İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: “KUVVETLİLERİN YÜKÜNÜ ZAYIFLAR ÇEKERKEN PADİŞAHA TATLI UYKU HARAMDIR.”

HAYATİ TEK: Üstadım, sohbetimize dünyaca ünlü kitabınız Bostan’la başlamak istiyoruz. Her eser bir ihtiyaçtan doğar. Siz Bostan’ı niçin yazdınız?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Dünyanın etrafında çok dolaştım. Birçok kimselerle günler geçirdim. Her köşede faydalar buldum, her harmandan bir başak aldım. Lakin Şiraz’ın halkı gibi gönülsüz kibirsiz insanlar görmedim. Tanrım o toprağa lütuf yağmuru yağdırsın.

Nihayet bu temiz memleketin olgun insanları hakkında duyduğum sevgi, gönlümü Şam’ın ve Rum’un muhabbetinden ayırdı. O zaman kendi kendime düşündüm:

“Mısır’dan gelenler şeker getirirler, dostlarına bir armağan verirler” dedim ve gezdiğim bahçelerden dostların yanına eli boş dönmek bana acı geldi. Elimde o şekerden yoksa bile şekerden daha tatlı sözlerim vardı. Bu, halkın ağızla yediği değil, manadan anlayanların kâğıt üstünde taşıdıkları şekerdir. (Bostan, s. 10)

HAYATİ TEK: Bostan’da başta devlet yöneticileri olmak üzere tüm insanlara çeşitli tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Sizce bir ülkeyi yönetenler öncelikli olarak nelere dikkat etmelidirler?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Gerçeği yakîn gözüyle gören din büyüklerinden naklederek anlatırlar:

Gönül erlerinden biri bir gün kaplana binmiş, elinde bir yılan, onu hızlı hızlı sürüp gidiyormuş. Adamın biri:

“Bana da bu gittiğin yolda kılavuz ol, ey Tanrı yolunun yolcusu! Ne yaptın da yırtıcı bir hayvan sana ram oldu? Ve saadet yüzüğünün kaşına senin ismin kazıldı?” demiş.

Gönül eri cevap vermiş:

“Kaplanın, yılanın, filin ve akbabanın bana zebun olmasında şaşılacak bir şey yok. Sen de Tanrının emrinden dışarı çıkma ki senin emrinden de hiçbir şey dışarı çıkmasın.”

Memlekete hükmeden kimse Tanrının buyruğundan ayrılmazsa, Tanrı da onun gözeticisi, yardımcısı olur. O seni dost bildikten sonra, imkânı yok, düşmanın elinde bırakmaz. (Bostan, s. 19-20)

HAYATİ TEK: Devlet idarecilerine başka ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: İşittim ki adil bir hükümdar her iki yüzü astardan yapılmış bir kaftan giyermiş. Birisi sormuş:

“Ey mutlu padişah, Çin ipeklisinden bir kaftan diktirsen olmaz mı?”

Padişah cevap vermiş:

“Bu kadarı, demiş, vücudu örtmek, rahatı sağlamak içindir. Daha ileri geçtin mi süs olur. Hâlbuki ben, vergiyi kendime, tahtıma, tacıma süs yapayım diye almıyorum. Kadınlar gibi hulleler giyersem düşmanı erkekçe nasıl kovarım? Gerçi benim de yüz türlü hevesim, ihtirasım var, ama hazine yalnız bana mahsus değil.”

Hazineler asker için doldurulmuştur, merasim için, süs için değil. Padişahtan hoşnut olmayan asker, memleketin sınırlarını korumaz. (Bostan, s. 39)

HAYATİ TEK: Günümüzün yöneticileri için gerçekten de ibretlik bir cevap oldu. Ancak, böylesine düşünceli yöneticiler her zaman bulunur mu? Bulunsaydı herhalde yeryüzünde kan akmaz, adalet hüküm sürer ve yönetenler ile yönetilenler arasında huzursuzluklar doğmazdı?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Tanrı, iyiliğe layık gördüğü bir kavme düşünceli ve adil hükümdar verir. Fakat âlemi viran etmek istediği zaman, saltanatı bir zalimin pençesine teslim eder. Zalim hükümdar Tanrının gazabı demek olduğundan, iyiler ondan çekinmeyi düşünürler.

