yahudi sanatı görülmemiştir. Bugün de yoktur. Bilhassa, güzel sanatların iki kraliçesi durumundaki mimari ve musiki ile orijinal olan her şey, Yahudilere bir şey borçlu değildir(45).

HAYATİ TEK: Bunu nasıl söylersiniz? Bilim ve sanat alanında başarılı pek çok Yahudi var.

ADOLF HİTLER: Sanatta, Yahudi’nin vücuda getirdiği şey, fikri bir hırsızlıktan ibarettir. Bundan ötürü, Yahudi yaratıcı güçle ve uygarlıklar kurma imtiyazı ile güçlü ırkların melekelerine sahip değildir.

Yahudilerin yabancı uygarlıkları nasıl ancak bir kopyacı gibi, modelin şeklini bozarak temsil ettiklerini ispat eden şey, bilhassa en az icadı gerektiren sanatla yani dram sanatı ile meşgul olmalarıdır. Bu işte dahi Yahudi taklitçi bir maymundur. Bu hususta Yahudi basını en basit yazarı dahi (Yahudi olması şartıyla) överek onun imdadına yetişir. Bu işi o kadar ustalıkla yapar ki, diğer insanlar kendilerini bir sanatkâr karşısında zannederler. Oysa, gerçek adi ve değersiz birinden söz etmektedir(46).

HAYATİ TEK: Yani siz, Yahudilerin uygarlığa hiçbir katkı yapmadıklarını mı söylüyorsunuz? Bu biraz acımasız bir eleştiri değil mi?

ADOLF HİTLER: Hayır, Yahudi’de bir uygarlık meydana getirecek ufacık bir yetenek yoktur. Çünkü insanı yükseltecek bir gelişmenin en birinci şartı olan idealizm Yahudi için meçhul bir şeydir ve daima böyle olmuştur. Şurası bir gerçektir ki, insanlığın bütün gelişmesi, Yahudi ile değil, Yahudi’ye rağmen ortaya çıkar(47).

HAYATİ TEK: Yahudilik bahsini burada noktalayarak, komünizme geçmek istiyoruz. Kendinizi “Nasyonal Sosyalist” olarak nitelendirdiğiniz için komünizme dair fikirlerinizin hayli ilgi çekeceğini düşünüyorum. Bize komünizmle mücadelenizden bahseder misiniz?

 ADOLF HİTLER: Biz Nasyonal Sosyalistlerin yaptıkları mitingler sakin geçen toplantılar değillerdi. Onların yaptıkları toplantılarla bizim yaptığımız toplantılarda iki hayat görüşünün dalgaları çarpışıyordu. Toplantılarımız, hiçbir zaman vatan şarkılarının tatsız terennümleri ile değil, aksine ırkçı ve milli ihtirasların tutkucu bir şekilde infilak etmesi ile sone eriyordu. Daha işin başından itibaren, toplantılarımızda, kesin bir disiplin kurduk. Yönetim kuruluna mutlak bir otorite sağlamak gerekti. Keza, bizim verdiğimiz nutuklar burjuva konferanslarındaki aciz hatiplerin gevezelikleri şeklinde değildi. Toplantılarımızda sarf edilen sözler, fikir ve kanaatler, konu ve şekil itibariyle rakiplerimizin karşılık vermesini davet edecek nitelikte idiler. Bizlere karşı galeyana gelmeleri için birçok sebep vardı(48).

HAYATİ TEK: Ne gibi?

ADOLF HİTLER: Bizim duvar ilanlarımızın kırmızı rengi, onları toplantılarımıza çekiyordu. Komünistlerin kızıl renklerinden yararlandığımız zaman burjuvalar dehşet içinde kaldılar ve bu davranışımızı pek şüpheli bir şey olarak kabul ettiler. Nasyonal Almanlar, bizlerin esas itibariyle bir çeşit Marksizm’i savunduğumuzu, çekirdek halinde birer sosyalist olduğumuzu yayıyorlardı(49).

HAYATİ TEK: Neden?

ADOLF HİTLER: Çünkü bu kalın kafalılar bugüne kadar “gerek Nasyonal Sosyalizm” ile “Marksizm”in arasındaki büyük farkı anlayamamışlardı. Rakiplerimizin toplantılarımızda “Baylar ve Bayanlar”a hitap etmeyip, sadece vatandaşlarımıza hitapta bulunmamızı ve birbirimize bir parti arkadaşı muamelesi ettiğimizi görünce bizi Marksist sandılar(50).

HAYATİ TEK: Kırmızı rengi kullanmaktan bahsettiniz. Bunda ısrarcı olmanızın sebebi neydi?

ADOLF HİTLER: Solcuları hiddetlerinden köpürtmek, onların nefret ve galeyanlarını tahrik etmek, böylece onları hiç olmazsa sabotaj yapmaları için toplantılarımıza gelmeye mecbur bırakmak. Çünkü düşüncelerimizi bu kimselere duyurmanın tek yolu bu idi. Bu taktiğe uzun uzadıya düşündükten sonra başvurduk(51).

HAYATİ TEK: Bu taktiğinize komünistlerin cevabı ne oldu?

ADOLF HİTLER: Önceleri, kendi taraftarlarına bizim toplantılarımızı önemsememeleri ve iştirak etmemeleri emrini verdiler. Bu yasağa genellikle uyuldu. Fakat yavaş yavaş içlerinden bazıları bu yasağa rağmen toplantılarımıza geldi. Gitgide sayıları çoğalmaya başladı. Artık doktrinimiz onlara etkili olmaya başlamıştı. İşte bu sırada rakip liderler yavaş yavaş sinirlendiler ve endişeye düştüler. Endişeye kapılan ve sinirlenen rakip liderler, bu gelişmeye karşı seyirci kalmanın mümkün olamayacağını kabul ederek, tedhiş usulleri ile bu duruma bir son vermek gerektiğine kanaat getirdiler.

İşte bundan sonra, kızıl liderler eğitim görmüş, bilinçli proleterlere başvurdular. Artık salonlar toplantılarımız başlamadan 45 dakika kadar önce işçilerle doluyordu. Toplantılarımız, fitilleri tutuşturulmuş olduğu için her an havaya fırlayacak barut dolu fıçılara benziyordu. Fakat hiçbir zaman bu infilak meydana gelmedi(52).