Kuvvetlilerin yükünü zayıflar çekerken padişaha tatlı uyku haramdır. (Bostan, s. 54)

Çünkü sultan çobandır, halk sürüdür. Hâlbuki halka eziyet veren padişah, çoban değil, kurttur; illallah onun elinden!

Kötü fikirli hükümdar, zulmü adet edindiği için, fena bir akıbetle ölecektir. Kendisi ihmalleriyle, zulümleriyle halkın üstünden geçip gidecek, fakat kötü şöhreti yıllarca üstünde kalacaktır. (Bostan, s. 55)

HAYATİ TEK: Hazinelerin zevk-i safa için değil asker için doldurulması gerektiğini söylemiştiniz. Bu konuyu bir örnekle açıklar mısınız?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Sıkışık durumunda işine yaraması için barış vaktinde askeri hoş tutmalısın. İşi düzgün olmayan asker savaş gününde ölümü göze alır mı? (Bostan, s. 89)

Memleketin sınırlarını düşmana karşı askerle koruyabilirsin, fakat askeri de para ile elde tutabilirsin. Askerin gönlü rahat, karnı tok olursa hükümdarın eli düşmana galiptir.

Askerler kellelerinin değerini yerler. Sıkıntı çekerlerse yazık olur. Hazine askerden esirgenince o da elini kılıca götürmekten esirger. Eli boş, işi gücü ağlayıp inlemek olan bir asker savaş safında erlik gösterebilir mi? (Bostan, s. 90)

HAYATİ TEK: Hazır konu askerden açılmışken, askeri bürokrasideki görevlendirmelere dair düşüncelerinizi de almak isteriz.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Düşmanla savaşmaya yürekli adamları yolla; aslanlarla aslanları dövüştür.

Daima cihan görmüşlerin düşünceleriyle iş gör. Zira koca kurt avda tecrübelidir. Filleri yıkan, aslanları esir eden gençler, ihtiyar tilkinin hilesini bilmezler. Dünya görmüş adam, feleğin soğuğunu, sıcağını tattığı için, akıllı olur.

Mutluluğa layık olan değerli gençler, ihtiyarların sözlerinden yüz çevirmezler.

Memleketin mamur olmasını istiyorsan, büyük işleri yeni yetişenlere havale etme ve askerin başına savaşlarda çok bulunmuş olanlardan gayrısını geçirme. Sert işleri küçüklere verme; çünkü yumrukla örs kırılmaz. Halkın gönlünü almak ve askeri idare etmek, oyuncak değildir, maskaralık değildir. (Bostan, s. 90)

HAYATİ TEK: Yani, “Tecrübe önemlidir.” diyorsunuz…

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Vaktini kaybetmemek için iş görmemiş adama iş buyurma. Av köpeği kaplandan baş çevirmez; fakat cenk görmemiş aslan tilkiden ürker.

Çocuk, kucakta büyütülürse savaşa girdiği zaman korkar. Cenk eri olacak adam güreşte, avda, nişancılıkta, çevgan oyununda yetişir. Hamamda, naz ve nimet içinde beslenmiş olan kimse, cenk kapısını açık görünce ödü kopar.

Savaşta birinin kaçtığını gördün mü, onu düşman öldürmediyse sen öldür. Ahlaksız çocuklar, savaş günü kadın gibi kaçan kılıç erlerinden daha iyidirler. (Bostan, s. 91)

HAYATİ TEK: Düşmanla savaşta dikkat edilmesi gereken başka hususlar var mıdır?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Düşmanla savaşmak için her türlü hazırlığı yap, alacağın tedbirleri düşün; fakat niyetini saklı tut.

Sırrını herkesin yanında ortaya atma. Ben sır sahipleriyle aynı kadehten içen casusları çok gördüm. Derler ki İskender doğulularla harp edecekken çadırının kapısını batıya doğru açtırmıştı. Behmen de Zabilistan’a gideceği zaman sağa diye ilan etmiş, sola yürümüştü.

Senin niyetini senden başkası biliyorsa, öyle düşünceye, öyle bilgiye acımak gerek.

Bununla beraber kinci ve kavgacı değil, bilakis lütufkâr olmalısın ki âlemi hükmün altına alasın. Bir iş iyilikle, hoşlukla olup dururken sertliğe, inatçılığa ne lüzum var? Gönlünün dert görmemesini istiyorsan, dertlilerin gönlünü ıstırap zincirinden kurtarmalısın. (Bostan, s. 96)

HAYATİ TEK: İnsanların büyük bir kısmı dışarıdan gelecek düşmandan değil, ülke içindeki zalimlerden ve haksız kazanç sağlayanlardan yana dertlidir. Bu konuda devlet yönetimi nasıl bir tavır içinde olmalıdır?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Halkı inciten kimsenin kanını içmeli, malını yemelisin. Zararlı kuşun kolu kanadı kopsun, daha iyi. (Bostan, s. 138)

HAYATİ TEK: Her ne olursa olsun temel prensip bu mudur?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Nerede olursa olsun, zalime acıma. Ona acımak dünyaya zulmetmek demektir. İyisi mi, cihanı yakan insanın mumu sönmüş olsun. Bütün halkın dağlanmasından, bir kişinin ateşte olması daha iyidir. Hırsıza merhamet eden kişi kendi eliyle kervan kırmış olur. Zulmü adet edinenlerin başını yele ver. Zalim tabiatlılara zulmetmek haktır, adalettir. (Bostan, s. 139)

HAYATİ TEK: Sorularımıza öylesine hikmetli cevaplar veriyorsunuz ki atalarımızın, “söz gümüşse, sükût altındır” sözünün sebebi hikmeti hakkındaki görüşlerinizi almadan olmaz.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Dağın yaptığı gibi ayağını eteğine çekersen başın heybetle gökleri aşar.

Gizli hakikat cevherini sedef saçar gibi dağıtanlar, ağızlarını inciden gayrı bir şey için açmamışlardır. Çok söyleyenin kulağı tıkanık olur. Nasihat de ancak susana işler. Nefes nefese konuşmak istersen kimsenin sözünden lezzet alamazsın.

Hazırlanmadan söylememeli; ölçmeden biçmek olmaz. Yanlışı doğruyu iyice düşünenler, hazırcevap olan herzevekillerden üstündürler.

Söz, insanın nefsinde bir olgunluktur; sözünle kendine noksan getirme. Sesi az çıkanın mahcup olduğunu asla görmezsin. Birazcık misk, bir yığın kilden iyidir. (Bostan, s. 250)

On adam miktarı konuşan cahilden çekin. Bilginler gibi bir söyle, pir söyle. Yüz tane ok attın, yüzü de hatalı. Aklı başında bir adamsan bir defa at, fakat doğru at. Meydana çıktığı zaman yüz kızartacak olan bir sözü gizlice niçin söylemeli?

Duvarın önünde çok gıybet etme. Ardından dinleyen bulunabilir.

Kalbin içi bir kaledir. Dikkat et, sırlar kalenin kapısını açık bulmasın. Mumu dilinden yanar gördüğü içindir ki, bilgin kişi ağzını kapalı tutar. (Bostan, s. 251)

HAYATİ TEK: İzniniz olursa bir başka önemli konuya geçmek istiyoruz. Eğitim, her ülkenin en temel problemlerinden biridir. Eğitimin kişi ve toplum hayatındaki önemi ve terbiyenin nasıl verilmesi gerektiği konusundaki görüşleriniz almak istiyoruz.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Cevherin özünde istidat varsa, ona terbiyenin tesiri olur. Aslı kötü olan demiri hiçbir cila iyi edemez. Yedi denizde yıkasan bile, köpek ıslandıkça daha pis olur. İsa’nın eşeğini Mekke’ye götürsen, döndüğü zaman yine eşektir. (Gülistan, s. 218)

HAYATİ TEK: O halde eğitilebilir kişilerin terbiyesinden bahsedelim…

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Bir bilge, oğullarına öğüt veriyordu:

“Canım çocuklarım, diyordu, hüner öğrenin. Dünyanın varlığı güvene değmez; mevki, şehrin kapısından dışarı çıkmaz. Para pul daima tehlikededir: ya bir çırpıda hırsız götürür, ya da azar azar sahibini yer. Ama hüner, akan bir çeşmedir, devamlı bir devlettir. Hüner sahibi devletten düşürse gam yemez; çünkü onun hüneri kendi varlığında bir devlettir. Hünersiz kişi her gittiği yerde lokma toplar, sıkıntı çeker.” (Gülistan, s. 219)

HAYATİ TEK: Bundan nasıl bir mesaj çıkarmamız gerekiyor?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Mevkiden düşüp de tahakküm çekmek, naza alışmışken elâlemin cefasına katlanmak zordur.