HAYATİ TEK: Komünist işçilerin toplantılarınıza gelmeleri riskli değil miydi? Ne gibi sonuçlar elde ettiniz?

ADOLF HİTLER: Bu işçiler toplantılarımıza bize düşman olarak geldiler, belki taraftar olarak değil ama hiç olmazsa kendi doktrinlerinin değersiz bir şey olduğuna kanaat getirerek döndüler(53).

Her toplantı sonunda komünistlerin kayba uğradıkları anlaşılıyordu. İşçi sınıfına bir anons yapıldı: “Yoldaşlar, kadın ve erkek işçiler, Nasyonal Sosyalistlerin toplantılarından sakınınız!”

Komünistlerin bizimle olan mücadelelerindeki değişiklik, kendi basınlarının yayınlarında da görülüyordu. Çok kere bizleri sessizliğin içine gömmek istediler. Bilahare bu usulün de etkisiz kaldığını görerek, tekrar eski taktiklerini uygulamaya gerek duydular(54).

HAYATİ TEK: Neydi bu taktik?

ADOLF HİTLER: Bir yarı geri çekilme taktiğine başvurdular. Bir süre de bizleri, insanlığa kastetmek isteyen korkunç caniler olarak tavsif etmeye başladılar. Makale üstüne makale yazdılar. Yalan uydurdular. Devamlı bir şekilde bize yakıştırdıkları cinayetleri ballandıra ballandıra anlattılar, yazdılar(55).

HAYATİ TEK: Bu taktik bekledikleri sonucu verdi mi?

ADOLF HİTLER: Aradan çok geçmeden bu saldırının da bizim genç hareketimize zerre kadar bir etkisi olmadığını gördüler. Zavallıların başvurdukları bu yalan ve iftiralarla dolu saldırı taktiği gerçekte bütün dikkatleri bizim üstümüze çekti ve bundan kızıllar değil, biz yararlandık56).

HAYATİ TEK: Nasıl?

ADOLF HİTLER: Bunun üzerine ben şu biçimde hareket etmeye karar verdim. Faaliyetlerimizde bir değişiklik yapmayacaktık. Komünistler, istedikleri kadar bizimle eğlensinler ve bizlere sövüp saysınlar, hareketimizin yönünü hiç bir surette değiştirmeyecektik. Bu adi iftiraların hiç önemi yoktu. İsterlerse bize birer maskara veyahut birer cani olarak teşhir etsinler. Bizim için hiç önemli değildi. Esas olan bizden söz etmeleri, bizlerle meşgul olmaları, kendi aralarında bizleri konuşmaları idi ve en önemlisi, yavaş yavaş işçinin nazarında, bizimle mücadele edilmesi gereken bir kuvvet gibi görünmemizde idi(57).

HAYATİ TEK: Söz komünistlerden açılmışken, ekonomi-politik üzerindeki düşüncelerinizi almak istiyoruz. Malum, komünistler toplumların altyapısının üretim ilişkilerine dayandığını, devlet başta olmak üzere üst yapı organlarının da buradaki ilişkilere göre şekil alacağını söylerler…

ADOLF HİTLER: Devletin ekonomik bir düşünce ile veya belirli bir ekonomik gelişme ile hiçbir ilişkisi yoktur. Devlet tarih ve sınırları tayin edilmiş bir arazi üstünde, gayesi ekonomik görevler ifasından ibaret olmak üzere ekonomik anlaşmalarla meydana gelmiş değildir(58).

HAYATİ TEK: O halde nedir devlet? Nasıl bir kurumdur?

ADOLF HİTLER: Devlet fizik ve ahlak bakımından birbirine benzer yaratıklardan teşekkül eden bir topluluk teşkilatıdır. Devlet, bu insanların nesillerine daha iyi hayat sağlamak ve milletleri Allah tarafından gösterilen gayeye erişmek için kurulmuştur. Bir devletin anlamı ve gayesi budur ve yalnız bundan ibarettir. Ekonomi hiçbir zaman devletin ne sebebi ne de gayesidir. İşte devletin, devlet sıfatı ile mutlaka belirli bir toprağa dayanmasının gereksizliği buradan anlaşılır(59).

HAYATİ TEK: Nasıl yani? Vatansız devlet olur mu?

ADOLF HİTLER: Böyle bir şart ırkdaşlarının geçimlerini kendi olanakları ile sağlamak isteyen topluluklarda gerekli olur. Bu arada beşeriyetin içine, diğer milletleri kendileri için çalıştırmak maksadıyla tufeyliler gibi sokulmak yeteneğine sahip milletler, kısıtlanmış küçük topraklara dahi sahip olamamalarına rağmen devlet teşkil edebilirler. Bu tufeyliliği ile bütün insanlığa ıstırap veren millet Yahudilerdir. Yahudi devleti hiçbir zaman mekân içinde var olmadı. Dünyaya sınırsız olarak yayılmakla beraber, bir milletin fertlerini ihtiva etmektedir. Bunun içindir ki bu millet her yerde devlet içinde devlet vücuda getirmiştir(60).

HAYATİ TEK: Bunu nasıl başarıyorlar?

ADOLF HİTLER: Bu suni devlet, din yaftası altında ilerleyebilmek ve böylece üstün ırkların dinsel inanışlara her zaman gösterdikleri müsamahayı sağlamaktan geri kalmaz. Gerçekte ise Hazret-i Musa’nın dini, Yahudi ırkının korunması mezhebinden başka bir şey değildir. Bunun için bu din gayesine taalluk eden toplumsal, siyasal ve ekonomik bilimlerin alanını da tamamen ihtiva eder. İnsanın bekasını sağlama içgüdüsü, insan topluluklarının teşekkülünün ilk sebebidir. Bu yüzden, devlet bir ırk organıdır, bir ekonomik teşkilat değildir(61).

HAYATİ TEK: Gerçekten enteresan yaklaşımlarınız var. Devleti nasıl tarif edersiniz?

ADOLF HİTLER: Devlet kelimesinin doğru bir tarifi burjuva dilinde yoktur. Bir devlet ne kadar mantıktan uzak bir şekilde kurulursa onun varlığı hakkında yapılan tarifler de o kadar şüpheli, karanlık, yapmacık ve anlaşılmaz olur(62).