Vaktiyle Şam’da bir fitne çıkmıştı. Herkes köşesinden ayrıldı. Okumuş köy çocukları, padişahlara vezir oldular. Eksik akıllı vezir çocukları, dilenmek için köylere gittiler.

Babanın mirasını mı istiyorsun? Bilgisini öğren. Onun parasını on günde harcayabilirsin. (Gülistan, s. 219)

HAYATİ TEK: Paranın hiç mi kıymeti yok?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Mal, hayatın rahatlığı içindir. Hayat, mal toplamak için değil. (Gülistan, s. 248)

HAYATİ TEK: O halde parayı nasıl harcamalı?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: İki insan beyhude meşakkat çekti, faydasız uğraştı: biri kazanıp da yemeyen, öbürü öğrenip de yapmayan.

Ne kadar ilim öğren öğrenirsen öğren, bildiğini yapmazsan cahilsin demek. Birkaç kitabı yüklenen hayvan, ne muhakkik olur, ne de danışman. Sırtındaki odun mu, yoksa kitap mı, o boş kafalının haberi yoktur ki. (Gülistan, s. 250)

HAYATİ TEK: Birden konumuz değişti ama önemli değil. Bir başka hassas konuya değindiniz. Buradan devam edelim. Bilgi ve ilim öğrenmekten gaye ne olmalıdır? Bu sanki cevabı çoktan verilmiş bir soru gibidir. Ancak günümüzde insanlar bilgiyi para kazanmanın basit bir aracı olarak algıladıkları için üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini düşünüyoruz.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: İlim, dini beslemek içindir, dünyayı yemek için değil.

Takvayı, bilgiyi ve zühdü satan, yığdığı harmanı yakıp kül etmiştir.

Günahtan kaçınmayan bilgin, meşale tutan bir kördür: Doğru yolu gösterir, kendisi görmez.

Memleket akıllılarla güzelleşir, din günahtan kaçınanlarla olgunlaşır. Padişahlar akıllıların öğütlerine, akıllıların padişahlara yaklaşmalarından daha çok muhtaçtırlar. (Gülistan, s. 250)

Üç şey sürekli kalmaz: ticaretsiz mal, münakaşasız bilgi, cezasız saltanat. Kötülere acımak iyilere sitemdir; zalimleri affetmek, yoksullara cefadır. (Gülistan, s. 250)

HAYATİ TEK: Yani “Kötülerin üzerine acımasız ve öfkeli bir şekilde gitmek gerekir.” ki diyorsunuz?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Sınırını aşan öfke, korku yaratır. Zamansız yumuşaklık, heybeti giderir. Ne kendinden bıktırırcasına sert ol, ne de onu bunu başına çıkarırcasına yumuşak.

Sertlikle yumuşaklık birlikte iyidir. Nitekim kan alıcı, hem cerrahtır, hem merhem sürer. Aklı başında adam ne hep sert davranır, ne de değerini düşürecek kadar mülayim. Ne kendisine üstünlük verir, ne de varlığını horlukta bırakır. (Gülistan, s. 251)

HAYATİ TEK: Üstadım, şimdiye kadar hep devlet yönetiminden, sosyal, siyasi ve askeri konulardan konuştuk. Dilerseniz bu keyifli sohbetin son bölümünde biraz da aşktan söz edelim.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: İster merhem sürsün, ister yaralasın… Ne hoştur, onun gamıyla perişan olanların hali!

HAYATİ TEK: Nasıl?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Öyle ki mütemadi elem şarabı içtikleri halde acılık görseler ses çıkarmazlar. Çünkü şarabın zevkinde mahmurluk derdi, gülün dalında silaha davranmış dikenler vardır. Lâkin dostun yâdıyla olduktan sonra sabır insana acı gelmez. Sevgilinin kendi eliyle sunduğu acı şey şeker kesilir. Onun esiri zincirden kurtulmak istemez; onun avına düşen, kementten kurtulmayı düşünmez.

Yârin sarhoşları melâmet şarabı içerler. Ama sarhoş olan deve, yükü daha tez götürür.

Halk onların o coşkun anına nasıl yol bulur? Onlar bengisu gibi karanlıktadırlar. (Bostan, s. 142)

Beytül mukaddes gibi, içleri kubbelerle dolu olduğu halde, dış duvarlarını harap bırakırlar. İpek böceği gibi sarınmazlar, pervane misali ateşe atılırlar.

Sevgili yanlarında iken gene sevgiliyi ararlar. Irmağın kıyısında bulundukları halde dudakları sonsuzluktan kurumuştur. Su içmezler demiyorum; onlar Nil kenarında bile suya kanmazlar… (Bostan, s. 143)

HAYATİ TEK: Bunlar çok güzel sözler. Ancak biraz daha açık ifadeler kullanır mısınız?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Kendin gibi toprakla sudan yaratılmış birinin sevgisi senin sabrını ve gönlündeki sükûnu kapıp diyor. Uyanıksan yanağına, benine meftun oluyorsun. Uyurken hayaline takılıp kalıyorsun. Öyle bir samimiyetle ayağına kapanıyorsun ki onun varlığıyla dünyalar gözüne görünmüyor. Onun gözü senin paranı görmedikten sonra altın da, toprak da sana bir geliyor. Artık kimselerle konuşmaya mecal bulamıyorsun. Çünkü o varken başka birine yer kalmıyor. “Onun yeri gözümdedir!” diyorsun. Fakat gözlerini kapayınca onu gönlünde buluyorsun. O isteyince canın dudağına geliyor. Kılıç çekince başını uzatıyorsun! (Bostan, s. 143)

HAYATİ TEK: Kulun kula duyduğu sevgiyi öylesine anlattınız ki ilahî sevgiyi sormaya cesaret bile edemiyorum.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Temeli hava ve heves üzerine atılan bir sevgi bu kadar fitne koparır, bu kadar ferman yürütürken, sen mana denizinde tarikat yolcularının batmalarına şaşar mısın? (Bostan, s. 144)

HAYATİ TEK: Neden şaşmamalıyız?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Onlar ki canan sevdasıyla candan ve dost yâdıyla cihandan geçmişler, Hakk’ı anmak için halktan kaçmışlar ve sâkiyi görünce öyle sarhoş olmuşlar ki ellerindeki şarap yere dökülmüş. Onlara deva bulmak mümkün değildir. (Bostan, s. 144)

HAYATİ TEK: Neden?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Çünkü dertlerinden kimse anlamaz.

“Elestü?” hitabı da ta ezelden beri kulaklarındadır ve “Kâlû: Belâ!” feryadıyla taşmaktadırlar. Onlar öyle bir takım insanlardır ki köşeye çekildikleri halde dünyaya tasarruf ederler. Ayakları topraktayken, fakat nefesleri ateştedir: Bir haykırışta dağları yerinden koparırlar; bir ünle şehirleri altüst ederler. Rüzgâr gibi gizli, lakin çabukturlar, taş gibi susarken bile tespih ederler…

Ve seher vakti öyle ağlarlar ki döktükleri yaşla gözlerindeki uyku sürmesi yıkanır. Gece süre süre atlarını çatlattıkları halde şafak sökerken, “Eyvah, biz gene geride kaldık!” diye feryat ederler.

Onlar, aşk ve ateş denizinde gece ve gündüz hayran olduklarından, geceyi gündüzden ayıramazlar. Ezeli Nakkaş’ın güzelliğine o kadar meftun olmuşlardır ki artık yüz güzelliğiyle ilgileri yoktur. Evet, gönül erleri deri güzelliğine gönül vermemişlerdir.

Vahdet’in saf şarabını dünyayı ve ahireti unutan kişi içer. (Bostan, s. 144)

HAYATİ TEK: Aşk üstüne yine muhteşem ifadeler kullandınız. Âşıklar için ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Eğer aşk eri isen kendine değer verme. Aksi takdirde afiyet yolunda yürü. (Bostan, s. 167)

Muhabbetin seni toprak etmesinden korkma: O mahvettiği takdirde sonsuzlaşırsın! Toprağın altında değişmedikçe sağlam taneden ot bitmez.