HAYATİ TEK: Ben sizin tarifinizi sormuştum.

ADOLF HİTLER: Devlet genel görüşünü itibariyle üç sisteme ayrılabilir(63).

HAYATİ TEK: Nelerdir onlar?

ADOLF HİTLER: Bazı kimseler devleti, sadece bir hükümetin iktidarına bağlı insan topluluğu sayarlar. En kalabalık gruplar bunlardır. Bu grubun içinde meşruiyet ilkesinin sempatizanları vardır. Bunlara göre, insanların iradeleri herhangi bir işte hiçbir rol oynamamalıdır. Bunlar için, bir devletin var olması hali, onu tecavüzden korumak ve kutsal saymak için yeterlidir. Bunamış kimselerin bu düşüncesini korumak için, devlet otoritesine karşı tam bir teslimiyet tavsiye edilir. İşte böyle bir kimsenin nazarında, vasıta, bir hokkabazlık sonunda kesin bir gaye durumuna geliyor. Yani devlet insanlara hizmet için kurulmuş değildir. İnsanlar, görevleri ne olursa olsun, en küçük memurların da katıldıkları devlet otoritesine tapmak için yaşarlar. Bu sakat ve aynı zamanda vecd dolu tapınma karışıklık haline dönmemek ve devlet otoritesine de ancak asayişi devam ettirmek için mevcuttur. Demek ki devlet ne bir gayedir, ne de bir vasıtadır. İşte topluluğun hayatı bu iki kutup arasında dans edip duracaktır(64).

Sayıları biraz evvelki kadar çok olmayan başka nazariyeciler, devletin varlığına bazı şartlar koyarlar. Bunlar sadece bir yönetim bulunmasını istemekle yetinmezler. Aynı zamanda tek bir dil kullanılmasını isterler. Devletin otoritesi, devletin biricik varlığı değildir. Devlet, kendi uyruklarının rahatını sağlamak zorundadır. Çoğu zaman pek iyi anlaşılmamış olan hürriyet fikirleri bu ekolün düşünceleri arasında yer almıştır. Hükümet, artık sınıf ayrılıklarından dolayı tecavüzden korunmuş veya uzak kalmış değildir. Bunun yararı da incedir. Geçmişe saygı, devleti tenkitten uzak tutmaz. Sözün kısası bu ekol, devletten, her şeyden önce ekonomik hayat içinde, şahsa uygun bir şekil sağlamasını ister.

Üçüncü grup sayı yönünden en az olanıdır. Bunlar devleti, anlaşılmaz bir şekilde açıklanmış olan emperyalist temayülleri gerçekleştirmek için bir vasıta sayarlar. Kuvvetli şekilde birleşmiş bir halk devleti kurmak isterler. Ortak bir taraf, bu devlete, açık bir nitelik verecektir. Fakat tek bir dil istenmesi, devlete dışa karşı gücünü artırma olanağını sağlayacak olan sağlam bir temel bulmak ümidine bağlı değildir. Bu temel, bilhassa yanlış bir görüşle beslenmektedir. Bunlarda dil birliği sayesinde, devletin belirli bir yöne çevrilmiş olan bir “millileşme” hareketini başarıya ulaştıracağı kanaati vardır. Bu üçüncü ekole göre, devlet bir noktada bir gayedir ve devletin devamlılığı insanın birinci görevidir(65).

HAYATİ TEK: Sonuç? Siz hangi görüşü destekliyorsunuz?

ADOLF HİTLER: Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Devlet hakkındaki bütün bu görüşler, uygarlık yapıcı kuvvetlerin ve değerlerin esasının ırk olduğunu ve devletin mantıken bu ırkın varlığını ve ıslahını sağlamayı en önemli görev sayması gerektiğini takdir ederek, köklerini bu noktaya daldırmamaktadırlar. Oysa bu gerçek, bütün insanların gelişmelerinin en önemli temel şartıdır.

Devleti yapısı ve varlığı hakkındaki bu hatalı düşünce ve görüşler Karl Marks tarafından ortaya çıkarıldı. Böylece burjuva, devlet anlayışını ırka karşı olan görevlerinden uzak tuttuğu gibi, aynı değerde bir başka tarif yapamadığından, gerçekte onu inkâr eden bir doktrine olanak hazırladı. İşte bundan dolayı burjuvaların Marksizm’e karşı giriştiği mücadele kesin bir başarısızlığa doğru yol almaktadır(66).

HAYATİ TEK: Soruma tam cevap alamadım. Sizin devlet anlayışınız nedir?

 ADOLF HİTLER: Bence esaslı mefhum şudur: Devlet, bir gaye değil, bir vasıtadır. Devlet, büyük bir uygarlığın kurulması için en önde gelen şartlardan biridir. Fakat bu yüksek uygarlığın direkt olarak ilk şartı değildir. Çünkü uygarlık hassaten uygarlık kurmaya yetenekli bir ırkın mevcudiyetinde saklıdır. Dünyada birçok örnek devlet var olsa bile, uygarlığın esas kaynağı olan üstün ırk ortadan kalkacak olursa, manevi alanda, üstün ırkın ulaştığı seviyeye ulaşılabilecek bir uygarlığa tesadüf edilemeyecektir. Uygarlık veren ırkların temsilcilerinin ortadan kaldırılması, zekânın yüksek mukavemet ve intibak melekelerinin kaybı sonucunu doğuracaktır(67).

HAYATİ TEK: Uygarlık kurma kabiliyetine sahip olan ırklar, bu özelliklerini, devletle değil ise neyle ve nasıl gösterecekler?

ADOLF HİTLER: Irklara bekaları için gerekli olan silahları fikri kuvvet verebilir. Muayyen bir kültür seviyesini meydana getiren kuvvet, devlet değildir. Devlet bu kültür seviyesinin yükselmesinin ilk sebebi olarak, ırkı koruyabilir. Aksi halde devlet değişiklik olmadan da devamlılığını sağlayabilir(68).