Seni Tanrıya aşina kılacak kimse kendi benliğinden seni kurtarmış olandır. (Bostan, s. 168)

HAYATİ TEK: Neden?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Çünkü benliğinle beraber oldukça kendine yol bulamazsın ve bu inceliği de kendini unutanlardan başkası bilmez. (Bostan, s. 168)

HAYATİ TEK: Nasıl? Biraz daha açıklar mısınız?

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Eğer sende aşk ve cezbe varsa, çalgıcı şöyle dursun, hayvanların ayak sesi bile senin için musikidir. Yanı başında bir sinek kanat çırpsın da o cezbeli âşık sinek gibi ellerini başına vurmasın, kabil değildir. Varlığı perişan olan kimse ne “tiz”i fark eder, ne “pes”i. O, bir kuşcağızın ötmesiyle de feryada gelir.

Zaten kâinatın musikisi susmaz; ama kulak her zaman açık değildir. Cezbeli âşıklar, içtikleri zaman kuyu çıkrığının sesinden bile sarhoş olurlar: Çıkrık gibi dönmeye başlarlar, çıkrık gibi yana yana ağlarlar; teslimiyet içinde başlarını yanlarına çekerler ve sabırları tükeninceye yakalarını yırtarlar.

Kendinden geçen sarhoş dervişi kınama: O, battığı için çırpınmaktadır. (Bostan, s. 168)

HAYATİ TEK: Doyumsuz sohbetimizin sonuna geldik. Son olarak okuyucularımıza vermek istediğiniz mesajlarınız varsa, onları almak isteriz.

SADÎ-İ ŞÎRÂZÎ: Cahil için susmaktan iyisi yoktur. Eğer bunu bilseydi cahil olmazdı.

Bilgin olduğunu sansınlar diye daha bilgin birisiyle tartışan kimse kendi cahilliğini anlatmış olur. (Gülistan, s. 263)

Senden üstün biri söze başlarsa, daha iyi bilsen de itiraz etme.

İlim öğrenip bildiğini yapmayan, tarlayı sürüp tohum ekmeyene benzer. (Gülistan, s. 264)

Edepsiz takımı içinde sözü dinlenmeyen akıllıya hayret etme. Davulun gümbürtüsünden kopuzun sesi işitilmez; amberin kokusunu sarımsak kokusu bastırır. (Gülistan, s. 270)

Misk, koku veren şeydir; aktarın dediği değil. Bilgin, aktar tablasına benzer: sessizdir, hüneri görünür. Cahil, savaş davulunu andırır: sesi yüksektir, içi boş.

Gerçek sözlüler, cahillerin arasındaki bilgin için bir temsil getirmişler: körler arasında bir güzel, zındıklar arasında bir Kur’an. (Gülistan, s. 271)

Kuvvetsiz fikir hiledir, efsundur. Fikirsiz kuvvet cahillik ve deliliktir. Önce iyiyi, kötüyü ayırt etmek, akıl, tedbir lazım, sonra saltanat. Cahilin sürdüğü devletle saltanat, Tanrıya karşı cenk silahıdır. (Gülistan, s. 272)

Yumuşak davranıp cahilin hafifliğini hoş görmek bilgine yakışmaz. Bu, her iki tarafa zarar verir: Bilginin heybeti azalır, cahilin cahilliği daha sağlam olur.

Günah, kimden gelirse gelsin, makbul değildir. Bilginden gelmesi daha kötüdür. Çünkü ilim, şeytana karşı cenk silahıdır. Silahlı kimsenin esir diye götürülmesi çok ayıp olur. (Gülistan, s. 273)

İsteksiz öğrenci parasız âşıktır. Hünersiz zengin kanatsız kuştur. Amelsiz bilgin meyvesiz ağaçtır. Bilgisiz zahit kapısız evdir. (Gülistan, s. 277)

KAYNAKLAR

1) Sadî-i Şîrâzî-; Bostan, Çev: Hikmet İlaydın, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: İslam Klasikleri, İstanbul 2001, s. 10

2) Sadî-i Şîrâzî-; Gülistan, Çev: Hikmet İlaydın, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: İslam Klasikleri, İstanbul 2001, s. 218