Devlet bir gayeye ulaşmanın vasıtasıdır. Gayesi, gerek fizik ve gerek ahlak bakımından bir olan insanların gelişmesi ve bu gelişmenin sürekliliğini sağlamaktır. Önce ırkın yok edici melekelerinin gelişmesinin şartı olan esaslı nitelikleri devam ettirmek zorundadır. Bu melekelerin bir bölümü daima fizik hayatın devamlılığına hizmet edecek ve öteki bölümü, fikri gelişmeleri kolaylaştıracaktır. Fakat gerçekte birinci, daima ikincinin en gerekli şartıdır. Bu gayeye dikkatlerini vermeyen devletler, kusurlu yaratıklardır. Yahut başka bir ifadesiyle cenin durumunda kalmış yaratıklardır. Bu gibi devletlerin var olmaları işin rengini asla değiştirmez.

Irkçı devletin en büyük gayesi, uyarlık veren ilkel ırkın temsilcilerinin bekasını sağlamak olmalıdır(69).

HAYATİ TEK: Sizce ideal bir devlet nasıl olmalıdır?

ADOLF HİTLER: Devlet, temsil ettiği milletin hayat şartlarına tekabül etmekle ideal devlet niteliği kazanmaz. Devletin varlığı, temsil ettiği milletin hayatını ameli surette sağlarsa, ideal devlet olarak kabul edilebilir. Devletin dünyada kültür bakımından ne kadar önemi olursa olsun, bu önemin millete hiç bir yararı yoktur. Çünkü bir devletin görevi, yaratmak değildir. Devletin görevi var olan kuvvetlere yol açmaktır. Kültür, devletin işi değildir. Kültür, devletin canlı organı tarafından takviye edilmiş olan uygarlık kurucu bir milletin eseridir. Devlet, bir cevher temsil etmez. Devlet, bir şekil ifade eder(70).

HAYATİ TEK: O halde bir devletin değerini ortaya koyan ölçü nedir?

ADOLF HİTLER: Bir devletin değeri hakkında verilecek hüküm, dünya tarihinde oynayacağı rolün önemi ile değil, milletine sağlayacağı yararla meydana çıkar(71).

HAYATİ TEK: Bu yaklaşımı somut örneklerle detaylandırabilir misiniz?

ADOLF HİTLER: Irkçı devlet, ırkı toplum hayatının merkezi durumuna getirmeli ve ırkın saf kalmasına nezaret etmelidir. Aynı zamanda, bir milletin en değerli malının çocuk olduğunu kabul ve ilan etmelidir. Yalnız, sağlam olanların çocuk yetiştirmelerini sağlamalıdır. Irkçı devlet şunu söylemelidir: Bir hastalığa tutulmuş iken ve bir takım büyük eksikleri haiz iken, çocuk yapmak en ayıp bir harekettir. Bu durumda en şerefli hareketin çocuk yapmaktan vazgeçmenin olacağı anlatılmalıdır(72).

HAYATİ TEK: Nasıl yani? Devletin insanların bu en özel kararına müdahalesi olabilir mi?

ADOLF HİTLER: Devletin buna müdahale hakkı vardır(73).

HAYATİ TEK: Hangi gerekçeyle? Gerçekten çok merak ettim.

ADOLF HİTLER: Çünkü devlete, bir milletin binlerce yıllık bir geleceği teslim edilmiştir. Bu durum karşısında ferdin arzuları ve hodgamlıkları bir hiçten ibarettir. Aynı zamanda devlet, sağlam bir kadının çok evlat yetiştirmek gibi Allah’ın bir lütfu olan yeteneğinin, hükümet sisteminin mali siyasetiyle kısıtlanmamasına dikkat etmekle görevlidir. Devlet, çok evlat yetiştiren ailelerin teşekkülüne olanak hazırlayacak sosyal şartlara karşı gösterilmekte olan tembel tutuma ve ilgisizliğe son vermelidir. Devlet kendini, değeri takdir edilemeyecek kadar yüksek bir milletin en büyük koruyucusu bilmelidir(74).

HAYATİ TEK: Bu bahsi burada noktalayıp, eğer sizin için de uygunsa, eğitim konusundaki görüşlerinize geçmek istiyorum. Çocuk ve gençlerin eğitiminde nasıl bir yol takip edilmeli?

ADOLF HİTLER: Her şeyden evvel, genç ve vücutça hastalıksız bir adam, darbelere tahammül etmeyi öğrenmelidir. Bu ilke hiç şüphe yok ki, bizim fikir şampiyonlarına bir vahşiye layık gibi gelecektir. Fakat ırkçı devletin rolü “barışçı estet”lerden ve fizik yönünden çökmüş insanlardan meydana gelen bir topluluğu eğitmek değildir. Onun insanlık hakkında beslediği ideal, tip olarak sayın küçük burjuvayı, faziletli ihtiyar kızı kabul etmemiştir(75).

HAYATİ TEK: Sizin hayalinizdeki fert tipinin özellikleri neler?

 ADOLF HİTLER: Irkçı devletin fert tipi mert, mağrur, enerji sahibi erkekler ve dünyaya gerçeği seven insanlar getirmeye yetenekli kadınlardır(76).

HAYATİ TEK: Bu fert tipine hayat vermek için nasıl bir yol öneriyorsunuz?

ADOLF HİTLER: Bunun için spor bir kimseyi kuvvetli, usta ve cüretkâr yapmakla kalmaz, o kimseyi sertleştirir, mihnet ve yenilgilere tahammül etmeye alışkın bir duruma da getirir. Eğer aydınlarımızın üstün sınıfları teşkil edenleri, vakit öldüren şeyleri öğrenmek yerine yalnız boks yapmayı bilselerdi, ahlaksız, asker kaçakları ve bunlara benzer ayak takımları tarafından bir ihtilal yapılamazdı. Keza, bu ihtilal başarısını, ihtilali yapanların cesaretli ve cüretkâr oluşlarına borçlu değildir. İhtilal, devleti idare edenlerin korkakça ve acınacak şekildeki kararsızlıkları sonucu başarıya ulaşmıştır. Gençlerimizin kıyafetleri de takip edilen gayeye uymalıdır(77).

HAYATİ TEK: Kıyafetle ideal arasında kurduğunuz ilgi enteresan. Bu konuyu biraz açar mısınız?

ADOLF HİTLER: Kıyafet, eğitime hizmet edecek ve yardımcı olacak bir vasıta kabul edilmelidir. Herkesin satın alamayacağı bir elbiseye sahip olmak için değil, herkesin sahip olamayacağı bir vücuda sahip olmak için çalışılmalıdır. Bu düşünce daha sonra rolünü oynayacaktır. Genç kız, erkek arkadaşını tanımalı ve bilmelidir. Eğer vücut güzelliği, zamanımızın moda budalaları yüzünden ikinci plana atılmamış olsa idi, yüzbinlerce Alman kızı çarpık, cılız Yahudi piçlerine kapılmazdı. Bu noktaya dikkat etmek gerekir. Irkçı devlet, erkek çocuklarla olduğu gibi kızlarla da meşgul olacaktır. Kızların da eğitimleri aynı ilkeler dâhilinde yönetilecektir(78).

HAYATİ TEK: Yani önce fizik diyorsunuz.

 ADOLF HİTLER: Kızlar için en önemli nokta fiziki eğitim olmalıdır. Karakterin eğitimi daha sonra gelir. Nihayet fikri eğitimlerin gelişmesi sorunu ele alınır. Kız eğitiminin tek gayesinin, kızı, geleceğin annesi olarak hazırlamaktan ibaret olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır(79).

HAYATİ TEK: Gençlerin eğitimindeki öncelik sıralamanız fizik, karakter, fikir şeklinde. Daha başka ne gibi özellikler kazanmalı gençleri?

ADOLF HİTLER: Irkçı devlet, bütün dikkat ve çalışmasını iradenin ve karar verme yeteneğinin eğitimine ayırdığı gibi, gençlerin çocukluklarından itibaren sorumluluk zevkini ve yaptıkları hareketlerin gereken cesaretini hak etmelerine bilhassa önem vermelidir(80).

Irkçı devlet, ancak bu görevin gereğini ve önemini kavradığı ve yüzyıllar boyunca bu eğitime devam ettiği takdirde, bizim çöküşümüze korkunç bir şekilde etki etmiş, fakat bugün zaaftan kurtulmuş olan bir millet meydana getirmeye başarılı olabilir. Bizim ırkçı devletimiz, bugün hükümet tarafından milletimizin eğitimi konusunda uygulanan öğretimde, büyük bir değişiklik yapmak ihtiyacını duymaktadır(81).

HAYATİ TEK: Nasıl bir değişiklik?

ADOLF HİTLER: Bu yenilik şu üç hususta olacaktır:

İlk önce Alman gençlerinin hafızaları, kendileri için yararsız, gereksiz ve bunun sonuç olarak kısa bir zaman sonra unutulmaya mahkûm bilgi ile doldurulmayacaktır(82).

Bilhassa tarih öğretiminde programları hafifletmek gereklidir. Tarih dersinde bu şekil öğretimin en büyük yararı, olayların akışına hâkim ve sebep olan yasaları görebilme, seçme ve iyiyi kötüden ayırma olmalıdır. Çünkü tarih, geçmişte neler olup bittiğini bilmek için okutulmaz. Tarih, öğrencinin gelecekte, kendi milletinin hayatını sağlamak için izleyebileceği yolu öğrenmesi için öğretilir. Esas gaye budur. Tarih, bir gayeye ulaşma vasıtalarından biridir.

Irkçı devletin görevi, ırk sorunlarını ön plana alan bir dünya tarihinin titizlikle yazılmasına nezaret etmektir(83).

HAYATİ TEK: Eğitim konusunda gerekli olduğunu düşündüğünüz diğer değişiklikler neler?

ADOLF HİTLER: Eğitim konusunda, üzerinde dikkatle durulacak bir başka husus da şudur:

Öğretim ırkçı devlete milli gururu geliştirmek olanağını sağlamalıdır. Bu bakımdan bütün tarih öğretimi bu noktayı dikkate alarak, uygarlığın genel tarihinden başlamalıdır. Alman tarihinin en büyük adları arasında en ünlü olanlarını tespit ederek, bu milli ve tarihsel kişileri, bilhassa halkın gözü önüne sermeli ve yıkılmaz bir milli duygunun direkleri durumuna gelmeleri için gençliğin dikkatini bunların üzerine ısrarla çekmelidir.

Bu milli duygunun, işin başından itibaren samimi ve ciddi olması ve sahte bir gösterişten ibaret kalmaması için gençleri şu tunç ilke bilhassa öğretilmelidir: Milletini seven bir kimse, bu sevgisini ancak milleti için göze almaya ve katlanmaya hazır olduğu fedakârlık ve feragatle ispat edebilir. Yalnız çıkarı göz önünde tutan bir milli duygu, söz konusu olamaz. Yalnız sosyal sınıfları kucaklayan bir nasyonalizm de mevcut değildir(84).

Bir kimsenin, milleti ile iftihar edebilmesi için, o kimse milletin sınıflarından utanmamalıdır. Fakat milletin yarısı sefil ve hayat sürüyorsa ve bir takım endişeler içinde ise veyahut ahlakça düşkün bulunuyorsa, o kimse böyle bir milletin ferdi olmaktan iftihar duyamaz.

Gençlerin kalplerine nasyonalizm ile sosyal adalet duygusun samimi bir sentezi yerleştirilmelidir. İşte o zaman birleşmiş bir aşk, ortak bir gurur, iftihar ve prestijle dolu bulunan ve hiç bir zaman yıkılamayacak ve sarsılamayacak olan bir vatandaşlar topluluğu meydana gelecektir(85).

HAYATİ TEK: Yani ilk hedefiniz ırkçı bir devlet kurmak, gençleri de bu yönde eğitmek. Öyle mi?

 ADOLF HİTLER: Bizim ilk hedefimiz, ırkçı bir devlet biçimi meydana getirmek değildir. İlk büyük görevimiz bugünkü Yahudi devletini yok etmektir. Tarihin ortaya koyduğu bir gerçek vardır: En büyük zorluk, yeni bir durum meydana getirmek değil, ona ortamı serbest bulundurmaktır.

Yeni ilkeleri olan, genç ve asil doktrin, her ne kadar herkese nahoş görünürse de, başlangıçta acımadan tenkit silahını kullanmalıdır.

Bugün, sözüm ona ırkçı olanların her vesile ile olumsuz bir tenkide girişmekten çekindiklerini ve bütün faaliyetlerini yapıcı bir işe hasrettiklerini tekrar tekrar söylemelerine tanık oluyoruz. Bu da, böylelerinin tarihsel konulardaki görüşlerinin pek az derin olduğu ispat eder(86).

HAYATİ TEK: Bu iddianızın dayanağı nedir?

ADOLF HİTLER: Bu çocukça ve aptalca bir düşünüştür. Bu gibi kafalarda kendi devirlerinin tarihi, zerre kadar iz bırakmadan gelip geçmiştir. Marksizm’in, bir gayesi vardır: Bu gaye, yapıcı bir işi tenkit etmekten ibarettir. Marksistlerin yaptıkları yıkıcı ve ayırıcı tenkittir. Onlar için ancak beynelmilel Yahudiliğin ve kozmopolit maliyecilerin diktasını canlandırmak söz konusudur. Sürekli olarak tenkit ettiler. Sonunda bu kemiriciler, devleti parçaladılar ve onu tamamen yıkılmaya hazır bir duruma getirdiler. İşte bundan sonra o mahut söz, “yapıcılık” sözü edilmeye başlandı(87).

HAYATİ TEK: Bu sözünüzden ne gibi bir sonuç çıkarmalıyız?

ADOLF HİTLER: Bundan çıkacak sonuç şudur: Zorlama ancak zorlama ile, tedhiş, ancak tedhiş ile yok edilebilir. İşte ancak o zaman yeni bir rejim kurmak mümkün olur(88).

HAYATİ TEK: Devlet konusuna bu kadar girmişken, siyasi partiler hakkındaki görüşlerinizi de almak isterim. Hatta mümkünse, sizin doktriner yaklaşımınızla karşılaştırmanızı rica ediyorum.

 ADOLF HİTLER: Siyasal partiler karşılıklı çıkarlar ile anlaşmaya yatkındırlar. Felsefi doktrinler ise asla anlaşamazlar. Hatta siyasal partiler, muarızları ile de anlaşmaya varırlar. Felsefi doktrinler kendilerini “hata işlemez” ilan ederler.

İşin aslı incelenecek olursa, şu durumla karşılaşırız: Siyasal partiler, çoğu zaman mücadeleyi bir sistem için terk ederek, güya olumlu bir elbirliğiyle çalışmak gayesinde, fakat mümkün olduğu kadar süratle mevcut müesseslerden birinde, küçük bir makam kazanmaya ve bu yerde mümkün olduğu kadar uzun zaman kalmaya gayret ederler.

Eğer biraz sert bakışlı bir rakip bu gibi siyasal partileri “yemlik”ten uzaklaştıracak olursa, bu partilerin üyeleri kafalarında yalnız bir fikir beslerler: Zorla veya hile ile tekrar açların ilk sınıflarına dâhil olarak, hatta en kutsal saydıkları kanaatlerini de çiğneme pahasına, bu değerli kudret levhasına iştirak etmek… İşte, besledikleri fikir budur! Ah bu siyaset çakalları! Hiç bir zaman bir siyasi doktrin, diğer bir siyasal doktrinle uzlaşmaya hazır bir durumda bulunamaz(89).

HAYATİ TEK: Bundan ne anlamalıyız?

ADOLF HİTLER: Demek oluyor ki bir siyasal doktrin, ancak devrinin ve milletinin en cesaret sahibi ve faal unsurlarını kudretli ve kuvvetli bir mücadele teşkilatı halinde bir araya getirmek şartı ile fikirlerinin galip gelmesini sağlayabilir. Ayrıca, siyasal doktrinin, bu değerli unsurları göz ününde tutarak, felsefenin tamamının içinden bir takım fikirleri seçmesi ve onlara yeni bir insan topluluğuna “inanç maddesi” hizmetini görebilecek, gayet açık ve yok edici bir biçim ve ruh vermesi de gereklidir.

Hemen şunu da belirtelim ki, doktrin uğrunda mücadele edenlerin hepsinin, tamamen yapılan işten haberli olmalarına veya hareket liderinin düşüncelerinin tamamını doğru bir şekilde bilmelerine gerek yoktur. Esas gerekli olan şey, mücadele edenlerin miktarca az, fakat önemleri itibariyle çok değerli birkaç esaslı ilkeyi, gayet açık bir şekilde öğrenmeleridir(90).

HAYATİ TEK: Bunu konuyu somut bir örnekle açıklar mısınız?

 ADOLF HİTLER: Bir er, büyük bir subayın planlarına karışamaz. Bütün erleri, general yeteneğine sahip olan bir ordu ne işe yarar? Herhalde hiç bir işe. Bunun gibi sadece seçkin kimselerden bir yarar görülemez. Siyasal partilerde alelade kimselere de ihtiyaç vardır. Böyle olmazsa parti içinde bir disiplin sağlamak mümkün olmaz(91).

Bir siyasal partinin kuvveti hiç bir zaman ve kesinlikle üyelerinin her birindeki zekâ ve fikri yetenek sayesinde meydana gelmez. Güç ve başarı ancak daha çok üyelerin manevi kumandayı izleme konusunda gösterdikleri itaat ve disiplin ruhundadır. Kesin ve etkileyici olan şey bizzat liderlerdir(92).

HAYATİ TEK: Gayet net bir açıklama oldu. Teşekkür ederiz. Bu arada söyleşimizin de sonuna geldik. Son olarak, üzerine çok konuşulan bir iddianızla ilgili görüşlerinizi almak istiyoruz. Marksizm’in bir Yahudi oyunu olduğu yolundaki iddianızın ispatı nedir?

ADOLF HİTLER: Her gün üst üste yaptığım tecrübeler beni Marksizm’in kaynaklarını araştırıp bulmaya yöneltti. Artık Marksizm’in bütün teferruatı bence malumdu. Dikkatli gözlerim bu doktrinin gelişmesini rahat rahat görebiliyordu. Bu doktrinin doğuracağı sonuçları önceden tahmin edebilmek için bir parça muhakeme yapmak yetiyordu.

Hareketin ilkelerini daha iyi anlayabilmek için bu faaliyeti sürdürenleri dikkatli bir şekilde incelemeye başladım. Yahudi sorunu hakkındaki bilgilerim sayesinde hedefe tahminlerimden daha çabuk ulaştım. Yahudi’nin anlatmak istediğini nasıl yazıp söylediğini öğrendim. Bunların usulü, her zaman kendi düşüncelerini saklamak için kullanılan bir şeydi. Yahudi’nin gerçek amacı hiçbir zaman yazının tamamında aranmamalıdır. Yahudi amacını satırlar arasında gizler(93).

HAYATİ TEK: Araştırmalarınız sırasında başka ne gibi tespitler yaptınız?

ADOLF HİTLER: Yahudi milletinin tarih boyunca ortaya koyduğu nüfuzunu dikkatle inceledim. Amaçlarına akıl erdiremediğimiz bu küçük milletin son zaferini istememizi birdenbire büyük bir endişe ve acı ile düşünmeye başladım. Her an bir parça toprak için yaşamış olan bu millete, dünya acaba bir mükâfat olarak mı vaat edilmişti? Bizim bekamız için sahip olduğumuz mücadele hakkının gerçekten dayandığı bir temeli var mıydı? Yoksa bu mücadele hakkı bizim zihinlerimizde mi gelişiyordu? Marksizm’i inceden inceye tetkik ettiğimde ve Yahudi milletinin faaliyeti ile meşgul olduğumda bu soruların cevaplarını mukadderatın kendisi verdi. Marksizm ve Yahudi faaliyeti tabiatın uyduğu aristokratik ilkelerin hepsini reddediyordu(94).

HAYATİ TEK: Nasıl? Bu konuyu biraz açar mısınız?

ADOLF HİTLER: Bunlar güç ve enerjinin sonsuz imtiyazı yerine, sayının üstünlüğünü kabul ediyorlardı. Marksizm, insanın kişisel değerini inkâr ediyor, ırkın önemini tanımıyor ve böylece insanlığı hayatı ve uygarlığı için evvelce tayin edilmiş şartlardan yoksun bırakıyordu. Eğer bu doktrin dünya hayatının temeli kabul edilse idi, akla gelen bütün düzenlerin sonu gelmiş olurdu. Böyle bir yasa düşüncelerimizin ötesinde kalan kâinatta büyük bir karışıklığa sebep teşkil ederse, bu geçici dünyanın da kendi topluluğu içinde ortadan çekilmesini gerektirmekten başka bir anlamı kalmazdı. Eğer Yahudi Marksizm’le bir zafer kazanırsa başına giyeceği taç, insanlığın cenaze tacı olacaktır(95). İşte o zaman dünya, milyonlarca yıl önce olduğu gibi, boşlukta üzerinde bir tek insan kalmadan dönecektir(96).

HAYATİ TEK: Bu bağlamda vermek istediğiniz son bir mesajınız var mı?

ADOLF HİTLER: Kendi emirlerine aykırı hareket edilirse tabiatın intikamı korkunç olur. Bunun için ben Allah’ın isteğine uygun hareket ettiğime inanıyorum. Çünkü milletimi Yahudi’ye karşı müdafaa etmekle, Allah’ın eserini müdafaa etmiş oluyorum(97).

ADOLF HİTLER KİMDİR?

(20 Nisan 1889-30 Nisan 1945)

Avustralya’da doğan ve başarısız bir öğrenci olarak çocukluk yıllarını geçiren Hitler, 1905’te orta öğrenimini tamamlayamadan okuldan ayrıldı. Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavlarını iki kez girdiyse de başarılı olamadı. 1913’te Münih’e giden Hitler, askerlik için geri çağrıldıysa da uygun bulunmadığından orduya alınmadı. Düş kırıklığıyla geçen amaçsız yıllardan sonra I. Dünya Savaşı’nı coşkuyla karşıladı ve gönüllü olarak 16. Bavyera Piyade Alayı’na katıldı. Savaş boyunca ön saflarda çarpıştı, yaralandı ve gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle Demir Haç Nişanı aldı.

Savaştan sonra orduya bağlı olarak siyasi etkinlikleri izleyip rapor etmekle görevlendirildi. Eylül 1919’da yeni kurulmuş olan Alman İşçi Partisi’ne girdi. Ertesi yıl partinin propaganda sorumlusu oldu ve ordudan ayrıldı. Aynı yıl partinin adı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi) olarak değiştirildi.

Hitler’in propaganda yöntemleri ve saldırgan tutumu parti içinde tartışmalara yol açmaya başlamıştı. Ama partinin güçlenmesinin Hitler’e bağlı olduğunu gören parti yönetimi, onu Temmuz 1921’de sınırsız yetkiyle parti başkanlığına getirdi. Hitler hemen partinin yayın organı Halkın Gözlemcisi gazetesinde makaleler yazarak ve mitingler düzenleyerek yoğun bir propaganda etkinliğine girişti. Hitler, Nazi Partisi’nin giderek güçlendiği bu dönemde yönetimi ele geçirebileceğini dünüşüyordu. Bu konuda I. Dünya Savaşı’nın ünlü komutanlarından General Erich Ludendrorff’un desteğini aldıktan sonra, Kasım 1923’te Münih’teki bir birahanede düzenlenen toplantıda yandaşlarına darbe planını açıkladı. Ama, Birahane Darbesi olarak bilinen tasarısını gerçekleştirmek için ertesi gün başlattığı yürüyüş polis tarafından dağıtıldı ve Hitler arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı.

Beş yıla mahkûm olmasına karşın dokuz ay hapis yatan Hitler, Kavgam isimli eserinin birinci cildini yazdı.

Hitler’in serbest kaldıktan sonraki ilk işi partiyi yeniden örgütlemek oldu. Alman Ulusal Halk Partisi’nin önderi Alfred Hugenberg ile ittifak kurdu. Bu ittifak Hitler’in adını bütün ülkeye duyurdu. Hükümetin başarısızlıkları ve Hitler’in propaganda etkinlikleri sonucu Nazi Partisi 1930 seçimlerinde 6 milyon oy alarak ülkenin ikinci partisi durumuna geldi.

1932’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koyan Hitler, Paul von Hindenburg karşısında kaybetti. Aynı yılın kasım ayındaki seçimlerde parti oy kaybına uğradıysa da, sanayi çevrelerinin de baskısıyla Hindenburg, Ocak 1933’te Hitler’i şansölyeliğe getirmek zorunda kaldı.

Hitler iktidara geldikten sonra yeni bir seçim için kolları sıvadı. 5 Mart 1933’teki seçimlerde yüzde 44 oy alan Nazi Partisi salt çoğunluğu sağlayamadı. Ama Hitler, Merkez Partisi ile Alman Ulusal Partisi’nin kurduğu ittifak aracılığıyla hükümeti olağanüstü yetkilerle donatan yasanın geçmesini sağladı.

Ülkeyi tek elden yönetebilmek için ordunun desteğini almak zorunda olan Hitler, 29 Haziran 1934’te ordunun karşı olduğu siyasi muhalifleri tutuklatarak yargılanmadan öldürttü. Böylece ordunun isteği yerine geldi ve komutanlar da Hindenburg’un ölümünden (2 Ağustos 1934) sonra şansölyelik ve cumhurbaşkanlığı unvanının birleştirilmesine karşı çıkmadılar. Bu tarihten sonra Önder ve Şansölye unvanını birlikte kullanan Hitler, 19 Ağustos’ta yapılan plebisitte oyların yüzde 90’ını alarak yeni görevine başladı.

1933-1945 yılları arasında Almanya’da totaliter bir devlet kuruldu. Hitler, Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun ve Bismarck’ın Alman İmparatorluğunun varisi olarak gördüğü bu devleti “Üçüncü Reich” olarak adlandırıyordu.

Hitler’in asıl amacı, Kavgam’da da belirtiği gibi Alanlar’a “yaşam alanı” sağlayabilmek için doğuya doğru yayılmaktı.

Şubat 1938’de Avusturya’yı, 16 Mart 1939’da Çekoslovakya’yı işgal eden Hitler, 1 Eylül 39’da Polonya’ya girince İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş açtı. Böylece 2. Dünya Savaşı başladı.

Hitler’in politikasının ülkeyi felakete götürdüğünü gören bazı çevreler, 1943-44’te çeşitli suikast planları hazırladılar. 20 Temmuz 1944’teki bir bombalı saldırıda küçük bir yarayla kurtulan Hitler’in sağlığı bu olaydan sonra bozuldu.

45 başlarında Fransızlar, İngilizler Sovyetler Alman topraklarına girmeye başladı. Hitler Berlin’den ayrılmayı reddediyordu. 28-29 Nisan gecesi Eva Braun’la evlendi. 30 Nisan’da çevresindeki Nazi önderleriyle vedalaştıktan sonra eşiyle birlikte intihar etti.

ESERLERİ

Ünlü Kavgam eserinin haricinde Hitler’in “İktidara Geldikten Sonraki Konuşmaları” 1939’da, “Hitler: Konuşmalar ve Duyurular” 1962’de basıldı.

DİPNOTLAR

1) Hitler, Adolf-; Kavgam, Toker Yayınevi, 9. baskı, İstanbul 1989, s. 174.

2) a.g.e., s. 175

3) a.g.e., s. 176

4) a.g.e., s. 178

5) a.g.e., s. 178

6) a.g.e., s. 178

7) a.g.e., s. 179

8) a.g.e., s. 180

9) a.g.e., s. 181

10) a.g.e., s. 183

11) a.g.e., s. 604

12) a.g.e., s. 605

13) a.g.e., s. 604

14) a.g.e., s. 604

15) a.g.e., s. 605

16) a.g.e., s. 605

17) a.g.e., s. 605

18) a.g.e., s. 605

19) a.g.e., s. 605

20) a.g.e., s. 284

21) a.g.e., s. 285

22) a.g.e., s. 285

23) a.g.e., s. 285

24) a.g.e., s. 285

25) a.g.e., s. 285

26) a.g.e., s. 286

27) a.g.e., s. 286

28) a.g.e., s. 286

29) a.g.e., s. 286

30) a.g.e., s. 287

31) a.g.e., s. 298

32) a.g.e., s. 299

33) a.g.e., s. 299

34) a.g.e., s. 299

35) a.g.e., s. 299

36) a.g.e., s. 300

37) a.g.e., s. 300

38) a.g.e., s. 300

39) a.g.e., s. 300

40) a.g.e., s. 301

41) a.g.e., s. 302

42) a.g.e., s. 303

43) a.g.e., s. 303

44) a.g.e., s. 305

45) a.g.e., s. 305

46) a.g.e., s. 305

47) a.g.e., s. 305

48) a.g.e., s. 499

49) a.g.e., s. 499

50) a.g.e., s. 305

51) a.g.e., s. 500

52) a.g.e., s. 501

53) a.g.e., s. 501

54) a.g.e., s. 502

55) a.g.e., s. 503

56) a.g.e., s. 503

57) a.g.e., s. 503

58) a.g.e., s. 148

59) a.g.e., s. 149

60) a.g.e., s. 149

61) a.g.e., s. 149

62) a.g.e., s. 390

63) a.g.e., s. 391

64) a.g.e., s. 391

65) a.g.e., s. 392

66) a.g.e., s. 395

67) a.g.e., s. 396

68) a.g.e., s. 397

69) a.g.e., s. 398

70) a.g.e., s. 399

71) a.g.e., s. 400

72) a.g.e., s. 408

73) a.g.e., s. 409

74) a.g.e., s. 409

75) a.g.e., s. 415

76) a.g.e., s. 415

77) a.g.e., s. 415

78) a.g.e., s. 417

79) a.g.e., s. 419

80) a.g.e., s. 422

81) a.g.e., s. 423

82) a.g.e., s. 423

83) a.g.e., s. 426

84) a.g.e., s. 432

85) a.g.e., s. 433

86) a.g.e., s. 464

87) a.g.e., s. 464

88) a.g.e., s. 466

89) a.g.e., s. 466

90) a.g.e., s. 467

91) a.g.e., s. 468

92) a.g.e., s. 469

93) a.g.e., s. 67

94) a.g.e., s. 68

95) a.g.e., s. 68

96) a.g.e., s. 69

97) a.g.e., s. 69